3 Nisan 2025 Perşembe

Washington Irving - Muhammed'in Haleflerinin Hayatları - Notlar

Washington Irving - Muhammed'in Haleflerinin Hayatları – Notlar

Mütercim: Muhammed İkbal Saylık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2021

 


…kitabın İslam tarihçileri açısından ilginç yönü; 1.5 asır önceki bir Avrupalının fetihlere çoğu kez taraflı bir gözle bakışını göstermesidir. Çoğu kez Vakıdî gibi İslam Tarihi kaynaklarını da kullanarak yaptığı değerlendirmeler, fetihlere dışarıdan bakışını göstermesi açısından önem arz ediyor. Yazar bu bağlamda bazen de dönemsel gayrimüslim kaynaklarını kullanarak kendi görüş açısını temellendirmeye çalışıyor.

 

Önsöz

…yazarın niyeti, Müslümanların hâkimiyet sürecini, 622'de Muhammed'in ölümünden 710'de İspanya’nın istila edilmesine kadar olan süreç üzerinden takip etmektir.

 

Bütün bunlar, ateşli silahların savaşları henüz aritmetik bir hesaplamaya indirgemediği bir dönemde, fanatik coşkunun, disiplinli cesarete karşı dikkat çekici bir zaferini ortaya koymaktadır.

 

1.      BÖLÜM

Ebû Bekir'in Halife Seçilmesi

Mekke'den gelen Muhacirler ile Medineli Ensar arasında Muhammed'in halifesinin tayini konusunda kendi şehirlerinin belirleyici olması noktasında bir ihtilaf baş gösterdi.

 

Ömer evi kuşattı ve Ali'ye, Ebu Bekir'in seçildiğini bildirerek bunu kabul etmesini talep etti. Ali kendi taleplerini öne sürerek buna itiraz etmeye kalkıştı

 

Ebu Bekir, kral ya da emir unvanını kullanmayı reddetti.

kendisi için mütevazı bir unvan olan Halife unvanını kullandı

Sonraki dönemlerde bu halifelerden birçoğu, kendilerine "Tanrı'nın Halifesi ve Vekili" veya "Tanrı'nın Yeryüzündeki Gölgesi" unvanlarını atfettiler.

 

Asıl ismi Abdullah Atik bin Ebu Kuhafe, (Ebu Bekir) ismin anlamı "Genç kızın babası" demektir. Çünkü kızı Aişe, peygamberle evlenen diğer kadınların dul oluşunun aksine onun bekâr olarak aldığı tek zevcesidir.

 

Ebu Bekir seçildiği dönemde altmış iki yaşında, uzun boylu, düzgün yapılı ve zayıf birisiydi, kırmızımsı bir teni, ince ve muhtemelen beyaz bir sakalı vardı ve sakalını doğu stilinde hafifçe boyamıştı.

 

Arap kabilelerinin çoğu kılıç zoruyla din değiştirmişti / Muhammed'in ölümüyle birlikte onun halifesinin otoritesini tanımayı ve ödemekle yükümlü oldukları zekâtı vermeyi reddettiler.

 

(Halid Bin Velid) Hilafetin ilk yılının bitimi itibariyle, temelde onun hızlı ve enerjik eylemleri sayesinde düzen yeniden tesis edildi ve İslam İmparatorluğu Arabistan'da yeniden hâkim oldu.

 

Suriye Seferleri

Suriye genel ismi altında Fenike ve Filistin dahil olmak üzere Fırat ve Akdeniz arasındaki bölgede yer alan ülkeler kastedilmektedir.

 

Ordunun komutası Yezid bin Ebu Süfyan'a verildi.

 

Amr, Filistin'e doğru harekete geçerken Ebu Ubeyde Humus üzerine yürüdü. Yezid bin Ebu Süfyan Şam'a, Sehl bin Hasan da Ürdün bölgesine doğru ilerlediler.

Bunların tümü, Suriye'nin genel komutanlığı görevi verilen Ebu Ubeyde'nin komutası altındaydı.

Bu büyük sefer, Suriye'deki Roma varlığına karşı sürdü-rülmekteyken, Irak'a saldırmak için daha küçük bir kuvvet gönderildi.

Bölge, Pers kralının hâkimiyeti altındaydı. Irak seferinin komutası, Halid'e verildi.

Halid'in birkaç zaferden sonra birbiri ardına kafilelerle Medine'ye gönderdiği ganimetler, ele geçirilen taçlar, prensler ve yabancı bir bölge üzerine konan ilk vergi, toplumun heyecanını alışılmadık bir seviyeye yükseltmişti.

 

Ebu Ubeyde, atılgan bir komutanda olması gereken cesaret ve atılıma sahip değildi. Bazı birliklerin yaşadığı kısmi mağlubiyet onun cesaretini kırmış ve İmparator Herakles'in toplamakta olduğu devasa orduyla ilgili haberlerden dolayı endişelenmişti

Ebu Bekir, Halid'in komutayı almasını istedi.

 

Ebu Ubeyde bu şehri almak üzere Şurahbil bin Hasene'yi on bin askerle birlikte Suriye sınırındaki Busra şehrine gönderdi.

Busra'nın kapılarından birbiri ardına atlı birlikler çıkıp her yandan Müslümanlara saldırıp onları şaşırtarak büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Şurahbil, geri çekilme emri vermek üzereyken, / Halid'in kartal simgeli sancağı toz bulutu arasında belirdi. Düşmana kendine has hızıyla saldıran Halid, onları şehrin içine sürdü ve sancağını surların önüne dikti.

 

Ecnadin Savaşı

Bu büyük zaferin haberi, Medine'deki Halifeye, cesur ve sevgili oğlu Abdurrahman tarafından ulaştırıldı.

 

Yetmiş gün boyunca Şam, çölün fanatik birlikleri tara-fından kuşatılmış bir hâlde direndi.

 

Ebû Bekir'in Vefatı

Şam'ın teslim olduğu gün Halife de Medine'de son nefesini verdi.

 

Ömer'in İkinci Halife Olarak Seçilmesi

Ömer'in halifeliğe getirilmesi Aişe tarafından desteklenmiş ve bu karara muhalefet etmenin faydasız olacağını gören Ali tarafından da kabullenilmiştir. Seçim, Ebu Bekir'in öldüğü gün gerçekleşti.

 

Hilafet makamına geldiğinde Ömer, elli üç yaşındaydı; esmer ve uzun boylu birisiydi, ciddi bir [51] duruşu vardı ve keldi. Hayatını yazanlardan birisinin dediğine göre boyu o kadar uzundu ki, oturduğu zaman bile ayakta duranlardan daha uzun görünürdü. Gücü, olağandışı derecedeydi ve sol elini en az sağ eli kadar ustalıkla kullanırdı.

 

İşlerin idaresinde dürüstlüğü ve adaleti herkesçe bilini" yordu. Özel hayatında sadeliği ve dünyanın aldatıcı ihtişamından uzak duruşuyla tanınırdı.

 

Eylemlerinin etrafında şekillendirdiği zekice özdeyişleri vardı ve şu söz de bunlara bir örnektir: "Dört şey geri gelmez; ağızdan çıkan söz, yayından fırlayan bir ok, geçip giden ömür ve heba edilen fırsatlar".

 

…ordunun genel idaresini / Ebu Ubeyde'ye geri verme kararı aldı.

 

Baalbek'in Fethi

Suriye dilindeki anlamı Güneş olan ya da Apollo'nun bu dildeki karşılığı olan Baal kelimesinden türeyen Baalbek, kadim Suriye'nin en görkemli şehirlerinden birisiydi.

Baalbek, Hicretin on beşinci yılında, 20 Ocak 636 tarihinde tamamen Müslümanların idaresine geçmiş oldu.

 

Yermük Savaşı

Suriye'nin kaderini belirleyecek olan büyük savaş

Ebu Ubeyde, tüm ordunun komutasını, savaş meydanındaki becerisini yakından bildiği Halid'e teslim etti.

 

Okçular o denli maharetliydi ki oklara maruz kalan Müslümanlardan en az 700'ü bir ya da iki gözünü kaybetmişti. Bu nedenle bu güne "Körleştirme Günü" adı verilmiştir.

…büyük savaş, aynı adı taşıyan şehrin yakınlarında bulunan Yermuk nehrinin kıyısında Miladi 636, Hicretin on beşinci yılının Kasım ayında yaşandı.

 

Kudüs seferi Müslümanlar için kutsal bir savaş anlamına geliyordu

Ebu Ubeyde, şehrin kuşatmasını başlatmak için Yezid bin Ebu Süfyan'ı beş bin askerle önden gönderdi ve üst üste beş gün boyunca onu takviye birliklerle destekledi.

Kış mevsiminin dört ayının her günü sert çatışmalarla geçti.

Kudüs'ün teslim oluşu, Hicri yedinci, Miladi 637 yılında gerçekleşti.

 

Antakya şehri, Suriye'nin başkenti olmanın yanında Bizans devletinin Doğu'daki taht merkezi konumundaydı.

Ebu Ubeyde, askerlerinin Antakya'nın gevşetici zevkleri ve Rum kadınlarının cazibesine kapılmalarından korktuğu için üç günlük bir dinlenme süresinin ardından bu görkemli şehirden ayrıldı.

 

Mısır'ın Fethi

Mısır'ın sadece beş bin civarında adamla istila edilmesi…

En sert direniş, Memfis'i terk eden garnizon tarafından Kerem el-Şureyk'te gösterildi. Burada Müslümanlara üç gün boyunca direnen askerler, ardından düzenli bir şekilde İskenderiye'ye çekildiler.

 

Çok çetin bir mücadelenin ardından Müslümanlar geri çekildiler ancak Amr, sadık kölesi Verdan ve Mesleme bin Muhalled isimli bir komutanıyla birlikte çembere alınarak esir alındı.

(Mesleme) Amr'ın niyetinin kuşatmayı kaldırmak olduğunu çünkü Halife'den bu yönde bir mektup aldığını ve gitmelerine izin verilirse kendisi hakkında Amr'a olumlu bilgi vereceklerini söyledi.

…vali kolaylıkla ikna oldu ve esirlerin serbest bırakılması emrini verdi.

 

İskenderiye'nin düşüşü Mısır'ın olduğu kadar İmparator Herakles'in de kaderini belirledi. / …yaklaşık yedi hafta sonra geçirdiği kriz sonucu öldü. Yerine oğlu Konstantin geçti.

 

İran Seferi

Halid'in (Suriye’deki) zaferleri hiç şüphesiz, kısmen Pers İmparatorluğunun dağılmış durumu nedeniyle gerçekleşmekteydi.

 

Müslüman ordusunun gücü, Ebu Ubeyd es-Sekafi'nin getirdiği takviyeyle birlikte dahi dokuz bin kişiyi geçmiyordu. Babil harabelerinin yanında kamp kuran Persler ise sayıca çok daha üstündü.

Ebu Ubeyd / Perslerin cesaretini hafife alıyordu.

Halid'e özendiği için Fırat'ı geçip Persleri kamplarında basmak istiyordu.

Çatışma çok şiddetli oldu.

Bu çetin muharebede dört bin Müslüman ya savaş meydanında ölmüş ya da nehirde boğulmuştu. İki bini Medine'ye kaçarken, Müsenna'nın yanında yaklaşık üç bin asker kaldı.

Hicretin on üçüncü yılında yani Miladi 634 senesinde meydana gelen bu savaş, Araplar tarafından uzun yıllar acıyla, "el-Cisr" yani Köprü Savaşı olarak hatırlandı.

 

Pers başkentinde yaşanan değişiklikler ve savaş hazırlıklarını duyan Ömer de hızla ordusunu topladı.

…ordunun başında Sad bin Ebi Vakkas geçti

Sad, Medine'den sadece altı ya da yedi bin kişilik bir or-duyla ayrıldı.

Orduya yol boyunca katılımlar devam etti ve Müsenna komutasındaki birliklere katıldıklarında toplam sayıları otuz bin askeri bulmuştu.

Müsenna, halefinin ordugâha varışından üç gün sonra öldü.

Rüstem komutasındaki Pers kuvvetleri…

İki ordu, Fırat'ın suyunu çeken kanala bitişik olan Kadisiye ovasında karşılaştı.

Rüstem, Arap hatlarını kırmak için filleri ileri sürse de, artık bu hayvanlara alışan askerler onlara büyük bir cesaretle saldırarak daha önce olduğu gibi geri dönüp kaçmalarını ve bu kaçış esnasında kendi askerlerini ezmelerini sağladılar.

Bu savaşta otuz bin Pers askeri ile yaklaşık yedi bin Müslüman askerinin öldüğü söylenmiştir.

 

Halife'nin beşte birlik payını Medine'ye, tamamı ağır bir şekilde yüklenmiş dokuz yüz deve taşıyabildi.

 

Nuh'un gemiye bindiği yer olduğuna inandıkları Küfe köyü

Araplar ayrıca Havva'yı günaha davet eden iblisin de buraya sürüldüğüne inanırlar. Bu nedenle Küfe erkeklerinin hile ve ihanetleriyle meşhur olduğunu söylerler.

Arap alfabesinin en kadim yazı tipi günümüze kadar Kufi olarak adlandırılmaktadır.

 

Ömer, uzaklarda bulunan komutanlarını kıskanç ve tedbirli bir şekilde izledi. Sürekli olarak onların istila ettikleri ülkelerdeki zenginlik ve şatafata kapılıp bozulmalarından ve kendi içinde çok değerli bulduğu ve İslam davasının başarısı için zaruri gördüğü Arap sadeliğini terk etmelerinden endişe duyuyordu.

 

Azerbaycan-Kafkasya Seferi

Firuzan'ın ordusundan geriye kalan askerler Hemedan şehrinin yakınlarında toplandılar. Ancak kısa süre sonra, karargâhını Nihavend'de kuran Huzeyfe'nin gönderdiği birlikler tarafından bozguna uğratıldılar.

Hemedan, ihtişam açısından İran'daki ikinci şehirdi ve geçmişte Med'lerin başkenti olan Ekbatana şehrinin üzerine kurulmuştu. Şehir sakinleri arasında, İran'daki diğer şehirlerin tümünden daha fazla Yahudi vardı

 

Halife Ömer'e Suikast

Medine'ye getirilen İranlı köleler arasında Mecusi dinine mensup olan Firuz adında birisi vardı. Efendisi tarafından günlük kazancından iki gümüş tutarı vergi alınınca, bunun haraç olduğunu söyleyerek Ömer'e şikâyette bulundu.

Halife / iki dirhem ödeyebileceğine hükmetti.

Üç gün sonra Ömer camide namaz kılmaktayken, Firuz birden camiye girdi ve elindeki hançerle ona üç kez vurdu.

Halife yine de, yarıda kesilen namazını bitirecek gücü kendinde buldu çünkü "Namazı terk eden Müslüman değildir" diyordu. Evine götürüldü ve üç gün boyunca bu vaziyette, iyileşmesi için herhangi bir umut olmadan kaldı.

…suikasttan sonraki yedinci günde altmış üç yaşında son nefesini verdi.

 

Ömer, bir muhasebe ya da maliye birimi oluşturan, Hicret'ten itibaren olayları tarihiyle kaydeden, İslam topraklarında madeni parayı tedavüle koyan, görevdeki Halifenin adı ve "La İlahe İllallah" ibaresi bulunan pul bastıran ilk kişi olmuştur.

 

Onun döneminde otuz altı bin şehir ve kale fethettiği söylenmiştir ama o müsrif bir fatih olmadı. Yeni şehirler kurdu, önemli ticaret merkezleri tesis etti, sayısız cami inşa etti ve hedeflerini gerçekleştirmede demir gibi katı oluşuyla yeni ele geçirilen vilayetleri büyük bir imparatorluk çatısı altında birbirine bağladı. Şimdiye kadar görüldüğü gibi, "Suriye, İran ve Mısır üçlüsünün fethiyle taçlanan hilafet dönemi, İslam tarihinin en güçlü dönemi olarak adlandırılmayı hak etmektedir.

 

Ömer'in ölümünün ardından, halefini belirlemek üzere tayin ettiği altı kişi toplandı. Bunlar, Ali, Osman, Talha bin Ubeydullah (Muhammed'in damadı), Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Sad bin Ebi Vakkas'tı.

 

Osman bin Affan

Muaviye bin Ebu Süfyan / Babasının ölümünün ardından Kureyş kabilesinin lideri ve Umeyye kabilesinin başı olmuştu.

 

Halife Ömer, ölümünden dört yıl ka¬dar önce onu Suriye emiri ya da valisi olarak atamıştı ve Osman da onu bu görevde devam ettirmişti. Otuz ila kırk arasında bir yaştaydı ve girişken, cesur, dirayetli, geniş fikirli ve yüksek hedefleri olan biriydi. Suriye'nin

Girit ve Malta'ya çıktı. Rodos adasını da ele geçirdi.

de¬niz savaşları başarıları, Muaviye'nin Suriye'deki şöhretini artırdı

Osman / Üzerinde "Muhammed Resulullah" yazılı gümüş bir yüzüğü kazayla bir dereye düşürdü.

 

Osman, Müslümanların ileri ge¬lenlerinin toplandığı bir konseyde, Muhammed'in dul eşi Hafsa'nın elindeki asli nüsha ile uyuşmayan diğer tüm nüs¬haların yakılmasını emretti. Hafsa'nın elindeki Kuran'dan yedi nüsha çoğaltıldı

Bu eylemi nedeniyle Osman'a "Kuran'ı Toplayan" denildi.

Halife'nin etrafında hoşnutsuzluk ve entrikalar yeşeriyordu. Halife cesur, cömert ve eli açık birisiydi ama zekâ ve sağduyusu eksikti, akrabalarını kayırmaya eğilimliydi.

 

İsyancılardan birisi Osman'ın başına bir darbe indirirken diğeri ona defalarca kılıcıyla vurdu. Muhammed bin Ebu Bekir de öldükten sonra vücuduna mızrağını sapladı.

 

Osman'ın naaşı üç gün ortada kaldı ve ardından, yıkanmadan ve cenaze töreni yapılmadan, öldürüldüğünde üzerinde bulunan kıyafetlerle gömüldü. Öldüğünde seksen iki yaşındaydı

Bu olay Hicretin otuz beşinci yılında, Miladi 655'te yaşandı.

 

Halife Ali

Muhammed'in ölümüyle birlikte ortaya çıkan ihtilaflar, her halifenin seçimiyle birlikte art¬mıştı

 

…genel bir ıslah hareketi yapmaya karar verdi ve ilk adım olarak da yaşlı Osman ta¬rafından atanan tüm valileri görevden almaya karar verdi.

 

Abdullah bin Abbas'ı Güney Arabistan'a, Umare bin Şihab'ı Kûfe'ye, Osman bin Huneyf'i Basra'ya, Sehl bin Huneyf'i Suriye'ye ve Sad bin Kays'ı da Mısır'a atadı. Bu komutanlar vakit kaybetmeden yola çıktılar an¬cak yaşanacaklar Ali'nin acele ettiği konusunda ikna olma¬sına neden olacaktı.

 

Ali, Suriye'deki huzursuzluk haberlerini aldığında, Muaviye'ye, kendisine bağlılığını bildirmesini istediği bir mektup yazarak özel bir elçiyle gönderdi.

 

Müslümanlar artık iki fırkaya ayrılmıştı: Ali'ye bağlı olanlar ki bunların arasında Medine halkının çoğu vardı ve ona karşı olan ayrılıkçılardı. İkinci grubun başında, karargâhı Mekke'de olan ve Talha ve Zübeyr'in desteğini alarak bir isyan hazırlığı yapmakta olan yetenekli ve kindar Aişe vardı. Güçlü Ümeyye ailesini de kendisine katılması için ikna etmiş ve Ali'nin görevden almaya çalıştığı tüm valilere haberciler göndererek isyana katılmaya davet etmişti.

 

Aişe, silahlı adamlarıyla birlikte Basra önünde kamp kurdu

 

Cemel Yakası

Araplar, çabuk değişen bir mizaca sahiptir ve anlık kararlarla hareket ederler.

 

Ali / yaklaşık dokuz yüz kişinin başında Medine'den ayrıldı.

 

Ordusu ile Basra önünde görüldüğünde Aişe ve ortakları korkup uzlaşma fırsatları¬nı aramaya başladılar.

 

Zübeyr / Kampa döndüğünde Ali'ye karşı savaşmama kararlılığındaydı ama kindar Aişe tarafından yeniden ikna edildi.

Aişe meydana unutulmaz bir biçimde, el-Asker adlı devesinin üzerinde, askerlerin arasında gidip gelerek, varlığı ve sesiyle onları cesaretlendirerek belirdi. Bu olaydan yola çıkarak savaşa Cemel Savaşı ya da savaşın cere¬yan ettiği meydandan yola çıkarak Karibe Savaşı denilmiştir.

 

Ali / (Aişe’yi) Medine'ye gönderdi. Aişe burada evine kapatıldı ve devlet işlerine ka¬rışması yasaklandı.

 

Ali-Muaviye Mücadelesi

Karibe'de elde edilen zafer, Aişe'nin komplosunu boşa çıkarmış ve Ali'nin Mısır, Arabistan ve İran üzerinde hâ¬kimiyet kurmasını sağlamışsa da en güçlü rakibine henüz boyun eğdirilememişti. Muaviye bin Ebu Süfyan, zengin ve kalabalık Suriye vilayeti üzerindeki hükmünü sürdürüyor¬du.

Suriyelilerin, Osman'ın katlinde Ali'nin sorumluluğu olduğuna dair düşüncesi ve Ali'yi Halife olarak tanımama¬ları sayesinde onların desteğine sahipti.

Ali'nin Mısır valiliği görevinden aldığı ve o günden beri Filistin'de mut¬suz bir şekilde bekleyen Amr ile ittifak arayışlarına başla¬dı.

Ali'nin uzlaşmacı yollarla Muaviye'nin düşmanlığını önleme çabaları beyhudeydi. Bu uğursuz ittifakın habe¬rini alınca doksan bin adamının başında Suriye üzerine yürüdü.

 

Hicretin otuz yedinci senesinde (18 Haziran 657), Ali'nin ordusu, seksen bin askerden oluşan ve Irak ile Suriye sınırın-da, Fırat nehrinin kenarındaki Sıffin'de kamp kurmuş olan Muaviye'nin ordusunu ilk defa gördü.

 

…her iki komutan da genel bir muharebeden kaçındıkları için takip eden aylar sadece sınırlı çatışmalarla geçti. Ancak bunlar o denli keskin ve kanlıydı ki dört ay zarfında Muaviye kırk beş bin asker kay¬bederken, Ali'nin de en az bu rakamın yarısı kadar asker kaybettiği söylenmiştir.

 

Savaşın kahramanı el-Eşter'di. Alaca bir ata binmiş, elinde çift ağızlı bir kılıç tutu¬yordu.

 

Amr, Müslüman¬ların vicdanına sığınacağı bir çare buldu. Bir anda Suriye¬lilerin mızraklarının ucunda Kuran sayfaları yükseldi.

 

Ali Kûfe'ye, Muaviye ise Şam'a çekilerek ordularının komutasını subaylarına bıraktılar.

İki hakem (Ebu Musa ve Amr bin As) birkaç ay sonra, çıkacak kararı destekleyeceklerine söz veren iki ordunun huzurunda Dumet'ül Cendel'de buluştular.

Ebu Musa, yüksek bir sesle "bu yüzüğü parmağımdan çıkardığım gibi, Halifelik makamın¬da hak iddia eden Ali ve Muaviye'yi bu makamdan azledi¬yorum" dedi ve kürsüden indi.

Ardından kürsüye Amr çıktı. "Ebu Musa'nın Ali'yi azlettiğini duydunuz" dedi ve devam etti: "ben de bu yüzüğü parmağıma taktığım gibi Muaviye'yi Hilafet makamına getirmeye karar veriyorum” dedi.

 

Ali'nin ailesi ve Ümeyye kabilesi arasında çok uzun süre devam edecek olan bir tür dinî kan davası başladı. Birbirlerini her andıklarında lanet okudular

 

Ali'nin gücü giderek azalmaya başladı. Ona karşı alınan karar, kendi taraftarları arasında da etkisini gösterdi ve sonunda takipçileri arasında bulunan ve kendilerine Harici¬ler denen bir takım bağnazlar tarafından bir isyan başlatıl¬dı.

 

Ali'nin Suikasta Uğraması

Mısır'ın kaybedilmesi, Ali'nin otoritesine ciddi bir dar¬be indirdi.

 

Altmış bin adamı ölüme kadar kendisiyle olduklarına dair söz verince bu kuvvetle birlikte Suriye üzerine yürümeye karar verdi.

 

Haricilerden üç fa¬natik üç hırslı lideri yok etmeye karar verdiler / Ali, Muaviye ve Amr

 

Darbe ölümcüldü ama Muaviye, uzun süren tedavi¬lerle kurtulabildi.

…o gün hastalığı sebebiyle namaza gelmemiş olan Amr bin As'ın yerine namaz kıldıran İmam Hârice'yi öldürdü.

 

"Yazık ey kal¬bim! Sabırlı olmak gerek çünkü ölüme çare yok!" demişti.

Abdurrahman'ın darbesi daha isabetliydi ve Ali'nin başına isabet etti. Bunun üzerine sui¬kastçılar ayrılıp kaçmaya başladılar

Ali'nin aldığı yara ölümcüldü.

Ali, yaralandıktan üç gün sonra öldü. Ölümü, hicretin kırkıncı senesi, miladi 660 yılında gerçekleşti.

Cenazesi, Küfe şehrinin beş mil dışında bir yere gömüldü

 

İlk zevcesi ve Muhammed'in kızı olan Fatıma'dan üç oğlu olmuştu; küçük yaşta ölen Muhsin ile kendisinden sonra ölen Hasan ve Hüseyin. Fatıma'nın ölümünden son¬ra sekiz kez evlenmiş ve bunların tümünden on beş oğlu ve on sekiz kızı olmuştur. Onun Fatıma'dan olan nesli, Müslümanlar tarafından peygamber nesli olarak kabul edilerek, hem anne hem babadan dolayı bu neslin devamı olarak görülmüşlerdir.

 

Halife Hasan

Ali, ölüm döşeğindeyken yerine bir halef tayin etmeyi reddetti ancak o dönem 37 yaşında olan oğlu Hasan, hiç¬bir itiraz olmadan Halife olarak seçildi.

 

…halk arasında seviliyordu. Ancak hükümdarlık asasının kılıç ol¬duğu bir dönemde gerekli olan cesarete sahip değildi

 

Birlikleri arasında da savaşa eğilimi olmayan Irak ya da Babil halkı vardı. Medain şehrine ulaştıkların¬da askerler arasında bir arbede çıktı

…güçlü bir düşmanı olduğunu ve kendi taraftarlarının da dönekliği ve ihanetini görmüştü. Muaviye'ye bir haberci göndererek, Kûfe'deki devlet hazinesinde bulunan parayı ve İran'da bulunan büyük mülkü¬nün gelirlerini yanına alması ve Muaviye'nin, merhum babası Ali hakkında kötü konuşmaktan vazgeçmesi şartıyla Hilafet makamını ona devretmeye hazır olduğunu bildirdi. Muaviye ilk iki şartı kabul etti,

Hasan'ın, daha sonra kendisi için ölümcül olacağı orta¬ya çıkan bir diğer şartı da, kendisinden en az on yaş büyük Muaviye'nin ölümünden sonra yeniden Halifelik makamını almasıydı. Bu şartlar kabul edilince Hasan, babaları Ali'nin hatırasına leke sürüldüğünü düşünen kardeşi Hüseyin'in büyük öfkesine rağmen Muaviye lehine halifelikten feragat etti.

 

Muaviye Dönemi

Muaviye, Hicretin kırk birinci yılında İslam İmparatorluğu üzerinde hâkimiyetini ilan etti.

Bu Halife ile birlikte, ismini ailenin atası Ümeyye'den alan ve birkaç nesil boyunca devam ederek Arap tarihine birçok parlak isim kazandıran meşhur Emevi hanedanı başlamış oldu.

 

Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, bir gün dinlenmek amacıyla Taif'te bir hancının evinde konakladı. Burada içtiği şarap nedeniyle sarhoş oldu ve Rum bir kö¬lenin Sümeyye adlı karısının kollarında sızıp kaldı ve bu kadından erkek bir çocuğu oldu. Bu ilişkiden utanan Ebu Süfyan, çocuğu kabul etmedi ama yaşamasına izin verdi.

Bu yüzden çocuğa, babası belirsiz anlamında Ziyad bin Ebih adı verildi.

Ziyad, Ömer'in hilafet döneminde kadı olarak tayin edil¬di

Ziyad, Muaviye'yi Halife olarak tanımada tered¬düt gösterdi.

 

Ziyad, hicretin kırk beşinci senesinde kırk beş yaşında öldü. Sert tedbirlerle idare ettiği halk, onun ölümünü bir kurtuluş olarak değerlendirdiler. Oğlu Ubeydullah, henüz yirmi beş yaşında olmasına rağmen hemen Halife tarafın¬dan Horasan valiliğine getirildi ve babasıyla aynı ruhu taşı¬dığını ispat etti. Valilik görevini devralmak üzere giderken yolda rastladığı büyük bir Türk birliğini gafil avladı.

 

Halife Muaviye oğlu Yezid'i, dikkat çe­kici bir göreve getirerek halkın onu sevmesini sağlamayı istiyordu.

Konstantinapol'ü fethetmek üzere göndermeye karar verdi.

Ali'nin yiğit oğlu Hüseyin de bu sefere katılmıştı.

…ordu, Konstantinapol'e yedi mil mesafede kamp kurdu. Günlerce büyük bir kuvvetle kuşatmayı sür¬dürdüler

Bu beyhude teşebbüs altı yıl boyunca devam etti.

…bu uğurda kahramanca savaşan binlerce asker öldü. Bunların en çok bilineni, Muhammed'in Medine'ye hicreti esnasında evinde konakladığı ve Peygamberle birlikte Bedir ve Uhud'da savaşmış olan Ebu Eyyub idi. Savaşta düştüğü yere gömüldü ancak mezarının yeri asırlarca meçhul ola¬rak kaldı.

 

Yezid / Hasan'ı öldürtmekle suçlanmıştır.

Hasan'ın zevcelerinden birisini onu zehirlemeye ikna ettiği söylenmektedir. Cinayet, hicretin kırk dokuzuncu, miladi 669 senesinde gerçekleşti. Hasan, kırk yedi yaşındaydı. Son nefesini verirken kardeşi Hüse¬yin, intikamını alabilmek için kendisini zehirleyen kişinin kim olduğunu sorsa da Hasan herhangi bir isim vermedi. "Bu dünya uzun bir geceden ibarettir. Bırak da onunla gün ışığında Yüce Allah'ın huzurunda hesaplaşayım" dedi.

 

Muaviye'nin Ölümü

Muaviye artık çok fazla ömrü kalmadığının farkındaydı.

…halefi olarak oğlu Yezid'i tayin etti ve tüm vilayetlere haber göndererek Şam'a biat amacıyla heyetler göndermeleri talimatını verdi.

Hilafeti vera¬set sistemine çevirmek, halk iradesine doğrudan aykırı bir durumdu ve bu suçlama defalarca Ali ile bağlantılı olarak ortaya konulmuştu. Halk, Muaviye'nin idareyi devretme¬yi istediği Yezid'den nefret ediyordu. Ancak Muaviye'nin halk üzerindeki tesiri o denli güçlüydü ki, tüm vilayet¬lerden Şam'a gelen heyetler Yezid'e gelecek için bağlılık yemini ettiler.

Böylece / Emevi hanedanlığı kurulmuş oldu. Bu kibirli silsileden on dört Halife çıktı ve bunlara Ümeyye (ya da Emevi) ailesinin Firavunları da dendi.

 

Muaviye, hicretin altmışıncı, miladi 679 yılında öldü. Halifeliği yaklaşık yirmi yıl sürmüştü ve öldüğünde yet¬miş yaşındaydı. İslam İmparatorluğunun başkenti yaptığı ve Emeviler döneminde de bu özelliğini koruyan Şam'da defnedildi.

 

Yezid ve Kerbela

Muaviye'nin oğlu Yezid, Halifelik makamına herhangi bir tören yapılmadan çıktı. Onun hilafet makamına çıkışı hicretin altmışıncı yılında Recep ayının ortasında, miladi takvime göre ise 680 yılının 7 Nisan gününde oldu. Otuz dört yaşındaydı, uzun ve zayıf bir yapısı vardı. Üzerinde çi¬çek hastalığının izleri bulunan kırmızımsı bir yüzü, siyah gözleri, kıvırcık saçları ve zarif bir sakalı vardı.

Ancak o, basit tabiatlı, cimri ve açgözlü, şehvet düşkünü ve oldukça ayyaş birisi olarak damgalanmıştı.

İlk amacı tartışılmaz Hilafet makamı¬nı güvence altına almaktı. Bu konuda rakip olarak bekle¬diği kişiler Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr'di.

 

Dostlarının kendisini Kûfe halkının özdeyişlere konu olan vefasızlığı hakkında uyarması beyhudeydi.

Gerçek bir Müslüman ve kaderci ruha sahip olan Hüseyin, takdiri Allah'a bıraktığını söyledi. Ardından da zevceleri, çocukla¬rı, bazı yakın akrabaları ve kendilerine eşlik eden bir avuç Arap ile birlikte yola çıktı.

 

Rüyasında bir atlı onu uyararak "insanlar gece¬leyin yolculuk yapar, kaderleri de onlarla buluşmak için gece seyahat eder" demişti. Bunu ölümün habercisi olarak yorumladı.

 

Küçük birliğinin kendisiyle aynı sonu paylaşmaya kararlı olduğunu gören Hüseyin, onların canını çok da ucuza feda etmemeye ve ölümlerini unutulmaz bir mücadeleye dönüştürmeye karar verdi.

Kampın sadece ön taraf saldırıya açık hâlde kalmıştı. Bu işi tamamlayan sadakatli birlik, er¬tesi günün son günleri olduğunun bilinciyle geceyi ibadetle geçirirken, düşman süvarilerinin bir bölümü, onların kaçışı¬nı engellemek için kampın çevresinde at sürüyordu.

 

Hüseyin aldığı darbelerle yere düştü ve öldükten sonra üzerindekiler çı¬karıldı. Vücudunda otuz yara ve otuz dört kesik vardı. Ar¬dından başı kesildi ve Ubeydullah'a gönderildi. Şemir de aldığı emirler doğrultusunda, cesedi toprağa gömülene ka¬dar askerleriyle birlikte atlarıyla onu defalarca çiğnediler.

 

Kesik baş, Ubeydullah'a getirildiğinde, elindeki asayla onun ağzına vurdu.

 

Hüseyin'in ölümüyle birlikte Yezid, güçlü bir rakibinden kurtulmuştu.

Abdullah bin Zübeyr / Medine ve Mekke halkının büyük bölümü tarafından Hali¬fe olarak ilan edildi.

Hüseyin'in hatırası için uyanan heyecan, onun siyasi nüfuzunu genişletiyordu.

 

Şiddetli bir katliamın ardından / Yezid tarafından / Medine'nin ele geçirilmesi, Hicri 63, Miladi 682 se¬nesinde bir gece vakti gerçekleşti

Ordu / Mek­ke üzerine yürüdü.

Kırk gün boyunca şehri kuşattı

Kuşatma esnasın¬da, Kâbe'nin bir bölümü de vurularak yandı ve tahrip oldu.

Yezid'in öldüğüne dair müj¬deli bir haber savaşın sonlanmasını sağladı.

 

Suriye'de İç Karışıklıklar

Yezid'in ölümü üzerine oğlu II. Muaviye, Şam'da Emevilerin üçüncü halifesi olarak ilan edildi.

Göreve geldikten altı ay sonra, yetersizliğini öne süre¬rek tahttan feragat etti. Emevi hanedanı, onun bu hareke¬tine öfkelendi ve bunun sebebinin bilge Amr el-Maksus ol¬duğu düşüncesiyle, onu diri diri gömerek cezalandırdılar.

 

Yeni bir Halife seçilmesi konusu, İslam İmparatorluğu¬nu bir kez daha parçaladı.

 

Yaşlı Mervan / öldüğünde yerine Yezid'in oğlu Halid'i halife olarak tayin etmesi şartıyla halife ilan edildi.

 

Döneklikleri ve sadakat¬sizlikleri ile bilinen Küfe halkı, bilinçli bir şekilde müseb¬bibi olmakla suçlandıkları Hüseyin'in sonu için gecikmiş bir vicdan azabı yaşıyorlardı.

Hüse¬yin'in şehit edilmesinde kullanıldıkları için duydukları piş¬manlık sebebiyle tövbe etmelerinden dolayı, tövbe edenler anlamına gelen Tevvabin ismini aldılar.

 

Mervan, bir yıldan daha az süren yönetiminin ardından Hicri 65, Miladi 684 yılında öldü.

 

Mervan'ın ölümü üzerine oğlu Abdülmelik, Şam'da hali¬fe olarak ilan edildi ve hilafeti, Suriye ve Mısır'ın yanı sıra, Afrika'nın yeni fethedilen bölgelerinde tanındı. Henüz kırk yaşında ve hayatının en zinde dönemindeydi.

 

…o denli cimri ve hırslı birisi hâline geldi ki, insanlara karakteristik ve alaycı lakaplar takmaya meyilli olan Araplar, ona kaba bir şekilde pinti tabirine eşdeğer olan ve Terli Taş anlamına gelen "Rahfu'l-Hecer" demişlerdir.

…alternatif bir hac mekânı kurmak istedi.

Kudüs'teki tapınağı seçti.

 

Ebu Ubeyd'in oğlu el-Muhtar ya da İntikamcı

Sekafi künyesiyle de anıldı.

Vali Ubeydullah, Kûfe'ye geldiğinde asasıyla onun yüzüne vurarak bir gözünü çıkardı. Ardın­dan onu hapsettirerek Hüseyin'in katline kadar orada tut­tu.

Hü¬seyin'in ölümünün intikamını alma düşüncesi tüm zihnine hâkim olmuştu.

 

İntikam alma işine ilk olarak Hüseyin'in katledilmesi olayında ön plana çıkan acımasız Şemir ile başladı ve onu öldürdü. Ardından Hü¬seyin'in kafasını kesip vali Ubeydullah'a götüren Sinan bin Enes'e yöneldi. Onu evinde bulup öldürdü ve cesedini ate¬şe verdi. Bir sonraki kurbanı, Hüseyin'i kuşatan ordunun komutanı olan Ömer bin Sad oldu. Onu da oğluyla birlikte öldürüp başlarını Hüseyin'in kardeşi Muhammed'e gön¬derdi.

Hüseyin'in bacakları titremeye devam ederken üzerindeki giysileri çıkaran Adî b. Hâtim'i yakaladı ve Ali taraftarlarına teslim etti. Ali taraftarları da onu soyup oklarıyla hedef tahtası yaptılar ve üzerindeki oklar, bir kirpinin dikenleri gibi gö¬rünene kadar onu ok yağmuruna tuttular. Muhtar bu şe¬kilde Hüseyin'in katillerini aramaya devam etti ve bulduğu yerde onlara ölümün değişik türlerini tattırdı.

…üç Halifenin en usta komutanlarını mağlup eden ve sadece kılıç gücüyle Irak'ın tek gücü hâline gelen Muhtar bin Ebu Ubeyd, altmış yedi yaşında öldü.

Muhtar'ın ölümüyle, Irak vilayeti, güçlü başkenti Küfe ile birlikte Halife Abdullah'ın kardeşi Musab bin Zübeyr'in eli¬ne geçti.

 

Bütün bu iç savaşlar, Müslümanların isminin dışarıya karşı yaşattığı dehşetin bir süreliğine yok olmasına sebep olmuştu. Bu sorunlu dönemde Rum imparatoru Suriye'de başarılı istila hareketleri gerçekleştirmişti.

 

Haccac

Yöneteceği insanların tabiatının farkında olan Haccac, yönetimi askerî usullerle devraldı. Kûfe'ye dört bin atlıy¬la birlikte girdi

Onlara, "ahlaksız adamın kendi yükünü taşıması ve kendi ayakkabısını giymesini sağla¬mak için geldim" dedi. Karşısındaki kalabalığa baktığında ise vurulmaya hazır sarıklı başlar ve kanla ıslanmaya hazır sakallar gördüğünü söyledi.

Kûfe'de yönetimin dizginlerini eline alan Haccac ardından Basra'ya hareket etti ve aynı şekilde orada da dili keskin, yumruğu sert oldu.

 

Hicretin yetmiş ikinci yılında İslam toprakları, en sonunda herhangi bir isyan ve iç savaşın yaşanmadığı ve devletin tek bir Halife altında birleştiği yıl oldu.

 

Musa b. Nusayr

Abdülaziz bin Mervan'ın Kuzey Afrika komutanı

 

Müslüman fatihler, parasal konularda olduğu kadar hiçbir konuda daha fazla cehalet göstermemişlerdir.

 

Mesleme bin Abdülmelik, ordusuyla Küçük Asya'ya girerek Kapadokya'ya kadar ilerledi ve imparatorluk ordusunun koruduğu güçlü bir şehir olan Tyana şehrini kuşattı.

Şehir sakinlerinin çoğu çöle doğru sürülürken, birçoğu da esir alınmıştı. Müteakip yılda Mesleme, Pontus ve Er¬menistan üzerine başarılı bir sefere çıktı ve bu bölgelerin büyük kısmını ele geçirdi. Zorlu bir kuşatmanın ardından Amasya şehrini de aldı. Bunun ardından Galatya üzerine başarılı sefere çıktı, tüm vilayeti yağmaladı ve zengin gani¬metler ile çok sayıda esir alarak geri döndü.

 

İspanya'nın Fethi

Tarık bin Ziyad / birkaç yüz adamıyla birlikte, Kont Julian'ın rehberliğinde dört ticaret gemisiyle boğazları geçti.

İslam sancağı Tanca surları üzerinde zaferle dalgalanıyor. Tam karşıda bulunan Endülüs kıyıları sadece on iki mil mesafede bulunmaktadır. 

2 Nisan 2025 Çarşamba

W. Montgomery Watt - Hazreti Muhammed - Notlar

W. Montgomery Watt - Hazreti Muhammed, Peygamber ve Devlet Adamı – Notlar

Muhammad: Prophet and Statesman, Mütercim: Erdem Türközü, İletişim Yayınları, 2. Basım, 2015


 

Birinci Bölüm

Üstün Yaradılışlı Yetim

580 yılı dolaylarında, Suriye’de bir Arap ticaret kervanı yüklü develeriyle kavurucu yaz güneşinin altında, güneye doğru ağır ağır yol alıyordu.

Druze dağı civarında, Busra’nın yakınlarında bir Hıristiyan münzevisi olan Rahip Bahıra’nın yaşadığı manastırın yanından geçtiler.

Manastırda, daha evvel orada yaşamış olan münzevilerden kalma, kadim inançları anlatan eski bir kitap vardı.

…kitaptan edindiği bilgilerin de yardımıyla, bu kervanda yüce bir şahsiyetin olduğunu sezmişti. Bir bulut ve bir ağacın onu göz kamaştıran güneş ışıklanndan koruduğunu görmüştü ve bu kişinin kitapta bahsedilen diğer alametlere sahip olup olmadığını merak ediyordu.

Bahîra bu çocuk hakkındaki her şeyi bilmek istiyordu.

Onun sırtına baktı ve omuzlan arasında, peygamberlik mührü olduğunu fark ettiği bir işaret gördü. İşte şimdi emindi.

Rahip Bahîra misafirlerini uğurlarken çocuğun amcasına “Yeğenini alıp eve dön ve ona gözün gibi bak; şayet Yahudiler onu görür ve benim onun hakkında sahip olduğum bilgiyi elde ederlerse, muhakkak ona zarar vereceklerdir; zira o çok yüce bir insan olacak,” dedi. İşte bu çocuk Hz. Muhammed’di.

Bu anlatı elbette iptidai fikirlere dayanan bir rivayettir

Hz. Muhammed daha ilk gençlik yıllarından, hatta doğumundan önce bile mucizevî alamet ve nitelikleri ile dikkat çekmiş bir insandı.

 

Büyük güçlerin rekabeti

Rahip Bahîra rivayeti her ne kadar özünde bir efsane olsa da, Hz. Muhammed'in yaşadığı dönemdeki dünyayı doğru bir biçimde tasvir eder.

Mekke’de doğan Hz. Muhammed elli yaşına kadar hayaunın büyük bir kısmını orada geçirdi. Mekkeliler tacirdi ve Suriye'ye kervanlar gönderiyorlardı. Hz. Muhammed, böylesi ticaret kervanlarına en azından birkaç kez katılma fırsatı yakalamış ve ara sıra amcasının kafilesinde seyahat etmiş olmalıdır.

 

…büyük güçlerden birisi Bizans Imparatorluğu’ydu. Mekkeli tacirler mallarını Şam’a ya da Gazze'ye götürdüklerinde Bizans'ın nüfuz alanlarına girmiş oluyorlardı.

 

Bizans İmparatorluğu büyük bir rakibe sahipti: Sasani Hanedanlığı’nın yönetimindeki Fars İmparatorluğu. Afganistan’a ve Ceyhun Irmağı’na kadar uzanan bu imparatorluk Irak’ın zengin topraklarından yönetiliyordu.

Farslar Bizanslıları yenilgiye uğratıp Suriye ve Mısır’ı fethettiler ve 614’te Kudüs’e girerek buradaki kutsal haçı alıp götürdüler.

628’de Farslar barış istemek zorunda kaldılar; işgal ettikleri Bizans topraklarından çekildiler ve 630 yılında kutsal haç yeniden Kudüs’teki yerine yerleştirilmişti.

 

Bir ticaret merkezinde hayat

Hz. Muhammed'in Fil Yılı’nda doğduğu söylenir. Fil Yılı, Habeşistan prensi ya da Yemen kralının naibinin [Ebrehe'nin] içinde bir filin de yer aldığı büyük bir orduyla Mekke yakınlarına kadar ilerlediği yıldır.

(Ebrehe’nin] Mekke seferi 570’ten bir yahut iki yıl önce vuku bulmuş olmalıdır.

 

Hz Muhammed’in babası Abdullah o doğmadan önce ölmüştü. Hz. Muhammed’i Haşimi [Kureyş] kabilesinin lideri olan dedesi Abdulmuttalib himayesine aldı.

Hz. Muhammed altı yaşındayken annesi öldü ve iki yıl sonraki ölümüne kadar bütünüyle dedesinin himayesi altına girdi. Abdulmuttalib’in ölümünün ardından Haşimi kabilesinin yeni lideri olan amcası Ebu Talib onun bakımını üstlendi.

Hz. Muhammed’i himaye edenler, onun yalnızca açlıktan ölmesine engel olabileceklerini biliyorlardı. Özellikle Haşimî kabilesinin kısmetlerinin kesildiği bir zamanda Hz. Muhammed için daha fazlasını yapmalar zordu.

Hz. Muhammed’in ergenliği ve yetişkinliğe adım attığı dönemin Mekkesi hakkında çok az şey bilinmektedir.

 

590’dan hemen önce, kısmen Hz. Muhammed’i de alakadar eden iki olay meydana geldi. Bunlardan biri Ficar Savaşı olarak bilinen muharebeler dizisiydi.

bu muharebelerin bir ya da ikisinde amcasına eşlik etti. Söz konusu savaş [biri Kinane diğeri Hevazin olmak üzere] iki kabile reisi arasında çıkan bir münakaşadan ötürü patlak verdi.

Topraklarından geçilen Kinane reisi kendisine saygısızlık yapıldığı hissine kapılarak, Hevazin reisini pusuya düşürüp öldürdü.

Birkaç yenilgiden sonra Mekkeliler galibiyet kazandı.

 

Mekkelilerin Yemen’deki ticaretleri Yemenliler tarafından kısıtlanıyordu.

Kimi Mekkeliler bu duruma şiddetle karşı çıkıyordu. Bu kesimler, her ne kadar adlandırma konusunda başka açıklamalar olsa da, Erdemliler Birliği olarak adlandırabileceğimiz bir kabileler ittifakı oluşturdular.

Hz. Muhammed’in de mensubu olduğu Haşimi kabilesi Erdemliler Birliği’nde öncü bir role sahip oldu.

 

Vicdansız tacirlerin bu dünyasında, her ne kadar istidatlı da olsa, yoksul bir yetim kendi yolunu nasıl bulacaktı? Mümkün yollardan biri Hz. Muhammed’le iş ortaklığı kurabilecek, evleneceği zengin bir kadın bulmaktı, nitekim öyle de oldu.

 

Hatice'yle evlendi. Hatice, Hz. Muhammed'le evlenmeden önce onu vekili olarak bir kervanla Suriye’ye göndererek sınadı. Hz. Muhammed görevini başarıyla tamamladı ve bunun üzerine Hatice ona evlenme teklif etti. Hz. Muhammed o sırada yirmi beş yaşındaydı

…bu nedenle evlilik 595 dolaylarında gerçekleşmiş olmalı.

Bu evlilik / Mekkeli bir tacir olmanın kapılarını açtı

Hatice'nin Varaka adında, Hıristiyan bir kuzeni vardı. Hz. Muhammed’in Yahudi ve Hıristiyan peygamberlerin- kine benzer bir biçimde vahiy aldığına dair inancında, Varaka’nın Hz. Muhammed’i desteklediği söylenir.

Hatice yaşadığı sürece Hz. Muhammed başka bir kadınla evlenmedi.

 

İkinci Bölüm

Peygamberliğe Çağrı

"Ayağa kalk ve ikaz et”

Yeni bir din yeterli itici güç olmaksızın ortaya çıkmaz.

Hz. Muhammed’in bu dönem Mekkesi’nin sorunları karşısında duyduğu endişeler onu inzivaya çekilmeye yönlendirdi.

…ıssız gece ibadetleri esnasında tuhaf deneyimlere sahip olmaya başladı. Her şeyden önce canlı rüyalar ve uyanık halde bazı şeyler görüyor-du.

Bunlardan özellikle ikisi hususî bir önem arz ettiği için diğerlerinden ayrılıyordu.

…önce ona, gökyüzünde, ufka yakın çok parlak bir varlık dimdik duruyor göründü. Ardından bu muazzam ve kudretli varlık, onunla arasında iki ok atımı veya daha az bir mesafe kalıncaya kadar aşağıya doğru hareket etti ve ona bir vahiy, yani, Kur’an’dan bir parça iletti. İkinci defasında da aynı parlak varlık bulunuyordu fakat bu sefer varlık, bir bahçenin yakınındaki bir ağacın yanındaydı ve ağacı tuhaf ve olağanüstü bir biçimde kaplamıştı.

 

Yaşananlar Hz. Muhammed'in “Allah'ın elçisi” olduğu düşüncesine inanması için en önemli kanıttı.

Son olarak bu parlak varlığın melek Cebrail olduğunu teşhis etti.

 

Modern Batılılar, Hz. Muhammed’in nasıl yanılıyor olduğunu göstermekte zorlanmazlar. Bir insana, “kendi dışından” geliyormuş gibi gözüken, aslında kendi bilinçaltından geliyor olabilir.

 

Kur’an’da Allah’ın Hz. Muhammed’e bazı pasajları unutturduğuna dair göndermeler bulunmaktadır ve metnin dikkatli bir incelemesi, bazı kelimelerin ve ifadelerin ilave edildiğini neredeyse kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.

 

“Oku” olarak çevrilen (iqra’) sözcüğü “Kur’an” ile aynı kökten gelmektedir ve Kur’an “ezbere okuma” (zikr) olarak çevrilebilir. Ancak, bu sözcüğün Süryanice kelime kiryana’dan (qeryana) geldiği açıktır ve Hıristiyanların toplu ibadetlerinde kutsal kitaptan metinler okumalarına veya ezbere terennüm etmelerine atıfta bulunulmaktadır. Öyle ise “oku” emri ibadetlerin Süryanice konuşan Hıristiyanlarınkine benzer şekilde oluşturulacağını ima eder gözükmektedir.

 

610 yılı kabaca ilk vahyin geldiği yıl ve 613 yılı ise Hz. Muhammed’in Mekke’de yaşayan insanları davete başlamasının başlangıcı için yaklaşık bir tarih olarak kabul edilebilir.

 

Kur’an’ın ilk mesajı

Bu ilk pasajlarda bile muhalefetten söz edilir. Bir davetçinin muhalefeti kışkırtmasından önce, duyanların karşı çıkacağı bir şeyler söylemiş olması zorunluymuş gibi görünmektedir.

O halde Hz. Muhammed’e karşı muhalefetten bu metinler içinde söz edilmemeli veya ima edilmemelidir. Bu iki koşulu şu pasajların taşıdığı görülmektedir:

Alak Süresi, 1-8; Müddessir Süresi, 1-10; Kureyş Sûresi, Beled Süresi, 1-11; Duha Süresi, Tank Süresi, 1-10; Abese Süresi, 1-32 (23 atlanarak); Ala Suresi, 1-9, 14 ve devamı; İnşikak Süresi, 1-12; Gaşiye Süresi, 17-20; Zariyat Süresi, 1-6; Tur Sûresi’nin çeşitli kısımlan, Rahman Sûresi.

 

Bu pasajların ana teması beş başlık alanda sınıflandırılabilir.

(1)       Allah’ın iyilikleri ve kudreti.

 

Mekke’de karşılaştığı muhalefetten yorgun düşen Hz Muhammed, önde gelen Mekkelilerin hissettiği güçlükleri ortadan kaldıracak bir vahiy gelmesini arzuluyordu. Bu ruh hali içindeyken, Mekke'nin çevresinde, tapınaklardaki tanrılara tavassutta bulunmaya izin veren iki (ya da üç) ayet içeren bir vahiy aldı. Bu ayetlerin Allah’tan gelemeyeceğini ve şeytan tarafından telkin edildiğini sonradan anladı. Ancak, bununla beraber başlangıçta bunları kabul etmeye meyyaldi ki, bu da, o aşamada onun tektanrıcılığının, belki de bir tür melek olarak görülen, doğaüstü varlıklara dua etmeyi dışlamadığını göstermektedir.

 

Kur’an'ın Allah’ın iyilikleri ve kudreti üzerinde ısrarının altında yatan nedir?

 

(2)       Yargılanma için Allah’a dönme.

Hesaba çekilmek için yeniden dirilme ve bunu bir ödül ya da cezanın izlemesi fikri, ilk başlardan itibaren mevcut olmakla birlikte; bu cezadan duyulan korku, İslam dininin ardındaki esas yönlendirici motif gibi görünmemektedir.

 

(3)       İnsanın yanıtı - şükür ve ibadet. 

“İnkâr edenler” anlamında kullanılan Arapça kelime, kâfir, Müslümanlar arasında teknik bir terim haline gelmeden önce, “nankör” anlamı taşıyor olabilir.

 

(4)       İnsanın Allah’a cevabı - cömertlik.

İnsanın, başka insan kardeşlerine yönelik davranışı hak-kında sadece ilk nazil olan ayetlerde değil, daha sonra inen ayetlerde de bulunanların hemen hepsi bu kadardır. İnsan kendisi için servet biriktirmeyecek ve servetinden ötürü ki-birli hale gelmeyecek; aksine yoksulları doyurmak için kullanacak ve onurlu bir biçimde öksüzlere diğer zayıf kişilere iyi muamele edecek onlara zulmetmeyecektir.

 

(5)       Hz. Muhammed’in vazifesi.

O zamanki durumda Hz. Muhammed’in vazifesi teması ilk ayetlerde ortaya çıkar fakat vurgulanmaz.

 

İlk Müslümanlar

Hz. Muhammed’in Allah’tan vahiy gelişine ilk iman eden ve Müslüman olan ilk kişinin eşi Hatice olduğunda herkes hemfikirdir.

…ilk Müslüman erkek / Ebu Talib’in oğlu Ali / Ali o zamanlar sadece dokuz ya da on yaşlarında bir çocuk

İlk Müslüman kişi olduğu ileri sürülenlerden bir başka kişi, Hz. Muhammed’in hanesinde yaşayan bir köle / Zeyd bin Hârise’dir.

İslâm’ı ilk kabul edenler içinde en önemlisi Hz Muhammed’den sadece iki yaş küçük olan / Ebubekir

 

…ilk Müslüman olanlar hakkında bazı biyografik ayrıntılar günümüze değin muhafaza edilmiş olup; bu malzemeye dayanarak İslâm’ın ne tür insanları cezbetıniş olduğu hakkında bir kanaat oluşturmak mümkündür. Onlar üç gruba ayrılabilir.

İlk olarak, en nüfuzlu kabilelerin en etkili ailelerinden bir grup genç erkek bulunmaktaydı.

İkinci olarak, hâlâ çoğu genç olan, diğer ailelerden ve kabilelerden kişiler bulunmaktaydı.

Üçüncü olarak gerçekten de kabile sisteminin dışında olan bir grup kişi mevcuttu. Bazıları, başlangıçta Mekke’ye köle olarak gelen, Bizans ya da Habeşistan kökenli, yabancılardı.

 

Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın etkisi

Ortodoks İslâm tarihyazımında Hz Muhammed'in okuma yazma bilmediği savunulur

 

Kur'an çoktanrıcılığa saldırarak işe başlamaz.

 

…bir kültürün diğer bir kültür üzerindeki tesirini yönlendiren üç “yasa”yı formüle eden Sir Hamilton Gibb tarafından sunulmuş kanunlar:

 

(1)       (...) kültürel etkiler ( ... gerçekte sahici bir biçimde özümsenmiş unsurlar) ilgili alanda zaten mevcut olan bir faaliyeti izler

(2)       Ödünç alınan unsurlar, ilk başta ödünç almaya yol açan faaliyetlerden beslenebilmelerine yarayacak ölçüde, ödünç alan kültürün hayatiyetinde bir genişlemeye katkıda bulunur.

(3)       Yaşayan bir kültür, başka kültürlerdeki kendi temel değerleri, hissiyatı veya güzellik ölçüleriyle çatışan tüm unsurları muteber görmez ya da reddeder.

 

Yeni dini fikirlerin toplumsal uygunluğu

Kadim zamanlardan bu yana Mekke’de bir kutsal bölge ve tapınak bulunuyordu. Arabistan’ın birçok bölgesinden göçebeler yılın belirli zamanlarında hac maksadıyla buraya gelirlerdi.

Mekke’nin kayalık niteliğinden dolayı orada tarım yapmak mümkün değildi

Bu göçebelerin ana gıdası deve sütüdür.

 

(Ticaret geliştikçe) Mekke'deki bu kabilevî dayanışmanın yerini bireycilik aldı.

 

Karşılaşılan sıkıntılar pervasızca ve vicdansızca servetin peşinden koşmaktan kaynaklanmaktadır ve Kur'an bunu sınırlamak istemektedir.

 

Üçüncü Bölüm

Muhalefet ve İnkâr

Erkam’ın evinde

Erkam yirmi beş yaşlarında bir delikanlıydı. Mekke'nin en zengin ve en güçlü kişilerinden bazılarının kabilesi olan, Mahzum kabilesindendi.

Belki 614’te, Hz. Muhammed, Erkam’ın evini İslâm’ın tebliğ edilmesi için merkez yapmıştı.

 

Mahzum kabilesinden Ebu Cehil’di. Bir gün Hz. Muhammed’e rastlayınca Ebu Cehil onunla saldırgan bir biçimde alay etmiş ve ona çok dokunacak hareketlerde bulunmuştu

Hz. Muhammed’in amcası Hamza Kâbe’de Ebu Cehil’i buldu ve elindeki yayla ona vurdu. Hamza o zamana kadar puta tapınaktaydı, fakat o zaman açıkça İslam’ı kabul etti. “Ben de onun dinindenim, şimdi de yeğenime hakaret edecek misin?” diye sordu.

 

"Şeytan Ayetleri” olayı

Bir ara Hz. Muhammed, putlara açıkça şefaat hakkı tanır gibi görünen bazı cümleleri Kur’an'ın ayetleri olarak söylemiş olmalıdır. Bunlar bir rivayete göre şöyledir:

Lat ve Uzza'ya mı tapıyorsunuz?

Ve diğer üçüncüsü olan Menat'a mı? Onlar göğe yükseltilen kuğulardır;

Şefaatleri umulur; Hoşnutlukları görmezden gelinmez. (Göğe yükseltilen kuğular” şeklinde tercüme edilen kelimenin anlamı meçhuldür. Muhtemelen bu, onların meleksi varlıklar olduğu anlamına gelmektedir.)

Ardından bir süre sonra Hz. Muhammed, buradaki son üç cümleyi iptal eden ve onların yerine diğerlerini yerleştiren bir başka vahiy aldı: (Necm Süresi, 19-23)

 

Hem birinci hem de ikinci şekil de açıktan açığa bildirilmişti ve bu değişiklik de, ilk şekli Hz. Muhammed'in haberi olmaksızın, şeytanın araya sıkıştırdığı yolunda açıklanmıştır.

Bu tuhaf ve şaşırtıcı bir rivayettir. Tavizsiz bir şekilde tek- tanrıcı olan bir dinin peygamberi çoktanrıcılığı teşvik ediyor gibi görünmektedir.

Bundan başka, Kur'an’da da böyle bir şeyi anlatan bir ayet vardır.

Senden önce hiçbir resul veya peygamber göndermedik ki bir şey temenni ettikçe [diledikçe] şeytan onun temennisine dair vesveselerde bulunmasın. Fakat Hak Teala şeytanın bütün vesveselerini izale eder, kendi ayetlerini sapasağlam yapar. Hak Teala her şeyi hakkıyla bilir, her şeyi hikmetle çevirir. (Hac Süresi, 52)

 

Önce şunu söylemek gerekir ki; bu üç tanrıça Mekke’den bir iki günlük mesafedeki üç tapınakla bağlantılıydı. Lat komşu şehir Taifin tanrıçasıdır, Uzza o şehirle Mekke arasında bir tapınağa sahipti ve Menat’ın da Mekke ve Medine arasında bir tapınağı bulunuyordu.

İslâm bölgede hâkim olunca üç tapınak yerle bir edildi.

 

Başlangıçta Hz. Muhammed bu mesele üzerinde kafa tutacak kadar hazırlıklı değildi. Muhalifleri ne istedilerse -üç tapınakta ibadet edilmesinin geçerliliğinin kabulü- “Şeytan Ayetleri”nde elde ettiler. Bu ayetlerin feshedilmesinin ne kadar zaman sonra olduğu konusunda bir şey söyleyemeyiz. En eski ve en muteber kaynaklar bu hususta bilgi vermez. Bu belki bir hafta, belki de aylardan sonra olmuştu.

 

Habeşistan’a göç

Genel olarak kabul gören görüşe göre bir grup Müslüman, 615 yılı dolaylarında, Habeşistan'a gider. Bunlardan bazıları Mekke'ye geri döner ve Hz. Muhammed'le birlikte 622'de Medine'ye giderse de diğerleri 628'e kadar Habeşistan’da kalır.

 

Müslümanların neden Habeşistan’a gitmiş oldukları ve neden bazılarının uzun zaman orada kaldıkları sorusu…

“Şeytan Ayetleri”nin kaldırılmasından sonraki zor şartların bu hicretle bir ilişkisi olması gerekir.

 

Mekke’de kaldıklarını bildiğimiz iki kişi müstesna hepsi Hz. Muhammed’in kabilesi olan Haşimilerin idaresindeki beş kabile grubuna dâhildi. Bu grup Erdemliler Birliği’nin yeniden tesis edilmiş bir şekline benzemektedir.

 

“Zulmeden” kabilelere ait olan iki kişiye gelince; bunlardan biri kör bir şairdi ve bu sebeple de özel bir konumdaydı. Öteki de, kendine ait geniş bir evi olan, düşmanlıklardan zarar görmeyecek kadar bağımsız olan, Erkam’dı.

 

Belki de onlar Habeşistan’a ticaret yapmak için gitti.

 

Yoksa ortaya çıkmakta olan İslâmî hareketlilik içinde derin fikir ayrılıkları mı vardı? Mekke’de kalan Müslümanlar arasında Hz. Muhammed'den sonra en önemlisi Ebubekir’di; fakat o da zayıf bir kabileden gelmeydi.

 

Fikir çarpışmaları

Bedeni insanın aslî bir parçası olarak kabul eden Mekkeliler, kabirde çürüdükten sonra insan bedeninin yeniden nasıl hayata döneceğini kavrayamıyorlardı.

 

Pratikte bencil olmak kolaydır fakat bir ideal olarak bencilliği savunmak o kadar kolay değildir.

 

Hz Muhammed’in “Allah’ın elçisi” olma konumuyla ilgili eleştiriler de bulunuyordu.

Putperestler tarafından kullanılan hücum hatlarından biri, Hz. Muhammed’in tecrübesinin gerçek olduğunu, tabiatüstü bir varlıkla ilişki kurduğunu kabul etmek fakat bu tabiatüstü varlığın Allah değil bir cin olduğunu, dolayısıyla Hz. Muhammed’in cinlendiğini ya da delirdiğini söylemek olmuştu.

 

Kur’an, Hz. Muhammed’in bir denetleyici değil, sadece bir haberci olduğunu, görevinin, insanlara ardından sonsuz bir mükafat ya da cezanın geleceği bir yargılamanın bulunduğunu haber vermekten ibaret olduğunu söyler

 

Haşimîlerin boykot edilmesi

Kureyşlileri Müslümanlara karşı kışkırtan kötü niyetli Ebu Cehildir. Asil ve güçlü çevreye sahip birinin Müslüman olduğunu duyarsa, onu şiddetle kınar ve ayıplardı. “Babanın dinini terk ettin” derdi, “Halbuki baban senden daha iyi bir adamdı; senin basiretini zayıf, muhakemeni sağlıksız göstereceğiz ve şerefini düşüreceğiz”. Şayet kişi bir tacirse, “Tanrının izniyle mallarının satılmadığını ve sermayeni yitirdiğini göreceğiz” derdi. Eğer Müslüman olan kişi nüfuz sahibi olmayan etkisiz biriyse, o zaman onu döver ve insanları ona karşı kışkırtırdı.

 

Mekke’de süregelen genel güvenlik sistemi, her kabilenin kendi mensuplarını koruması esasına dayanıyordu.

Batılı bilim insanları Mekke’de Müslümanlara yapılan eziyetin boyutlarının abartıldığını ileri sürmüşlerdir.

 

Ebubekir’in Müslüman olduğunda 40.000 dirhemi varken, 622’de Mekke’yi terk ederken sadece 5.000 dirheminin kaldığı söylenir.

 

Ebu Cehil / 616 dolaylarında, Haşimîlere karşı, Mekke’nin neredeyse tüm kabilelerinin büyük ittifakını meydana getirdi.

 

Boykot Haşimîler boyun eğdiği için değil, Ebu Cehil'in kurduğu ittifakın parçalanmasından dolayı sona erdi.

 

Ebu Leheb’ın ihaneti

…muhtemelen 619 yılında, Hz. Muhammed hem amcası ve koruyucusu olan Ebu Talib’i hem de vefakâr eşi ve yardımcısı olan Hatice’yi kaybetti.

 

Haşimî kabilesinin reisi olarak Ebu Talib’in yerini, kardeşi Ebu Leheb aldı.

Ebu Leheb, Ebu Cehil'le aynı nesilden, zengin bir tacir olan, Abdüşşems kabilesinden Ebu Süfyan'ın kız kardeşiyle evlenmeyi başardı.

 

Daha evvel / Hz. Muhammed'in iki kızı, Ebu Leheb’in iki oğluyla nişanlanmışlardı ama bu nişanlar yeni dönemde bozuldu.

Hz. Muhammed kabilesinin himayesinden mahrum kalmıştı. Artık Mekke’de o ana dek yaptığı gibi hareket edemezdi.

 

Dinini Mekke'de daha fazla savunamaz hale gelince Hz. Muhammed bir başka üs aramak zorunda kaldı. …ilk düşündüğü yer Taifti.

(Taifliler) onurlarına gölge düşmesinden korktular ve sadece Hz. Muhammed’in yaptığı teklifi reddetmekle kalmadılar, şehir halkını da onu taşlamaya kışkırttılar.

Büyük bir üzüntü içinde Hz. Muhammed Mekke’ye dönmek için yola çıktı. Geceyi geçirmek için konakladığı mevkilerden birinde ibadet ederken, bir cin topluluğunun gelip, onu dinlediği ve mümin olarak oradan ayrıldıkları rivayet edilmektedir.

 

Hz. Muhammed, Mekke’ye ancak kendisininkinden başka bir kabilenin liderinin himayesini garanti altına aldığı takdirde girebilirdi.

başvurduğu üçüncü lider, onu himayesine almayı kabul etti, yalnız bu himaye, Hz. Muhammed’in faaliyetlerini büyük ölçüde sınırlayan şartlara bağlıydı. Bununla beraber en azından, sonunda, Mekke’ye dönebilmiştir.

 

Medine’ye Hicret

Medinelilerin çağrısı

620 yılının yazındaki hac döneminde Medine’den altı kişi de bulunuyordu. Onlar Hz. Muhammed’in kişiliğinden ve getirdiği mesajından etkilendiler

621 yazındaki hac döneminde bu altı kişiden beşi, yanlarında yedi kişi ile birlikte geri geldiler.

rivayet olunduğu üzere, Hz. Muhammed’e onu peygamber olarak kabul edip, ona itaat edeceklerine ve belirli günahlardan kaçınacaklarına dair söz verdiler. Bu Birinci Akabe Biatı olarak bilinir.

 

622 Haziran’ına gelindiğinde Medine’den yetmiş beş Müslüman’dan oluşan bir temsilci grubunu, Mekke’de hac et-mek üzere bir araya getirmek mümkündü. İki kadım da içeren grup, geceleri gizlice Hz. Muhammed’le buluştu ve sadece Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edip günahlardan kaçınmakla kalmayıp, aynı zamanda Allah ve elçisi için savaşacaklarına dair yemin de etti. Bu İkinci Akabe Biatı ya da Savaş Biatı’ydı.

 

Medine’nin sorunları

Medine, kırk kilometrekarelik veya daha geniş bir vahaydı ve geçimini hurma ve tahıl yetiştirerek sağlıyordu.

Yahudi Kaynuka kabilesinin ikamet ettiği bölgede bir pazar yeri bulunuyordu. Kaynuka Yahudileri sadece tüccar değildi, aynı zamanda sarraf ve silah ile zırh imalatçısıydılar.

 

Yahudiler ve Araplar arasında birçok evlilik gerçekleşmişti ve genel hayat tarzları açısından Yahudi kabilelerini, Araplardan ayırt etmek pek mümkün değildi.

 

Medine’deki kavgaların ve gerilimin altında yatan temel sebep, Medinelilerin hâlâ bağlı oldukları, vahadaki zirai ha-yat şartlarıyla uyuşmayan, göçebe bakış açısı ve ahlâktı. Artan nüfus için Medine’nin topraklarından geçim sağlamak güçleştikçe kavgalar ortaya çıktı ve kan döküldü. Bu durumla baş etmek için göçebe geleneklerinin sahip olduğu yegâne yöntem kan davası idi.

 

Medineliler onun kendilerini sıkıntılardan kurtaracağı ve yeni bir barış dönemini kurabileceği ümidi içindeydiler.

 

Hicret

Medineliler Hz. Muhammed’e ikinci biatından önce bile, (622 Temmuz’unun başı), ona tabi olan Mekkelilerden bir ya da ikisi Medine’ye taşınmıştı.

 

Hz. Muhammed’in kendisinin yola çıkmaya hazır olma­sı Eylül ayının ortalarını buldu. Bunu yapmadan kısa bir sü­re önce Mekkeli putperestlerin şüphelendikleri ve Hz. Muhammed’i öldürmeyi tasarladıkları söylenir.

 

O ve Ebubekir beraberce evlerini terk ettiler

Ebubekir’in azat­lı bir kölesinin genellikle koyunlarım otlattığı yere yakın bir mağarada saklandılar. Burada, üç gün boyunca Mekkelilerin onları bulmak için feryat ve çığlıkları yükselip dininceye kadar, kaldılar.

24 Eylül 622’de Medine vahasının sonunda yer alan Kuba yerleşim yerine eriştiler. Hicret güvenle tamamlanmıştı.

 

Bazen Latince karşılığı olan hegira kullanılan Arapça hicret kelimesi, “kaçış” anlamına gelmeyip en doğru şekilde “göç” olarak çevrilebilir.

İslâmî takvimin başlangıcı hicretin gerçekleştiği yılın ilk günü yani MS 16 Temmuz 622’dir. İslâmî yıl ayın hareketlerine göre oluşan 12 aydan ya da 354 günden müteşekkil olduğundan bir Hıristiyan yüzyılında yaklaşık 103 İslâmî yıl bulunmaktadır.

 

Medine’deki ilk aylar

Medine Vesikası olarak bilinen bir belge günümüze kadar gelmiştir.

Maddelerin bir grubu bir başka grupla aynı konuyu işlerken bir madde de tekrar edilmiştir.

 

Belge şu şekilde başlar:

Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla!

Bu Kureyşli ve Yesribli [yani, Medineli] müminler ve Müslümanlar ve bunlara tabi olanlar onlarla birlikte mücadele edenler arasında peygamber olan Hz. Muhammed’den yazılı bir metindir. İşte onlar diğer insanlardan farklı tek bir ümmettirler.

 

Hz Muhammed’in zamanındaki Araplar için aşina oldukları tek siyasî birim, kabile veya kan bağına dayanan akrabalık grubu, dışında herhangi bir siyasî birimini tasavvur etmek neredeyse imkânsızdı.

 

Hz. Muhammed, hiçbir surette bu topluluğun yöneticisi değildi. Muhacirler bir kabile olarak muamele görüyordu ve Hz. Muhammed onların reisi durumundaydı fakat kendi reisleri olan sekiz diğer kabile daha vardı.

 

Hz Muhammed’in şüpheye yer bırakmayan siyasi yükselişi, 627 Nisanı'ndaki Medine kuşatmasının başarısız olmasından sonra başlar.

 

Peygamberlik hayatının ilk aşamasından itibaren Hz. Muhammed, Kur’an’da kendisine vahyedilen mesajların, Yahudilik ve Hıristiyanlık öğretileriyle benzerliğinin farkındaydı.

Muhtemelen Medine’ye göçten sonra Hz. Muhammed’in, İslâm için Yahudiliği model aldığı düşünülmeye başlandı.

 

Beşinci Bölüm

Mekkelilerin Kışkırtılması

İlk sefer veya akınlar

623 yılında bir iki dahili olay meydana geldi. En önemlisi, Nisan ayında meydana gelen, Hz. Muhammed'in Ayşe’yle evliliğinin gelinin en fazla dokuz yaşındayken gerçekleşmiş olmasıdır.

 

624 Ağustos ayında Hz. Muhammed’in kızı Fatıma kuzeni Ali’yle evlendi

Osman bin Affan, Hz. Muhammed’in büyük kızı Rukiye ile Mekke'de evlenmişti.

623 yılının önde gelen özelliğinin Mekkeli kervanlara karşı akınlar düzenlenmesine başlanmasıydı.

 

Hz. Muhammed kasıtlı olarak Mekkelilere meydan oku-makta ve onları kışkırtmaktadır.

 

Dökülen ilk kan

Muhacirlerin sekiz ila on iki kişilik küçük bir birliği Abdullah bin Cahş liderliğinde sefere gönderildi. Kendilerine doğuya doğru iki gün boyunca ilerlemeleri ve ardından da Abdullah’a verilmiş olan mühürlü bir mektubu açmaları söylenmişti. Bu yöntemle Medineli asilerden hiçbiri nihaî hedefi öğrenemeyecek ve düşmanı bilgilendirmeyecekti. Abdullah mektubu açtığında, Mekke ve Taif arasındaki yolun epeyce güneyindeki, Nahle olarak adlandırılan yere doğru ilerlemesi ve orada da Yemen’den dönen Mekke kervanını pusuya düşürmesi talimatlarını buldu.

Abdullah ve grubun geri kalanı Nahle'ye ulaştı

…kendilerini Mekke'ye giden hacılar olarak gösterdiler ve kan dökmenin yasak olduğu haram aylardan birindeydiler. Bu şekilde, saldırmak için bir fırsat buluncaya kadar kervana eşlik ettiler.

Müslümanlar haram ay içinde kervanın muhafızlarına aniden saldırdılar.

…sadece dört muhafız vardı. Bunlardan biri kaçtı. …haberi Mekke’ye ulaştırdı.

Endişenin nedeni, görünüşe göre, haram ayın ihlal edilmesiydi.

Mekkeliler, bunun burunlarının dibinde meydana gelmiş olmasından dolayı öfkeden çılgına dönmüş olmalıydı.

 

Yahudilerden kopuş

Yahudilerle kopuşun en önemli görünümü entelektüel olanıydı.

Hz. Muhammed davasının dinî yönüne tüm kalbiyle inanmış insanların desteğine ihtiyaç duydu. Yahudiler onu bu destekten mahrum bırakmak için ellerinden geleni yapıyorlardı

 

İbrahim'in Yahudi olmadığı iddiasını reddedemezlerdi. Çünkü O, Yahudi dini ister Yakup'la, isterse de Müslümanların normalde yaptığı gibi Musa'yla başlatılsın, Yahudi dininin ortaya çıkmasından önce yaşamıştı.

 

İbrahim’in dini ilk başlarda hanifiye ya da hanif dini olarak adlandırıldı. Hanif sözcüğü Batılı bilim insanlarınca fazlasıyla tartışılmıştır. Önceleri Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından “putperest” için kullanılmış görünür ve ayrıca eski Suriye-Arap dininin Helenleştirilmiş (ve felsefi) biçimini benimseyenleri de ifade ediyordu.

 

Bedir Savaşı (15 Mart 624)

Mekkeli büyük bir kervanın Mekke’ye dönmek için Gazze’den yola çıktığının haberini aldı. Rivayet edildiğine göre, kervanda yer alan bin deve 50.000 dinar değerindeydi ve Mekke’deki hemen herkesin kervanda bir payı vardı.

Hz Muhammed onun yolunu kesmek için mümkün olan en fazla kuvveti topladı. Bu konuda artık Sad bin Muaz'ın desteğine sahipti. Bu destek onun, bir listeye göre 300’den fazla kişiyi, 238 ensar ve 86 muhacir, toplamasını sağladı.

Ebu Cehil yönetimindeki Mekkeliler büyük bir güç toplamak için harekete geçtiler.

…yaklaşık 950 kişi yola koyuldu.

 

Herhalde taraflardan hiçbiri savaşmaya fazla istekli değildi.

 

Savaş, Arapların geleneğinde olduğu gibi, kahramanlar arası bir dizi teke tek vuruşmayla açılmış görünür.

Hz. Muhammed’in 300 kişilik küçük kuvveti, Mekkelilerin çok daha büyük olan kuvvetlerini tam bir bozguna uğratıp püskürtmüş ve liderlerinden birçoğunu öldürmüştü.

 

Altıncı Bölüm

Mekkelilerin Hamlesinin Başarısız Olması

Medine’de birlik: Kaynuka’nın sürülmesi

Bu olayın görünüşteki sebebi, Kaynukalardan birkaç Yahudi ile pazarda ticaret yapan birkaç Müslüman arasındaki küçük bir kavgaydı.

…şüphesiz, bu olaydan sonra Medine'nin iç ticaretinin büyük bir kısmı muhacirlerin eline geçmişti.

Bütün bu olanlar, 624’ün başlarından itibaren, Medine’deki siyasî iklimin ne kadar değişmiş olduğunu gösterir.

…toplumun yapısını sağlamlaştırmak için başka bir vasıta da muhacirlerin liderlerini evlilik ilişkileriyle birbiriyle bağlamaktı. Hz. Muhammed’in kuzeni Ali ile kızı Fatima’nın evliliklerinin 624 Haziranı’ndan sonra gerçekleşmiş olması muhtemeldir. 624 Eylülü’nde Hz. Muhammed kızı Ümmü Gülsüm’ü halife olacak olan Osman’la evlendirdi. Osman daha önceden Ümmü Gülsüm’ün kızkardeşi Rukiye’yle evliydi ama Rukiye Bedir savaşının yapıldığı günlerde vefat etmişti.

625 Ocağı’nın sonlarına doğru Hz. Muhammed halife olacak olan Ömer’in kızı Hafsa’yla evlendi.

 

(Mekke’de) Bedir’den sonra Ebu Süfyan işlerin idaresini eline aldı.

Bedir’den on hafta kadar sonra, Mayıs ayının sonuna doğru, Ebu Süfyan yeminini yerine getirmek için, 200 kişilik bir kuvvetle Medine’ye bir baskın düzenledi.

Medi­ne’nin kenar mahallelerine kadar ulaşabildi. Eski bir arkada­şı, Yahudi kabilesi Beni Nadir’in reisi ona yemek ikram et­ti ve yemek esnasında mahalli durum hakkında bazı bilgiler verdi, (geri dönerken) iki ev yaktırdı ve birkaç tarlayı tahrip ettirdi.

Hz Muhammed Ebu Süfyan’ın yakınlara kadar gelmiş olduğunu duyar duymaz en az 200 kişi topladı ve peşine düştü.

Mekkeliler (kaçarken), kendilerine lazım olmayan erzaklarının bir kısmını bırakmışlardı ve bunun çoğu arpa unuydu. Müslümanlar bunları topladılar, bu sebeple bu gazveye “arpa unu gazvesi” adını verdiler.

 

Uhud Savaşı (23 Mart 625)

11 Mart 625’te ana ordu Mekke’den yola çıktı. Bazı müttefik birlikleri onlar ilerlerken onlara katılacaktı. Medine’ye vardıklarında Mekkeliler 700’ü zırhlı 3.000 kişilik bir kuvvettiler

Ordu Medine vahasına 21 Mart Perşembe günü ulaştı.

Hz. Muhammed sol tarafı korumak için biraz doğuda olan bir tümseğe ya da çıkıntıya elli okçu konuşlandırdı.

Zafer neredeyse Müslümanların avuçlarının içindeyken talih aniden tersine döndü.

Halid bin Velid’in yönetimindeki süvariler / Müslüman okçuların konumlarından uzaklaştıklarını gözlemleyerek, geride kalan birkaç okçuyu hızla ezip geçti ve Müslümanların kanadına ve arkasına saldırdı. Bunu, özellikle Hz. Muhammed’in öldürüldüğü çığlığı yükseldiğinde, büyük bir karmaşa görüntüsü izledi.

Hz. Muhammed öldürülmemişti fakat Yüzünden ve bacağından iki ya da üç yara aldı

Hırpalanmış Müslümanlar yaralarını sarmakla uğraştıkları halde, Ebu Süfyan vahanın herhangi kısmına hücum etmeyi ve onu geçmeyi göze alamadı, geldiği yoldan Mekke’ye doğru yola koyuldu.

Eğer değer ölçüsü verilen zayiatla ölçülürse Mekkeliler savaşta üstün gelmişlerdi fakat yapmak istediklerini de yapamamışlardı.

Uhud Savaşı Hz. Muhammed için bir askerî yenilgi değilse de, neredeyse manevî bir yenilgi olarak adlandırılabilir.

 

Buradaki esas mesele Allah’ın, Müslümanları terk etmeden, bu tür bir talihsizliğin başlarına gelmesine nasıl izin verdiğiydi.

Allah Müslümanların Uhud’da uğradıkları musibete, kısmen itaatsizliklerinin cezası kısmen de onların sadakatinin bir sınanması olarak izin verdi.

 

Hz Muhammed’in iyi bir istihbarat teşkilatı vardı ve sonraki iki yıl boyunca herhangi bir aleyhte hareketin meydana gelmesini önlemek için çaba sarf etti.

 

Uhud Savaşı’nda Müslümanların uğradığı can kayıpları, özellikle dul kalan kadın ve yetim kalan kızların maişetlerinin teminine yönelik birtakım toplumsal sorunlar yarattı.

 

Kur’an, ana soyundan gelen bir toplumu baba soyundan gelen bir topluma dönüştürmek için köklü adımlar atıyordu.

 

Hz. Muhammed’in tüm evliliklerinin arasında en tartış-malı olanı 627 Martı’nın sonlarına doğru Zeynep binti Cahş’la meydana geldi.

Zeynep, Hz. Muhammed’in babasının kız kardeşlerinden birinin kızı olarak, onun kuzeniydi.

Medine’ye göç etti. Orada, karşı çıkmasına rağmen, Hz. Muhammed tarafından, evlatlığı Zeyd bin Hârise’yle evlenmeye zorlandı.

Zeynep’le yaşam, Zeyd için dayanılmaz hale geldi ve onu boşadı. “Bekleme süresi” tamamlandığında Hz. Muhammed Zeynep’le evlenir.

…tüm evlilikler gibi bunun da siyasî bir maksadı bulunuyordu.

Bu evlilikte beğenilmeyen şey bunun mahremler arasında zina sayılmasıydı.

 

Nadir kabilesinin 625 Ağustosu’nda kovulmasından sonra, 626 Nisanı’na kadar Medine’den herhangi bir sefer düzenlenmedi. Bu dönemle ilgili olarak bazı kıtlık rivayetleri söz konusu olup, belki de sefer olmamasının sebebi buydu.

 

Medine kuşatması

Medine kuşatması, Müslümanlar tarafından Hendek Seferi olarak bilinir, 31 Mart 627’de başladı ve aşağı yukarı on beş gün sürdü.

Kuşatma, putperest Mekkelilerin, Hz. Muhammed’in iktidarım parçalamak için gösterdikleri en büyük gayretti.

Mekkeliler tarafından toplanan orduda söylendiğine göre, üç ayrı birlik oluşturan, yaklaşık 10.000 kişi bulunuyordu.

Hz. Muhammed’in güvenebileceği kişi sayısı yaklaşık 3.000 idi.

Hz. Muhammed, kendi adamlarının neredeyse iki katı kalabalık ve süvariler konusunda muazzam bir biçimde üstün olan düşmanla açık alanda karşılaşmayı göze alamazdı. Bu sebeple o zamana dek Arabistan’da bilinmeyen bir savunma biçimini benimsedi. Medine'nin süvari saldırısına açık her yerine hendek kazdı.

Nisan’ın ortalarına doğru Medine'ye yönelik tehdit ortadan kalkmıştı. Mekkelilerin büyük çabalan fiyaskoyla son buldu.

Konfederasyon ordusunun dağılması, Mekkelilerin Hz. Muhammed'le baş etmekte topyekun başarısız olduğuna işaret ediyordu.

 

Kureyza Yahudileri Hz. Muhammed’in düşmanlarıyla entrika çevirdi ve bir noktada Hz. Muhammed’e arkadan saldırmanın eşiğine dek geldiler. Bu sebeple onlar Medine topluluğuna karşı ihanetvari etkinliklerinden dolayı suçluydu.

Kureyza şartsız olarak teslim oldu.

Hz. Muhammed Sad bin Muaz’ı hakem olarak atadı.

Evs ve orada bulunan diğerleri onun kararına boyun eğeceklerine yemin ettiler. Sad, Kureyza’ın tüm erkeklerinin öldürülmesini, kadınlarla çocukların da köle olarak satılmasını emretti. Bu hüküm, görünüşe bakılırsa sonraki gün, gerektiği gibi infaz edildi.

 

Yedinci Bölüm

Mekkelilerin Kazanılması

Gördüğü bir rüyanın sonucu olarak Hz. Muhammed umre yapmak için Mekke'ye gitmeye karar verdi. Hz. Muhammed, Müslümanları (ve muhtemelen diğerlerini de), ona katılmaya ve onlardan kurban etmek amacıyla hayvan getirmelerini istedi. Sonunda Hz. Muhammed, 13 Mart 628 tarihinde aralarında Huzaa kabilesi göçebelerinin de olduğu 1.400 ila 1.600 civarında kişi ile yola koyuldu.

Mekke kutsal topraklarının kıyısındaki Hudeybiye'ye ulaştı.

Mekkeliler, Hz. Muhammed hac yapmaya kalkışırsa, savaşacakları tehdidinde bulundular. Hz. Muhammed'le Mekkeliler arasında haberciler gidip geldi ve sonunda bir anlaşma üzerinde uzlaşıldı. O yıl Müslümanlar geri gidecekti ama sonraki yıl Mekkeliler, Müslümanların umre ibadetinin gereklerini yerine getirebilmeleri için, şehri üç günlüğüne boşaltacaklardı. Müzakerelerin kopacakmış gibi göründüğü bir sırada Müslümanlar Hz. Muhammed'e Rıdvan Biati ya da Ağaç Altındaki Biat olarak bilinen biatı yaptılar. Anlaşmanın sonucu olarak Hz. Muhammed yanında getirdiği hayvanını kurban etti ve saçlarını tıraş etti.

İlk hüküm her iki tarafın on yıl müddetince birbirlerine karşı düşmanlık yapmayı terk edeceklerine dairdi.

Hac yapmanın bir yıl süreyle ertelenmesine dair hüküm Mekkeliler açısından zevahiri kurtardı. Aynı zamanda sonraki yıl hac yapma iznini almakla Hz. Muhammed niyetlerini ve tutumlarını sergileme gayesine ulaşmış oluyordu.

 

Hayber’in fethi (Mayıs-Haziran 628)

Mekke’den döndükten altı hafta kadar sonra Hayber’in üzerine sefere çıktığında, sadece ağaç altında biat yapmış olanların kendisine eşlik etmesine izin verdi.

Hayber Yahudileri, özellikle de Medine'den sürgün edilen Nadir kabilesinin liderleri, hâlâ Hz. Muhammed'e kızgındı. Onlar civardaki Arapları Müslü- manlara karşı silahlandırmak için, servetlerini müsrifçe harcıyordu. Bu Hayber’e saldırmak için yeterli bir sebepti.

 

Hayberlilerle Hz. Muhammed arasındaki anlaşmada, daha sonraki İslâm imparatorluğunun temellerinden biri haline gelecek olan yeni bir ilke ortaya kondu. Buna göre, Yahu- diler topraklan işlemeye devam edecek ancak ürünün yansını Müslüman sahiplerine vereceklerdi.

 

Hz. Muhammed, anlaşmadan hemen sonra, (adlan verilerek) altı haberciyi, civardaki ülkelerin yöneticilerine, onları Islâm'ı kabul etmeye davet etmek üzere göndermişti.

 

Hayber’in ve Mekke’nin fethi arasındaki dönemdeki sayısız fetih arasından bazıları, Hz. Muhammed’e muhalefet etmeye son veren ama hâlâ tamamen hareketsiz duruma geçmemiş bulunan kabilelere karşı düzenlendi.

 

629 Mart’ında Hz. Muhammed, 2.000 kişiyle birlikte Mekke’ye giderek umresini gerçekleştirdi.

…üç ay sonra çok yetenekli iki kişi, Mahzum kabilesinden Halid bin Velid ile Sehm kabilesinden Amr bin As’ın İslâm’ı seçti

 

Ebu Süfyan Müslümanların Mekke'yi ele geçirmesinde, genellikle kabul edilenden çok daha büyük bir rol oynadı. Müslüman tarihçiler Ebu Süfyan’ın rolünün Abbas'ınkinden daha görkemli görünmesini engellemek amacıyla bu hakikati gizlediler.

 

Mekke’nin teslim oluşu

Hudeybiye Anlaşması'ndan sonraki bir buçuk yıl içinde Müslümanların gücü hızla arttı.

Mekkelileri korkutmaya yetecek kadar bir güç toplamaya girişti

Seferin hedefi hakkında Medine’de hiçbir şey söylenmedi,

1 Ocak 630’da Hz. Muhammed, yol boyunca katılanlarla sayısı 10.000 kişiyi bulan bir orduyu yola çıkarabildi.

…muhtemelen 11 Ocak 630 sabahı) kuvvetleri dört kola bölünerek dört farklı yönden Mekke’ye doğru ilerledi.

 

Hz. Muhammed’in başarısının sebepleri arasında en başta geleni, İslâm’ın çekiciliği ve bir dinî ve toplumsal sistem olarak Arapların gereksinimlerine uygunluğuydu.

 

Huneyn Savaşı (31 Ocak 630)

Hz. Muhammed Mekke’nin işlerinin sorumluluğunu yüklenmekle meşgulken doğudan askeri bir tehdit belirmekteydi. İki veya üç günlük yürüyüş mesafesinde Hevazin olarak adlandırılan kabileler grubu Hz. Muhammed'in ordusunun iki katı büyüklüğünde bir ordu topluyordu.

Hz. Muhammed Mekke’den 27 Ocak'ta çıktı ve 30’unun akşamı Huneyn’de, düşmana yakın bir yerde konakladı.

Müslümanlar, gördükleri devasa insan ve hayvan kalabalığı karşısında cesaretlerini yitirdiler. Hevazin savaş sırasında tehlikeye atma pahasına tüm kadınlarını, çocuklarını ve sürülerini beraberlerinde getirmişti.

Bu tehlikeli durumda Hz. Muhammed'in kendisi, küçük bir grup muhacir ve ensarla dimdik durdu. Bu dalgayı tersine çevirdi ve çok geçmeden düşman tamamen kaçmaya başladı.

Müslümanların sayısı azdı. Yine de zafer tam ve kesindi.

 

Sekizinci Bölüm

Arabistan’ da Bir Yönetici

Hz. Muhammed’in saygınlığı büyüdükçe, kolayca fark edilmeyen farklılıklar aşamalı olarak kendilerini görünür kılıyordu. Medine’deki kabile reislerinin birçoğu menfaatlerinin nerede olduğunun farkına varmıştı

 

Huneyn sonrasında, Hz. Muhammed’in Medine’ye dönüşünden itibaren, bir zamanlar tek tük gelen heyetler kafileler halinde gelmeye başladı.

 

Hicretin olduğu sırada Farslar, Bizans’ı yenilgiye uğratmış, Mısır, Suriye ve Anadolu’yu istila etmişti.

Farsların Konstantinopolis’i 626 yılında kısa süreli kuşatması başarısızlıkla sonuçlandı. Sonraki yıl Heraclius Fars lmparatorluğu’na akın etti

 

Tebük Seferi

Suriye yolu boyundaki kabileler büyük ölçüde ya da tamamen Hıristiyandı ve uzun zamandan beri Bizans lmparatorluğu’yla işbirliği yapma geleneğine de sahiptiler.

Hz. Muhammed, şüphesiz Kutsal Haç’ın, Heraclius tarafından Mart ayında muzafferane bir biçimde Kudüs’e iadesini duymuştu.

Hz. Muhammed 630 Ekimi’nde görece devasa ordusuyla yola çıktı

 

Yolculuk esnasında Hz. Muhammed’e karşı bir suikast düzenlendiği söylenir

“nifak mescidi”

Muhammmed sefere çıkmadan önce bazı Müslümanların Medine ovasının uzak bir köşesinde, inşa ettikleri yeni bir mescide davet edildi; fakat o bunu dönüşüne erteledi. Yolda ilerlerken kendisine bir biçimde karşı bir entrika çevrildiğini sezdi ve Medine'ye döner dönmez mescidi yıkmaları için iki adam gönderdi.

 

632 yılında İslam devleti Medine ve belki buna ilaveten Mekke halkının merkezde yer aldığı Hz. Muhammed'le çeşitli koşullar altında ittifaklar kuran kabilelerin bir toplamıydı.

 

Yahudilerin Mısır’dan çıkışından bu yana, Ortadoğu’da din ile siyaset daima birbirleriyle yakından bağlantılı olagelmiştir; bir hareketin önemli siyasî görünümünün olması, onun (modem Batı’da sık sık olduğu gibi) dinî olmadığı anlamına gelmez.

 

Son aylar

Kıpti cariyesi Mariye ona, yaklaşık 630 Nisanı’nda İbrahim adında bir oğlan doğumuş ve bu onu çok mutlu etmişti; ama küçük İbrahim muhtemelen 632 Ocağı’nda öldü.

Aynı yıl, hanımlarının belki de hızla artan zenginliğinden kaynaklanan artan kıskançlığı nedeniyle sıkıntılı günler yaşadı.

 

632 Mart’ında, Hz. Muhammed bizzat bir hac kafilesi-nin başında Mekke’ye gitti.

Hac artık tamamen bir Müslüman ibadeti idi ve putperestlerin katılması yasaklanmıştı.

8 Haziran 632 Pazartesi günü, başı Ayşe’nin kucağındayken ahirete intikal etti.

 

Dokuzuncu Bölüm

Değerlendirme

Hz. Muhammed, orta boylu veya ortalamadan biraz uzun boyluydu. Göğsü ile omuzlan genişti ve bütün olarak sağlam bir yapıya sahipti. Kollan uzun, elleri ve ayakları iriydi. Alnı geniş ve düzdü, ortası hafif tümsek bir burna, kahverengiye yakın, iri, siyah gözlere sahipti. Saçları uzun ve sık, düz veya hafif dalgalıydı. Sakalı da sıktı, boynunda ve göğsünde ince bir hat halinde de kıllar vardı. Yanakları dolgun, ağzı geniş ve hoş bir gülümsemesi vardı. Teninin rengi açıktı. Hz. Muhammed daima yokuş aşağı iner gibi yürürdü ve diğer insanlar ona yetişmekte zorlanırdı. Bir yöne doğru dönerse bunu bütün vücuduyla yapardı.

 

Kedere yatkındı ve derin düşüncelere daldığı, uzun süre sessiz kaldığı dönemleri oluyordu; yine de hiçbir zaman dinlenmez, daima bir şeylerle meşgul olurdu. Gereksiz yere asla konuşmazdı. Sözleri, her zaman söylemek istediği konuya ilişkin ve ne kastettiğini açıkça ortaya koymaya yetecek kadar olur

 

Başından sonuna değin hızlı bir biçimde konuşurdu. Duygularını sıkıca denetim altında tutardı. Canı sıkıldığı zaman başka tarafa dönerdi; memnun olduğu zaman gözlerini kısardı.

Gülmesi çoğunlukla tebessüm şeklindeydi.

 

…çocuklara düşkün olduğu ve onlarla iyi anlaştığı görülmektedir. Belki de bu, tüm oğullarının bebekken öldüğünü görmüş olan bir insanın özlem dolu sevgisiydi.

Ali bin Ebu Talib’i de çok severdi; fakat o, Ali’nin başarılı bir devlet adamı niteliklerine sahip olmadığının farkına varmıştı.

 

Dünyadaki büyük insanlar içinde hiçbiri Hz. Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır.

 

Samimiyet olmaksızın, Ebubekir ve Ömer gibi güçlü ve dürüst karakterli insanların bağlılığını ve hatta adanmışlığını nasıl kazanabilirdi?

 

Çağdaşları onu hiçbir şekilde ahlâkı olarak kusurlu bulmadı.

Kendi zamanı ve nesli içinde o bir toplumsal reformcuydu; hatta ahlâkı alanda bile bir reformcuydu.