Burcu
Özcan - Basına Göre Şapka ve Kılık Kıyafet İnkılabı
Konuyla ilgili olarak; Cumhuriyet, Hâkimiyet-i Milliye ve
İkdam gazetelerinin 1924, 1925, 1926 ve yine Cumhuriyet, Ulus, Akşam, Son Posta
ve Yeni Asır gazetelerinin 1934, 1935 yıllarına ait sayıları incelenmiştir.
Giyim kuşam, insanoğlunun ortaya çıkışından itibaren önce
korunma ihtiyacı ve güdüsüyle ortaya çıkmış ancak zamanla insanlığın kültürel,
sosyolojik, ekonomik ve teknolojik gelişim süreci boyunca önemli fonksiyonlar
kazanmış bir olgu ve ihtiyaç biçimidir.
…giyim kuşam, bir toplumun içinde yaşadığı coğrafi ve
iklimsel koşulların, sahip olduğu değer yargılarının, kültürel ve ekonomik
özelliklerinin, gelenek ve göreneklerinin en önemli ve doğal göstergelerinden
biridir.
Osmanlı Devleti dönemi boyunca kılık kıyafeti, kişinin
dinini, mesleğini, sahip olduğu statü ve hatta ait olduğu sosyal grubu gösteren
bir araç haline gelmiştir.
Giriş
İnsan, en eski çağlardan bu yana kendisinin diğerlerinden
üstün olduğunu göstermek açısından (bundan başka belli bir kimliği sembolize
etmek için de kıyafet sembolizmi kullanılır; gelinlerin giyimi, din
elemanlarının giyimi, savaşçı kıyafetleri gibi) dış görünüşünü farkını bildirir
şekilde bir sosyal etiket olarak kullanmıştır.
Giyimi belirleyen etkenler: doğal ve sosyal olmak üzere iki
yapı dikkat çeker. İnsanlar yaşadıkları coğrafi ve iklimsel koşullar altındaki
en uygun malzemeyi kullanır.
…inanç sistemlerinin dine mensup kişilerin ne tarzda
giyinmesi lazım geldiği ile ilgili güçlü bir yönlendirici etken olması
açısından önemlidir.
Her mesleğin yapılan işe göre kullanılan, o işin zor
şartlarına karşı dayanıklı olması gereken ve işi yaparken kolaylık sağlayan
kıyafetleri vardır.
Asya’dan Karadeniz’in kuzeyine ve Balkanlara, oradan da Orta
Avrupa’ya yayılan Türk göçleri ile birlikte bu giyim kültürünün nüfuz alanı
genişlemiş ve aynı zamanda karşılaşılan kavimlerle yapılan karşılıklı kültür ve
gelenek-görenek alışverişi sonucu zenginleşmiştir.
Pantolon ilk kez Türkler tarafından giyilmiştir.
İslamiyetin kabulünden önce Türkler çok çeşitli başlıklar
kullanmışlardır. Bunların en yaygın olarak giyilenlerinden biri börktür. Börk,
tepesi düz bir çeşit külahtı ve genellikle keçe ve çuhadan yapılırdı, kenarlı
(sırmalı) olabilirdi (s. 4).
…askeri başlık olarak “tulga-miğfer” kullanılmıştır.
Kadınlar ise başlık olarak sivri bir külah şeklindeki
“boğtak” ve Çağatayca kotos sözcüğünden türeyen “hotoz” kullanmışlardır. Hotoz
başa konulduktan sonra düşmemesi için çene altından bağlanırdı.
Giyim kuşamın ana malzemesi deri iken yerleşik hayata
geçilmesi ile birlikte bunun yerini muhtelif dokumalar almış, kent ve kırsal
kesim giyimleri arasında değişiklikler meydana gelmiştir.
Birinci Bölüm
Osmanlı Devleti Döneminde Başlık ve Kılık Kıyafet
Osmanlı Devleti’nde giyimde statüyü temsil eden unsur
öncelikle başlıktı.
Orhan Gazi zamanında başlamıştır. Orhan Bey, kardeşi
Alaeddin Bey’in tavsiyesine uyarak 1329 yılında tüm askerlere rütbesine göre
kırmızı veya beyaz börkler giydirmiştir.
Orhan Bey zamanında, sarık tören başlığı, börk ise askeri
başlıktı (s. 8).
Horasan Türklerinin sardığı sarık şekli olduğu için
genellikle “horasani” diye anılan kavuk, I. Osman’dan Fatih Sultan Mehmet’e
kadar çok az farkla ilk Osmanlı hükümdarlarının ve devlet ileri gelenlerinin
resmi kavuğu olmuştur.
…halk ise genellikle takke veya bezden sarıklar giyerdi.
Rütbesi ve mevkii olmayan kimseler sivil kıyafetle birlikte
kısa burma sarıklı kavuklar giyerlerdi.
…genellikle yeşil kavuk giyilirdi.
II. Mahmut’un fesi kabul ediş tarihine kadar Müslüman halk
pek çok çeşit sarık ve kavuklar giymiştir. II. Mahmut’un önce yeni kurduğu
düzenli orduya, ardında da devlet memurlarına fes giydirmesi üzerine, önceleri
her ne kadar tepkiyle karşılansa da fes kısa sürede Osmanlılığın simgesi haline
gelmiş ve hem müslüman hem de gayrimüslim halk tarafından benimsenmiştir.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i ilhak
etmesi üzerine Avusturya’dan ithal edilen fese karşı Osmanlı milliyetçiliğinin
bir simgesi olarak kalpak rağbet görmüş (…) Balkan Harbi’nde ise bütün subaylar
Enver Paşa’nın icat ettiği “Enveriye” giymişlerdir. Enveriye Birinci Dünya
Savaşı’nda da “kabalak” adıyla resmi başlık olarak kabul edilmiştir (s. 10).
Osmanlı Devleti’nde farklı zamanlarda çıkarılan birçok
ferman ve kanunlarla Müslüman olmayan halkın giyim kuşamı ile ilgili kayıt ve
şartlar konmuştur.
III. Selim döneminde Müslümanların kavuklarının ve
pabuçlarının sarı, Ermenilerinkinin kırmızı, Rumlarınkinin siyah,
Yahudilerinkinin ise mavi renkte olması kararlaştırılmıştır.
Osmanlı Türkleri, şapkayı ilk kez ya Avrupa seyahatleri
sırasında ya da İstanbul’daki gayrimüslimlerin başında görmüşlerdir.
Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı eserinde Müslümanların,
hristiyanın iyisine “makul kefere”, kötüsüne “gâvur”, beterine ise “şapkalı
gâvur” dediğini yazar (s. 11).
Osmanlı Devleti’nde Erkek Giyimi
Şalvar, gömlek ve üst giysisi olarak kullanılan entari,
kaftan ve hırkalar Osmanlı erkek giyimini oluşturan temel parçalardı. Bu
giysiler çoğunlukla Hint kumaşlarından yapılırdı ve kumaşların kalite ve fiyat
bakımından birçok çeşitleri vardı (s. 13).
Kaftan, entari gibi uzun, önden açık, kollu bir üst
giysisidir. Genellikle kemha kumaştan yapılır ve törenlerde giyilirdi.
Padişahın, ailesinin ve saray çalışanlarının kıyafetleri
yine saray bünyesindeki atölyelerde dokunur, bu atölyeler yeterli olmadığı
zaman ise İstanbul ve Bursa’daki diğer atölyelere sipariş verilirdi. Fatih
Sultan Mehmet’ten itibaren ölen sultanların giysileri saklanmış ve böylece
Osmanlı giyiminin en güzel örneklerinden olan birçok kaftan günümüze kadar
ulaşabilmiştir.
Entariler, kaftana göre daha hafif, ince ve sade kumaşlardan
yapılan giysilerdi. Etek boyu ayak bileklerine kadardı ve önü açıktı.
Erkekler bellerine içine mendil, para, silah vs. koydukları
bir kuşak bağlarlardı. Halktan olan erkekler yalnız şalvar, gömlek ve kuşak
bağlayarak başlarına yumuşak bir takke ve üzerine ince bezden bir sarık
sararlardı (s. 14).
Fatih Sultan Mehmet devrinden sonra kürk erkekler tarafından
yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
II. Mahmut’un 1826 yılında yeniçeriliği kaldırması ve yeni
bir ordu kurmasından sonra, önce bu ordunun modern tarzda kıyafetler giymesi
sağlanmış ardından çıkarılan bir kanunla devlet memurlarının da ceket ve
pantolon giymesi kararlaştırılmıştır. Şehirli halk da kısa zamanda başlarından
sarığı atıp fes takmaya, şalvar ve çakşır yerine ise pantolon ve uzun bir ceket
türü olan setre giymeye başlamışlardır.
Osmanlı Devleti’ndeki kılık kıyafet ayrımı özellikle farklı
dinden, mezhepten, meslekten olanları ayırması bakımından önemlidir.
Kadın Giyimi
Osmanlı kadını yüzyıllar boyunca sokak giysisi olarak
ferace, yaşmak, çarşaf ve peçeyi kullanmıştır. Ferace, önden açık, bedeni ve
kolları bol, eteği yere kadar uzun, yakasının kesimi genellikle yuvarlak veya V
yakalı olan sokağa çıkarken giyilen bir üst giysisi idi.
Ferace, XVI. Yüzyılda Osmanlı kadının sokak giysisi haline
gelmiş, yüzün yarısını kapayan yaşmak ise XVII. yüzyılda kullanılmaya
başlanmıştır.
Kadınların giyiminde sosyal ve ekonomik statülerini ifade
eden en önemli unsur elbisenin süslenmesine verilen önemdi. Kürk ve mücevher
Osmanlı kadın giyiminin en önemli süsleme unsurlarıydı.
Lale Devri’nde Feracelerin yakası genişlemiş, yaşmakların
kumaşı şeffaflaşmış ve yaşmaklar daha gevşek bağlanmıştır.
…çarşaf ilk kez II. Abdülhamit zamanında, 1892’de
kullanılmaya başlanmıştır (s. 18).
Meşrutiyetin ilanı ile birlikte kadın modası ve giyimi de
baskıdan kurtulunca, Avrupa modasına bağlı olarak etekler daralmış, bu dar
elbiselerin üstüne çarşaf yerine elbisenin kumaşından pelerinler giyilmeye
başlanmıştır.
II. Mahmut’un fesi kabul ediş tarihine kadar Osmanlı
Devleti’nde bütün Müslümanlar sarık ve kavuk kullanmakla beraber devrin tarzına
ve kişinin sosyal statüsüne göre bunların pek çok çeşidi vardı. Basit sarığı
giymek herkesin hakkı ise de vatandaş istediği başlığı giyemezdi.
Osmanlı Rumlarının giydiği başlık festen daha küçük
tarbuşlar, Yahudilerinki siyah kumaştan küçük bir sarık, Ermenilerinki ise
yukarı kısmı hafif şişik büyükçe kalpaklardı (s. 22).
Reşat Ekrem Koçu’nun aktardığına göre fes, Kuzey Afrika’nın
batısında Fas’ın Fes şehrinde icat edilmiş bir baş giysisidir, bütün Osmanlı
topraklarında ve diğer bazı Müslüman memleketlerinde yayılmış ve giyilmiştir.
Fes ithal edilen Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun
Bosna-Hersek’i ilhak etmesi üzerine bu ülkeye karşı boykot uygulanmış ve fes
yerine Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri ancak zamanla unuttukları ve
Müslüman olmayan tebaa tarafından rağbet gören kalpak güncellik kazanmıştır.
Daha önce 1842’de Sadrazam İzzet Mehmet Paşa yayımlattığı
bir fermanla Müslüman olmayanların özellikle de Ermenilerin kalpak giymelerini
zorunlu kılmıştı.
Kalpak bir süre sonra da Kurtuluş Savaşı’nın, Milli
Mücadelenin ve Kuva-yı Milliye’nin simgesi haline gelmiştir.
İkinci Bölüm
Şapka İnkılâbı
1923’e kadar Türk entelektüelleri, daha önceki batılılaşma
çabalarına rağmen genel olarak Osmanlı kültür ve siyaset mirasının dışına
çıkamamışlardı.
1908 yılında Trablus’a gönderildiğinde vapurun Sicilya’ya
uğraması üzerine açık araba ile kısa bir gezintiye çıkan Mustafa Kemal,
başındaki fesle alay eden Sicilyalı çocuklarla karşılaşmış, Türk kafasının
neden böyle yabani bir başlığa esir olduğuna kızmıştı.
1919 yılında Erzurum Kongresi’nin bittiği 7–8 Temmuz gecesi
sabaha karşı, Mustafa Kemal Paşa yanında bulunan Mazhar Müfit Kansu’ya şapka
ile ilgili düşüncelerini açmıştır.
"Zaferden sonra şekl-i hükümet cumhuriyet olacaktır.
(…) Tesettür kalkacaktır. (…) Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka
giyilecektir. (…) Latin hurufu kabul edilecek.”
1923 yılı Nisan ayında: “Şapkayı önce Bahriyelilere
giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar; sonra ordu
giyer, bu askerlik işi olduğu için kimse karışamaz. Onları göre göre
münevverler de alışmaya başlar.”
4 Mart 1925’de yürürlüğe konulan Takrir-i Sükûn kanunu İnkılâpların
uygulanmasını kolaylaştırmıştır.
1 Temmuz 1925’de Diyanet işleri Reisi Rıfat Efendi
gazetelere verdiği beyanatta İslamiyetin özel bir kılığı olmadığını ve her
ferdin istediği elbise ve başlığı giyebileceğini ifade ediyordu.
Birkaç gün sonra Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey: “…Herkes
giyeceğinde serbesttir. Hiç kimsenin kıyafet işlerine müdahaleye hakkı yoktur.
Türk Cumhuriyeti kanunlarında serpuş, kıyafet meselesiyle alakadar hiçbir madde
yoktur.”
12 Temmuz’da Hâkimiyet-i Milliye: “Türkleri medeniyete
yaklaştıran her hareketi bir din münakaşası ile men etmeye çalışan bir sınıf ve
zihniyet hala mevcuttu ancak, bu sınıf artık memleket işlerine hâkim olmak hak
ve imkânından mahrumdu.” / s. 32
Ağustos’tan itibaren de Adliyede ve mahkemelerde hâkimler,
zabıt kâtipleri ve mübaşirler yeni kıyafetlerini ve şapkalarını giymeye
başlamışlardır (s. 33).
1895 yılında Kılıçzade Hakkı Bey, “Akvemü’s Siyer
Münasebetiyle Yusuf Suad Efendi’ye Tahsisen Softa Efendilere Tamimen Son Cevap”
adlı risalesinde şapka giymenin İslamiyet açısından bir sakıncası olmadığını
savunmuştur.
Abdullah Cevdet, dergisi İctihad’da 1924 yılında yayımladığı
“Fes-Şapka” adlı makalesinde, İstanbul’da şapka ile gezdiği için zabıta
tarafından tutuklanan Hayrettin Bey’in gazetelere yansıyan haberinden
bahsederken şapkadan önce kafaların değişmesi gerektiğini, bu tutuklamanın
vatandaşın özgürlüğüne tecavüz demek olduğunu ifade ediyor (s. 34).
Şapka kanunundan önce İskilipli Atıf’ın Temmuz 1924’te kaleme
aldığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı 32 sayfalık risalede “taklit”in ne
olduğunu tanımladıktan sonra “Resulü Zişan efendimizden başka bir kimseyi
taklit caiz değildir” hükmünü veriyordu. Devamında şapkayı küfür alameti ve
gayrimüslimlerin en meşhur işareti olarak tarif edip giymenin şer’an yasak
olduğunu ifade ediyor, “Bizden başkasına benzeyen bizden değildir” hadisinin
etrafında Müslümanların gayrimüslimler gibi giyinmelerinin yasaklandığını
söylüyordu.
Atıf Hoca’nın bu risalesinden sonra, Süleyman Nazif Son Telgraf
gazetesinde Atıf Hoca’ya cevap niteliğinde yazılar kaleme almıştır.
Süleyman Nazif daha sonra “İmana Tasallut Şapka Meselesi”
adı altında bir kitapçık haline getirdiği yazılarında İskilipli Atıf’ın kendi
kıyafetindeki hocalardan başka her müslümanı kâfir olmakla itham ettiğini
belirtir (s. 35).
Mustafa Kemal Paşa halkın alkış ve tezahüratları arasında
gri renkte sade bir takım elbise ve başında panama şapkasıyla 23 Ağustos akşamı
Kastamonu’ya vardı.
Kastamonu Belediye salonundaki kabul töreninde çiftçilerle
ve öğretmenlerle sohbet ettikten sonra bir terzi istemiş ve kendi elbisesini
işaret ederek: “Şalvarlı elbiseler mi daha ucuz yoksa beynelmilel son kıyafet
mi ucuzdur?” diye sormuş, terzi de “Son kıyafet hem beynelmilel hem ucuzdur”
cevabını verince “O halde beynelmilel elbisenin kumaşından elbise ile birlikte
bir de serpuş yaparsınız” demiştir. Başka bir esnafa da “Fesini göster bakalım”
demiş, esnafın fesinin altından üzeri abani sarık bir takke çıkınca “Bunların
hepsinin parası yabancıya gidiyor. Bunları söylemekten amacım şudur” diyerek
devam etmiştir: “Biz her bakımdan uygar olmalıyız. Çok acılar gördük, bunun
nedeni dünyanın durumunu anlayamamamızdır. Fikrimiz, düşünüşümüz baştan ayağı
uygar olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyiniz, medeni olacağız ve bununla
iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve İslam âlemine bakınız; düşünüşlerini,
fikirlerini uygarlığın buyurduğu değişiklik ve yükselmeye uyduramadıklarından
ne büyük yıkım ve acı içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en
sonunda felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı yıl içinde kendimizi
kurtarmışsak düşüncelerimizdeki değişikliktendir. Artık duramayız. Ne olursa
olsun ileri gideceğiz, çünkü zorunluyuz. Millet açıkça bilmelidir, uygarlık
öyle bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanları yok eder. İçinde bulunduğumuz
uygarlık ailesinde layık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak, yeniden
canlandıracağız. Refah ve insanlık bundadır.” / s. 40-41
Mustafa Kemal Paşa, 25 Ağustos’ta İnebolu’ya geçti. 27
Ağustos Perşembe günü Şapka nutku olarak bilinen tarihi konuşmasını yapmıştır.
“…Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli,
milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisa edeceğiz. Ayakta iskarpin veya
fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi
bunların mütemmimi olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu çok açık
söylemek isterim: Bu Serpuşun İsmine Şapka Denir. Redingot gibi, bonjur gibi,
smokin gibi, frak gibi… İşte şapkamız. Buna caiz değil diyenler vardır. Onlara
diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz. Ve onlara sormak isterim: Yunan
serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine
onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi
hahamlarının kisve-i mahsusası olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl
giydiler? (…) Arkadaşlar, sureti mahsusada telaffuz ediyorum. Korkmayınız, bu
gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye isal ediyor.
İsterseniz bildireyim ki bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye vusul için lazım
gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ehemmiyeti yoktur. Mühim olarak şunu
ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında taannüt ve taassup, hepimizi her an
kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz. Hanım ve Bey arkadaşlarım; Size
malumunuz olan bir hakikati kısa bir cümle ile tekrar arz edeceğim; beni mazur
görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir. O gafil ve
itaatsizler hakkında çok bîamandır. Dağları delen, semalarda pervaz eden, göze
görünmeyen serattan yıldızlara kadar her şeyi gören, tenvir eden, tetkik eden
medeniyetin muvacehe-i kudret ve ulviyetinde kurunu vustai zihniyetlerle,
iptidai hurafelerle yürümeğe çalışan milletler mahvolmaya veya hiç olmazsa esir
ve zelil olmağa mahkûmdurlar (s. 43-44).
Mustafa Kemal 30 Ağustos Pazar günü Kastamonu’ya dönerek
tarihi bir nutuk daha vermiştir.
“Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti
şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz”
Gazetelerde Atatürk’ün bu konuşmalarının alelade merasim
nutukları olmadığı, gelişigüzel söylenmediği, bu sözlerden büyük bir sosyal ve
siyasal devlet programının çıkarılabileceği belirtilmiştir.
2 Eylül 1925 tarihinde, 2431 sayılı kararname ile memurların
şapka giymeleri ve din işleriyle görevli olmayanların dini kıyafet ve işaretle
dolaşmalarının yasaklanması hükümet kararına bağlanmıştır (s. 47).
25 Kasım 1925 şapka giyilmesine dair kanunun kabulüne kadar
Cumhuriyet, İkdam ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde halkın şapkayı
benimseyerek kullanmaya başladığı ve sarık ve fes giyenlerin sayısının hızla
azaldığına dair haberler yer almıştır.
Hükümet aldığı önlemlerle şapka üzerinden haksız kazanç elde
etmek isteyenleri de engellemeye çalışmıştır.
Yerli esnaf şapka imal etmesi için teşvik edilmiş
O yıllarda dünyanın en yaşlı adamı olarak kamuoyunun
yakından tanıdığı Bitlisli Zaro Ağa’nın “Millet beğenmiş giymiş, ben de
milletten değil miyim, ben de giyerim. Doğrusu çok güzel, hem de rahatmış.
Sonra paşamız da emrediyor. Niye
giymeyelim?” sözleri ve şapkalı resimlerini kullanarak, basın, şapka
kullanımını popüler bir kimlikten yararlanarak özendirmeye çalışmıştır (Cumhuriyet,
9 Eylül 1925). / s. 53-54
Mustafa Kemal’in yurt gezilerinde şapkasını başından eksik
etmemesi ve gazetelerdeki teşvik edici haberlerle birlikte şapka giyenlerin
sayısı hızla artıyordu.
…şapka fiyatlarının yüksekliği ve her elbiseye göre
çeşitlerinin ayrı olması halkın bir kısmını endişeye düşürmekteydi.
Bu dönemde büyük kentlerde şapka ihtiyacı karşılanamadığı
için Avrupa’dan şapka ithal edilmeye başlanmış, memurlara uzun vadeli şapka
avansı verilmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1925).
Bu arada şapka ile nasıl ibadet yapılabileceği de ayrı bir
tartışma konu idi. Tartışmalar daha çok islamiyette başı açık ibadet yapılıp
yapılamayacağı ve şapkanın siperinin namaz sırasında alnın secdeye değmesini
engellediği konularında yoğunlaşıyordu.
16 Kasım’da şapka giyilmesi hakkındaki kanun teklifi Konya
milletvekili Refik Bey ve arkadaşları tarafından Meclis Başkanlığına
verilmiştir.
Teklif ilgili komisyonlarca değerlendirilip 25 Kasım’da
Genel Kurul’a gelmiştir.
Kanun maddeleri şunlardı:
Madde 1- Türkiye Büyük Millet
Meclisi ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluşlara bağlı
memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedirler.
Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup buna aykırı bir alışkanlığın
sürdürülmesini hükümet yasaklar.
Madde 2- Bu kanun yayınlandığı
tarihten itibaren geçerlidir.
Madde 3- Bu kanunun
uygulanmasından Hükümet -Bakanlar Kurulu- sorumludur.
Teklifin görüşülmesine başlandığı
sırada Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, Başkan’a bir önergesi olduğunu
bildirmiş, 4 maddelik bu önerge T.B.M.M Başkanı tarafından okutulmuştur.
Nurettin Paşa, önergesinde şu noktalar üzerinde durmakta idi;
Bakanlar Kurulu 02.09.1925 günlü ve 2431 sayılı kararname
ile memurlara şapka giydirilmesi hakkında kanun niteliğinde kararlar vermiş,
yayımlamış, uygulamış ve halkı da uygulamanın kapsamına almaya çalışmıştır.
Eğer bu teklif şapka giyilmesinin bir kanun meselesi olmasından ötürü
verilmişse, Bakanlar Kurulu’nun sözü edilen kararname ile kanuni yetkilerini
aştığı ortaya konuluyor demektir.
Eğer şapka giyilmesi bir kanun meselesi değilse, bu kanun
teklifinin nazarı dikkate alınmasına sebep kalmaz.
Sözü edilen kanun teklifi mebuslar hakkında da kayıt
koyuyor. Bilinmelidir ki; mebuslar memur değildir, doğrudan doğruya halktan
biridirler. Genel tabii haklardan fazla olarak yasama dokunulmazlığı ile de tam
özgürlüğe sahip bulunmaktadırlar. Bundan ötürü vekillik sıfatına ve yasama
durumuna uymayan ve öteki milletler parlamentolarında da bulunmayan böyle bir
kaydın kabul edilemeyeceği tabiidir.
Anayasanın 103. maddesi “Hiçbir kanun anayasaya aykırı
olamaz” diyor. Oysaki bu kanun teklifi genel durumu ile Anayasaya aykırıdır.
Çünkü Anayasanın 3. Maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur”, 68.
maddesinde “Her Türk özgür doğar, özgür yaşar”, 70. maddesinde “Kişisel
dokunulmazlık, vicdan, düşünce, söz, çalışma, mal sahibi olma ve malını
kullanma… gibi hak ve özgürlükler Türklerin tabii haklarındandır”, 71.
Maddesinde “Can, mal ve ötekiler saldırıdan korunmuştur”, 73. maddesinde
“İşkence, eziyet, zoralım yasaktır”, 74. maddesinde “Hiçbir kimse hiçbir
fedakarlığa zorlanamaz” denilmektedir ki, kanunun bu maddelerle sağlanmış tabi
haklarına aykırı olarak hiçbir kayıt konamaz. Özgürlüğün, iş ve çalışma
serbestliğinin sınırlanmasını gerektiren böyle bir kanun tasarısının Anayasanın
ruhuna aykırı olarak ele alınması en geniş ve en ileri özgürlük idaresinin
gerçekleştirilmesini üzerine almış olan Cumhuriyet kavramı ile karşıt olur (s.
57-58).
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, teklif edilen kanunun anayasa
aykırılığı yönünde hiçbir endişeye yer olmadığını, bu çeşit bahanelerle
özgürlüğün gericiliğin elinde oyuncak yapılmak istendiğini söyleyerek
Japonya’da milletvekillerinin meclise silindir şapka ile gelmek zorunda olduğu
örneği ile konuşmasını sona erdirmiştir (s. 60).
Cumhuriyet gazetesi konuyla ilgili şu başlığı atıyor:
“Şapkayı değil fesi, tecdidi değil taassubu, inkılâbı değil irticayı müdafaa
eden Nurettin Paşa’nın Türk İnkılâp Meclisi’nde işi ne?” (27 Kasım 1925)
Şapka meselesi ile ilgili tepkilere dair ilk yargılama 4 ve
15 Eylül 1925 tarihlerinde mahkemesi görülen Abdülnafi Hoca duruşması olmuştur.
İsmet Paşa’ya hükümetin icraatlarına yön verecek içerikte
bazı telgraf ve mektuplar yollamış, İsmet Paşa’nın dini esaslara aykırı
çalıştığını ima etmişti.
Duruşmanın sonunda Hoca’nın şapka giymek istediğini
söylemesi ve savcının da Hoca’nın kabahatinin saf ve cahil olmasından ileri geldiğini
ifade etmesi üzerine mahkeme beraatına karar vermiştir (s. 63).
Kasım ayı başında Malatya’da şapka yüzünden çıkan ufak çaplı
isyan Belediye
Başkanı Hasan Bey’in başarılı yönetimi altında bastırılmış
22 Kasım’da Kayseri’de Şeyh Sait gibi Nakşibendî olduğunu
iddia ederek halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi, 25 Kasım’da
İstiklal Mahkemesinin şehre gelmesiyle yargılanmaya başlanmış
24 Kasım’da Erzurum’da bir grup, “gâvur memur istemeyiz”
diyerek Vali’nin evi ve Hükümet konağı önünde bir gösteri yapmışlar
Erzurum’daki olaylar sonucu görevlilerin ikazlarına aldırış
etmeyen Gâvur İmam ve Hacı Osman adlı elebaşları ile birlikte toplam 27 kişi
tutuklanmış / s. 64
Kasım ayının sonunda Sivas’ta şehrin duvarlarına hükümete
hakarete varan sözler içeren beyannameler asan İmamzade Mehmet Necati’nin
yargılanmasına başlanmış
Duvarlara asılan şapka aleyhtarı ilanlar yüzünden tüm Sivas
muhtarları yargılanmış, ancak ilgileri görülmediğinden beraat etmişlerdir.
Mahkeme Sivas’tan sonra 29 Kasım’da Tokat’a (burada Erbaa
Belediye Başkanı Hacı Fethullah Efendi yargılanarak 3 sene hapse mahkûm
edilmiş), 30 Kasım’da Amasya’ya hareket etmiş. Mahkeme 1–4 Aralık’ta Samsun ve
Trabzon’a uğradıktan sonra 6 Aralıkta Erzurum gelmiş,
…şehirde ayaklanmayı çıkaran ya da sonradan katılanların
hemen hemen hepsinin Erzurum’un muhalif milletvekillerinin yakınları olduğu konusuna
dikkat çekilerek davanın Ankara’da görülmesine karar verilmiştir.
Buradan Rize’ye hareket eden Mahkeme 11 Aralık’ta Rize
ayaklanmasını incelemek için çalışmalarına başlamış / s. 65
14 Aralık’ta son duruşmasını yapan mahkeme, 63 kişiyi
çeşitli cezalara çarptırarak Giresun’a hareket etti.
Mahkeme, Giresun olayının faillerinin Ankara’da
yargılanmasına karar vermiştir.
Maraş olayı ile ilgili olduğu tespit edilen 27 kişi
tutuklanarak 19 Aralık’ta Ankara’ya getirilmiş
Mahkeme üyeleri 29 Aralık’ta Ankara’ya dönmüş ve askeri bir
törenle karşılanmış
Ömer Rıza (Doğrul) Bey şapka kanuna muhalefetten
Beylerbeyindeki evinde tutuklanmış
Mahkeme Heyeti de Rize’de meydana gelen olayların
İstanbul’daki bir grup ile bağlantılı ve ilişkili olduğunu tespit etmiş ve
bunun üzerine Mahkeme 21 Aralık’ta İstanbul’a gelmiş
İskilipli Atıf’ın da aralarında bulunduğu 27 tutuklunun
duruşmalarının Ankara’da görülmesine karar verilmiş,
Şapka devrimine muhalefet suçu, kısa bir süre içinde
İstiklal Mahkemeleri’nin en sık baktığı dava konusu haline gelmiştir.
Tepkinin nedeni şapkanın dinin terk edilmeye başlandığının
bir işareti sayılması idi.
1932 yılında Türkiye ve Mısır arasındaki fes krizi
Cumhuriyeti’n dokuzuncu yıldönümü kutlamalarına fesle
katılan Mısır Büyükelçisi Atatürk’ün tepkisi ile karşılaşınca iki ülke
arasındaki ilişkiler kısa bir süre için de olsa gerilmiştir.
Üçüncü Bölüm
Kılık Kıyafet İnkılâbı
…şapka giyilmesine dair kanun, halka değil, Devletin resmi
görevlilerine şapka giyme zorunluluğu getirmiş
…kılık kıyafet inkılâbı şapkayla başlamış
15 Ocak 1924’de Maarif Vekâleti bir genelge ile kadın
öğretmenlerin derslere ferace ile girmeleri yasaklanmıştır.
Tirebolu Belediyesi 7 Ekim 1926’da aldığı bir kararla ilçede
peçe takılmasını yasaklamış,
Trabzon Vilayet Meclisi de Aralık 1926’da kadınların peçe
takmasını yasaklamış,
Sivas’ta ise 1928 yılı Kasım ayında Türk Ocağı’ndan elli
kişi, peçe ile mücadele kampanyası başlatmış
1934 Aralık ayında Bursa Halk Fırkası Kongresi bütün vilayet
dahilinde peçe ve çarşafın kaldırılmasını kararlaştırmış / s. 71
C.H.P. Maraş İl Yönetim Kurulu, Maraş’ta çarşaf ve peçenin
kaldırılmasına” ve bunun için 1 Ocak 1936’ya kadar halka mühlet verilmesine, bu
tarihten sonra bu kıyafetlerle gezenlerin men edilmesine kara vermiştir.
C.H.P. Sinop il Yönetim Kurulu, Eylül 1935’te çarşafın bir
an önce kaldırılarak yerine medeni manto giyilmesine ve bunun için bazı
tedbirler alınmasına karar vermiş
…bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun tasarısı ile
ilgili ilk haberler 1934 Aralık ayının başından itibaren gazetelerde yer almaya
başlamıştır / s. 72
Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun / Aralık 1934
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya kanunu gerektiren sebepleri izah
ederken, Türk inkılâbının temellerinden birinin laiklik olduğunun ve laik
olmanın devlet ve millet işlerinde dini etkiyi kaldırmayı gerektirdiğinin
altını çizmiştir.
…bu kanunu icap ettiren sebebin aslı, mahiyeti, inkılâbın
emrettiği bir zarurettir.
Bu kararları verdiren sebepler doğrudan doğruya milletin
menfaatinin icap ettirdiği maddi ve gerçek sebeplerdir.
İnkılâbın emirlerini yapmamak irticaya hizmet etmek, mürteci
olmak demektir (s. 74).
Kanuna göre ruhani giysiler yalnızca mabetlerde giyilecek,
…yasa ile din adamlarının görev yaptıkları yerler dışında
herkes gibi sivil kıyafet giymeleri kanunlaştırılmıştır.
Kanunun kabulü Yunanistan’da ise karar Türk-Yunan dostluğunu
temelinden sarsacak bir hareket olarak değerlendirilmiş, Türk-Yunan dostluk
cemiyetleri başkanlarını istifa ettirecek kadar ileri gidilmiştir (s. 80).
İstanbul’daki Süryani Kadim Patrik Vekili Abdülahad, kıyafet
değiştiren ilk ruhani olmuştur.
…dini kılık meselesi Türkiye’deki din adamlarından çok Yunan
kamuoyu tarafından dert edilmiş
Sonuç
Osmanlı Devleti’nde, devletin çok uluslu yapısının doğal bir
sonucu olarak kılık kıyafet sosyal, ekonomik ve dini bir ayrıştırma aracı ve
kimlik belirleyici bir unsur olarak kullanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde kılık kıyafet konusundaki ilk
tartışmalar Batılılaşma hareketleri ile başlar.
Atatürk 1925 yılının Ağustos ayında Kastamonu’yu ziyaret
etmiş, 26 Ağustos’ta İnebolu’daki tarihi nutkunda “Bunun adına şapka derler”
diyerek uzun yıllardır taassubun gölgesi altında dile getirilmekten korkulan
zaruri değişimin yolunu açmıştır. Atatürk’ün toplam 9 gün süren gezisi boyunca
panama şapkasını elinden düşürmemesi dikkat çekicidir.
Geziden Şapka kanunun çıkarılmasına kadar geçen yaklaşık üç
aylık sürede büyük kentlerden başlayarak şapka hızla yaygınlaşmıştır.
…
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder