8 Ekim 2019 Salı

Başkasının Karısı


Dostoyevski - Başkasının Karısı

Size bir şey sormama izin verir misiniz, efendim?

Petersburglu biri, hiç tanımadığı başka bir adamla sokakta birdenbire bir şeyler konuşmaya başlarsa ötekinin kesin olarak korkuya düşmesi pek doğaldır.

Beni bağışlayın, aklım başımda değil; siz elbette beni tanımıyorsunuz. Sizi rahatsız ettiğimden dolayı özür dilerim; vazgeçtim. Hemen görgülü bir tavırla şapkasını çıkardı, koşarak uzaklaştı.
- Durun; bir dakika...

Beyim, karşınızda büyük bir ricada bulunan bir adam var...
- Elimden gelirse... Eee, ne istiyorsunuz?

Açıkça soruyorum işte: Buralarda bir hanım görmediniz mi? Bütün ricam buydu!

Tilki mantolu, koyu kadife kukuletalı, siyah tüllü bir hanım görüp görmediğinizi sormak istedim.
- Hayır, böyle birini görmedim... Hayır, sanırım görmedim.

…her şeyi açıkça söylemeye karar verdim: Bir hanımı arıyorum; işte, bu hanımın nerede olduğunu öğrenmeliyim.

- Burada kimin oturduğunu mu soruyorsunuz?

- Bildiğime göre burada Sofya Ostafiyevna oturuyor.

- Bu işin benimle ilgisi yok; öyle sanmayın... Bu hanım, başkasının karısı! Kocası şurada, Voznesenski Köprüsü'nde bekliyor; yakalamak istiyor, ama kararsız kaldı; her koca gibi, hâlâ inanamıyor...

- İşte böyle; bu hanımı yakalamaya çalışıyorum. Kocasına acıdığımdan üstlendim bu işi.

…sizi onun âşığı sanıyordum!

…ama siz onun âşığı olmadığınıza namusunuz üzerine ant içer misiniz?
- Eh, pek iyi, ant içiyorum, âşığım işte... ama sizin karınıza değil. Öyle olsaydım, şimdi sokakta değil, onun yanında olurdum!

- Orada sizin kiminiz var?
- Yani tanıdıklarım mı?

…ilk önce karım buraya tek başına geliyordu, üçüncü kattakilerin akrabasıdır; ben hiçbir şeyden kuşkulanmıyordum; dün generalle karşılaştım, bana üç hafta önce buradan başka bir apartmana taşındıklarını söylemez mi!...


Bir gürültü ve bir gülme işitildi; kapı önündeki merdivende iki güzel kız göründü…

Bunlar onlar değil!

- O, o!

Voznesenski Köprüsü'nde duran arkadaş; gerçekten o! Bu, onun karısıdır, başkasının karısı...

- Şabrin'i tanır mısınız?

- O dolandırıcının biridir; satılmış adam

Delikanlının önünden bir adamla bir kadın geçti, az kalsın yüreği duracaktı... Önce tanıdık bir kadın sesi, sonra da hiç tanımadığı, güçlü bir erkek sesi duyuldu.

(Glafira!)

- Ay, bu da kim? Siz misiniz, Tvorogov? Tanrım! Siz ne yapıyorsunuz?
- Siz burada kiminle birlikteydiniz?
- O benim kocamdır, gidin. Şimdi şuradan çıkacak...

- A! Mösyö Bobınitsın,

İşte kocam! Jean!

Ertesi akşam, İtalyan Operası'nda bir temsil veriliyordu. İvan Andreyiç salona bomba gibi daldı.

…localara göz gezdirdi, eyvah! Neredeyse yüreği duracaktı: O, oradaydı; locada oturuyordu.

İvan Andreyiç'in saygıdeğer, çıplak, yani kısmen saçsız kafasına, (…) bir aşk mektubu düştü.

"Çok şükür, bir şey görmediler,"

İvan Andreyiç dinlenme salonuna daldı, (…) mumlu mührü kırarak mektubu okumaya başladı:

İvan Andreyiç, elyazısını tanımadı, ama bir randevu verildiğine kuşku yoktu.

O evi çabucak buldu…

İvan Andreyiç dayanamadı, kapıyı açtı, aşağılanmış bir kocanın bütün heybetiyle daireye girdi.

…kendisini yatak odasında, güzel bir hanımın önünde buldu.

İvan Andreyiç, başka bir yere geldiğini, aptalca, çocukça bir çılgınlık yaptığını, konuyu iyi düşünmediğini, merdivende yeterince düşünemediğini anladı. Ama artık iş işten geçmişti; kapı açılıyordu. Adımların tok seslerine bakılırsa, iri yapılı bir koca, kapının eşiğindeydi.

İlk önce karyolayı çevreleyen perdenin arkasına gizlendi.
…kendini karyolanın altında buldu.

Yaşlı koca, oflaya puflaya içeri girdi…

İvan Andreyiç, şimdi bir kuzulaştı; kedi karşısındaki korkak bir fare gibi büzüldü.

…karyolanın altında kıpırdanmaya başladı.

Karyolanın altında başka bir adam daha vardı...

- Siz de kimsiniz?
- Susmazsanız, beni buraya sizin getirdiğinizi söylerim…

- Ruhum, odada kedi mi var; mırıl mırıl sesler duyuyorum?
- Ne kedisi? Neler de uyduruyorsunuz?

…ben evli değilim. Sizin gibi bekarım. O benim dostumdur, çocukluk arkadaşım... Ben de âşığım...

Tanrım ne söylediğimi bilmiyorum. Delikanlı siz hep gülüyorsunuz. Beni deli edeceksiniz.
- Siz, şimdi de delisiniz!

Görüyor musunuz, köpeği uyandırdınız. İşte şimdi yandık!

- Ama, durun biraz delikanlı; burnumu ısırıyor! Burunsuz kalmamı mı istiyorsunuz?

Bundan sonra bir boğuşma oldu, İvan Andreyiç el erini kurtardı. Yırtına yırtına havlayan köpek, havlamayı bırakarak birdenbire acı bir çığlık kopardı.

İvan Andreyiç artık hiçbir şey dinlemiyordu. Köpeği tuttu. Can havliyle boğazını sıktı. Köpek inleyerek can verdi.

Yaşlı adam odada koşmaya başladı. Hanım kanepeye düşerek bağırdı:
- Canavarlar, caniler!
- Kim? Kim? Kim bu? diye sordu yaşlı adam.
- Orada adamlar var, yabancılar!.. Orada karyolanın altında!

İvan Andreyiç yarı ölü bir durumda yatıyordu.
…delikanlı hemen karyolanın altından çıkıp koşmaya başladı.
- O canavar orada kaldı, Amişka'yı da o öldürdü.
Tanrı'yı severseniz adamlarınızı çağırmayın... Uşaklar alay ederler. Onları bilirim.

- Ekselans, karım… bütün suç ondadır; yani suçlu benim. Ondan kuşkulandım; burada, yukarda bir buluşma olacağını biliyordum; mektubu yakaladım, katı şaşırdım, karyolanın altına yattım...

- Ama, Tanrım, siz zaman yitiriyorsunuz. Gidin, koşun yukarı. Belki onları yakalarsınız... dedi.

Sokağa çıkan İvan Andreyiç, uzun süre nöbet bekliyormuş gibi ayakta durdu. Şapkasını çıkardı, alnındaki soğuk teri sildi, gözlerini kıstı, bir şeyler düşündü, sonra eve koştu.

…siz de kabul edin ki, kıskançlık bağışlanmaz bir kusur, hatta bir beladır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder