Dostoyevski
- Bobok
Bu kez "Birinin notları"na yer veriyorum. Bu ben
değilim; bambaşka biridir. Sanırım bu önsöz yeter.
Önceki gün Semyon Ardalonoviç söz arasında şöyle dedi bana:
"Bir gün ayık görecek miyiz seni İvan İvanoviç,
Uzun bir öykü yazdım, basmadılar. Bir gazete fıkrası yazdım,
geri çevirdiler.
Bir kitapçının ısmarlaması üzerine "Bayanların hoşuna
gitme sanatı"nı yazdım. Böyle altı yedi kitapçığım vardır.
Eh, benim yazarlığım bu işte.
Eskiden, bir akılsız en azından yılda bir kez olsun, anlardı
akılsız olduğunu, şimdi nerde…
Tuhaf bir şeyler oluyor bana.
…yanı başımda biri "Bobok, bobok, bobok!" diye
mırıldanıyor sanki.
Ondan kurtulmak için dışarı çıktım, bir cenaze törenine
rastladım.
Sevmem ölü yüzünü; insanın düşlerine giriyorlar sonra...
Ölüler tabutta niçin bu kadar ağır olurlar, bilmem...
Bizde, genel konularda bilgisi olan kimselerin burunlarını
uzmanlık isteyen işlere sokması, çok sık görülen bir durumdur.
…"Şaşkınlık" üzerine bakın ne sonuca vardım:
“Her şeye şaşmak elbette budalalıktır; oysa hiçbir şeye
şaşmamak çok daha güzeldir, hem nedense incelik olarak kabul edilir. Ama sanmam
ki gerçekte de öyle olsun. Bence, hiçbir şeye şaşmamak, her şeye şaşmaktan çok
daha büyük bir budalalıktır. Hem sonra: Hiçbir şeye şaşmamak, hiçbir şeye saygı
duymamakla aşağı yukarı aynı şeydir. Evet, budala bir insan saygı da duyamaz.”
Mermer bir tabutu andıran uzun bir mezar taşının üzerine de
uzanıvermiştim. Birden nasıl oldu bilmiyorum, değişik sesler duymaya başladım.
Seslerin mezarların içinden geldiğinden kuşku edilemezdi.
…
"Ben... ben... hastalığım başka bir hastalığa çevirdi,
birden öldüm! Doktor Schulz bir gün önce, hastalığımın başka bir hastalığa
çevirdiğini söyledi, sabaha doğru da öldüm ansızın. Ah! Ah!"
Platon Mikolayeviç, bizim buranın çıraklıktan yetişme
filozofudur:
Bütün bunları son derece basit bir biçimde açıklıyor: Bizler
yukarıdayken, henüz yaşarken, orada ölümü yanlış düşünüyormuşuz. Beden burada
sanki bir kere daha canlanıyor, hayat artıkları bir noktada toplanıyor, ama
yalnız bilinçle oluyor bu. Anlatamıyorum size, hayat sanki durmadan devam
ediyor. Onun düşüncesine göre hayatla ilgili her şey bilincin bir yerinde
toplanıyor, bu iki üç ay... bazen altı ay bile sürüyor... Sözgelimi, cesedi büsbütün
dağılmış biri var burada, ama altı haftada bir ansızın bir sözcük mırıldanıyor,
elbette anlamsız bir sözcük oluyor bu, 'Bobok, bobok,' diyor. Bu, onun içinde
hayatın belirsiz bir kıvılcım olarak hala tütüp gittiğini gösteriyormuş...
…benim şimdilik istediğim yalan söylenmemesidir. Yalnızca
bunu istiyorum, çünkü en önemli olan budur. Yeryüzünde yalan söylemeden
yaşamanın olanağı yoktur, çünkü yaşamla yalan eş anlamlı iki sözcüktür; ama
burada, biz eğlence olsun diye yalan söylemeyeceğiz, öyle ya, mezarın bir
anlamı olmalı!
Tam o anda birden aksırdım. Ansızın, elimde olmadan
aksırmıştım, ama etkisi şaşırtıcı oldu: Bir anda her şey sustu, bir düş gibi
dağılıp kayboldu. Gerçek bir ölüm sessizliği kapladı her yanı. Benden
utandıklarım sanmıyorum: Hiçbir şeyden utanmamaya karar vermişlerdi çünkü!
1873
…
Dostoyevski, Öyküler (çev: Ergin Altay), İletişim Yayınları
(3. Baskı 2011), s. 165-184
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder