24 Kasım 2020 Salı

Küçük Prens

 Kitabın ses kaydı: 


Antoine de Saint Exupery – Küçük Prens

 …korkunç bir resim görmüştüm. Boa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu.

Fili yutmuş olan bir boa yılanı resmi yapmıştım. Ama büyükler anlamadığı için onlara bir resim daha yaptım.

Şu büyüklere her şeyi tek tek açıklamak gerekir hep.

Büyükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar.

…pilot oldum.

Bundan altı yıl önce Büyük Sahra Çölü üzerinde uçağımla geçirdiğim kazaya kadar işte bu yüzden yapayalnız bir hayat sürdüm.

…gün doğarken incecik bir sesle uyandırıldığımda nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz sanırım.

Küçücük, olağandışı biri ciddi bakışlarla beni süzüyordu.

"Lütfen... Bir koyun çizin bana..."

"Sen başka bir gezegenden mi geliyorsun?" Yanıt vermedi.

Küçük prensin geldiğini söylediği gezegen olsa olsa bir ev büyüklüğündeydi!

Küçük prensin geldiği gezegenin B-612 diye bilinen asteroid olduğu konusunda beni haklı çıkaracak ciddi bir nedenim var.

Bu asteroidi ilk kez 1909 yılında bir Türk gökbilimci teleskopla gözlem yaparken görmüş.

Bu buluşunu hemen Uluslararası Gökbilimi Toplantısı'nda büyük bir heyecanla sunmuş, ama adamcağız şalvar, cepken ve fes giyiyor diye onun söylediklerine hiç kimse değer vermemiş. Büyükler böyledir işte...

Bir süre sonra bir Türk lideri herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de, 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B-612'yi tanıtabilmiş. Bu kez herkes ilgiyle izlemiş onun söylediklerini.

Büyükler böyledir işte.

Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım, koyunu ile birlikte beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu biraz da onu unutmamak için. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam, kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra.

…küçük prensin gezegeninde çok korkunç bir bitkinin tohumları sarmış ortalığı. Baobap tohumlarıymış bunlar.

"Dikenler hiçbir işe yaramaz. Çiçekler kindarlıklarından dolayı dikenlidirler..."

"Ya!"

Bir anlık bir sessizlik oldu. Sonra küçük prens birden parlayıverdi. Gücenik bir sesle:

"Hayır! Sana inanmıyorum. Çiçekler narin yaratıklardır. Çok masumdurlar. Kendilerini güvencede hissetmek isterler. Dikenlerinin korkunç silahlar olduğuna inanırlar..."

"Gezegenlerden birinde yaşayan kırmızı yüzlü bir adam tanıyorum. Tek bir çiçek koklamamış, tek bir kez bir yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş. Yaşamı boyunca tek yaptığı şey bir takım sayıları toplamak. O da bütün gün kendi kendine aynı şeyi söylüyor, senin gibi: 'Çok önemli işlerim var benim!' Bunları söylerken gururla kabarıyor göğsü. Ama o bir insan değil ki, mantar!"

"İnsan bir çiçeği severse, milyonlarca ve milyonlarca yıldızda yalnız tek bir çiçek açarsa, işte o yıldızlara bakarak mutlu olur. Kendi kendine şöyle der: ‘İşte orada, o yıldızlardan birinde benim çiçeğim.’ Ama koyun çiçeği yedi miydi bütün yıldızlar kararıverir... Bu da hiç önemli değil, öyle mi?"

“İnsan hiçbir zaman çiçeğini dinlememeli. Ona bakmalı ve güzel kokusunu içine çekmeli yalnızca. Çiçeğimin kokusu bütün gezegene yetiyordu. Ama ben ona hak ettiği inceliği gösteremedim…”

Küçük prens… asteroidlerin yakınlarında bulmuştu kendini. Bilgisini artırmak amacıyla hepsini tek tek dolaşmaya başladı. İlkinde bir kral yaşıyordu.

İkinci gezegende kendini beğenmiş bir adam yaşıyordu.

Sonraki gezegende bir ayyaş yaşıyordu.

Dördüncü gezegenin sahibi bir işadamıydı.

Beşinci gezegen çok ilginçti. En küçükleriydi. Üzerinde bir sokak feneri vardı ve bu feneri yakan adamın sığacağı kadar yer vardı.

Altıncı gezegen bir öncekinden on kez daha büyüktü. Cilt cilt kitaplar yazmakta olan yaşlı bir adam yaşıyordu burada.

"Buradan sonra nereye gitmemi önerirsiniz?" diye coğrafyacıya sordu.

"Dünya'ya git," dedi coğrafyacı.

"Seni buralara getiren nedir?"

"Bir çiçekle sorunlarım vardı," dedi küçük prens.

"Ya!" dedi yılan.

İkisi de sustular. Sonunda küçük prens, "İnsanlar nerede?" diye söze başladı. "Çölde insan çok yalnız hissediyor kendini..."

"İnsanların arasında da yalnızdır insan," dedi yılan.

Açmış güllerle dolu bir bahçenin önündeydi. "Günaydın," dedi güller.

Küçük prens onlara baktı uzun uzun; kendi çiçeğine benziyorlardı.

"Kimsiniz?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Biz gülleriz," dedi güller.

Birden küçük prensin içi üzüntüyle doldu. Çiçeği ona evrende başka bir eşi benzeri bulunmadığını söylemişti. Oysa işte burada, tek bir bahçede beş bin tane birden vardı!

"Görseydi ne çok üzülürdü," dedi kendi kendine.

Güller çok utanmışlardı.

"Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçen biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı, ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o benim çiçeğim."

Tilkinin yanına döndü sonra.

"Hoşça kal," dedi.

"Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit bir şey: İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir.

Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."

"Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.

"Yalnızca çocuklar neyin peşinde olduklarını biliyorlar," dedi küçük prens. "Paçavradan bir bebekle saatlerce oynarlar ve o bebek çok önemli olur onlar için ve eğer birisi onu ellerinden almaya kalkarsa ağlarlar..."

"Şanslılar" dedi makasçı.

"Çölü güzel yapan," dedi küçük prens, "bir yerlerde bir kuyuyu gizliyor olması..."

"Ev, yıldızlar, çöl... Onları güzel yapan gözle görülmeyen bir şeyler!"

"Yıldızlar bütün insanların," diye yanıtladı. "Ama her insan için aynı değiller…”

O gece yola çıktığını görmedim. Hiç ses çıkarmadan kalkıp gitmişti. Ona yetiştiğimde çabuk ve kararlı adımlarla yürüyordu.

"Gelmemeliydin. Acı çekeceksin. Ölmüşüm gibi olacak, ama ölmeyeceğim..."

Bir şey söylemedim.

"Anlamalısın. Çok uzak. Bu gövdeyi oraya taşıyamam. Çok ağır."

"Çiçeğim... Ondan ben sorumluyum. Ve o çok güçsüz! Çok saf! Kendini savunmak için dört işe yaramaz dikeni var..."

Ben de oturdum. Ayakta duracak halim kalmamıştı.

"İşte hepsi bu..."

Biraz daha durakladı, sonra ayağa kalktı. Bir adım attı. Ben kımıldayamadım.

Ayak bileğinin dibindeki sarı bir parıltıdan başka hiçbir şey görülmedi. Bir an hareketsiz kaldı. Çığlık atmadı. Bir ağaç gibi yavaşça devrildi. Kuma düştüğü için hiç ses çıkmamıştı.

Hiçbir büyük bunun ne kadar önemli bir sorun olduğunu anlayamaz!

22 Kasım 2020 Pazar

Gülşah Kurt Güveloğlu - Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamelerinde Rize (1925-1929)

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamelerinde Rize (1925-1929)

Gülşah Kurt Güveloğlu, Tarih ve Gelecek Dergisi, Haziran 2020, Cilt: 6, Sayı: 2 (s. 526-557)

 

1878 sonrasında Rize, sancak merkezi olmuş ve Lazistan olarak anılmaya başlamıştır.

1881’de Of’un bağlanmasıyla idari yapısı genişleyen Rize / 18 Haziran 1920’de müstakil bir sancak olmuştur

Kasım 1923’te sancağın adının Rize olmasına karar verilmiştir.

20 Nisan 1924’te vilayet olmuştur.

…vilayet olduğunda Rize, Merkez, Hopa ve Atina kazaları ile bunlara bağlı sekiz nahiyeden oluşmaktaydı.

 

Rize liva (sancak) merkeziyken, 1924 yılında Pazar (Atina), Hopa ve Merkez kazadan oluşan bir vilayete dönüştürülmüştü.

Rize vilayetinin merkez kazasıyla birlikte 3 kazası ve bunlara bağlı 8 nahiye ile 349 karyesi bulunmaktadır.

 

Vali / Mehmet Hurşit Bey

Belediye Reisi / Hakkı Bey

 

Rize’nin 20 Nisan 1924’te vilayet olmasının ardından vali Mehmet Hurşit Bey (Akkaya) olmuştur.

Mehmet Hurşit Bey, 1926 yılına kadar bu görevde kalmıştır.

 

1921-22 yılları arasında Lazistan mutasarrıflığına atanan Mehmet Eşref Bey (Sayit) 3 Mart 1926da Rize valisi oldu.

 

1925 yılında Rize milletvekillerinden Esat Bey (Özoğuz) vermiş olduğu bir takrirde Rizede ayrı bir cinayet mahkemesinin kurulmasının zorunluluğunu dile getirmiştir.

 

(Bu dönemde Rize milletvekili Esat Bey'in, TBMM başkanlığına vermiş olduğu bir takrir, hem vilâyetteki adlî işlerin yoğunluğunu göstermesi hem de Rize adliyesinin yapısını göstermesi bakımından önemlidir.

Esat Bey, 13 Ocak 1925 tarihinde vermiş olduğu takrirde, "Cinayet muamelelerinin kesret ve ehemmiyetine mebnî Rize'de müstakil cinayet mahkemesiyle hukuk dairesinin Atina kazasında da hâkim muavinliğinin, Mapavri nahiyesine de sulh hâkimliğinin Mart'tan itibaren teşkilleri"nin gerçekleşmesini temenni ettiğini belirtmiş ve bu takrir önce Başvekâlet'e, oradan da Adliye Vekâleti'ne gönderilmek suretiyle işleme alınmıştır. / Cumhuriyet Döneminde RİZE –I, s. 186)

 

1926-27 Devlet salnamesine göre Rize vilayeti merkez kazasının genel nüfusu

133.059 kişi olarak görülmektedir.

 

1927-28 devlet salnamesinde de ilin nüfusuna ait bilgilere bulunmaktadır. Buna göre, kayıtlı genel nüfus merkez kazada 99.720,

1922 yılında Ziraat Müdürü Zihni Derin’in yetiştirdiği fidanları halka dağıtmasıyla vilayette portakal ve mandalina ziraati yaygınlaşmıştır

…portakal, mandalina ve fındık / mısır, arpa, buğday, fındık, pirinç, fasulye, keten, kenevir üretiminin yanında, kıyı bölgelerde balıkçılık, iç bölgelerde ise hayvancılık yapıldığı görülmekte

 

1925-26 devlet salnamesinde Rize merkez kazasının 150 bin dönüm arazide ziraat yapıldığı

 

Merkez kazada 11 milyon kilo mısır, 1 milyon kilo arpa, 1 milyon kilo fasulye, 100 bin kilo tütün, 450 bin kilo patates, 20 bin kilo kendir, 70 bin kilo fındık, 35 milyon adet portakal, 700 bin kilo elma, 500 bin kilo armut, 40 bin kilo ceviz, 15 bin kilo kestane üretilmekte olup, bunlardan 400 bin kilo fasulye, 50 bin kilo tütün, 10 bin kilo kendir bezi, 50 bin kilo fındık, 30 milyon adet portakal, 500 bin kilo elma, 10 bin kilo armut, 10 bin kilo ceviz, 5 bin kilo kestane ihraç edilmektedir. 49 Hopa kazasında 12 milyon kilo mısır 3 milyon kilo fındık, bin kilo tütün ve 5 milyon kilo elma üretilmekte ve bunun büyük kısmı ihraç edilmektedir.

 

1925 senesi Rize vilayetinin merkez kazasının genel geliri 82 bin 812 lira, Atina kazasının 49 bin 788 lira, Hopa kazasının ise 57 bin 701 liraydı. Belediyenin geliri ise Merkezde 16 bin, Hopa’da 6 bin 463, Atina’da ise 3 bin 106 liraydı.

 

…en fazla üretilen ziraai ürünler mısır, portakal ve fasulye

 

…merkez kazasında 1925-26 yıllarında 1 orta, 1 imam hatip, altı aylık kız, 65 ilk erkek okulu

 

(1926-27) Merkezde 40 yataklı bir hastane inşa edildiği

 

1925 yılında Rize vilayetinde herhangi bir şirket ve fabrika yoktur.

 

Rize’de Ziraat Bankasının bir şubesi var

 

Kalapotamos’ta Abidero kereste fabrikası ver /  bu fabrikanın Sadıkoğlu Ruşen beye ait olduğu ve yörede yetmiş kişiye iş imkanı sağladığı belirtilmekte…

Rize merkezde peştemal üretimi yapan bir tezgah vardır.

 

Rize’deki el tezgahlarıyla yapılan dokumacılığın büyük kısmı kendir dokumacılığı ve keten bezi yapımına dayanmakta

 

341 senesi zarfında vuku bulan mütenevvi (متنوع)cürümlerin mikdarı 411’dir. (s. 631)

İstanbul matbaası, 1926

 

 

16 Kasım 2020 Pazartesi

Müzik: Evgeny Grinko - Field

 Evgeny Grinko - Field


"Polyushka Polye" ismiyle bilinen marşın daha yavaş/ağır ve soğuk versiyonu 

6 Kasım 2020 Cuma

Roald Dahl - Matilda

Seslendirilmiş şekli şu linkte: https://www.youtube.com/watch?v=b0-CY3QgfNg&list=PLBCjrAT-FHTqjcFDGadjDw6G8wn4RsPek



4 Kasım 2020 Çarşamba

Mümtaz Turhan - Kültür Değişmeleri - Sosyal Psikoloji Bakımından Bir Tetkik

Bu kitabın bir kısmı (köy tetkikiyle, üçüncü, son kısım) doktora tezi olmak üzere Cambridge üniversitesine sunulmuştur.

…kültür değişmeleri

(evolution - tekamül) nazariyesidir. Bu nazariye taraftarlarına göre medeniyet, ilk vahşet devrinden bugüne kadar devamlı bir ilerleme ve gelişme göstermiştir.

…evolüsyonizm, hakiki vakıaların sübjektif bir tarzda basitleştirilmesinden ibarettir.

…tekamülün bütün mesuliyet ve sebebini bir kültürden diğerine geçen unsurlarda ve bunların yayılmasında (diffusion - intişarında) gördüğü için bu mektep mensuplarına da difüsiyonistler denmektedir.

(bunlara) tarihçi mektep adı da verilmektedir.

H.R. Lowie: insan yaradılışı itibariyle taklide mütemayil, itiyatlarına bağlıdır; yaratıcı ve icatkar değildir. Onun için yüksek bir kültürün meydana gelebilmesi için fevkalade müstesna ve müsait şartları ihtiva eden bir muhite, bir mıntıkaya ihtiyaç vardır.

(Bu şartlar) eski Mısır'da vardı ve hakikaten burada yüksek bir medeniyet meydana geldi.

Medeniyet böylece yayıldığı nisbette tabiatıyle hızından, kuwetinden kaybederek zayıflayacaktır. Binaenaleyh merkezden uzak mesafelerde medeniyette bir gerileme, bir inhilal olması zaruridir (s. 18).

…kültür değişmelerinin sistemli, ilmi bir şekilde tetkiklne başlangıç olan ilk etnoloji araştırmalarının misyoner ve müstemlekecilik hareketiyle birlikte yürüyüp geliştiği görülüyor.

Bu nevi tetkiklerin nazari ve ameli faydalarını kavrayan ilk müstemlekeci memleket de Hollanda oluyor.

Dünyanın birçok yerlerinden gelen muhtelif ırklara, milletlere mensup ve ayrı kültür ve medeniyetleri temsil eden müteaddit grupların karşılaştığı, birbirinden farklı mütenevvi yerli kavimlerin yaşadığı Amerika, kültür temaslarına ve değişmelerine ait tetkikler için çok müsait bir zemin teşkil etmektedir.

Kültür ve Medeniyet

(Kültürün üç tanımı / s. 36-37) …kültür insanın hayatında içtimaı yoldan tevarüs ettiği maddi ve manevi her unsuru ihtiva eder.

Bu terimin ikinci bir manada kullanılışı daha çok taammüm etmiştir. Bu manaya göre kültürden ferdi inceliğin daha ziyade konvansiyana tabi bir ideali kastolunmaktadır.

Medeniyetten biz insanın, hayatı üzerinde müessir şartları kontrol maksadıyla sarfetmiş olduğu cehitler neticesinde meydana getirdiği mekanizma ve teşkilatın umumi heyetini kastediyoruz.

•Kültür ise• bu manada kullanılan medeniyetin anti tezidir.

Ziya Gökalp'a göre / Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyet, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka, beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şekilleri vardır ki, bunlara (hars-kültür) adı verilir.

…medeniyet usul vasıtasiyla ve ferdi iradelerle vücuda gelen içtimai hadiselerin mecmuudur.

Harsa dahil olan şeylerse, usul ile, fertlerin. iradesiyle vücuda gelmemişlerdir, sun'i değillerdir.

İctimai ihtiyaçların başında fertlerin arasındaki münasebetlerin tanzimi gelir. 

Bedeni, içtimai ve ruhi ihtiyaçlar… / Kültür…

…her kültür daimi bir tahavvül halinde bulunmaktadır.

Malinowski'nin tarifi

Kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut nizamını, yani ictimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe kalbeden bir prosestir (s. 49).

Umumiyetle münferit yabancı kültür unsurlarının iktibası hemen hemen bütün serbest kültür değişmelerine bir başlangıç olmaktadır.

Yabancı bir kültür unsurunun cemiyete ithalinden, iyiden iyice benimsenip temessül edilmesine kadar geçen ictimai kültür presesini başlıca üç safha veya merhale halinde göstermek mümkündür.

Evvela, bu yeni unsurun kabulünde rolleri olan ilk müteşebbislerin onu benimsemeleri ve kabul etmeleri safhası; saniyen, mücedditler tarafından cemiyete ithal edilen yeni kültür unsurunun diğer fertler tarafından benimsenip kabul edilmesi safhası; ve nihayet bu unsurun, mevcut kültüre intibak ve temessül edebilmesi için geçirmek mecburiyetinde olduğu tahavvüller merhalesi gelir.

Köy Topluluğu Üzerinde Bir Tetkik

Aşağı Pasin ovası

Ardos, Azap ve Zars köylerinde yaşayanlar aynı menşeden gelmiş olduklarına inanıyorlar.

Bu havailde toprağı işlemek için kara sapan kullanılmaktadır.

(Bir diğer alet) “Kotan” dedikleri pulluktur.

…atlar, yalnız yarışlar, cirit oyunları vesair zamanlarda binmek için beslenir, fakat ziraatte veya yük taşımakta kullanılmazdı; yalnız kışın şahısların nakli için kızaklara koşulurdu.

…fenni ziraat usulleri tatbik olunamadığı için verim pek noksandır (s. 67).

…evlerin süt ve yağ ihtiyaçlarını tatmin maksadiyle koyun ve inek beslenmektedir.

Bu köylerde basit demircilik, nalbantlık, marangozluk ve berberlikten başka zenaat yoktur.

…zengin bir arazi sahibinin yanında dürüst hareket eden çalışkan bir marabanın, kendi başına müstakil çalışan ortahalli bir çiftçiden çok defa daha iyi durumda olduğu ekseriya görülür.

Umumiyetle aile ana ve babadan, oğullardan, bunların karılarından ve çocuklarından teşekkül eder. Böylece bir ailenin nüfusu 10 ile 30 arasındadır.

16 yaşına kadar bu köy cemaatiyle birlikte yaşadığım için o vakitki hayatlarına ve yaşayış tarzlarına dair hatıralarım taze ve canlıydı

Değişmeler Üzerinde müessir olan faktörler

Muhacirlik veya yeni bir muhite yerleşme faktörü.

Cemaatin bugün yaşadığı asıl muhitte vukua gelen coğrafi (fiziki) ve ictimai tahavvüller

Civar vilayetler, bilhassa Kars ahalisi ile temas.

Maddi kültürde husule gelen değişmeler

Ev inşaatında göze çarpan ilk yenilik çatının ithaliydi. (Kiremit kullanımına ilk olarak 1928 zelzelesinden sonra başlanmış)

…ev inşaatında çok daha sık görülen asıl yenilik, pencerelerin şeklinde ve yapılış tarzında idi.

Evvelce pencereler duvarların çatıya yakın kısımlarında hatta çatı üzerinde gayet küçük olmak üzere açılırdı.

Manevi kültür sahasındaki değişmeler

…zengin ailelerin Birinci Dünya Savaşından evvel bu havalide büyük bir nüfuzları vardı.

Başı sıkıntıya düşen, hükümetle işi olan, alacağını alamayan, borcunu veremeyen, evi yıkılan, hayvanı ölen herkes onlara baş vururdu.

Şüphesiz mevkilerini bazen suiistimal edenler de olurdu. Fakat bu çok enderdi.

Eskiden din, düşüncelerinde merkezi bir yer işgal ediyor ve hareketlerinin esas saikini teşkil ediyordu. Her şey rengini dini hislerden alıyor, ona göre kıymetlendiriliyordu.

Bugün din artık kollektif bir mesela olmaktan çıkmış, tamamiyle ferdileşmiştir.

…en çok çarpan değişikliğin, evvelce dini birer vecibe imiş zanniyle riayet edilen adetlerin hurafe veya batıl itikatlardan çoğunun bugün terk olunmasıdır.

Birinci Dünya Savaşından önce, devlet mekteplerinde verilen terbiye ve tahsilin, dini hisleri zayıflatacağı, bu itibarla zararlı olduğu zannedilirdi; bu telakki oldukça umumi idi.

Birinci Dünya Savaşından evvel bu köylerdeki mektepler (mahalle mektepleri gibi) hocaların elinde idi.

Reddedilen veya temessül edilmeyen kültür unsurları

Evvela kabul edilip denendikten sonra reddilen yeni unsurlar.

…iki buğday tipiyle muhtelif nevi meyve ağaçları ve sebzeler

…biçme, tohum ekme, tırmık ve harman makinesi gibi unsurlar

…köylüler eğer bu kategoride bulunan unsurları kabul edebilselerdi, geçinmek hususunda rastlamış oldukları güçlüklerden birçoğundan kurtulacak, en esaslı ihtiyaçları tatmin edilmiş ve nisbeten rahata kavuşmuş olacaklardı.

Hiç denenmeden doğrudan doğruya reddedilen unsurlar.

…peçe ve çarşafın lağvı, şapkanın kabulü, köyde müşterek bir meyve fidanlığının tesisi ve temizliğe ait bazı tedbirler

Kanuni mecburiyet dolayısiyle kabul ettikleri şapka veya kasketleri eski itiyatlara, fes adabına göre giyiyorlardı.

…ahlak kaidelerine, zevk ve düşüncelerine aykırı düşen bir kültür unsuru, temin edeceği faydalar nazarı itibara alınmadan reddedilebiliyor.

Umumiyetle serbest kültür değişmelerin en mühim bir hususiyeti olmak üzere, yerine daha iyi, daha faydalı ve müessir yeni bir unsur konmadan eskilerden hiç birisinin terk olunmadığı müşahedesini de zikretmek lazımdır (s. 108).

Mecburi kültür değişmeleri

…mecburi veya empoze kültür değişmesi, aynı cemiyet içinden çıkan bir grubun üstünlüğüne inandığı yabancı bir kültürü veya bunun bir kısmını yahut muayyen bazı unsurlarını, mensub olduğu cemiyete zorla kabul ettirmesini de tazammun eder (s. 114).

Norman ve Sakson kültür unsurlarının birleşerek İngiliz kültürünü meydana getirmiş olması buna iyi bir misal teşkil edebilir.

…temas halinde gruplardan birinin ötekisini üstün gördüğü veya öyle tanıdığı umumiyetle müşahede edilen bir vakıadır. Bu takdirde kendisini küçük gören grup gerek ictimai gerek kültür bakımından hayran olduğu cemiyete benzemeye çalışmaktadır. Üstün gruba karşı duyulan hayranlığı, kendisini küçük gören cemiyetin verdiği hükümlerde müşahede etmek mümkündür (s. 116).

Eğer kültür teması, sosyal psikolojik planda kalıyor ve silah kuvvetiyle desteklenmiyorsa, ikna yolu, itibar faktörünün tesiri sayesinde, biricik tesirli metot olarak kalacaktır.

Bununla beraber davranışlarla doğrudan doğruya alakası olmayan kültür unsurlarını zorla kabul ettirmek güçtür. Zira yaptığı veya yapmadığı muayyen bazı şeylerden ötürü bir insana ceza verilebildiği halde düşündüğü veya inandığı bir şeyden dolayı cezalandırılamaz. Yedi bir grubu kiliseye muntazaman gitmeye mecbur etmek mümkündür; fakat Hıristiyanlığı zorla kabul etmesi temin olunamaz.

…mecburi kültür değişmesinin bir hususiyeti de hakim grubun, empoze edeceği unsurlar gibi mahkum grubun kültüründe tahrip etmek istediği unsurları da bizzat seçmektedir. Tabii bu intihap, hakim grubun alaka ve menfaatlerine uyacak bir şekilde yapılır (s. 17).

…serbest kültür değişmelerinde, bütün fonksiyonel münasebetleri tamamiyle ifa edebilecek yeni bir unsur kabul edilmeden eski kültür unsurlarına dokunulmamaktadır. Halbuki mecburi kültür değişmelerinde bunun aksine hareket edilerek tatmin edici ikameler bulunmadan, yani yerlerine uygun, muadil yeni unsurlar kanmadan eskileri mütemadiyen ortadan kaldırılmaktadır. Bu suretle kültürün en tabii, en asli bir fonksiyonunun önüne geçilerek grubun birçok ihtiyaçlarının tatmin edilmesine mani olunmaktadır. Bunun neticesi olmak üzere cemiyetin iktisadi ve ictimai hayatında birçok aksaklıklar meydana gelmekte, fertler azami bir huzursuzluk ve sıkıntı içinde yaşamaya mahkûm bulunmaktadırlar (s. 118).

Mecburi bir değişmenin fena ve zararlı neticeler vermesinin sebebini, yalnız zorla ithal edilen yeni unsurlarda aramak doğru değildir; asıl sebep büyük bir ihtimalle mevcut kültür unsurlarının fonksiyanlarına mani olunmasındadır.

Umumiyetle alıcı grup, kabule mecbur olduğu davranış şekillerini kendi kıymet sistemlerine, zihniyetine göre yeniden kıymetlendirmek, tefsir etmek, değiştirmek suretiyle ancak muvaffakiyetle temsil edebilir (s. 120).

Avram Galanti'ye göre, ikinci Beyazid zamanında İstanbul ve Selanik'de, 19, Birinci Selim zamanında da 33 kitap basılmıştır. Bu tarihlerde İstanbul'da üç ve Selanik'te bir matbaa vardı. Bu matbaalarda İbranice, Latince, Yunanca eserler basılıyordu.

…garplılaşmaya karşı gösterilen ruhi mukavametin kırılmasında başlıca amil mağlubiyetlerimiz olduğuna göre, kültür değişmelerinin, hiç olmazsa başlangıcında, daha çok askerlik sahasında veya onunla ilgili olarak vukua gelmesi beklenebilir. Nitekim öyle olmuş, Tanzimata kadar değişmelerin ağırlık noktasını askerlik veya ona bağlı mevzular teşkil etmiştir (s. 141).

Birinci Abdülhamid'in (1774-1789) sadrazamı Halil Hamid Paşa, padişahın da tasvibiyle ordunun talimi ve teknik bakımdan ıslahı maksadiyle Fransa'dan mütehassıslar getirmiştir.

(Rusya’ya karşı) Osmanlı imparatorluğunun hiç olmazsa kendisini müdafaa edebilecek bir vaziyette bulunması lazımdı

III. Selim devri

Bu devirde husule gelen değişmeler / tasarlanmış olduğu halde meydana gelmiştir; bu itibarla daha sistemlidir; daha şuurludur.

II. Mahmut zamanı

…yeniçeriliğin lağvı, cemiyet içinde ani bir boşluk bırakması bakımından ictimai bünyede çok mütenevvi ve mühim tesirler icra etmiştir.

…bu devir, serbest değişmeler çağının sona erdiğini, mecburi veya güdümlü değişmelerin başladığını ve artık böylece devam edip gideceğini göstermektedir.

Garplılaşma tarihimizde yine ilk defa olmak üzere Avrupa, bu devirde kılık ve kıyafette, yaşayış tarzında, ictimai teşkilatında taklit edilmekte, bu noktalar üzerinde bilhassa ısrarla durulmaktadır. Avrupalıya yaşayış tarzında ve şekil itibariyle benzeme ihtiyacı halinde, çok kuvvetli bir şekilde tezahür eden bu temayül, artık garp medeniyetinin üstünlüğünü tasdik etmekten. ona teslim olmaktan başka çare kalmadığını ifade eder (s. 167).

Tanzimat Devri (1839 - 1876)

…bu devir, yakın zamana kadar garplılaşma hareketinin başlangıcı sayılmıştır.

…bu devir, yenilik hareketlerinin artık genişlemek üzere olduğunun ilk işaretini verir. Zira ıslahat hareketlerinin istikameti, devletin esas bünyesini değiştiren ve padişahın selahiyetlerini tahdit eden bir mahiyet almıştır.

II. Abdülhamit veliaht iken Mithat Paşa ile aralarında geçen müzakereler neticesinde Meşrutiyet idaresi kuracağını vadetmiş, bu şartla tahta çıkmıştı.

1892 den itibaren müslüman Türklerden Avrupaya talebe gönderilmesine artık müsaade edilmiyor. Aynı suretle bunların, o vakitler sayısı gittikçe çoğalmaya başlayan ecnebi mekteplere devamları da menediliyor. Buna mukabil müslüman olmayan ekalliyetler bundan istisna ediliyor. Hakikaten bu tarihlerde Robert Kolej harıl harıl Bulgar, Rum ve Ermeni talebeleri yetiştirip mezun ettiği halde Türkler bundan faydalanamıyor.

Meşrutiyet Devri (1908 • 1923)

Lale Devrinden Tanzimata kadar olan bir asırlık zaman zarfında garplılaşma faaliyetleri, bariz bir şekilde ordunun ıslahı veya yenileştirilmesi mevzuu etrafında toplanır. Diğer her nevi yenileşme teşebbüslerine ya ikinci derecede bir ehemmiyet verilir; veya bunlar sırf bu esas gayeyi desteklemek maksadiyle ele alınır (s. 206).

Tanzimat devrindeyse Avrupa'ya başka bir cepheden yaklaşılmak istendiğinden garplılaşma hareketi de gayesini değiştirir. Bu defa imparatorluğun kurtuluşunun çaresi, esas teşkilatının, ictimai bünyesinin Avrupa devletlerinin yapısına benzetilmek üzere ıslahında görülür.

…köydeki inkişaflar, kültürün zayıf taraflarını gidermek maksadiyle iktibas edilen münferit unsurlar neticesinde meydana gelen serbest bir değişme olduğu halde şehirlerde müşahede edilen yenilikler, kültürün bütünü üzerine yapılmış tazyik ve müdahale esasına dayanan güdümlü bir değişme karakterini taşımaktadır.

Şehirlerde birçok kültür unsurları terkedilip yerlerine daha iyisi veya yenisinin konulmaması ve garp medeniyetine intibak edilememesi yüzünden eski kültür, istiklaliyle birlikte kendi kendini kontrol hassasını da kaybetmiştir. Bunun bir neticesi olmak üzere kültürün ferdi davranışlardaki tezahürleri de gayri muayyen ve mütehavvil bir şekil almıştır (s. 210).

Kültür Değişmelerinin Umumi Bir Tahlili

…kültür değişmeleriyle bunlar üzerinde müessir olan faktörler

Birinci kategoriye ait tesirlere Müsbet faktörler, ikinci kategoride bulunanlara da Menfi faktörler diyeceğiz.

Birbiriyle karşılaşan iki medeniyet arasındaki esas farkları görememek, benimsemek istenen kültürü meydana getiren asli unsurları ve hakiki kıymetleri tayin edememek (s. 217 vd.)

…güdümlü (empoze) bir kültür değişmesi… / Bu hal uzun müddet devam ettiği takdirde kültür, kendi kendini kontrol hassasını, inkişaf imkanlarını kaybedeceğinden cemiyette her şey düzeninden çıkacaktır (s. 118).

…bir kültürün sert tarafı dediğimiz unsurları değiştirmeye teşebbüs etmeden önce cemiyeti bu hususta hazırlamak ihtiyacı vardır. Bir ictimai grup veya cemiyetin atitüd/tavır, zihniyet ve görünüşünde değişmelere alıştırmak maksadiyle bu nevi lüzumlu bir hazırlık yapılmadan işe girişilecek olursa çok şiddetli bir mukavemetle karşılaşılacağı muhakkaktır (s. 225).

Onun için ekseri büyük müceddid ve inkılapçıların neden ilkin kültürün bu sert kısımlarını tahrip etmek veya onları değiştirmek istedikleri anlaşılmamakta ve bu sual ısrarla sorulmaktadır. Maamafih bu suale cevap olmak üzere, bu unsurların yerli halkı, yabancı kültür veya medeniyet mensuplarından ayırmaları bakımından sembolik bir kıymet ve ehemmiyeti haiz oldukları ve zorla tahrip edildikleri takdirde değişmelere karşı gösterilecek mukavemetin ortadan kalkacağı ileri sürülmektedir. Eğer her iki kültürü ayırt eden farklar bu suretle yok edilirse mahalli kültür de istiklal ve hüviyetini kaybetmiş olacak denmektedir.

Rus köylülerinin sakallarını tıraş ettirip elbiselerini değiştiren Deli Petro ile memurların kıyafetini Avrupalılaştırıp sarık yerine fes giyilmesini emir ve resmi ziyafetlerde şarap içitmesine müsaade eden II. Mahmud gibi cezri inkılapçıların bu hareketleri bir tesadüf eseri değildir. Zira gerek sarığı gerek fesi yalnız Müslüman Türkler biraz da Hıristiyanlardan ayırt edilmek üzere giymekte idiler / s. 226

…bu unsurların sembolik bir kıymeti haiz olmaları sarığın yerine geçen fesin kabulü hususunda başlangıçta gösterilen mukavemet, sonraları onun terkedilip şapkanın alınmasına karşı da gösterilmiştir. Zira bu arada fes sarığın yerine geçip onun rolünü üzerine almış bulunuyordu.

“Türk halkının gözünde şapka ile ebedi bir lanete mahkumiyet arasında fark yoktur. Bir İstanbul efendisi uşaklarından birisinin ne dereceye kadar itaatli ve temkinli olduğunu denemek maksadiyle bir bardağa ağaç çileği şurubu doldurup Osman al, şu şarabı iç der, bir an tereddüt içinde şaşalayan uşak, yalvaran bir eda ile Allah Allah! Efendim, neredeyse bana şapka giy diyecek cevabını verir.”

Charles White: Three Years in Constantinople. cilt II, sf. 197. / s. 227

Avrupa medeniyetini diğer bütün kültürlerden ayıran unsur, ilmi metoddur. (Peki neden inkişaf hepsinde aynı değil)

…birçok ilimadamları, bu cemiyetlerde görülen kısmi veya tam inhilallerin sebebini, kültür değişmelerinin ani ve empoze oluşunda bulmaktadırlar.

Bizce asıl sebep, bir cemiyetin, garp medeniyetinin tazyikiyle kültürünü değiştirdiği esnada bunun maddi kısmiyle manevi kısmı arasındaki münasebeti ve bu arada ruhi muvazenesini kaybetmiş olmasıdır. Çünkü cemiyet, bu sırada kendi öz ölçülerini, kıymet sistemlerini, itiyadlarını kanaat ve telakkilerini, imanını ya kısmen veya tam olarak kaybettiği ve bunların yerine kendine daha iyi bir nizam, daha yüksek bir ruhi müvazene ve kültür bütünlüğü temin edecek muadillerini, fonksiyanlarına göre ikame edemediği için ictimai faaliyetleri ve kültür hadiselerini artık idare ve kontrolden aciz bulunmaktadır (s. 268).

Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1987