Tuğba
Erduğan - Türkiye'nin Modernleşme Serüveninde bir Simge Şapka İnkılabı
modernizm ve modernite
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bu
kavramın etkisi ile inkılâpların
gerçekleşmesini sağlanarak, toplumda sosyal, siyasal, hukuki ve eğitim gibi
birçok alanda Türk kimliği inşa sürecine girmiştir.
Çalışmanın birinci bölümünde Tanzimat döneminde, Avrupa’dan
ithâl edilecek yeniliklerin ne kadar alınacağı, Osmanlı Devleti’ne nasıl
uygulanacağı, tartışma konusu olmuştur.
Çalışmanın ikinci bölümünde Tanzimat Döneminde başlayan bu
tartışmaların Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan yeni devlet anlayışında da
devam ettiği ortaya konulmuştur.
Çalışmanın üçüncü bölümünde Şapka İnkılâbının halk nezdinde
tanıtılması, kabul görmesi, meclis tarafından kanunun onaylanma sürecine yer
verilmiştir.
Çalışmanın dördüncü bölümünde ise Şapka İnkılâbının sadece
bir dış görünüş değiştirmeden ibaret olmadığına vurgu yapılarak toplumun
değerini, örf ve âdetini, gelenek ve göreneklerini değiştirmenin toplumda
oluşturduğu psiko-sosyal travmalara, toplumun devlete küstürülmesine gidecek
kadar etkilere neden olduğu üzerinde durulmuştur.
1. Tanzimat Dönemindeki Modernleşme Tartışmaları
Modern terimi, modo’dan (son zamanlarda) gelen modernus,
hodiernus (bugün) modelinden hareketle Latinceden gelmektedir. İlk zamanlar Hz.
İsa’dan sonra 5. yy.’ın sonlarında antiquus’un zıt anlamlısı olarak,
Hıristiyanlık dönemi olarak geçen zamanları Romalı ve Pagan döneminden ayırmak
için kullanılarak, 10. yy.’ın sonlarında modernitas (modern zamanlar) ve
moderni (bugünün insanları) teriminin kullanılması yaygınlık kazanmıştır (s. 4).
Modernlik teriminin karşısında yer alan gelenek terimi tradition
/ Fransızcadaki karşılığı olan tradicion Latince vermek, teslim etmek anlamına
gelen tradere kökünden türetilmiş olan traditionem’e dayanmaktadır.
Gelenek bir toplumun köklerine ait izler taşımakta ve tarihi
hafızasını oluşturmaktadır.
(Rönesans, Sanayi devrimi gibi hadiseler nedeniyle) Batılı
olmak zamanla modern olmakla eş tutulmuştur.
Osmanlı'da ilk ciddi yenileşme hareketleri 3. Selim
zamanında gerçekleştirilmiştir.
Eğitim, askeri, ekonomik, kültürel yenilikler beklenildiği
gibi başarılı olamamıştır.
2. Mahmut’un otuz yıl süren saltanat döneminde, devletin
eğitim, askeri mülki, idari, iktisadi ve toplumsal birçok alanında önemli
reformlar yapmıştır.
Tanzimat döneminin önde gelen Türk- İslâm ilim âleminin
önemli kişilerinden olan Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı kurumlarında gerçekleşen
yenilikçi düşüncelerin hâkim olduğu bir dönemde, Türk- İslâm- Doğu kültürü ile
yenilikçi Batı kültürünü sentezlemeye çalışmıştır.
Cevdet Paşa medeniyeti; toplum hayatının gereği olarak kabul
etmektedir. O’na göre insan doğası gereği medeniyete yatkındır (s. 9).
Ona göre başka medeniyetler için uygun olan medeniyet
unsurları bir başka toplum için zararlı olabilir bu yüzden batıdan alınacak
yenilikler İslâm Şeriatına uygun olmalıdır.
Ahmet Mithat Efendi Tanzimat döneminde Osmanlının kurtuluşu
için çareler aramış, Batının felsefi düşüncesine, bilimini yakından
incelemiştir. Batı'dan alınan bilimsel çalışmaları ve felsefi öğretilerini
İslâm inancına göre uygulamaya çalışmıştır.
Batı’nın ahlâki değerlerini eleştirerek bilim ve tekniğinin
ivedilikle alınmasının Osmanlı’yı kurtaracağına inanmıştır (s. 12).
İbrahim Şinasi Batı medeniyetinden ithâl edilen yeniliklerin
akıl ve kanuna dayandığına dikkat çekerek yeni değerler sistemi oluştuğuna
inanmaktadır.
Tanzimat Döneminin getirdiği yeni içtimai hayatın akıl ve
adalete dayandığına inanır.
Batılı kurum ve kuruluşların Osmanlı Medeniyetine dâhil
edilmesini yararlı görmekte, Batılı kurumların Osmanlı medeniyetini de ileriye
taşıyacağına inanır.
Batı'ya karşı izlenen teslimiyetçi tavra karşı olan Celal
Nuri modernleşmenin teknik kısmının üzerinde durmuştur.
Celal Nuri Batı’nın bilim ve tekniğinin kayıtsız şartsız
alınması gerektiğini savunurken, Batı’dan ithâl edilen mânevî değerlerin
karşısında durmuştur (s. 14).
Namık Kemal Türk toplumunun içtimai, iktisadi, hukuki,
siyaset ve kültür meseleleri üzerinde durmuştur.
İslâmiyet'in hayatiyetine inanan Namık Kemal, İslâm
prensiplerinin medenileşmenin ve ilerlemenin tezat bir ilişki olmadığını
savunmaktadır.
…tek arzusu milli kimlikten uzaklaşmadan modernleşmektir.
Namık Kemal, medeniyet yolunda ilerlemenin zorunlu olduğunu,
aksi durumda Osmanlının yıkılmaya mecbur olduğunu savunmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin eski ihtişamına kavuşabilmesi için ilk
olarak meşrutiyeti kabul ederek, anayasa ve kanunlarını şeriata uygun hâle
getirerek ulaşılabileceğini belirtmektedir.
Dinlerin ilerlemeye engel olmadığı tezini savunan Said Halim
Paşa, Batı medeniyetinden istifade edilirken taklitten kaçınılmasını ve Batı
medeniyetini millileştirerek alınması gerektiğini savunmuştur.
Müslümanların Batı dünyasından geride kalma sebeplerinden
birini de Şeriat hükümlerini yanlış olarak yorumlamaya bağlamaktadır.
Said Halim Paşa, toplumun kendi değerlerinden uzaklaşması
yıkımı kaçınılmaz kıldığına inanmaktadır.
Said Halim Paşa’nın millileştirme anlayışına göre;
modernleşme sağlanırken toplumsal değerler korunursa, hem ilerleme sağlanacak
hem de toplumsal ihtiyaçlara cevap verilecektir.
Türkiye'nin modernleşmesini isteyen Ziya Gökalp,
geleneklerin korunmasını ve reformların belirli bir kotadan geçirilerek
alınmasından yanadır.
Gökalp milleti oluşturan değerlerinin başında dil
birliğinin, kültürel paylaşımın ve din olgusunun geldiğine inanmaktadır.
Toplumun içinde bulunduğu gidişata bir çözüm yolu olarak geliştirdiği bu
değerlere kültür milliyetçiliği adını vermiştir.
Gökalp’in modernleşme anlayışı, halk ruhunun Kızıl Elma diye
aradığı vaat edilmiş vatana kavuşmasıdır (s. 15).
Ziya Paşa Fransız İhtilâli’nin fikri önderlerin tesirinde
kalarak meşrutiyet yanlısı bir tavır sergileyen önemli düşünürlerdendir.
…modernleşme fikrinin gelenek ve görenekleri değiştirmeden
öze sadık kalınarak yapılmasını istemektedir.
Abdullah Cevdet İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacak
İttihadı Osmani Cemiyeti'nin ilk kurucuları arasında yer almaktadır.
…muhafazakâr bir aileye mensup olmasına rağmen öğrencilik
döneminde edindiği çevrenin etkisiyle materyalist fikirlere yönelmiştir.
Osmanlı'nın kurtuluş reçetesini Batı’nın önderliğinde
modernleşme düşüncesinde görerek, Batı'yı terakkinin, ilmin, irfanın, kuvvetin,
gücün beşiği olarak tanımlamıştır.
İsmet İnönü, Batı’yı gelenek ve görenekleri ile donatılmış
bir medeniyet olarak görmektir.
Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştirilen ıslahatların
Osmanlının bir devamı olarak değil kalıcı ve kökten ıslahatlar olduğuna
inanmaktadır.
Mustafa Kemal’in isteği ile siyasete yönelen Kılıçzâde
Hakkı, Milletvekilliği sırasında genellikle dini konuların devlet hayatı içinde
yer almaması için mücadele etmiştir.
Kılıçzâde Hakkı, on dört asırdır âhiret inancının
konuşulması için yeterli olduğunu bunun yerine artık dünya sorunlarına
değinilmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Artık Müslümanların hayali bir
dünyadan uzaklaşarak hakikatlere yönelmesini tavsiye etmektedir.
Osmanlı Devlet geleneklerinin bir kenara bırakıldığında
modern bir medeniyete kavuşacağına inanan Kılıçzâde Hakkı, Osmanlı Devleti'nin
çöküşüne zemin hazırladığını düşündüğü softalık, dervişlik ve batıl
itikatlarını eleştirmiş, bu dönemde Türk kadınlarının tesettürden kurtulmasını,
cuma hutbelerinin Türkçe okunmasına yönelik makaleler kaleme almıştır.
Mustafa Kemal'in batılılaşma anlayışı tam mânası ile batı
olmaktır.
O’na göre Batı medeniyeti muasır medeniyettir.
Yusuf Akçura Batı'nın üstünlüğünü kabul etmiş, Batı'nın
sadece tekniğini alarak ilerlemenin sağlanamayacağını, fikir sisteminin de
alınmasını istemiştir.
1904 yılında Rusya'da kaleme aldığı Üç Tarz-ı Siyaset
başlıklı makalesinde Akçura, Osmanlı İmparatorluğumun parçalanmasını önleme
çalışmalarını üç unsura dayandırmıştır. Osmanlıcılık fikri ile bir Osmanlı
ulusu meydana getirme; İslâmcılık düşüncesiyle İslâmcılığa dayalı bir devlet
yapısı oluşturma ve Türkçülük fikri ile de Türk siyasal bir ulus oluşturma
düşüncelerini anlatmıştır
Türkçülük siyaseti izlemesi, Osmanlı Devleti'nin Asya
Devleti olması ile neticelenecektir (s. 35).
2. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini sevinçle karşılayan
Mustafa Sabri Efendi, Milli Mücadele hareketine şiddetle karşı çıkmış, ulusal
hareketin lehine çalışan müftüleri görevinden alarak, ulusal mücadele zamanında
kurulan Teali-i İslâm Cemiyetini yöneticileri arasında yer almıştır.
Osmanlı Devleti'nin gerileme sebeplerini dini prensiplerden
uzaklaşmaya bağlamıştır.
Mustafa Sabri, toplum değerlerini sarsan her türlü yeniliğin
karşısında durmuştur.
Fesin yasaklanarak yerine şapka giyilmesini emreden kanuna
şiddetle karşı çıkan Mustafa Sabri, bunu hem dini hem de milli bir küfür olarak
değerlendirmektedir.
2. Cumhuriyet Dönemi Modernleşme Tartışmaları
1. Meşrutiyet yıllarına bakıldığında İslâm Birliğini temel
alarak, kültürel değişikliklerin halka bırakıldığı bir dönem olmuş fakat
Tanzimat döneminde yaşanan fikir çatışmaları devam etmiştir. 2. Meşrutiyet
döneminde ise Türk aydınları pozitivist düşüncenin hâkimiyeti altına girmeye
başlamıştır.
(Cumhuriyet seçkinleri nazarında) Osmanlı kimliğinin tamamen
yok saymak modernleşme yolunda atılan en büyük adım olarak görülmüştür.
Cumhuriyet seçkinleri Batılı güçleri memnun eden yeni lâik
bir devlet düzeni oluşturulmuştur.
Kemalizm, Mustafa Kemal önderliğinde Türk inkılâplarının
milli egemenlik, ulusal bağımsızlık ve modernleşme hareketinin adı olarak
anılmaktadır. Kemalizm’in amacı ise kurulan yeni devletin çağdaş medeniyet
seviyesine ulaştırmaktır.
TBMM'nin birinci döneminde Her milletvekili Misakı Milli'yi
benimseyerek inanmaktadır.
Meclisin şekil ve mahiyeti hakkında 18 Ağustos 1920’de
gerçekleşen görüşmelerde Halkçılık programının gündeme gelmesi farklı grupların
oluşmasına sebep olmuştur.
Mecliste ilk olarak oluşan grup İstiklâl Grubu’dur. Bu grup
faaliyetleri bakımından Mustafa Kemal’i memnun eden atılımlarda önder olmaması
sebebiyle Mustafa Kemal, kendisine bağlı milletvekillerini etrafında toplamaya
başlamıştır.
Bu grup 9 Eylül 1923'te Halk Fırkası'nın kurulması ile
siyasal partiye dönüşmüştür
Anayasada, halifelik ve padişahlık konusunda açıklık
olmaması Mecliste bulunan tutucu çevrelerde Bolşevikliğin ilk adımı olarak
kabul edilmiştir.
1. Grubun içerisinde oluşan komitenin varlığı, mecliste
alınacak kararların önceden belirlenmesi, meclisin feshi ve bazı
milletvekillerinin uzaklaştırılacağına dair söylentilerin etkisiyle 2. Müdafa-i
Hukuk Grubu şeklinde adlandırılan grubun oluşmasına sebep olmuştur.
2. Grup’un esas amacı Mustafa Kemal'in kişisel egemenlik
kurmasına karşı çıkmaktır.
Meclis yaşanan bu olaylar neticesinde 16 Nisan 1923 yılında
dağılır ve Mustafa Kemal isim listesini bizzat hazırlayarak seçimlere katılır.
Bu hareketle Meclis'e teşkilatlı bir karşı grubun girmesi engellenmiş olur.
2. Grup 1923 seçimleri ile tasfiye edilerek, ülke Tek Parti
dönemi olarak adlandırılan döneme girer.
Seçimlerin CHF tarafından kazanılmasının akabinde muhalefeti
tamamen susturmak amacıyla 1924 Anayasası hazırlanmıştır.
Meclisin halk adına hareket ettiği vurgusu yapılarak, oluşan
her türlü muhalif yapılanmaların susturulması için dayanak oluşturulmuştur (s.
51).
3. Şapka İnkılâbı
Selçuklular döneminde geleneksel olarak giyilen cepken ve
gömleğin yanında Arapların entari ve hırkası yer almaya başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk zamanlar başlığın tipi ve rengi
konusunda farklılıklar görülmemektedir.
Başlık zamanla dini, ekonomik, kültürel, idari kimlikleri
ifade eden bir sembol haline gelir.
2. Mahmut Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra yeni kurduğu
ordunun başına Şabara’yı getirmiştir.
Fes kullanılması için 2. Mahmut döneminde kavuğun
yasaklanması halk nezdinde tepkilere neden olmuş lakin ilerleyen zamanlarda
ise, halkın kabul etmediği fes; Müslümanlığın alâmeti, milletin işareti,
dindarlığın göstergesi olarak görülmüştür.
Kaptanı Derya Hüsrev Paşa Kaptanı Derya görevinde iken
gemilerde askerlerine Tunus’tan getirdiği fesleri giydirmiştir. Bâb-ı Serasker
meydanında bu tabura, 2. Mahmut huzurunda talimler yaptırarak, fesin
tanıtılması sağlanarak, fesin orduya yayılması sağlanmıştır. Bu gelişmelerin
ardından 1828 yılında fes, resmi serpuş olarak kabul edilmiştir.
Tanzimat döneminde fes artık bir Osmanlı simgesi haline
gelmiştir.
Şapka İktisası hakkındaki kanun çıkarılmadan önce büyük
vilayetlerdeki memurlardan başlayarak okur-yazar grupları arasında şapka
kullanımı yaygınlaştırılmıştır.
25 Kasım 1925’te 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun
kabul edilir.
Kanun metni şöyledir; "Türkiye Büyük Millet Meclisi
azaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata
mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı
giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna
münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder." Bu kanuna muhalefet eden
kişiler hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 222. maddesi gereği aykırı
davranışlar suç sayılmıştır (s. 66).
Din görevlilerinin kıyafetini düzenleyen kararnamede dini
kıyafetlerin sadece Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet İşleri Başkanlığı Danışma
Kurulu, İl ve İlçe Merkezlerinde bulunan Müftüler, Diyanet İşleri Başkanlığınca
atanan hatipler, vazifeli vaizler, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından atanmış
olan köy hocalarının giyebileceği vurgulanmaktadır. Şekil olarak ise beyaz
sarık ve siyah latadan oluştuğu görülmektedir (s. 64).
Bursa Mebusu Nurettin Bey'in Şapka İktisası hakkında vermiş
olduğu bir önergede mebusların memur olmadığını, kanunun Teşkilat-ı Esasiye
Kanunun, 3. maddesindeki: "Hâkimiyet bilakaydü şart milletindir", 68.
maddesinde yer alan: "Her Türk hür doğar, hür yaşar" maddesini ileri
sürerek kanunun geçersizliğine vurgu yapmıştır. 75. maddesindeki: "Hiçbir
kimse mensup olduğu din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihadından dolayı muaheze
edilemez. Asayiş, adabı muaşereti umumiye ve kavanine mugayir olmamak üzere her
türlü ayinler serbesttir" ve 103. maddesinde geçen: "Teşkilat-ı
Esasiye Kanunun hiç bir maddesi hiç bir sebep ve bahane ile ihmal veya tadil
olunamaz." kanun maddelerini göstererek kanuna eleştirilerde bulunmuştur
Konya Mebusu Refik Bey, Nurettin Bey'in bu önergesi üzerine,
milletlerin geleceği için gösterdiği çabalardan birinin şapka inkılâbı
olduğunu, uygar ve çağdaş davranışların en küçük parçasının dahi alınmasının
gerekliliğinden bahsetmektedir (s. 65).
Şapka ihtiyacı karşılanmadığı için Avrupa’dan şapka ithâl
edilmeye başlamıştır.
14 Kasım'da Sivas'ta, 22 Kasım'da Kayseri'de, 24 Kasım'da
Erzurum'da, 25 Kasım'da Rize'de, 26 Kasım'da Maraş'ta ve 4 Aralık'ta Giresun'da
şapkaya karşı eylemler gerçekleştirilmiştir.
İstiklâl Mahkemelerinde görev alan kişiler çeşitli meslek
gruplarında yer almaktadır.
İstiklâl Mahkemelerinde hâkim koltuğunda yer alan kişinin
sorumluluğu yoktur. Kararlar verilirken muhakeme yapılmaz, cezalar verilerek
infazlar gerçekleştirilir.
…yargılananların temyiz, tebdil, itiraz, erteleme ve avukat
tutma hakkı bulunmamaktadır.
Cumhuriyet Döneminde kurulan İstiklâl Mahkemeleri 1923-1927
yılları arasında faaliyet göstermiştir.
İskilipli Atıf Hoca ve Şapka Risalesi
Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı Kitabın içeriğine
bakıldığında Müslüman ve gayrimüslimler arasındaki ayrımın şapka ile
sağlanarak, zina ve hırsızlığın şapka giymekle eşit olduğunu ifade ile şapkanın
Batının bir taklidi olduğunu vurgusu yaparak taklit esasının şeriata uygun
olmadığını belirtmektedir.
İstiklâl Mahkemeleri İskilipli Atıf Hoca’yı Frenk
Mukallitliği ve Şapka adlı eserinden dolayı ve aynı zamanda halkı ayaklanmaya
teşvik etmesi nedeniyle yargılamıştır.
Ankara İstiklâl Mahkemesi Rize de yaşanan ayaklanmaların
sonucunda Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserin yazarı İskilipli Atıf Hoca ve
arkadaşlarının da içerisinde yer alan gizli bir örgüt tarafından yönetildiği
hükmüne varmıştır.
Mahkeme Atıf Hoca'nın idamına karar verilmiş ve 4 Şubat
1926'da idam edilmiştir.
Erzurum'da Şapka Hâdisesi ve Hacı Galip Efendi
Erzurum'da bir topluluk Kabalak veya Ağniye denilen bir
serpuşu giymek için ısrar ederek önce Vilayet binasına sonra da Kolordu
komutanlığına yürüyüş yapmışlardır. Garnizon kumandanı Hasan Paşa yürüyüş yapan
grubun üzerine ateş açmış ve ona yakın kişi ölmüştür (s. 73).
Erzurum'da halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, Vali'nin evi
önünde "Biz gâvur memur istemeyiz" diyen topluluk ve polisin uyarılarına
uygun hareket etmeyen yirmi yedi kişi tutuklanmıştır.
…davaya Erzurum'da İstiklâl Mahkeme'sinin olmayışı nedeniyle
Sıkıyönetim Mahkemesi bakmış ve suçlu bulunanlar idam edilmiştir.
Rize'de Hamidiye Hâdisesi
Rize’de şapka giyilmesine karşı olan halkın bir kesimi
sarığımıza, sakalımıza ve cübbemize dokunulmasın diyerek jandarma karakoluna
yürümüşlerdir. Halkın büyük kesimi bu yürüyüşe katılınca olay büyümüş, Rize
Valisi Mehmet Hurşit Bey durumu Ankara’ya bildirerek, Valiliğin haberi üzerine
Hamidiye kruvazörü Rize açıklarına gelip dağları topa tutmuştur.
Yargılanmalar neticesinde olayın Rize'nin Botaniye olarak
bilinen bölgesinde İmam Şaban Koliva, Muhtar Yakup ve arkadaşları çevre köyleri
ve dağlarda bulunan eşkıyaları Ulucami önünde toplayarak şapkayı bahane edip
hükümet aleyhinde protesto etmişlerdir. Halk bu ayaklanmayı kışkırtan İmam
Şaban Koliva ile Muhtar Yakup kendilerine katılan silahlı eşkıyaları yanlarına
alarak Botaniye Karakolu'nu basmış ve altı jandarmayı esir almıştır. İmam Şaban
Koliva şeriatın korunması için Rize'yi basıp yağmalamayı, Hükümet Konağı'nın
ele geçirilmesini, hapishanenin boşaltılmasını teklif ederek buna
katılmayanların ve kaçanların öldürüleceğini söylemiştir (s. 75).
İstiklâl Mahkemesinin 11 Aralık'ta başlayan Rize olayları
ile ilgili yargılanmaları üç gün devam etmiştir. Yüz kırk üç sanık halkı şapka
aleyhine teşvik suçundan yargılanmıştır. 14 Aralık'ta açıklanan karara göre
Asliye Mahkemesi Başkanı Hafız Osman ve kardeşi Avukat Hulusi, İmam Şaban
Koliva, Muhtar Yakup, Vaiz Farahçıoğlu Sabit, Peçeli Mehmet, Güneysulu Arslan
Peçe, Bekçi Kadir Kokize idama, on dört sanık on beşer, yirmi iki sanık onar,
on dokuz sanık da beşer yıl hapse mahkûm edilmiştir.
Sivas'ta Şapka Hâdisesi
Dörtyol mevkiinde Taşkan duvarına 14 Kasım'da bir beyanname
yapıştırılmış ve bu beyanname de özellikle şapka inkılâbına ve Mustafa Kemal'in
aleyhinde ifadeler yer almıştır.
Ankara İstiklâl Mahkemesi 26 Kasım 1925 yılında Sivas'a
gelerek, sorgulamaya başlamıştır.
…araştırmalar sonucunda Çil Mehmet'in beyannameyi yazdığı bu
yüzden Ceza Kanunu'nun 55. Maddesine göre cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Karar neticesinde Çil Mehmet'in idamına, Şekeroğlu, Evliya
Efendi, Gani Bey'in on beş yıl küreğe, Ziya Bey, Sabuncuzade Ahmet, Aziz Bey,
Baytarzade Hakkı Bey onar yıl küreğe mahkûm edilmiştir. Belediye Başkanı Abbas
Bey, Şeyh Ömer, Abdürrahim Efendi yedi buçuk yıl, Nalbandzade Ali Bey, Emir Bey
üç sene sürgüne ve diğer tutukluların serbest bırakılmasına karar verilmiştir.
Kayseri’de Şapka Hâdisesi
Kayseri'de halka zorla sarık kullanmaya teşvik eden, Şafi
mezhebine ve Nakşibendi tarikatına mensup Ahmet Efendi ve dört arkadaşı,
Sivas'ta sarık lehine büyük bir ailenin halkı uyarması ve Kayseri halkından da
bazılarının bu uyarıya kulak vermesi sonucu kırk-elli kişi sarık kullandıkları
için tutuklanmıştır.
Kayseri'ye gelen İstiklâl Mahkemesi derhal göreve başlamış,
dini siyasete alet etme ithamıyla, 1. Dünya Savaşı'nda da şüpheli
davranışlarıyla dikkat çeken Mekkeli Ahmet Efendi'yi yargılamıştır.
İsmet İnönü Dönemi Şapka Uygulamaları
1930 - 1946 yılları Tek Parti Dönemi olarak
isimlendirilmiştir.
Mustafa Kemal'den sonra Cumhurbaşkanı olan İnönü, kendi
ekonomik, kültürel, siyasi politikalarını yönlendirecek kadroları belirlemek
için harekete geçmiş Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, H. Cahit Yalçın gibi
isimlerin meclise girmesini sağlamıştır (s. 78).
İnönü döneminde Kılık - Kıyafet İnkılabının eksiksiz
uygulanması için güvenlik güçleri büyük çaba göstermiştir.
Çok Partili Hayatta Şapka Uygulamaları
DP dönemi toplum ve devlet yakınlaşması yaşanmış, tek parti
döneminde yaşanan gerginlikler azaltılmaya çalışılmıştır.
DP döneminde kılık kıyafet için devlet nezdinde baskıcı bir
tutum sergilendiği görülmemektedir.
Erkeklerin şehirde gezinirken şalvar giymeleri Atatürk inkılâplarına
aykırı oluğu gerekçesiyle Şalvar Yasağının yeniden uygulanmaya başlaması için
basından öneriler geldiği görülmüştür.
Ülke genelinde yayın yapan gazetelerden Cumhuriyet; Kadın ve
Moda başlıklı köşelerinde kadının kılık kıyafeti, moda anlayışı, hayat tarzının
nasıl olması gerektiği gibi yazılar yayınlanarak batı tarzı bir kadın imajı
oluşturmaya çalışmıştır.
4. Şapka İnkılâbına Farklı Bir Bakış: Toplumsal Etkiler
Modernleşme sağlanırken toplumsal değerlerin ihmali ve
yerine batı medeniyet değerlerinin monte edilmesi hatta toplumun bu
gelişmelerde yok sayılması halk nezdinde inkılâpların tepki ile karşılanmasına
sebep olmuştur.
Şapka Kanununa göre fesle dolaşmayı yasaklama kararı,
vatandaşların onayı alınmadan yapılmış bir girişimdir.
3 Mart 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul
edilmesinin akabinde, Osmanlı döneminde 6 yıl eğitim veren ilkokullar, 5 yıl
olarak değiştirilmiştir. İlkokullarda verilen Kuran-ı Kerim ve Din Dersleri ise
1930’da hazırlanan programla müfredat dışı bırakılarak sadece 5. Sınıfta eğitim
gören öğrencilerin ebeveynlerinin izinleri alınarak yarım saatlik ders haline
getirilmiştir. Şehir okullarında isteğe bağlı olarak okutulan Din Bilgisi dersi
ise 1933 yılında kaldırılmıştır (s. 87).
1970’lerden sonra İslâmî geleneğe sahip partilerin siyasi
sistemde yer almaya başlaması siyasi kutuplaşmalara neden olmuştur. Çok Partili
hayata geçilen dönemde DP’nin İslâmî söylemleri ardından 1970’lerde Milli
Selamet Partisi onun akabinde Milli Nizam Partisi, 1980’lerde aktif olarak siyasi
sitemin içinde yer alan Refah Partisi ve sonrasında muhafazakâr liberal
geleneğe sahip Adalet Kalkınma Partisi bu programın taşıyıcısı olmuştur (s.
89).
Aralık 1982 yılında YÖK, kıyafet genelgesi ile dershanelerde
başörtüsünü yasaklamış, ardından yasağı tekrar kaldırmıştır. Dönemin
Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in “Türkiye’de irtica tehlikesi var” demesi ile 1987
yılında başörtüsü tekrar yasaklanmıştır. 25 Ekim 1990’da ise Anavatan Partisi
başörtüsünü serbest bırakan kanunu çıkarmış ve 1997’ye kadar bu uygulama devam
etmiştir.
28 Şubat 1997 tarihinde kamu alanı ve üniversitelerde
başörtüsü yasağı süreci başlamıştır.
2010 yılında yapılan referandum ile üniversitelerde
başörtülü kadınların kıyafetlerinden taviz vermeden özgürce eğitim hakkını icra
etmesi sağlanmıştır.
Sonuç ve Öneriler
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde beka meselesi ana
tartışma konularından biri olmuştur.
Cumhuriyet döneminde Osmanlı Devleti’ne ve İslâm
Medeniyetine ait olan birçok sembol çıkarılmaya çalışılmıştır.
Şapka kanunun kabul edilmesinin ardından şapkayı giyme
aşaması sancılı olmuştur.
Ülke genelinde 18 ayaklanma çıktığı gözlenmiş ve bu
ayaklanmalarda suçlu olduğu tespit edilen kişiler olağanüstü mahkemelerde
yargılanmaya başlamıştır.
İstiklâl Mahkemeleri inkılâplara karşı çıkan veya
uygulanmasını engelleyen kişileri yargılamış, yargılamalar neticesinde birçok
kişi idam edilmiş, sürgüne gönderilmiş, kürek mahkûmu olmuş ve çeşitli cezalar
almıştır.
…
Yüksek Lisans Tezi, Bartın Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Bartın- 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder