Alain
de Botton - Felsefenin Tesellisi
1 - Toplum Tarafından Kabul Görmemenin Tesellisi - Sokrates
1786, Jacques-Louis David
Tabloda, Atina halkının ölüme mahkum ettiği Sokrates bir tas
baldıran içmeye hazırlanıyor…
1950’de Charles-Alphonse Dufresnoy Sokrates'in Ölümü adlı
tabloyu yaptı.
Kişinin şüphe uyandırmamak ve dışlanmamak için nasıl
davranması gerektiğine ilişkin olarak her toplumun kendine göre anlayışları
vardır.
"Sağduyu", nasıl giyinmemiz, maddi açıdan hangi
değerleri edinmemiz, kimlere saygı duymamız, hangi etiketlerin peşinden
koşmamız ve nasıl bir aile hayatı sürmemiz gerektiği konusunda bizi yönlendirir
(s. 16).
İÖ. 469 yılında Atina'da doğdu. Babası Sophroniskos'un
heykeltraş, annesi Phainarete'nin de ebe olduğu söylenir. Sokrates gençliğinde
filozof Arkhelaos'un öğrencisi oldu…
Öldüğünde evli ve üç erkek çocuk babasıydı. Karısı
Ksanthippe'nin huysuzluğu dillere destandı…
Kısa boylu, sakallı ve keldi; acayip, sanki yuvarlanırmış
gibi bir yürüyüşü vardı (s. 21).
Eğer varolan düzeni sorgulamaktan kaçmıyorsak, bunun nedeni
-içinde yaşadığımız kentin iklimi ve büyüklüğü bir yanatoplum tarafından kabul
gören her şeyin doğru olduğunu düşünmemizdir (s. 23).
Platon'un Lakhes'te anlattığına göre, filozof Atina'da bir
öğleden sonra, iki saygıdeğer generalle, Nikias ve Lakhes ile karşılaşır.
Sokrates: Cesaretin ne olduğunu tanımlamaya çalışalım
Lakhes.
Platon'un Menon adlı yapıtında (…) Menon, Tesalya'da yaşayan
çok varlıklı bir aristokrattır (…) paranın erdemle yakından ilgili olduğu
fikrini savunmaktadır.
Sokrates ona da birkaç soru yöneltir…
Bir kaç dakika içinde, Menon, erdemli olmak için ille de
zengin ve nüfuzlu olmak gerekmediğini, hatta bunların erdemli olmak için
yeterli olmadığını anlamıştı (s. 28).
…çok "doğal" diye nitelenen şeylerin gerçekten
öyle olduğuna çok az rastlanır. Bu bilinç şunu düşünmeye sevketmeli bizi:
Aslında yaşam göründüğünden çok daha esnek, çünkü yaygın görüşler, genelde,
hatasız çıkarımlar sonucunda değil, yüzyıllardır sürüp giden entelektüel
karmaşanın sonucunda bugünkü konumlarına geldiler. Belki de şimdiki
konumlarında olmaları için iyi bir neden yoktur, kim bilir (s. 31-32)?
Sokrates'in düşünme yöntemi
1. Sağduyuya uygun diye nitelenen bir görüşü yansıtan bir
ifade seçin.
2. Bu görüşün yanlış olduğunu varsayın. İfadenin doğru
olamayacağı durumlar ya da bağlamlar bulmaya çalışın.
3. Eğer bir istisna bulabildiyseniz, yapılan tanım yanlıştır
ya da en azından eksiktir.
4. Şimdi, başlangıçta kullandığınız ifadeye nüanslar
eklemeli ve ifadeyi istisnaları da kapsayacak hale getirmelisiniz.
5. İnsan ancak bir şeyin ne olmadığını anlamak suretiyle
onun tam olarak ne olduğu bilgisine yaklaşabilir.
6. …düşüncenin ürünü, sezginin ürününden daha üstündür (s.
32-33).
Sokrates bilgiyi doğru düşünce den üstün tutar.
Üç Atinalı -şair Meletus, politikacı Anitus ve hatip Likhon-
onun tuhaf ve kötü ruhlu bir adam olduğuna karar vermişlerdi.
Sokrates'in davasının görüleceği gün mahkeme salonunda 500
kişi vardı.
Sokrates suçlamalara yanıt vermeye çalıştı.
220 kişi Sokrates'in suçsuz olduğu, 280 kişi de suçlu olduğu
kanısına vardı.
Gerçek saygınlık çoğunluğun iradesinden değil, sağlam bir
akıl yürütmeden kaynaklanır.
Sokrates'in ölümünden hemen sonra insanların düşünceleri
değişmeye başlamış. Isokrates'in anlattığına göre, Euripides'in Palamedes adlı
oyununu izleyenler, Sokrates'in adı geçince gözyaşlarına boğulmuşlar. Diodorus,
Sokrates'i suçlayanların sonunda Atinalılar tarafından linç edildiğini
söylüyor.
Diogenes Laertius ise, Sokrates'in ölümünden kısa bir süre
sonra Atinalıların Meletus'un idamına karar verdiğini, Anitus ve Likhon'un
sürgün edildiğini (…) anlatıyor (s. 53).
Bir düşüncenin doğruluğu, herkesin ona inanmasıyla ya da
herkesin onu reddetmesiyle değil, bu düşüncenin mantık kurallarına uygun olup
olmadığıyla belirlenir (s. 55).
2 - Yeterince Paraya Sahip Olmamanın Tesellisi - Epikuros
"Tad alma, duyma zevkini, cinsel zevkleri, güzel şeyler
görünce içimde uyanan hoş duyguları bir kenara atarsam," diye yazıyordu bu
filozof, "iyiyi kötüden nasıl ayırırım bilmiyorum."
Epikuros İ.Ö. 341 yılında,
bir adada, Samos Adası'nda doğdu.
Epikuros'un aşağı yukarı her konuda 300'den fazla kitap
yazdığı söylenir.
Epikuros'un felsefesini ötekilerden ayıran en önemli nokta
onun bedensel zevklerin önemi üzerine yaptığı vurguydu: "Zevk, mutlu bir
yaşamın başlangıcı ve amacıdır," diyordu (s. 65).
Epikuros'un ortağı Metrodorus'un kardeşi Timokrates, çok
fazla yediği için Epikuros'un günde iki kez kusmak zorunda kaldığı söylentisini
çıkardı.
Epikuros'a göre felsefenin en önemli işlevi, sıkıntılarımızın
saklı nedenlerini, arzularımızın asıl kaynaklarını bulup onları yorumlamamıza
yardım etmek ve mutlu olmak adına yanlış yollara sapmamızı engellemektir (s.
72).
Epikuros'un büyük bir evi yoktu. Yediği yemekler basit
yemeklerdi; şarap içmektense su içmeyi yeğler, bir parça ekmek, biraz sebze ve
bir avuç zeytinden oluşan akşam yemeğini zevkle yerdi.
İnsanın bütün hayatını mutluluk içinde geçirmesine yardım
etmek üzere bilgeliğin bize sundukları arasında en önemlisi dost edinme
yetisidir.
Bir şey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinizi değil,
kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek
yemek ancak bir aslana ya da kurda mahsustur.
Eğer kimse bizim varolduğumuzu görmüyorsa varolamayız.
Bilge insan yemeğin çoğunu değil, en lezzetlisini yemeye
bakar
Paramız olduğu halde dostlarımız, özgürlüğümüz yoksa ve
yaşadığımız hayat üzerine inceden inceye kafa yormuyorsak asla gerçek anlamda
mutlu olamayız.
Bütün bunlara sahip olduğumuz halde paramız yoksa, o zaman
da asla mutsuz olmayız.
Epikuros gereksinimlerimizi üç gruba ayırıyordu:
Arzuladığımız şeylerden bazıları doğal ve gereklidir.
Bazıları da doğal ve gereksiz.
Tabii bir de ne doğal ne de gerekli olan istekler vardır.
Ona göre insan fiziksel bir acı duymadığı zaman mutluydu.
1. Sizi mutlu edeceğini düşündüğünüz bir şey bulun.
2. Bu düşüncenizin yanlış olduğunu farzedin.
3. Bir istisna bulduysanız, arzu ettiğiniz nesne mutlu
olmanız için gerekli ya da yeterli değil demektir.
4. Mutlu olmak istiyorsanız, bulduğunuz istisnayı da ilk
düşüncenize dahil ederek onu yeniden biçimlendirmelisiniz.
5. Artık gerçek gereksinimleriniz ile başlangıçta gereksinim
duyduğunuza inandığınız şey arasındaki farkı açıkça görebilirsiniz (s. 82-83).
Hayatın asıl amacı dikkate alındığında, yoksulluk içinde,
büyük bir yoksulluk içinde yaşamak aslında en sınırsız servete sahip olmaktır.
…
3 - Düşkırıklığı Yaşamanın Tesellisi - Seneca
…her düşkırıklığının temelinde aslında aynı şey yatar:
İsteklerimiz gerçekliğin o yıkılmaz duvarına çarpar.
Felsefenin görevi, biz gerçekliğin yıkılmaz duvarını aşmaya
çalışırken, isteklerimizin mümkün olan en yumuşak biçimde yere inmesini
sağlamaktır (s. 102).
Öfke
Gerçekliğin duvarıyla ilk ve en önemli çarpışmamız.
Seneca'nın görüşüne göre (…) iyimser fikirlere sahip
olduğumuz için öfkeleniriz.
Düşkırıklığı karşısında ne kadar kötü tepkiler verdiğimiz,
normal diye algıladığımız şeyin ne olduğuna bağlıdır.
En büyük öfkeyi de, varoluşumuzun temeli olarak
algıladığımız kuralları yıkan olaylarla karşılaştığımızda duyarız.
Varlıklı olmak öfkeyi körükler
Daha dikkatli davranmalıyız.
Yaşamın kusurlu yanlarına karşı hazırlıklı olmalıyız.
…iyimser olmaktan vazgeçersek, o kadar fazla öfkelenmeyiz.
…bir felaketle karşılaşabileceğimiz ihtimalini de her zaman
aklımızın bir köşesinde bulundurmalıyız
Geleceğe ilişkin beklentilerimizin altında, tehlikeli
olabilecek bir saflık yatıyor…
…hiçbir şey kalıcı değil
Huzursuzluk, belirsiz bir durumdan duyulan rahatsızlıktır.
Bilge kişinin kaybedeceği hiçbir şey yoktur. O, sahip olduğu
her şeyi kendinde taşır.
İncindiğimizde, incinmemize yol açan şeyin ya da kişinin
bizi isteyerek incittiğini düşünme eğiliminde oluruz.
Asıl bilgelik, gerçekliği ne zaman kendi isteklerimize göre
şekillendirebileceğimizi, değiştirilemeyecek olanı ise ne zaman sükûnetle
kabulleneceğimizi bilmektir (s. 133).
Bazı şeyleri değiştirme gücümüz olmayabilir ama bunlar
karşısında şu ya da bu tepkiyi vermekte özgürüz ve ancak kaçınılmaz olanı hemen
kabullenirsek bizi öteki canlılardan ayıran özelliğimize, yani gerçek
özgürlüğümüze kavuşabiliriz (s. 136).
Hayatın bize getirdikleri için gözyaşı dökmeye ne hacet?
Hayatın kendisine şöyle bir bakmak bizi gözyaşlarına boğmaya yetmez mi?
…
4 - Kendini Yetersiz Hissetmenin Tesellisi - Montaigne
Fransa'nın güney batısında, Bordeaux'nun 30 mil doğusuna
düşen ağaçlı bir tepenin doruğunda, sarı taşlarla inşa edilmiş, kırmızı çatılı
güzel bir şato (…) Michel de Montaigne'in büyükbabası bu mülkü 1477'de, tuzlu
balık işinden elde ettiği kazanç ile satın almıştı.
Montaigne zamanını, şatonun bir ucundaki kulelerden birinin
üçüncü katında bulunan oval kütüphanede geçirmeyi yeğliyordu.
Montaigne, klasikleri okumaya çok erken yaşlarda başladı.
Okumak beni çekildiğim bu inzivada avutuyor (s. 145)…
Montaigne üstü yazılı kalaslarla bölünmüş çatının altında
yeni bir felsefe geliştirdi:
Sağlık ve erdem gibi konularda hayvanlar bize örnek
olabilirlerdi; oysa biz genellikle duygularını denetleyemeyen, yoldan çıkmaya
müsait, kibirli, huzursuz yaratıklardık. İşte felsefenin görevi bu gerçeği
yansıtmaktı (s. 151)…
Montaigne, bedenlerimizle yaşadığımız sorunları bir ölçüde,
bunları rahatça tartışabileceğimiz ortamlardan yoksun olmamıza bağlıyordu.
En yüce tahtta bile üstüne oturduğumuz kendi kıçımızdır.
Montaigne portrelerimizi hep alışıldık biçimde çizmemizi,
kendimizi anlatırken gerçekte kişiliğimizi ortaya koyan pek çok şeyden söz
etmememizi yanlış buluyordu. İşte kitabını yazarken bir amacı da bu yanlışı
düzeltmekti.
Denemeler'in önsözünde de belirttiği gibi, aklının ve
bedeninin nasıl çalıştığını elinden geldiğince açık bir biçimde anlatmayı
istiyordu (s. 159).
Montaigne yerlilerin yaşamıyla çok ilgileniyordu. Oval
kütüphanesinde, Amerika'daki yerli kabilelerin hayatını anlatan pek çok kitap
bulunuyordu.
Kolomb'un keşfinden sonra yeni topraklara ayak basmak üzere
Avrupa'dan gelen İspanyol ve Portekizli koloniciler yerlilerin hayvanlardan
yalnızca bir parça daha gelişmiş olduklarına kanaat getirmişlerdi.
İspanyollar onları hayvanlar gibi boğazlamaya başladılar,
çünkü nasılsa onlar insan değildiler. Kolomb'un keşfinden 42 yıl sonra, yani
1534'de Aztek ve İnka İmparatorlukları yok edilmiş; yerli halkları
köleleştirilmiş ya da katledilmişti.
İnsan bilgeliği diye nitelenen ahmaklıkları zekice bir araya
getirebilen kişi harikulade bir hikâye yaratabilir...
Anormallik suçlamalarıyla baş etmenin en iyi yollarından
biri de dostluk kurmaktır.
…yirmi beş yaşındayken, Bordeaux Parlamentosu üyesi olan,
yirmi sekiz yaşındaki yazar Etienne de La Boetie ile tanıştırılmıştı.
…tanışmalarından dört yıl sonra La Boetie hastalandı. Mide
krampları çeken genç adam birkaç gün içinde öldü. Bu kaybın yol açtığı acı
Montaigne'in yüreğinden hiç çıkmayacaktı.
Yazar, Fransa'nın en iyi eğitim kumullarından birinde,
1533'te, kentin eski ve yetersiz Güzel Sanatlar Lisesi yerine kurulan Bordeaux
Guyenne Okulu'nda eğitim aldı.
Eğitim sistemimizin saçmalığına geri gelmek isterim: Bu
sistemin amacı bizi iyi ve bilge biri haline getirmek değil; bilgili bir insan
yapmaktı.
Oysa, kimin daha çok şeyden anladığını değil kimin daha iyi
anladığını merak etmeliyiz.
Anlaşılmaz bir düzyazı çoğunlukla entelektüelliğin değil
tembelliğin göstergesidir; kolayca okunan bir yazıysa asla kolayca
yazılmamıştır. Ya da böyle anlaşılmaz bir yazı kaleme alan yazar içerikteki
eksikliği gizlemek istiyordur; anlaşılmaz olmak söyleyecek hiçbir şeyi olmayan
için benzersiz bir korunaktır.
Entelektüel insanlar gerçekleri bilmelidirler.
Düşünmek kolay iş değildir. Eğitim sistemimiz bize,
yazılanları kendi algı mekanizmalarımız yardımıyla keşfetmeyi değil, yazı
otoritelerine itaat etmenin erdemli olmakla aynı anlama geldiğini öğretir.
Montaigne bizi bu konuda uyarmaya çalışmıştır.
Pekiyi, bizim söyleyecek neyimiz var? Hangi yargılara
varıyoruz? Ne yapıyoruz?
Başka hiçbir konu hakkında, kitaplar hakkında yazıldığı
kadar çok kitap yazılmamıştır: Bütün yaptığımız, birbirimizi açıklayıp durmak:
Yazar kıtlığı var.
5 - Kırık Bir Kalbin Tesellisi - Schopenhauer
1788 Arthur Schopenhauer Danzig'de doğar.
İnsan varoluşu bir tür hata olmalı.
Bugün kötü, yarın daha da kötü olacak ve en kötüsü olana dek
de bu böylece sürüp gidecek.
Schopenhauer' m babası Heinrich zengin bir tüccar,
kocasından yirmi yaş küçük annesi Johanna ise aklı havada, sosyal ortamlara pek
meraklı bir kadındır.
1803-5 Babasının intiharından sonra on yedi yaşındaki
Schopenhauer, hayatını hiç çalışmadan sürdürmesine yetecek kadar büyük bir
servete kavuşur.
Aslında... bu dünya sevgi dolu bir yaratıcının değil,
varlıklara, ıstırap çektiklerini görmek için can veren şeytanın eseriydi.
Schopenhauer, İngilizce öğrenmek üzere Wimbledon'a, Eagle
House adlı bir yatılı okula gönderilir.
1809-1811 Schopenhauer Göttingen Üniversitesi'nde okumaya
başlar ve filozof olmaya karar verir: 'Hayatı yaşamak üzüntü verici bir şey;
ben de hayatımı hayat üzerine düşünerek geçirmeye karar verdim.'
1813 Schopenhauer Weimer'a annesini ziyarete gider.
Goethe ile arkadaş olmuştur.
Goethe onun için iki dize yazar:
Keyif almak istiyorsan hayattan,
Değer vermelisin dünyaya.
1814-15 Schopenhauer Dresden'e taşınır ve bir tez yazar
(Yeter Neden Önermesinin Dört Çeşit Kökü).
Bazen karşımdaki kadın ve erkeklerle, küçük bir kızın
oyuncak bebeğiyle konuştuğu gibi konuşuyorum. Küçük kız oyuncak bebeğin
kendisini anlamadığını bilir, yine de bilinçli bir biçimde kendini aldatarak
iletişim kurmanın keyfini yaşamaya çalışır.
1818 Schopenhauer İrade ve Tasarım Olarak Dünya adlı
yapıtını bitirdiğinde kitabın bir başyapıt olduğundan emindir.
1818-19 Schopenhauer kitabının bitişini kutlamak için
İtalya'ya gider.
Floransa'yı, Roma'yı, Napoli'yi ve Venedik'i ziyaret eder.
Bu kentlerdeki resepsiyonlarda pek çok çekici kadınla tanışır: 'Hepsinden çok
hoşlandım -ah bir de beni isteselerdi.'
1819 İrade ve Tasarını Olarak Dünya adlı yapıtı basılır.
Kitabın yalnızca 230 kopyası satılır.
1820 Schopenhauer Berlin'de üniversite hocası olarak 'Genel
felsefe -dünyanın ve insan aklının özüne ilişkin kuram' başlıklı dersler
vermeye başlar. Derse yalnızca beş öğrenci katılır. Biraz ötedeki binada ise
rakibi Hegel 300 kişilik bir öğrenci grubuna ders anlatmaktadır.
Schopenhauer, Hegel'in felsefesini şöyle değerlendiriyor:
'[Hegel felsefesininl temelleri, saçma sapan fantezilerden, baş aşağı çevrilmiş
bir dünyadan ve felsefi maskaralıktan ibaret... içeriği, bütün kaim kafalıların
şimdiye kadar uğraşıp bir araya getirdikleri sözcüklerin en boşlarından, en
anlamsızlarından oluşuyor, sunumu ise... inanılmaz derecede itici ve anlaşılmaz
bir laf kalabalığı; insana bir akıl hastasının abuk sabuk sözlerini
hatırlatıyor.'
1821 Schopenhauer on dokuz yaşındaki şarkıcı Caroline
Medon'a âşık olur.
1825 Akademisyen olarak pek başarı kazanamayan Schopenhauer,
çevirmen olarak şansını denemeye karar verir. Ancak Kant'ı İngilizceye,
Tristram Shandy'ı de Almancaya çevirme önerileri yayıncılar tarafından reddedilir.
'Eğer bu dünyayı Tanrı yarattıysa ben Tanrı'nın yerinde
olmak istemezdim; bu çaresizlik, bu acılar kalbimi kırardı.'
1831 Berlin'de yaşayan, kırk üç yaşındaki Schopenhauer
evlenmeyi bir kez daha düşünmeye başlar. Dikkatini on yedi yaşına yeni basmış,
güzel, neşeli bir kız olan Flora Weiss'a çevirir.
1833 Filozof, 50.000 kişinin yaşadığı bir kent olan
Frankfurt'a, mütevazı bir apartman dairesine yerleşir.
Bundan sonra Schopenhauer bir dizi kaniş besleyip en yakın
dostluklarını onlarla kuracaktır. Ona göre hayvanlarda, insanların sahip
olmadığı bir zarafet ve yumuşak başlılık vardır.
Filozofun hiç aksatmadığı bir günlük rutini vardır.
Sabahları üç saat yazı yazar, bir saat flüt çalar (Rossini), sonra beyaz
kravatını takarak Rossmarkt'taki Englischer Hof adlı lokantaya öğle yemeğine
gider.
Öğle yemeğinden sonra Schopenhauer yakınlardaki Casino
Society adlı kulübe giderek kütüphaneye geçer.
Üç sularında köpeğini de alarak Main Irmağı kıyısında iki
saatlik bir yürüyüşe çıkar.
Akşam operaya ya da tiyatroya gider.
İnsanın dayanabileceği gürültü miktarı ile zihinsel yetileri
arasında bir ters orantı vardır...
1840 Schopenhauer yeni bir kaniş alır ve ona, Brahmanlarca dünya
ruhu olduğuna inanılan Atma'nın adını verir.
Genel olarak Doğu dinlerine, özellikle de Brahmanlığa ilgi
duymaktadır
1843 Schopenhauer Frankfurt'un merkezinde, Main Irmağı'nın
hemen yakınında yeni bir eve taşınır.
1844 İrade ve Tasarım Olarak Dünya adlı yapıtının yeni
baskısı çıkar. Ayrıca bu yapıtın ikinci cildi de yayınlanır.
1851 Deneme ve aforizmalardan oluşan Parerga ve Paralipomena
(ikincil Yapıtlar ve Geriye Kalan Yazılar) adlı kitabı yayınlanır. Kitabın çok
satmasına en çok yazarın kendisi şaşırır.
1853 Schopenhauer'ın ünü Avrupa'da yayılır (kendisi bundan
'ünün komedisi' diye söz eder).
Bonn, Breslau ve Jena üniversitelerinde ders vermesi için
öneriler gelir.
'Koskoca bir ömür boyu önemsiz, dikkate alınmayan biri
olarak yaşıyorsun; tam perde kapanırken davullarla, çalgılarla çıkageliyor,
sonra da bunun önemli bir şey olduğunu düşünüyorlar.'
1859 Ün, kadınların Schopenhauer'a daha fazla ilgi
göstermesini sağladıkça filozofun kadınlarla ilgili düşünceleri de yumuşar.
Elizabeth Ney, Ekim ayında Frankfurt'a gelerek bir ay kadar
filozofun evinde kalır ve onun bir büstünü yapar.
1860 Schopenhauer'in giderek bozulmaya başlayan sağlığı
sonun yakın olduğuna işaret etmektedir.
Aşk, filozofları genellikle pek ilgilendirmez.
Filozofların aşk konusuna bu kadar kayıtsız kalmaları
Schopenhauer'ı şaşırtıyordu:
İnsan yaşamında bu denli önemli rolü olan bir meselenin
şimdiye kadar filozoflar tarafından neredeyse tümüyle görmezden gelinmesi ve en
işlenmemiş, en ham haliyle önümüzde durması bizi şaşırtmak.
Aşk... en ciddi işleri sekteye uğratır, hatta en büyük
zihinleri bile karıştırır.
Montaigne'e göre, aslında zihnimiz bedenimizin kölesiydi ama
biz kibirli olduğumuz için bunun tam tersine inanıyorduk. Schopenhauer da bu
görüşe katılıyordu (s. 229).
Schopenhauer bu düşünceyi daha da ileri götürdü. Mantığın
bedene yenik düşmesini zayıf örneklerle açıklamaya çalışmak yerine, mantığımıza
tümüyle hükmeden, mantığın bütün planlarını bozan, bütün yargılarını çarpıtan
güce 'yaşam iradesi' (Wille zum Leben) adını verdi. Yaşam
iradesi, insanın doğasında var olan bir hayatta kalma ve üreme
güdüsüydü.
Bütün aşk maceralarının nihai amacı bir sonraki kuşağın
oluşturulmasından.... insan ırkının gelecekteki varlığının sağlanmasından ve
özel yapısının belirlenmesinden başka bir şey değildir.
Schopenhauer'a göre, benimiz bilinçli ve bilinçdışı ben
olmak üzere iki parçaya bölünmüştür. Bilinçdışı beni, yaşam iradesi yönetir.
Bilinçli ben ise yaşam iradesine boyun eğmek zorundadır.
[Akıl] iradenin karar vermek için yaptığı gizli toplantılara
giremez; tabii ki [akıl] iradenin sırdaşıdır ama her şeyi de öğrenmesi mümkün
değildir.
Yani, birini bir kez daha görmek için bilinçli ve çok yoğun
bir istek duyuyoruz, ama aslında bilinçdışında bir güç bizi üremeye, bir
sonraki kuşağı yaratmaya doğru itiyor.
Böyle bir şaşırtmaca niçin bu kadar gerekli? Çünkü Schopenhauer'a göre, eğer aklımızı kaçırmadıysak, çocuk
yapmaya yanaşmayız.
Aşkın en gizemli tarafı da 'Neden bu adam?' ya da 'Neden bu
kadın?' sorusuyla ifade buluyor. Bir sürü başka aday varken arzumuz niçin ille
de bu yaratığa yöneliyor?
Bu seçicilik Schopenhauer'ı şaşırtmıyor. Ona göre, her
önümüze gelene âşık olamayız çünkü herkesle sağlıklı çocuklar yapamayız.
…yaşam iradesi bizi, kusurları açısından bizimkileri
dengeleyecek insanlara doğru yönlendirerek (…) bir sonraki kuşağın fiziksel ve
ruhsal açıdan daha dengeli olmasına yardım eder.
Kusurların etkisiz kılınmasıyla ilgili bu kuram Schopenhauer’i,
insanların neleri çekici bulduklarıyla ilgili tahminler yapmaya
yönlendirmiştir.
Schopenhauer'in çıkardığı sonuç şu: Çocuk yapmamız için çok
uygun olan kişinin aynı zamanda bizim için de uygun olması pek az rastlanan bir
durum (tabii bunu o zaman fark edemiyoruz çünkü yaşam iradesi gözlerimizi kör
ediyor).
Kişisel mutluluğun peşinden koşmak ve sağlıklı çocuklar
dünyaya getirmek birbirine tamamen ters düşen iki amaçtır; fakat aşk kafamızı
karıştırdığı için bir süre bu ikisinin aynı şey olduğunu düşünürüz. Bu yüzden,
asla dostluk kuramayacak iki insanın evlenmesine şaşmamak gerekir.
…reddedildiğimiz zaman (…) Tesellimiz acımızın normal
olduğunu bilmektir.
Bizi çocuk yapmaya götürecek kadar büyük bir gücün -amacına
ulaşmadığı zaman- yıkıma yol açmadan yok olup gideceğini düşünmek mantıksız
olur.
Ortada bizimle ilgili bir sorun yok. Karakterimiz itici,
yüzümüz tiksinti verici değil. İstediğimiz kişiyle bir araya gelemedik çünkü o
insanla, dengeli ve sağlıklı bir çocuk ortaya çıkaracak kadar birbirimize uygun
değildik (s. 239).
Zamanla bizi reddeden kişileri de affetmeyi öğrenmeliyiz.
Sonuçta ayrılmamız onların yaptığı bir seçimin sonucu değildi. Bir insan bir
başkasına, daha fazla yalnız kalmaya ve zamana ihtiyacı olduğunu, bağlanmaktan
ya da yakınlaşmaktan korktuğunu beceriksizce ifade etmeye çalışırken aslında,
yaşam iradesinin bağımsız davranarak onun adına verdiği olumsuz kararı
bildirmek için uygun yollar arıyordur. Bizi reddedenlerin mantıkları bizim
niteliklerimizi takdir ediyor olsa da yaşam iradeleri bunu görmezden gelir ve
onlara nihai kararını hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak biçimde -yani bize
karşı cinsel istek duymalarını engelleyerek- bildirir.
Schopenhauer'ın dediği gibi şunu hiç unutmamalıyız:
Evlilikte asıl istenen şey zekice sohbetlerle hoş vakit
geçirmek değil, çocuk dünyaya getirmektir.
Her reddetmede doğanın fermanı söz konusudur; doğa bu iki
kişinin çocuk yapmasını istememiştir.
En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin
doğrudan bize seslenen yapıtlardır.
…cennet bahçesinden kovadan yalnızca Adem ile Havva değil
bütün insanlıktır.
6 - Zorluklar Yaşamanın Tesellisi - Nietzsche
İstiyorsunuz ki eğer mümkünse, -bu eğer mümkünse lafından
daha saçma bir şey de yoktur- hiç acı çekmeyelim…
1865 yılında İrade ve Tasarım Olarak Dünya adlı yapıt
rastlantı eseri eline geçmişti.
Kitabın her satırından, vazgeçişin, reddedişin, teslimiyetin
sesleri yükseliyordu.
Schopenhauer' a göre felsefi bilgeliğin özü Aristoteles'in
Nikomakhos'a Ahlak adlı yapıtında söylediği bir sözde yatıyordu:
Sağduyulu insan, zevkten değil, acıdan uzak durmaya çalışır
(s. 255).
Hayatın sunduğu hoş ve güzel şeyleri ele geçirmeyi değil,
onun sayısız uğursuzluklarından mümkün olduğunca uzak kalmayı amaç
edinmeliyiz...
Yirmi dört yaşında Basle Üniversitesi'nde Klasik Edebiyat
dersleri vermeye başladı…
Richard ve Cosima Wagner ile çok yakınlaştı.
Platon'dan soğumuştu…
1876 / Schopenhauer'ın öğretisine karşıyım…
Mutluluğa ulaşmanın, yaşamdan tatmin olmanın yolu, acıdan
sakınmak değil, acıyı doğal bir şey, iyi olana erişmek için çabalarken
karşımıza mutlaka çıkacak bir basamak olarak görmekti.
Keyif ile keyifsizliğin birbirinden asla ayrılmaz şeyler
olduğunu düşünelim, öyle ki insan birinin ne kadarına sahip olmak isterse
ötekinin de ancak o kadarına sahip olacak...
Talihsizlik ve dışlanma, hatta bazı durumlarda nefret,
kıskançlık, inatçılık, sertlik, tamah ve şiddet arzu edilen şeyler değil midir?
Bunlar yaşanmazsa hiçbir büyük gelişme olmaz, hatta hiçbir erdem oluşamaz.
Çünkü hiç kimse deneyimler yaşamadan büyük sanat yapıtları
yaratamaz; birdenbire iyi bir mevkiye gelemez…
Çoğu edebiyat yapıtının Kırmızı ve Siyah kadar iyi olmaması,
Nietzsche'ye göre, bu yapıtların yazarlarının dehadan yoksun olduklarını değil,
bir yapıt ortaya koymak için ne kadar acı çekmek gerektiği konusunda yanlış bir
fikre sahip olduklarını gösteriyordu.
Ecce Homo: Yazdıklarımın havasını solumayı bilen kişi, bunun
yüksek dağların havası, sert bir hava olduğunu anlar.
İnsanca, Pek İnsanca: Hakikatin dağlarına tırmanırken
çabalar asla boşa gitmez
Nietzsche hem fiziksel hem de ruhsal anlamda dağların
insanıydı. 1869 yılının Nisan ayında İsviçre vatandaşlığına geçen Nietzsche bu
ülkenin çıkardığı en büyük filozof sayılabilir.
Eğer bir acıdan kaçınamıyorsak o acıyı çekmeyi öğrenmeliyiz.
Yaşadığımız zorluklardan utanç duymamalıyız ama eğer bu
zorlukları işleyip bunlardan güzel bir şey ortaya çıkaramadıysak belki o zaman
utanabiliriz.
Yunan kültürü
Kötücül niteliklerde ifade bulan doğal güdüleri reddetmek
yerine bunları dengede tutmaya çalışmış; topluma en az zarar verecek bir çözüm,
gürleyerek akan suları kanallara yönlendirmek gibi uygun bir yöntem bulur
bulmaz da doğal güdülerini belli tapınma biçimlerine dönüştürüp ayinlerini
belli günlerle sınırlamışlardır. Kötücül ve şüpheli olanı kabul etme... bunları
makul biçimde yönlendirip denetim altına almaya çalışma ama asla yoketmeye
uğraşmama... İşte antik çağda ahlak bağlamında gelişen özgür düşüncenin temelinde
bunlar yer alır.
Tutku bir evrede insana felaket getirir, kurbanını
aptallığın ağırlığıyla aşağı doğru çeker -ama belli bir süre sonra, çok daha
ileri bir evrede tutkular ruhla bütünleşir, manevi bir anlam kazanır.
'Alman beyni birayla sulanmış!' diye yakmıyordu filozof.
Nietzsche sanatçı vicdanı diyordu çünkü bir sanat yapıtı
yaratmak insana çok büyük bir manevi tatmin sağlayan ama aynı zamanda çok büyük
acılara katlanmayı da gerektiren etkinliklere en güzel örnekti.
Filozof, Saksonya'da, Leipzig yakınlarında küçük bir köy
olan Röcken Köyü'nde doğmuştu. Babası Cari Ludwig Nietzsche bir rahipti.
…annesi de (…) bir rahibin, David Ernst Oehler'in kızıydı.
Hıristiyanlık en büyük lanet, en büyük günah...
Yeni Ahit'i okurken eldiven giymeli.
Ürkek olduğu için sıkıntılar yaşayanlara, Yeni Ahit şöyle
diyor (Matta 5.5):
Ne mutlu halim olanlara; çünkü dünya mirası onlarındır.
Dostu olmadığından yakınanlara Yeni Ahit şöyle sesleniyor
(Luka 6.22-3):
İnsanların sizden nefret edecekleri, sizi cemiyetlerinden
ayıracakları, size hakaret edecekleri, adınızı kötüye çıkaracakları gün, ne
mutlu sizlere! …cennetteki ödülünüz büyük olacaktır.
İş yerinde sömürülenlere Yeni Ahit'in tavsiyesi şu
(Koloselilere 3.22-4):
Ey kullar, sizin gibi insan soyundan olan efendilerinize her
zaman itaat edin. Bilin ki Rabbiniz sizi mirasıyla ödüllendirecektir: Çünkü siz
Rab Mesihe kulluk ediyorsunuz.
Parası olmayanlara Yeni Ahit şunu söylüyor (Markos 10.25):
Delmenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Rabbin krallığına
girmesinden kolaydır (s. 292).
1876 yılının ilkbaharında Cenova'ya giden filozof orada
yirmi üç yaşında bir kıza âşık oldu. Sarışın, yeşil gözlü bu kızın adı Mathilde
Trampedach'tı.
Filozofun aldığı tek olumsuz yanıt bu değildi.
Richard Wagner'e göre filozof ancak iki şekilde
iyileşebilirdi: 'Ya evlenmeli ya da bir opera bestelemeli.'
1872 yılının Temmuz ayında, yazdığı bir piyano düetini şef
Plans von Bülow'a göndermiş, ondan yapıtına dürüstçe bir eleştiri getirmesini
istemişti. Von Bülow kendisine şöyle yazmıştı: 'Uzun zamandır, bu kadar garip
sesin bu denli yoğun, rahatsız edici ve müziğe aykırı biçimde bir araya
getirildiğine tanık olmamıştım.'
Nietzsche'nin gerçekten âşık olduğu tek bir zengin kadın
vardı, o da Wagner'in karısı Cosima.
1882'de Nietzsche bir kez daha uygun bir eş bulduğunu sandı.
Lou Andreas-Salome onun en büyük ve en acı veren aşkı oldu.
Lou'dan aldığı olumsuz yanıt Nietzsche'yi çok daha uzun ve
çok daha ağır bir bunalıma itti.
Nietzsche mesleki zorluklar da yaşıyordu. Aklı başındayken,
yazdığı hiçbir kitap 2000 kopyadan fazla satmadı.
Bu arada sağlık sorunları da yaşıyordu.
1889 yılının Ocak ayında, Turin'deki Piazza Carla Alberto'da
Nietzsche bilincini tümüyle yitirerek bir ata sarıldı.
Sonra bir trene bindirilip bir bakımevine yollandı. Yaşlı
annesi ve kız kardeşi ona burada baktılar. Filozof tam on bir yıl sonra elli
beş yaşında öldü (s. 298).
'Erkeklere özgü kendini hor görme hastalığının tek çaresi
zeki bir kadın tarafından sevilmektir.'
'Sabah erken tan ağarırken, gücünün en taze olduğu anda,
gücünün şafağında kitap okumak -bu korkunç bir şey!'
Soylu bir insanın en önemli özelliği olarak gördüğü şeye,
'artık yadsımayan bir insan olmak düşüncesine her zaman sadık kaldı.
…
Türkçeleştiren: Banu Tellioğlu Altuğ
11. Baskı: Eylül 2011, Sel Yayıncılık, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder