Giorgi Agamben - Se: Hegel'in
Saltığı ve Heidegger'in Ereignis'i (s. 413-424)
Se (Swe)
Se: Yunanca -> he (hethos
- ethos): gelenek, huy, mesken
Latince -> se:
suesco: aşkın olmak, consuetudo: huy
Sanskritçe sua (suadha):
karakter, huy
Uygunluğu ve otonom bir biçimde
varolmayı imler
Gotikçe -> sidus
Almanca -> sitte:
gelenek
solus: yalnız
secedo: ayrı anlamında kendi
kendisine duran, ayrı olarak bir gruba ait olması anlamında semantik değeri
vardır.
Se: yunanca idios:
uygun'luğa
he + auton:
kendisi (hauton)
İngilizce 'kendi', Almanca sich ve selbst İtalyanca si ve se'yle
ilişkilendirilir.
Hem birleştiren hem de ayıran bir
ilişkiyi içerdiği ölçüde -'se olarak her şeyi karakterize eden-
uygunluk o halde yalın bir şey değildir.
Saltık ve saltıksal terimleri
Yunanca kat heauto 'kendinden varolan' ifadesine karşılık
gelir. Yunan düşünürler için bir şeyi kat heauto düşünmek, o
şeyi saltık olarak düşünmek, yani ona uygun olana, kendi se'sine (he-auton)
göre düşünmektir.
Heidegger'in Varlık ve
Zaman'dan sonra kendi düşüncesinin en büyük sorunu olarak gördüğü Ereignis (olagelme)
terimi semantik olarak, onun önerdiği Ereignis ile hem fiil
(denk gelme) hemde sıfat olarak eigen (uygun, kendi) arasındaki ilişkide
gösterdiği biçimiyle bu alana bağlanabilir. Denkliği ve uygun olmayı imlediği
ölçüde Ereignis, 'se'nin taşıdığı anlama uzak değildir ve
buna gönderme yapılarak, bağışlamanın (ab-solution) anlamı kavranabilir.
Heidegger Ereignis sorununu selbst (kendilik)'e
'aynı'lığa bağlar. (Etimolojik olarak değil ama) Semantik olarak eigen Selbst'e, idios ise he'ye
bağlanır.
Ereignis: ougo (eski
Almanca): göz
ereignen: ir-ougen: göz
önünde olma
Eigen bunun yerine
başka bir koldan, sahip olmayı gösteren 'aig'den gelir. (s. 413)
'İnsan için, ethos,
yani 'kendi'de bulunan ona en uygun ve daimi olan, yırtan ve bölen şey yani
kırılma ilkesi ve yeridir.'
Herakleitos
Böylece, insan kendisi olmak için,
zorunlu olarak kendisini böler.
Estin he noesis noesis
(düşünce, düşünenin düşüncesidir)
Aristoteles (s. 414)
Düşüncenin kendisine uygun
olmasında artık öznenin düşünmesi ile bunun nesnesi olan düşünce arasında bir
ayrım yoktur.
Phyge monon pros monon
(Birin bire uçması) -Yeni
Platoncular-
Biri (ya da kendisindeki kendiyi),
uçuşun özne-nesnesini, Varlığın ve düşüncenin ötesi olarak (epekeina tes
ousias, epekeina ti nou) düşünmüşlerdir. Kendinin kendisiyle olan ilişkisi,
Varlığın ve düşüncenin ötesindedir: başka bir deyişle, se ethos,
bulunulan yer, varlık ve düşüncenin dışındadır ve sadece kendisinde yalnız
kalması koşuluyla şeytani kırılmaya kaçabilir.
Eğer se kendini
düşünmeye çabalarsa o anda o onda kendisini düşünmenin otantik formunda dahi,
bölünme ve çeşitlilikten etkilenir (Plotinos'un ifadesiyle 'lekelenir', poikilon).
Öz ve varlığın uyumu (varlık
olma), suum esse'yi, yani varlığın kendi varlığını gösterir.
Spinoza'nın 'nedeni kendinde olan', olarak, cousa sui ifadesi,
bu önemli sorun üzerinedir.
(Hegel'in Kant'la ilgili söylediği
gibi, 'ben' bir kavram değildir, yalnızca bilinç her kavramın ardından gelir).
Felsefe, yansımanın, 'ben'den
üçüncü şahsa ve Saltığa (Es, Es, selbst) geçmesi, özneyi bir konuşma,
yani, öznenin bir konuşma durumuna 'düşme'sinden bağımsız özneye uygun olan şey
olarak 'ben'deki se'yi kavrama girişimine karşılık gelir. Ya da,
daha iyisi, mevcut sözde söylenenin ve geçicileştirilenin (temporalize)
ötesinde saf geçiciliği (temporality) ve saf varlığın hareketini,
kavrama girişimine. (s. 415)
İnsan, yani 'ben', konuşan bir
özne, yani kendisi olabildiği ölçüde kendisini ötekinde bularak kendisine
dönmelidir.
Varlığın kendisini, kendi öteki
oluşunda eşit olarak anlayan, bu kırılmayı kendi bütünlüğünde saltığın bir
fenomeni (Erscheinung) olarak gören Hegel -ve bu ona uygundur- bu
kırılmayı saltık olarak kabul eder. Bu saltık kavram -başta kendi hareketinde
verilen bir şey değildir; o neyse (odur) o olur ve dolayısıyla sadece sonunda
aslında ne ise o olur. Böylece Hegel, kendine doğru çekilmeyi saltığın hareketi
olarak kavrar. (s. 416)
Saltık, yabancılaşma ve dönüş
olarak, bir süreç ve bir oluş anlamına geldiği ölçüde zamansal olmayan, zamanın
ötesinde ebedi bir şey olamaz, zorunlu olarak zamansal ve tarihseldir.
Tin kendisini saltık olarak
yalnızca zamanın sonunda kavrar. Sonsuzluk, zamanın ötesinde olan bir şey
değil, ama özünde, gerçekleşmiş zaman, tamamlanmış tarihtir.
Hegel geçmişi, tamamlanmış,
kendisine dönmüş zaman olarak ele alır.
"Geçmiş, kendisi üzerine dönen
zamandır."
Hegel
Gerçekleşen şey yalnızca geçmiştir
ve insan tininin zamanı tükettiği noktada uygunluk olarak farkına varması
gereken şey onun ola-gelişi, sanki şimdi onu uzamda bir araya getirilmiş gibi
karşılayan tarihi yani 'bir resim galerisi'dir. Böylelikle son, başlangıca
doğru sarmallanır. (s. 417)
Bu nedenle Marx'ınki gibi her meşru
düşünme biçimi Hegel felsefesinde tarihin tam olarak son bulduğu anı, kendi
uygun koşulu olan 'özgürlük krallığına' girmek için 'zorunluk krallığını' terk
eden insanlığın durumu biçiminde ele alır. (s. 418)
Tinin Görüngübilimi üzerine
1930-31 yıllarında verdiği derslerinde Heidegger, Saltığın hareketinin altını
çizerek, Saltık Bilginin ayrılan öğesini ayırt etmiş ve Saltığın özünü 'sonsuz
bir ayrılma' olarak tanımlamıştır.
absolvens ->
ayrılma
absolutum ->
ayrılan
Metafiziksel putperestliğin
kendisini Saltığa duyulan tutku maskesi altında gizlenmesinin nedeni budur. Bu
putperestlik, saltık olarak relatif olanın yapısına değil, ayrılma olarak
saltığın yapısına bağlıdır.
Hegel için de Saltık, geçmiş zaman
içerisinde kök bularak, sonunda gerçekte ne ise o olmasına izin verecek bir
bağışlanmaya ihtiyaç duyar.
Saltığın açığa çıkışını tamamladığı
noktada, fenomen, artık bir fenomen değil ama bunun ötesinde gerçekleşmiş bir
figür olduğu ölçüde, kendisini gösterir (o artık ...'nın figürü değildir).
Absconditum'un kendi se'sine
döndüğü ve ayrıldığı noktada, kendi figürlerini tüketir, kendisini figürsüz
olarak gösterir. Eğer sadece iki taraf (figürsüz olarak ve gerçekleşmiş figür)
kendi karşılıklı uygunlukları içerisinde düşünülürse, orada kendinde se, yani
Tanrı'nın ön imgelemi varolabilir. Bu yönlerin yalnızca biri içerisinde
kaldığımız sürece, olabilecek şey metafizik geleneğin temeline ait ama yalnızca
bir tekrarıdır. İlk durumda, nihilizmin mutlak görünümü olarak varolur, ikinci
durumda ise figürsüz olan, mistik karanlığın gölgesinde gizli kalır.
Burada Tanrı ve Meleğin zorunlu
olarak ayrımsız halde oldukları ve teoloji ile angelolojinin birbirlerinden
daha fazla ayrılamayacağı bir bölgeye gireriz. Bu noktada şu sorular ortaya
çıkar:
1) Fenomene (Meleğe, ayrılmaya)
ne olur?
2) Saltığa (Tanrı'ya) ne olur?
2) Saltığa (Tanrı'ya) ne olur?
"Saltıkla özdeş olmadığı gibi,
sınırsızın sınırlının zıddı olması anlamında, onun antitezi de değildir. Buna
karşıt olarak Ereignis ile birlikte Varlığın kendisinin deneyimine varılır; bu
sadece varlık olarak değil, ama aynı zamanda buna ek olarak koşulsuz ve en
üstün varlık olarak ikame edilir."
Heidegger
Varlığın (eignet) Ereignis'e
olan uygunluğunu gösteren dersten hareket ederek, nihai ve en yüksek olan
olarak Ereignis'i Hegel'in Saltığı ile kıyaslama eğilimi doğabilir.
Ancak bu özdeşlik yanılsamasının arkasından şu sorulmalıdır: Hegel için insan,
Mutlağa nasıl bağlanır? Ve: insanın Ereignis'le olan bağının biçimi
nedir? Bunun ardından bağdaştırılamayacak bir fark görülecektir. Çünkü Hegel
için insan, Mutlağın kendisine döndüğü yerdir, bu kendine dönme, insanın
sonluluğunun aşılmasına (aufhebung) yol açar."
Heidegger (s. 419)
Heidegger için sonluluk, yalnızca
insanın sonluluğu olarak değil aynı zamanda Ereignis'in kendisinin
sonluluğu olarak görünüşe gelir. Saltıkta olduğu gibi Ereignis'te
de sorun, belirli türden bir uygunluğa (eigen) erişmektir.
Özdeşlik ve Ayrımda Varlık
ve insan kendi uygunluklarına götürülürken Zaman ve Varlık'ta Ereignis,
karşılıklı uygunluk, Zaman ve Varlığın birbirlerine ait oluşu olarak
tanımlanır.
Heidegger, Saltığın özünü 'son-suz
ayrılma' (un-endliche Absolvenz) olarak tanımlar ve 'Zaman ve Varlık'
dersinde insanın sonluluğunun kapsayarak aşılması (Aufhebung) anlamında
Hegelciliğin bu yorumunu onaylar.
Sonluluk, son, sınır, uygunluk
-evde bulunan uygunluktur. Sonluluğun yeri kavramı bu biçimde -yani Ereignis'in
kendisiyle, uygunluk kavramıyla ilgisinde düşünülür.
Sonluluğu, son-suzluğa gönderme
yapmadan, kendisinde kavrayan düşünce aslında sonu yani Varlık tarihinin sonunu
düşünmektir.
Metafizik, Varlığın unutuluşu ve bu
anlamda Varlığı sunanın geri çekilmesi ve saklı kalmasının tarihidir.
Düşünmenin bu şekilde Ereignis'e nüfuz etmesi, bu geri çekilme
tarihinin sonuyla eşdeğerdir. Varlığın unutuluşu, Erignis içerisinde
uyanarak, kendisinin 'yerini alır.'
Düşünmenin Ereignis'e
nüfuz etmesiyle birlikte, ona uygun olan saklı kalma biçimide gelmiş
olur. Ereignis kendinde el koymadır (Ent-eignis). Bu
sözcük Ereignis ile eşit bir biçimde saklı kalma anlamındaki
antik Yunanca lethe'yi de kapsar.
Ereignis'e uygun olan
hareket biçiminin geri çekilmesiyle bize dönüşü ilk olarak kendisini bize
düşünülen şeyde göstereceği anlamına gelir. (s. 420)
Bu düşünülen şey olarak Varlık
tarihinin bir sonda olduğu anlamına gelir.
Ereignis'in Varlık
ve Zaman'dan ayrılma yeri olan Varlık tarihinin tamamlanmış olduğu anlamına
gelebilir; Varlık, kendi figürlerini tüketerek ve yazgı ve figür (kendi
unutuluşunun figürleri) olmaksızın kendisini saf yönlendiren olarak açığa
çıkarak, hiçbir şeyi yönlendirmeyecektir.
"Es gibt Sein, en gibt
Zeit"
O Varlığı verir, o Zamanı verir.
Eş yani 'O', kendisinde ve kendi
uygunluğu içerisinde, varolan ya da isimlendirilebilecek hiçbir şey göstermez.
"Bir geçiş olarak insan (übergang)
sonlu bir varlık olarak kendisini geride bırakmak için bir sıçrama
gerçekleştirebilir mi ya da gerçekleştirmeli midir? Yoksa özü, kendisinde
yalnızca sahip olunabilecek şeyin bir iyelik olduğu, kendi yalnızlığı (Verlassenheit)
değil midir?"
Heidegger
İnsan türünün -doğasız ve kimliksiz
yaşayan varlığın- en uygun se'si, ethos'u, daimon'un
kendisi, birinin kendisine bir kader ve bir yazgı tayin etmesinin
yönlendirilmemiş saf hareketi, gönderme olmayan mutlak bir kendine göndermedir.
Heidegger, dilde kendisini açığa
çıkaran şeyin saklı kalma, yazgı olmadan saf yönlendirme olduğunu; dile gelenin
ne yalnızca bir konuşma, ne de saf konuşulmamış bir isim değil, ama bunun
ötesinde, dil ve konuşma arasındaki kesin ayrım, söylemenin konuşmaya geldiği
saf hareket olduğunu söyler. (s. 421)
Hegel için düşünmenin nesnesi,
saltık kavram olarak düşüncedir. Bizim için ilk biçimiyle düşünmenin nesnesi
(olarak) ayrım olarak ayrımdır.
Heidegger
Heidegger bunun yerine, ayrımı
söyleme (sage) ve kendinde konuşmanın (sprache) arasında düşünme
niyetindedir; böylelikle kendisi yazgısız bir biçimde kalırken kendisini
konuşmaya yönelten Es'i ('O') tecrübe eden ve her konuşma
durumunda, her göndermeye bunu göndererek kendisi gönderilemez olarak kalan bir
deneyimin izini sürer.
Hegel için söylenemez olanın, sahip
olma ile her sözde (tamamen) zaten dile geldiğini söyleyebiliriz.
Heidegger için söylenemez olan tam
olarak insanın konuşmasında söylenmiş olarak kalan, ama insanın konuşmasında
deneyimlenebilecek olandır. İnsan dili, bütününde zorunlu olarak tarihsel ve
yönlendirilmiştir. İnsanlık yalnızca konuşmayarak (Ent-sprachen) ve
sessizliği tehlikeye atarak ayrıma uyabilir (im Nichsagennene, erschweigen).
Ereignis'te, Zaman ve Varlık
birbirlerine aittir, birbirlerine uygun düşerler.
Hegel ve Heidegger'le birlikte,
felsefe geleneği gerçek anlamda sonuna ulaşmıştır. En açık biçimiyle ifade
edildiği şekliyle burada söz konusu olan şey tam olarak 'figürlerin kapanışı'
ve geleneğin yıkımı'dır.
Felsefe, yani düşünmeyi kendi arkhe'si
olarak ikame eden düşünce geleneği şimdi ethos'una yerleşmek için,
yalnızca se'sini düşünerek kendi arkhe'sinin ötesine
geri döner.
Se aktarılmaz olarak
geleneğe terk edilir (verlassen) ve sadece bu negatif biçim içerisinde
kendi temeli oluşur. Bu insanlığın, kendi uygun ne negatif temeli olarak
naklettiği kökenlerin gizemidir. (s. 422)
Aktarım (kendisine değilse) hiçbir
şeyi aktarmaz, fark özdeşliğe önseldir, temel ise bir uçurumdur. Saltık
ve Ereignis düşüncesinin en önemli sonucu olarak geleneğin
sonu, böylelikle bir son-suzluk halini alır; yazgının ve temelin yokluğu bu
şekilde son-suz bir yazgı ve temele dönüşür.
İnsan (man) insan (human)
olarak temellendirilmesi -yani, felsefeye 'se' düşüncesine ulaşılmış
olur. İnsanın, temellendirilmemişliği, şimdi kendisine uygundur, yani tüm
olumsuzluktan tüm olagelmeden, tüm doğa ve yazgıdan kurtulmuştur. Ve
metafiziğin aşılması olarak ortaya çıkan şey metafiziğin içerisine geri düşme
ve onun sonsuz tekrarı ise Hegel'le ve Hegel'in ötesinde, Heidegger'le ve
Heidegger'in ötesinde bu uygunluk, bu bağışlanma, se'deki bu etik
bulunma üzerinde dikkatle düşünülmelidir.
Gerçekleşmiş insanlığın -yani
insanın insanlığının bu yalın figüründe konuşma için geriye söylenecek şey,
söylenecek hiçbir şeyin kalmadığı; praxis için geriye yapılacak olan şey ise,
yapılacak hiçbir şeyin olmadığıdır.
(söylenemez bir aktarmayı
tüketerek) (s. 423)
Bulmak için
söylenmemiş sözlerin kapılarını
başkasının ötekisi bilge (dir)
bir zamanlar ise şimdi (dir)
Latince'de sacer 'rezil,
yüz kızartıcı' ve aynı zamanda 'yüce tanrılara ayrılmış' olan anlamına gelir;
'kutsal' hem yasanın hem onu ihlal edenin sıfatıdır.
Toplumda yasayı ihlal eden kim
olursa olsun; bu kişi böylece kendisine terkedilmiş ve bırakılmıştır; bu yüzden
infazının gerçekleştirilmesi artık bir suç değildir.
Kutsal insan bir suçtan yargılanan
insandır.
Bu insanın kurban edilmesine izin
verilmemesine rağmen onu öldüren kişi cinayetle suçlanamaz.
Se, insanın uygunluğu,
söylenemez bir şey, insanın konuşması ve praksisinde söylenemez olarak kalması
gereken sacer (kutsal) bir şey değildir. Ne de çağdaş nihilizm
pathosunun öne sürdüğü gibi, hiçliği sosyal etkinlikteki şiddetin ve keyfiliğin
temelini oluşturan bir hiçlikten ibarettir. Bunların ötesinde se-ethos sonunda
kendisine açık hale gelen sosyal praksisin ta kendisidir. (s. 424)
Çeviren: Onur Kartal
Monokl
Hegel Özel Sayısı
(s. 413-424)
Monokl
Hegel Özel Sayısı
(s. 413-424)
---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder