Laurence
Gane - Nietzsche
Düşünce tarihinde 19. asra damga vuran üç isim; Marx, Freud,
Nietzsche
Marx, kapitalist iktisadi sistemi çözümlemesi nedeniyle
önemli,
Freud, insan bilincini psikolojiye ve daha da kötüsü bastırılmış
duygulara, cinsel dürtülere indirgediği için önemli,
Nietzsche, modern hayata dair tespitleri ve eleştirileri
nedeniyle önemli. Eleştirileri çok keskin ve kuvvetli. Nietzsche, tatmin
edilemeyen güç arzusu nedeniyle insanın, insanlığın ürettiği bütün değerleri
değersizleştirebileceğini öngörür, anlattıklarının anlaşılmayacağını da
öngörmüştü. Nietzsche’nin popüler olma nedeni bu; yanlış anlaşılması. Yanlış
anlaşıldığı için, yönelttiği eleştiriler moderniteyi rahatsız etmiyor,
Nietzsche 1844’te doğdu.
Papaz olan babası, Nietzsche 5 yaşındayken vefat etti.
Anne, büyükanne ve iki halasıyla aynı evde yaşıyordu.
Okul yılları boyunca dindar mizacı göze çarptı.
1864’te Bonn Üniversitesine girdi. Klasik filoloji tahsili
gördü.
1865’te Leipzig Üniversitesine geçti. Burada Schopenhauer
okumaya başladı.
Bir şeyin kendisi ve görünümü/sureti arasında ayrım olduğu
düşüncesi üzerinde durdu. Shopenhauer görünen şeylerin altında yatan asıl
gerçekliğe istenç diyor. Herhangi bir insanı gördüğümüz kadarıyla niteleriz
fakat onun asıl gerçekliğine dair sadece kendisi bilgi sahibidir. Görünen ve
görünen aslında ne olduğu ayrımı için basit bir misaldi bu. Shopenhauer, maddi
bir formu olmayan istencin kâinattaki tüm varlıkların temeli olduğunu iddia
eder. İstemek, tatmin olmayan bir süreç olduğu için insana yarar değil zarar
getirir. İstenç/irade, bir kez istediğini elde etti mi artık onunla tatmin
olamayacak ve daha fazlasını isteyecek. Bu hep böyle devam edeceği için,
istenç/irade insanda sonu gelmeyen bir tatminsizlik olarak tezahür edecek.
Çünkü insan, sınırlı bir varlık, süre dolar ve ölür. Fakat istemelerin sonu
yok. Sınırlı olan insanın sınırsız bir melekeden fayda umması mantıklı değil.
Shopenhauer’in kötümser/karamsar felsefesi bu temel üzerinde yükselir.
Nietzsche, Shopenhauer’in düşüncelerinden etkilendi. Shopenhauer
gibi hayatı reddetmek dışında onun fikirlerini benimsedi, hayatı olumlamanın
bir yolunu bulmaya çalıştı.
1867’de askerlik yaparken attan düşüp göğsünü incitti.
Kalıcı ciğer rahatsızlığı başladı.
Eyleme sevk etmeyen her söz/yazı nafile…
1868’de Basel Üniversitesinden davet aldı; klasik filoloji
profesörü olarak ders vermeye başladı. 10 yıl boyunca göreve devam etti. Bu
süre zarfında sağlığı kötüleşti, akademiden nefret etti.
1872’de Tragedyanın Doğuşu adlı eseri yayınlandı.
Tragedyanın kökenini rasyonel akılla değil, estetik deneyimle açıklamaya
çalıştı. Bu tutumu akademik çevrelerce eleştirildi. Çünkü akademik çevrelerin
putudur rasyonalizm.
İçki, dans, eğlence ve vecd halleriyle temsil eden Dionysos
önemlidir Nietzsche için. Tragedyanın kökenine dair soruşturmalarda şöyle
önermeler var: nihai mutluluk için en iyisi hiç doğmamış olmak ve bundan sonra
da olabildiğince çabuk/erken ölmek geliyor. Bu hakikate rağmen insan nasıl
yaşayacak? Dionysos’un zevk ayinleri işte bunun için var. Fakat bu akılcı bir
yol değil. Klasik Yunan geleneğinde aklı temsil eden yol Apollon’u takip eder.
O güneş tanrısıdır ve ışığıyla aydınlatır tragedyadan kaynaklanan karamsarlığı.
Antik Yunan’da bu ikisi dengeleyicidir; Apollon ve Dionysos. Müzik ve tragedya
Dionysos’tan beslenir; resim, heykel ve mimari eserler Apollon’dan.
Dionysos için biçim anlam/mana önemli; Apollon için
biçim/görünen suretler önemli.
En başta bir şeyin kendisi ve sureti arasındaki ayrımdan söz
etmiştik. Dionysos bir şeyin kendisine, Apollon ise suretine vurgu yapar.
Bir filolog olarak Nietzsche, anlam ve kavramlara dönüşen
düşüncenin köklerini de tragedya araştırmalarında bulur; anlam ilkin
müzik/melodi ile göstermeye başlar kendini. Anlam daha sonra akıl ile biçimini
bulur ve kavrama dönüşür. Düşünce tarihi böyle söyler.
(Nietzsche’ye göre) Sokrates öncesi dönemde tragedya,
insanlara hayatı anlama ve anlamlandırma imkânı sunuyordu. Sokrates sanatı,
hayatın bayağı bir taklidi olarak küçümsedi ve böylece itibarını kaybetmeye
başlayan tragedya nihayet tiyatro dediğimiz temsillere indirgendi.
Nietzsche’nin müziğe ve özellikle de Wagner’e olan ilgisi,
tragedyaya yüklediği anlamla ilgilidir. Wagner’in müziğiyle klasik müzik-drama
yeniden bir araya gelecek ve bu sayede Antik Yunan kültürü, Alman topluma ideal
biçimini verecektir. Bu “ideal” daha sonraları Nasyonal Sosyalistlerce de
benimsendi.
Wagner’in sonraki eserlerinde görülen dini ve mistik temalar
Nietzsche’yi hayal kırıklığına uğrattı.
Tarih üzerine yazılarında, geçmişi yücelten anlatıların
bugünü örseleyebileceğini söyler. Çünkü onlar geçmiş, gitmiş, bitmiştir. Fakat
modern zamanlar, tarih anlatılarıyla doludur. Çünkü modernlerin kendilerine ait
kültürü yoktur. Bu yüzden sürekli olarak geçmişe atıf yaparak ilerlemeye
çalışır. Sahici bir kültürün ortaya çıkabilmesi için, buna engel olan eğitimden
kurtulmak gerekmektedir.
Kültür ve devlet birbirine düşmandır.
Kültür ve tarihten sonra Nietzsche’nin eleştirilerinden
metafizik de nasibin alır. Öncelikle, metafizik boyut gündelik hayata/pratik
hayata hiçbir katkı/fayda sunmaz.
Nietzsche Alman düşünce geleneğinin zirve isimlerinden
Kant’ın idealizmiyle çatışır. Şeylerin gelip geçiciliğinden münezzeh değişmeyen
bir gerçeklikleri, bir hakikatleri olduğuna dair fikirler klasik dönemden
itibaren düşünce tarihinin konusu olmuştur. Platon’da idea olarak işaret edilen
hakikat, Kant’da kendinde şey (numen) görünen/kavranabilen şeyler ise fenomen
olarak adlandırılır. Kant, insan aklının numenleri kavrayamayacağını söyler ve
aklı fenomenlere çevirir/yönlendirir. Nietzsche Kant’ın metafizik ve ahlaka
dair düşüncelerini tümden reddeder. Aklın hakikati kavrayamayacağını savunan
Kant, insanlara ahlakî ilkeler/kategoriler önermekten geri durmamıştır.
Nietzsche’ye göre ahlakî ilkeler “dışarıdan” değil “içeriden” kaynaklanabilir.
Ahlaklı davranış kişinin kendi iradesinin tezahürü olması gerekir; insan,
kendisine dikte edilen davranışı tatbik ederek ahlaklı olamaz.
Akademisyenlerin “sistem” kurma çabalarını eleştirir.
Herhangi bir konuyu açıklamak için ciltler dolusu yazmak işi
karmaşıklaştırmaktan başka bir şey değil. Söylenecek sözü kısa cümlelerle ve
basit şekilde anlatmak gerekir ki berrak zihnin alameti de budur.
1879’da sağlık sorunları ağır bastı ve Basel’deki görevinden
ayrıldı. Birkaç yıl çeşitli şehirleri gezdi. 1881’de tekrar İsviçre’ye döndü.
Lou Salome’ye âşık oldu, umduğu karşılığı göremedi. 1883’te Zerdüşt’ü yazmaya
başladı.
İyinin ve Kötünün Ötesinde: düşünürlerin ahlaka dair
yazılarının özeti olarak şunları söyler; çeşitli ahlaklar vardır. Dolayısıyla
her insanı mutlu edecek bir ahlaktan söz edemeyiz. Nietzsche bu düşünceleri şu
sözüyle ifade eder; ahlaki fenomen yoktur, fenomenlere dair ahlaki yorum
vardır. Ahlaklı diye nitelenen kişi, yaptıklarıyla diğer kişilere fayda
sağlayan kişidir. Erdemli davranışı o kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Fayda
görenler de esasen elde ettikleri menfaatten dolayı o kişiyi överler. Bu
durumda ahlakî inanç, grup psikolojisiyle açıklanabilir; ahlak, kişilerdeki
sürü içgüdüsüdür. Neden böyledir, tek başına kendini zayıf kabul eden birey,
sürüye katılarak oradan güç devşirmeye çalışır. Sürü ayrıca kişiye tavır ve
davranışlarını meşru sayma imkânı sunar.
Ahlaka dair bu çözümlemelerin ardından Nietzsche tanrının
ölümünü haber verir. Bunu insanlar yaptı fakat haberleri yok hâlâ. Tanrının
yerini modern zamanların “büyük” insanları alır; diktatörler, şarkıcılar,
aktörler vs… Dinin yerinde de bilim vardır. Modern zamanlarda bilimsel düşünce
ve bilim adamları bilimin hizmetindedir. Belli önermeler geçmiş zamanların
dogmalarının yerini almıştır. Nietzsche’ye göre bilgi, bilime değil insanlara
hizmet etmelidir.
Bilimsel açıklamalar tasvirden öteye geçmez. Ve tasvirler ne
kadar süslü olsalar da bir şeyi açıklamış olmazlar.
Darwin’in evrim teorileri ve doğal seçilim üzerine
düşüncelerini eleştirir. Koşullara uygun olanın hayatta kalmasını makul gören
bu teori varoluşu değil varolmayı açıklayabilir. İlerlemeye işaret eden bu
teoride ilerleyenler vasatlardır ve bu esasen bir ilerleme değil sürü hâkimiyetidir.
İlerlemesi gereken şey insanların niceliği/sayısal durumu değil niteliği
olmalıdır. Darwinci ilerleme güç/iktidar mücadelesinden başka bir şey değildir.
Modern dönemin devleti, Darwinci güç mücadelesini kazanmış olan sürünün
zaferidir. Dolayısıyla devletin gücü arttıkça insan ve insanlığın güç
kaybetmesi kaçınılmazdır.
“…muhafazakârlar sonradan gelen yalancılardır.”
“Hırsız ve cemaati hırsızlardan korumayı vadeden iktidar
insanı, en temelde aynı harçtan yoğrulmuştur; fakat ikincisi amaçlarına
ilkinden farklı bir yoldan ulaşır.”
Machiavelli: Siyaset hakikati söyleme değil, inanılma
meselesidir.
“Hakikat kendi başına güç değildir, ya iktidarı kendi yanına
çekmeli ya da iktidara taraf olmalıdır.”
Zerdüşt’de modern zamanların insanını etraflıca eleştirir.
Modern insanda nihilizm, ikiyüzlülük vs. görür.
Zerdüşt’de üstinsandan söz eder. Evrimci bir saçmalık
değildir bu. Nietzsche kişinin kendini gerçekleştirmesini amaçlar üstinsan
ifadesiyle.
İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eseri din, bilim,
inanç gibi insanların putlaştırdığı kavramları eleştiren fikir ve tespitlerle
doludur.
“Hayatı tehdit eden hakikat, hakikat değil hatadır.”
Belli bir ahlakı kabul edip ona uyanlar ile belli bir
otoriteye itaat edenler arasında, köle ile efendi arasındaki ilişkinin
benzerini görür Nietzsche. Hegel bu ikisinin zamanla birbirinden uzaklaşacağını
öne sürmüştü. Nietzsche ise kölenin efendisine bağımlı olduğunu tespit eder:
Köle zihniyeti asırlara vakıf mazisiyle köleye tamamen sirayet etmiştir. Bu
nedenle köle, efendiye karşı mücadele düşüncesinden ruhunu asla kurtaramayacaktır.
Antik yunan kültüründe “iyi” nitelemesi soylu, asil kişilere
yöneltilen bir sıfattır. “Kötü” de aşağılık, soysuzların sıfatıdır. Değerler
sistemini de soylular belirler. Soylular, aristokratlar böylece soylular
etiğini/ahlakını oluştururlar. Kitle genellikle soylu etiğini kabullenir ve
böylece de köle etiği oluşur. Nadir olarak da pek az insan kendi değerlerini
inşa etme iradesi gösterir. Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı
eserinde bu süreçlerden söz eder.
Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde değer yargılarının
oluşum süreçlerini inceler. Acıma duygusuna odaklanır. Acıma duygusunun
insanlığın gelişimine ve insanın ruhsal esenliğine zarar verdiğini belirtir.
Buna karşın acıma, modern toplumun ahlak düşüncesinin temelinde yer alır. Acıma
duygusu etrafında gelişen ahlak sistemi köle ahlakıdır. Köle ahlakının
katalizörü de kilisedir.
Kilise, kendi ahlaki değerlerini kabullendirmek için
kötülüğü yeniden biçimlendirir. Soylu ahlakına ait değerlerin tümünü lanetler.
Örneğin, soylulara has cüretkârlığı küstahlık yine soylulara has gururu ben
sevgisi olarak niteleyip kötüler. Acı çeken, güçsüz, zayıf ve hastaları
yücelten kilise, insanlardaki acıma duygusunu kaşıyarak bu gibi kimselere ödül
olarak cenneti vadeder.
Soylu etiği, istencinin ve eyleminin dünyada
gerçekleşmesinden doğar. Temel kavramı iyidir. Antik dönemdeki Atinalı
hükümdarlar kendilerini çoğu kez biz soylular, iyiler, güzeller, mutlular diye
tanımlamıştı. Bu bağlamda “kötü,” hayatı olumlayan niteliklerin yokluğu
anlamına gelir (s. 127).
Köle etiği kendi gibi olmayanı reddeder, kendisine
benzemeyeni dışlar, kötü olarak niteler.
Nietzsche’ye göre köle etiğinin kökleri, istençlerini ortaya
koyup, eylemlerini dışa vuramadıkları için hayali bir intikam arzu ve
avuntusundan keyif alan ve elde edemedikleri şeylere kara çalanların garezinde
yattığını savunur.
Köle etiğinde en yüce avuntu öte dünyadır.
Hâlbuki soylu biri hınç duyduğunda bunu tepkisiyle ifade
eder ve hıncın kendisini zehirlemesine fırsat vermez.
Köle ahlakı edinen kişi, kendisine hiç benzemeyeni düşman
beller.
Soylu ahlakı edinen kişinin düşmanı da kendisine benzer;
düşmanına saygı duyar çünkü, onun sayesinde eylemini ortaya koyma fırsatı
bulur.
Köle etiğinde derin bir kendini aldatma görürüz. Garezli
kişi ne hakikatli, ne candan, ne dürüst, ne de kendine karşı açıksözlüdür. Ruhu
şaşı bakar; zihni gizli yolları ve arka kapıları sever… / s. 129
Özgürce işlemesine izin verilmeyen içgüdüler içe döner.
Eyleme izin vermeyip engel olan, edinilen ahlaktır.
Nietzsche 1888’de Putların Alacakaranlığı ve Deccal
isimli eserlerini tamamlamıştır. Her iki eserde de eleştiri konusu
Hıristiyanlıktır. Aynı yılın sonlarında akıl sağlığı artık iyi değildir. 3 Ocak
1889’da faytoncu tarafından kırbaçlanan bir atı görür ve atın boynuna sarılıp
ağlamaya başlar. Orada bayılıp düşer. Hayatının bundan sonraki döneminde akıl
sağlığını yitirmiş kabul edilir. Bazı kişiler bu konuda tereddüt eder;
Nietzsche’nin hasta rolü oynadığına inanırlar.
1889 yılından itibaren Weimar’da kız kardeşinin yanında
kalır. 1900’de zatürre sebebiyle vefat eder.
Vefatından sonra ardından bıraktığı yazmalar ve notlar kız
kardeşinin süzgecinden geçerek yayınlandı ve bu sebeple Nietzsche uzun yıllar
Nazileri fikirlerine mihmandar kabul edildi. Halbuki Nietzsche asla ırkçı
olmadı; eserlerinde Almanları ve politikacıları aşağıladığı pek çok pasaj
mevcuttur. Nietzsche öngörülü biriydi; eserlerinde yanlış anlaşılacağından
endişe ettiğine değinmişti. Fikirlerini anlamayan kişilerin otoritesine
başvuracaklarını öngörmüştü.
20. asırda düşünce tarihinde yer edinmiş kişilerin pek
çoğunda Nietzsche’nin etkileri açıkça görülür.
Duygu, düşünce ve hakikatin bastırılmasından söz ettiği
yazılarından Freud istifade etti. Freud’un nevroz tanımı buradan türedi.
Normal olanın tespiti için anormal olanın incelenmesi
düşüncesi de Nietzsche’den türemiştir.
Anlamın tespitine dair, mutlak bir anlam değil de pratik
karşılığının belirleyici olduğu değişken anlam tanımı ilk olarak Nietzsche’de
ve daha sonra Wittgenstein’da karşımıza çıkar. Özetlersek; anlam, düşünce ile
eylem arasındaki ilişkide sürekli olarak yeniden inşa edilir. Mantık
kategorileri ile anlam belirlenemez.
Nietzsche’nin “soykütük” çıkarmaya yönelik kavram analizleri
Foucault’nun da çalışma sistemi/pratiğidir.
Foucault’nun soykütük çalışmaları ona şunu söyletir;
“bilgi,” hakim iktidar çevreleri tarafından belirlenir. Söylemin biçimi de
iktidarla ilişkilidir; bütün söylem biçimleri esas olarak güç istencinin
dışavurumudur.
İktidar çevrelerinin çeşitliliği, bilgi ve hakikat
çeşitliliği olarak gözlenebilir.
Postmodern dönemde çok sayıda bilgi, çok sayıda hakikat
vardır.
Her bilgi asıl olduğu iddiasındadır; her hakikat de aynı
iddiaya sahiptir. Çok sayıda oldukları için hiçbirinin gerçekle, hakikatle
ilgisi kalmamıştır. Karşımıza çıkan bilgiler, hakikatler gerçekliğe gönderme
yapmaktan bile acizdir artık. Bu düşünceler Baudrillard tarafından savunulur ve
o da fikirlerine Nietzsche sayesinde zemin/çatı temin eder.
…
Türkçeleştiren: Erkan Ünal
2. basım, 2014, NTV Yayınları