8 Ekim 2019 Salı

Küçük Kahraman


Dostoyevski - Küçük Kahraman

Bilinmeyen Birinin Anılarından
O zamanlar on bir yaşıma basmama az kalmıştı.

(İnsanlar eğleniyor)
Kuşkusuz, sıra başkalarını çekiştirmeye, dedikoduya da geliyordu. Çünkü onların olmadığı bir dünya düşünülemez, dahası çekiştirme, dedikodu olmasaydı milyonlarca insan sıkıntıdan sinekler gibi ölürdü.

Güzel o kadar kadının çoğu beni severken yaşımı hiç düşünmüyordu.
Sık sık neden beklenmedik bir anda kıpkırmızı oluyordu yüzüm?

Sonunda, herkesten bir şey sakladığımı düşünmeye başlamıştım.

…içlerinden biri, daha güzelini sonra hiç görmediğim, belki de göremeyeceğim kadar gür, kabarık saçlı, göz kamaştırıcı sarışın bir güzel sanki bana huzur vermemeye yemin etmişti.

Güzel sarışın gülümsedi. Gözlerimin içine çapkın çapkın, şakacı bakarak sordu:
- Hoşunuza gidiyor mu... oyun?

- Gel buraya, dedi. Gel kucağıma otur.
…kahkahalarla gülmeye başladı.
Kulaklarıma kadar kızarmıştım Şaşkınlık içinde, nereye kaçabileceğimi araştırarak dört bir yana bakınıyordum.

Tanışmamız böyle oldu. O akşamdan sonra benden bir adım ayrılmaz olmuştu. Hep peşimdeydi, acımasızca izliyordu beni. Eziyet ediyordu bana, zorbaca acı çektiriyordu.

Her şeyiyle şımartılmış bir kadın.

…bayan arkadaşları arasında en çok sevdiği, ötekilerinden ayrı tuttuğu, bizim grupta olan, uzak akrabası genç bir bayandı. Aralarında duyarlı, ince bir ilişki vardı. Zıt yapıda iki kişi bir araya geldiğinde, kimi zaman aralarında görülen ilişkiye benzer bir ilişkiydi bu. Biri daha ciddidir, duyguları daha derindir, daha temizdir ve öteki kendini dürüstçe değerlendirerek, soylu bir duyguyla ötekinin kendisine göre üstün yanlarını hissederek kendi isteğiyle ötekine boyun eğer, onun dostluğuna kalbinde büyük yer verir; böylece, ayrı yapıda iki insanın arasında o soylu, zarif ilişki doğar: Bir yanda; sevgi, sınırsız bir hoşgörü, öte yanda; sevgi ve saygı, bir çeşit korkuya varan, öylesine değer verdiği karşısındakinin gözünde kendi değerinin düşeceğine duyulan dehşet, her dakika onun kalbine daha yakın olmak isteğinin kıskançlık tutkusuna varan isteği (s. 327).

Acımasız sarışının yakışıksız sataşmalarının beni utandırdığını, sıktığını, çok üzdüğünü söylemiştim. Ama bunun herkesten sakladığım gizli, tuhaf, aptalca, hazinesinin üzerine titreyen cimri bir Yahudi gibi, üzerine titrediğim bir başka nedeni daha vardı.
Sözün kısası, âşıktım…

İşte, benim için dayanılmaz sıkıcı geçmiş bir günün akşamında, yürüyüşe çıkmış gruptan arkada kalmıştım. Çok yorgundum, eve kestirmeden, bahçeden gidiyordum. Bahçenin ıssız yollarından birinde M'yi gördüm.

Saat onda M'nin kocası geldi.

Bazı çevrelerde, hiçbir şey yapmadan, yapmak da istemeden, başkalarının sırtından geçinerek yağ bağlayan (tembelliklerinden, avareliklerinden kalplerinin yerinde bir parça yağ olan) bir tür insanın zeki olduğunu söylerler.

Karnı tok bu insanlar, ömürlerini neşe içinde geçirmişlerdir. Önlerine her şey hazır gelmiştir.

Bütün bunların yanında Bay M değişik özellikleri olan, ilginç biriydi de: Nüktedandı, konuşkandı, sürekli bir şeyler anlatırdı ve konuk salonlarında her zaman çevresinde bir grup toplanırdı.

…kendini beğenmiş Bay M'yi, (…) vahşi bir merakla izliyordum.

…aramızda uzun boylu, soluk benizli yeni, genç bir konuk vardı. Onun bizim sarışının uzatmalı hayranlarından biri olduğu herkes biliyordu.

Şımarık güzel (…) acımasızca saldırmaya başlamıştı M'in kocasına. Aralarında nüktelerle, alaylarla, istihzalarla dolu bir atışma başlamıştı.

Birden Bay M'nin karısına umutsuzca, sırılsıklam aşık olarak onun can düşmanı ve gerçek rakibi diye ön plana ben sürülmüştüm.

…benim zalim sarışının karşısına dikilip ağlamaktan, öfkeden kesik kesik bir sesle bağırmıştım:
- Utanmıyor musunuz siz ... bunca bayanın arasında ... yüksek sesle ... böylesine iğrenç şeyler söylemeye utanmıyor musunuz?

…bütün bunlar çılgınca kahkahalara neden olmuştu.

…koşarak üst kata, adama çıktım.

Uzun süre vurdular kapıya, yalvarıp yakardılar, ama ben on bir yaşında bir çocuğun duygusuzluğuna, sessizliğine gömülmüştüm.

Peki ne yapacaktım şimdi? Her şey, öylesine hırsla sakladığım, gizlediğim her şey apaçık ortaya çıkmıştı...

Benim, bir çocuğun henüz yeni, tam biçimlenmemiş ilk duygusu kabaca incitilmişti. Hoş, masum ilk utanma duygusu çok erken açığa çıkarılmış, küçük düşürülmüştü.

İki soru acı veriyordu bana: O aşağılık sarışın bugün koruda M’yle benim aramda geçmiş neyi görmüş olabilirdi? Ve nihayet ikinci soru: Şimdi M’nin yüzüne nasıl, ne gözle, ne durumda bakacaktım…

…herkes evden ayrılıyordu.

Bu kez benim için bir at da yoktu…
Bu durumda olan yalnızca ben değildim: Yeni konuğun, daha önce sözünü ettiğim o soluk benizli gencin de atı olmadığı anlaşılmıştı.

Tam eğitilmemiş, huysuz aygır…

- Ee, sulu göz, sen denemek istemez miydin? Geziye katılmayı çok istiyordun çünkü.

- Korktuğumu mu sanıyorsunuz? (Gözyaşlarım yanaklarımı yakıyordu.) Görün öyleyse!
Kimsenin bana engel olmak için en küçük bir hareket yapmasına fırsat vermeden, Tankred'in yelesinden yakalayıp ayağımı üzengiye geçirdim. Ama o anda Tankred şaha kalktı, başını salladı, donup kalmış iki seyisin elinden dizginlerini çekip aldı ve rüzgar gibi koşmaya başladı. Herkes çığlıklar atıyordu.

Attan indirdiler beni.

Boş boş dolaşan bakışım o anda endişeli, yüzü bembeyaz M'nin bakışıyla karşılaştı.
Ama fark edilmişti benim bu bakışım, yakalanmıştı, benden çalınmıştı. Bütün bakışlar M'ye çevrildi.

Bütün bu kargaşanın suçlusu, o ana kadar amansız düşmanım güzel sarışın birden koşup boynuma sarıldı, öpmeye başladı beni.

Anlaşılacağı gibi, bütün bunlardan sonra ben bir şövalye, bir kahramandım.

Bir saat sonra, bardaktan boşanırcasına yağmur başladı ve gezimiz berbat oldu.

Sonunda cebinden kapalı bir zarf çıkardı genç adam, M'ye verdi, gene atından inmeden tek koluyla kucakladı, uzun uzun öptü onu.

Zarfı kaybettiğini fark etmişti…

Acı çektiğini görüyordum.

Kocası birkaç şey söyledi M'ye, M kocasına bugün iyileşeceğini, onu merak etmemesini, yatmasının gerekmediğini, benimle biraz bahçeye çıkıp dolaşacağını, söyledi. Bu arada bana bakmıştı.

- Size çiçek toplamamı ister misiniz?
- Topla, dedi.

…mektubu çiçeklerin arasına dikkatlice yerleştirdim.

Sonunda, göğsümün üzerindeki elime bir öpücük ve bir damla yaş düştü. Sonra iki kez öptü elimi.

Bir saniye sonra M yanımda değildi. Yalnızca aceleyle uzaklaşan ayak seslerinin hışırtısını duyuyordum.

İki saat sonra eve döndüğümde M yoktu: Ansızın ortaya çıkan bir durum nedeniyle kocasıyla Moskova'ya gitmişti. Bir daha görmedim onu
1857
Dostoyevski, Öyküler (çev: Ergin Altay), İletişim Yayınları (3. Baskı 2011), s. 321-358


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder