Gabriel
Garcia Marquez - Kırmızı Pazartesi
Gabriel García Márquez - Kırmızı Pazartesi
Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği
gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı.
“Rüyasında hep ağaçlar görürdü,” demişti bana annesi Plâcida
Linero, o uğursuz pazartesinin ayrıntılarını aradan 27 yıl geçtikten sonra
anımsarken.
Ocak ayının son haftası 21 yaşını bitirmişti, ince uzundu,
soluk benizliydi, Araplarınki gibi gözkapaklarıyla kıvırcık saçlarını
babasından almıştı.
Onu öldürecekleri gün, annesi oğlunu beyazlar giymiş görünce
günlerini şaşırdığını sanmıştı.
O arada kimliği hiçbir zaman belli olmayan birisi, zarf
içine konulmuş bir kâğıdı kapının altından atmıştı, içinde onu öldürmek için
birilerinin pusuda beklemekte olduğu Santiago Nasar’a haber veriliyor, üstelik
bu komplonun yeriyle nedenleri ve son derece kesin daha başka ayrıntıları da
açıklanıyordu.
Santiago Nasar evden çıktığında bu pusula yerde duruyordu,
ama bunu ne o görmüştü, ne Divina Flor, ne de cinayet işlendikten çok sonrasına
kadar başka herhangi biri.
Meydanda açık olan tek yer, kilisenin bitişiğinde, Santiago
Nasar’ı öldürmek için bekleyen o iki adamın bulunduğu bir sütçü dükkânıydı.
Limanda bulunanların pek çoğu Santiago Nasar’ı
öldüreceklerini biliyordu.
“Zahmet etmeyin, Luisa Santiaga,” diye bağırmıştı yanından
geçerken. “Onu öldürdüler bile.”
“Buraya çok garip bir adam geldi.” Bir sonraki mektubunda da
şöyle diyordu: “O garip adamın adı Bayardo San Roman…
Kasabaya geldiği akşam sinemadayken, kendisinin demiryolu
mühendisi olduğu izlenimini vermiş, ırmağın değişkenliklerine bir çare olarak
ülkenin içlerine kadar demiryolu döşemenin ivediliğinden söz etmişti.
Angela Vicario, kısıtlı olanaklara sahip bir ailenin en
küçük kızıydı.
Bayardo San Român’ın onunla evlenmek istediği duyulduğunda,
pek çok kişi bunun bu yabancının aldatmacası olduğunu düşünmüştü.
“Dul Xius,” demişti ona, “evinizi satın alıyorum.”
“Evim satılık değil ki,” demişti dul adam.
“İçindeki her şeyiyle birlikte satın alıyorum.”
Dul Xius, o eski tarz terbiyesiyle konuşarak, o evin karısının
bütün bir yaşam boyu yaptığı özveriler sayesinde satın alındığını, kendisi için
hâlâ onun bir parçası olduğunu anlatmıştı Bayardo San Român’a.
Dul Xius, bundan iki yıl sonra ölmüştü.
Angela Vicario’nun bakire olmadığı, ne kimsenin aklına
gelirdi, ne de bunu söyleyen olmuştu
“Tanrı’dan tek dileğim, kendimi öldürmem için bana cesaret
vermesiydi,” demişti bana Angela Vicario. “Ama vermedi.”
Resmî tören akşam saat altıda sona ermiş,
…dehşet içindeki eşini alarak, dul Xius’un bir zamanlar
mutluluğu tattığı, rüyalarının evine götürmüştü…
“Kapı ağır ağır üç kere çalındı,”
Bayardo San Român’ı gördüğünü anlatmış. “Yüzü rüyalardaki
gibi yemyeşildi,” demiş Pura Vicario, anneme.
Ondan sonraki iki saat boyunca Pura Vicario’ nun neler
yaptığını bir tek kendisi biliyordu, bu sırrı da kendisiyle birlikte mezara
götürdü.
Angela Vicario’yu yemek odasındaki kanepelerden birinin
üzerinde yüzükoyun yatar bulmuşlardı, suratı yediği yumruklardan mosmor
olmuştu,
İki kardeşten en kararlısı olan Pedro Vicario, kızı belinden
tuttuğu gibi kaldırmış, yemek masasının üzerine oturtmuştu.
“Hadi kızım, anlat,” demişti ona, öfkeden titreyerek, “kim
olduğunu söyle bize.”
“Santiago Nasar,” demişti.
Avukat, cinayetin namus uğruna meşru müdafa olduğu tezini
savunmuş, bu da mahkeme heyeti tarafından kabul edilmişti…
“Onu bilinçli olarak öldürdük,” demişti Pedro Vicario, “ama
biz masumuz.”
İşleneceği bu kadar açıkça duyurulmuş bir cinayet olamazdı.
Bıçakları döner bileği taşında her zaman yaptıkları gibi
bilemişlerdi…
“Santiago Nasar’ı öldüreceğiz,” demişti.
İyi insanlar olarak öyle nam salmışlardı ki, kimse aldırış
etmemişti onlara. “Biz o sözlerin sarhoş palavraları olduğunu sanmıştık,” diye
ifade vermişlerdi kasapların birçoğu, tıpkı onları daha sonra gören Victoria
Guzmân’la daha başka pek çok kişi gibi.
Santiago Nasar’ın aldığı sayısız yaraların yedisi ölümcüldü.
O gün yalnızca ben değil, her şey Santiago Nasar gibi
kokuyordu.
Belediye başkanının onları ne yapacağını düşünene kadar
kapattığı zindanda Vicario kardeşler de duyuyorlardı bu kokuyu. “Sabun ve tahta
beziyle ne kadar ovalarsam ovalayayım, o kokuyu bir türlü gideremiyordum,”
demişti bana Pedro Vicario.
Plâcida Linero ailesinden bir misilleme olabileceğini kimse
aklına getirmemişti.
Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.
Benim kişisel izlenimim, neden öldüğünü anlamadan öldüğü
yolundaydı.
Santiago Nasar henüz mutfakta can çekişirken, Divina Flor’u
avaz avaz ağlarken, köpekleri kalın bir sopayla hizaya sokmaya çalışır
bulmuştum.
“Yardım et bana!” diye bağırdı. “Bağırsaklarını yemek
istiyorlar!”
Cristo Bedoya onu arayıp dururken, Santiago Nasar, nişanlısı
Flora Miguel’ in evine girmişti, onu son gördüğü köşeyi döner dönmez hemen
oracıktaydı nişanlısının evi.
Kader bizleri görünmez kılar.
(Plâcida Linero) …eve doğru koşa koşa gelmekte olan Vicario
kardeşleri görmüştü. Bulunduğu yerden onları görebiliyordu, ama başka bir
açıdan kapıya doğru koşmakta olan oğlunu göremiyordu. “Onu evin içinde öldürmek
için içeri girmek istediklerini sanmıştım,” dedi bana.
Bunun üzerine hemen koşmuş, bir itişte kapıyı kapatmıştı.
Tam kol demirini takacakken Santiago Nasar’ın haykırmalarını duymuştu, onun
dehşet içinde kapıya inen yumruklarının sesini de, ama oğlunun yukarıda
olduğunu, yatak odasının balkonundan Vicario kardeşlere hakaretler yağdırdığını
sanıyordu.
Onun yardımına koşmak için yukarı çıktı.
Santiago Nasar’ın içeri girmek için ancak birkaç saniyeye
ihtiyacı varken kapı kapanıvermişti.
“Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı. “Neyin var?”
Santiago Nasar, onu tanımıştı.
“Beni öldürdüler, Wene Hala,” demişti.
…
Türkçeleştiren: İnci Kut
Can Yayınları, 18. Baskı, 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder