Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır…
İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve
çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz.
Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir
tanrıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar,
Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din
yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın.
Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık
yoktur
Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında,
dünyadaki kötülük biraz daha artar...
İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde normal
insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır...
Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz -ve
ötelerine geçtiğimiz- ölçüde tahammül ederiz.
Her samimi felsefe, sırlarımızı eleyen ve istenen etkilere
dönüştürme işlevi gören uygarlığın unvanlarını inkâr eder.
Farklı özüne itina gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından
her adımda tehdit edilir. Dikkati -en büyük ayrıcalığı- onu sık sık terk ettiği
için, kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer, ya da murdar sırlara yem olur...
Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile
bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir…
…hayat ölümden fazla ürküntü verir: Büyük Meçhul odur.
Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye
sahip olsaydı kendini yok ederdi…
Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir.
Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar
Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla kendini
ortadan kaldırır.
Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sönüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecektir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna direnmiş olacaktır; oysa bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi kokuşmuşluğu üzerine düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi, ölümün geçmişi'ne doğru bakacaktır - kendisi de artık yaşayamayan bir dirilmiş'ten başka bir şey olmayacaktır. "Yöntem"i onu hem hayattan hem ölümden kurtarmış olacaktır (s. 16).
Bir felsefenin ya da bir imparatorluğun yıkılmasında etken
olmak: Bundan daha hazin ve daha görkemli bir kibir tahayyül edilebilir mi? Bir
yanda hakikati, öte yanda da azameti öldürmek…
Varlıkların zikrettikleri sebepleri benimsemek güç
olduğundan, her birinden her ayrılışımızda, akla gelen soru değişmez şekilde
aynıdır: Nasıl oluyor da kendini öldürmüyor?
Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da,
fiiliyatın sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir
kuvvettedir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca
varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik…
Mutsuzluk, soluk alan her şeyin dokusunu oluşturur; ama
çeşitleri evrim geçirmiştir
Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı, kendi derdine âşık
olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder.
İnsan kendini Şeytan'da çok fazla bulduğu için O'na tapamaz;
ondan bilerek nefret eder
Pazar öğleden sonraları ayları:: a uzasaydı, ter dökmekten
kurtulmuş, ilk lanetin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye
varırdı?
Zamanın sınırsızlığı duygusu, her saniyeyi dayanılmaz bir
azaba, darağacına çevirirdi.
Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek-
yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım
etmesidir.
Kendinden çıkmak günah işlemektir.
Adem'den beri insanın bütün çabası, insan'da değişiklik
yapmak olmuştur.
Tabiatta bütün varlıkların kendi yerleri varken, insan,
metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat'ın içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde
tuhaf kaçan bir yaratık olmayı sürdürmektedir. Tarihe muteber bir hedef bulan
hiç kimse çıkmamıştır; ama herkes bir öneride bulunmuştur…
Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla
mümkündür.
Kuvvetimizi, unuttuklarımızdan ve aynı andaki kaderlerin
çokluğunu tasavvur etme yetersizliğimizden alırız. Evrensel acıyı o lahzada
anlayan ve hayatta kalabilen kimse olamazdı… / s. 30
Şair, selamete ermeye özendiğinde kendine ihanet etmiş olur:
Selamet, şarkının ölümüdür, sanatın ve ruhun yadsınmasıdır...
Lanetlenme karşısında uysal olan bizler, acı çektiğimiz
ölçüde var oluruz - Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeyler'in
miktarıyla büyür ve telef olur.
MUTSUZLUGUN BİLİNCİ
Her şey, unsurlar ve fiiller, seni yaralamada elbirliği
ederler. Burun kıvırmanın zırhına mı bürünmelisin? Kendini bir tiksinti
kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin?
Zamanın yankılan seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir...
Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir!
Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de
varsın? / s. 32
Uzaktakinin özlenmesi'ne bir formül bulmak için yırtınan
kişi, kötü inşa edilmiş bir mimarinin kurbanı olacaktır.
Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir içeriğe kavuşur.
Başka yer saplantısı, anın imkansız olmasıdır; bu imkansızlık da nostaljinin ta
kendisidir.
Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasaklayabilir,
ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bütün aletler buna
yardımcı olurlar, bütün uçurumlarımız buna davet ederler bizi; ama bütün
içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu karşıtlık ruhumuzda çıkışsız bir çatışma
geliştirir (s. 39).
Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir?
Ümitsizliğe talim eden ve kendini kabullenen cesetleriz;
kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine
getirmek için ölürüz: Sanki hayatımız, sadece ondan kurtulabileceğimiz atlı
ileri atmamıza bağlıymış gibi...
Kader - mağluplar terminolojisinin gözde sözcüğü...
Devasızlığa bir isim kadrosu bulmaya meraklıyızdır ve isimler icat ederek,
felaketlerimizin üzerinde asılı aydınlıklarda bir hafifleme ararız. Kelimeler
merhametlidirler: Narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder... / s. 41
Hayat yasalarının başında çürüme gelir…
Her insan bir kıyamet imkânını barındırır,
Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız
olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.
Bütün hakikatler bize karşıdır. Ama yaşamaya devam ederiz
çünkü onları oldukları gibi kabulleniriz, çünkü onlardan sonuç çıkarmayı
reddederiz.
Bir Hindu prensinin bir sakat, bir yaşlı ve bir ölü görmesi,
her şeyi anlamasına yetmiştir; bunları gören bizler ise hiçbir şey anlamayız,
zira hayatımızda hiçbir şey değişmez.
İnsanlık, onu yadsıyan olayların içinde aşıkane yaşar...
Bütün sevinçlerinin bedelini ödeyen, bütün zevklerinin
kefaretini çeken, bütün unuttuklarının hesabını vermek zorunda olan kimseler
vardır: Tek bir mutluluk anı için bile borçlu kalmayacaklardır (s. 48).
Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek
denir.
Filozofların özgünlüğü terimler icat etmekten ibarettir.
Vardım, varım, ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur bu,
varoluşun değil.
Cani, özgürlüğünü sınırsız bir şekilde kullanır ve gücünün
fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son verme konusunda, o da her
birimizle aynı düzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok
olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata
geçmemiş bir katil taşırız.
Mutlak bir mahkeme önünde, bir tek melekler beraat ederdi.
Zira başka bir varlığın ölümünü en azından bilinçsizce-dilememiş bir varlık hiç
olmamıştır.
Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey
kendisini çok sever
Eğer bir insan bir fikir için ölürse, bunun nedeni fikrin
onun fikri olmasından, onun hayatı olmasındandır.
Hiçbir aklın hiçbir eleştirisi insanı "dogmatik
uykusu"ndan uyandırmayacaktır (s. 61).
Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır
Bir zenginin evine kabul edildikten sonra, yeryüzündeki tüm
varlıklıların üzerine boşaltacak bir tükürük: okyanusuna sahip olmadığı için
kim pişmanlık duymamıştır?
Korkmak, devamlı olarak kendini düşünmek ve şeyleri nesnel
bir akış içinde tahayyül edememektir.
Yeni bir iman öneren kişi zulme uğrar, kendi de
zalimleşinceye kadar: Doğrular, polisle çelişkiye düşülerek başlar ve polise
dayanılarak biter; zira adına acı çekilmiş her saçmalık, yasallığa dönüşerek
yozlaşır…
Hakiki kahraman kendi alın yazısı adına çarpışır ve ölür,
bir inanç adına değil.
Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek - yalan
söylemek ve kendine yalan söylemek.
Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi - insan budur işte
…gözlerin işlevi görmek değil ağlamaktır; gerçekten görmek
için de gözlerimizi kapatmamız gerekir
Bilinç, varoluşun ruh yoluyla uğradığı erozyonun hemen
ardından gelen boşluğu işgal eder. En ufak bir şüphe, bir olmayabilirlik kuşkusu
ya da bir bunaltı sıçrayışı -hepsi bilincin önbelirtisi olan ve geliştiklerinde
bilinci doğuran, tanımlayan ve azdıran ön kavramlar-o görülür görülmez dağılan
"gerçeklik"le bütünleşmek için, bir müminin veya bir budalanın
bulanıklığı gerekir. Bu bilincin, bu devasız mevcudiyetin etkisi altında, insan
en büyük ayrıcalığını elde eder: Mahvolma ayrıcalığını (s. 92).
Her zaman hüzünlü değilimdir, dolayısıyla her zaman
düşünmem.
Duygusal ilgisizlikte fikirler belirir; bununla birlikte,
hiçbiri biçim alamaz: Onların açılacakları iklimi sunmak hüznün işidir.
Ne kadar tabii olunursa o kadar az sanatçı olunur.
Bir şairin yaşamı bir yere varamaz. Gücünü, girişmediği her
şeyden, ulaşılmazlıkla beslenen tüm anlardan almaktadır.
Şiir, ele geçirilemeyenin özünü ifade eder; nihai anlamı her
tür "güncelliğin" imkânsızlığıdır.
Şiir ve ümitlenme arasında tam bir bağdaşmazlık vardır; şair
de yaman bir çürümenin kurbanıdır.
Ölüm aracılığıyla canlı olan biri, kendine hayatı nasıl
hissettiğini sormaya cesaret edebilir mi?
Fazla kullanılan duygular aşınır ve değersizleşirler, en
başta da hayranlık duygusu...
Her nesil kendinden önceki neslin cellatlarına anıtlar
diker.
İnsanlık sadece kendini telef edenlere tapmıştır.
Dürüstlüğün ne yaşamöyküsü yazan ne de cazibesi vardır;
bunun içindir ki İlyada'dan vodvile kadar sadece ayıp eğlendirmiş ve merak
uyandırmıştır.
Dünya tarihi: Kötülük tarihi.
Bir felakete katkıda bulunmadıysanız iz bırakmadan yok
olacaksınızdır.
Çevremize saçtığımız mutsuzlukla ilgilendiririz ötekileri.
Hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz.
Yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını
görürdü
Melankoli egoizmin düş halidir
Özgür olmayı deneyin: Açlıktan ölürsünüz. Kah hizmetkar kah
despotik alınanız ölçüsünde toplum size müsamaha gösterir
Hayat bir uygarlığın yegâne saplantısı haline geldiğinde, o
uygarlık düşüşe geçer.
"Duygu"nun güç kaynakları olmadan hiçbir şey
yaratılamaz
Bir ulus sürekli olarak yaratamaz. Kendini meydana getiren
ruhla birlikte tükenen bir değerler toplamına ifade ve anlam vermesi
gerekmektedir.
Mitoslar yeniden kavramlar haline gelir: Gerilemedir bu (s.
106).
Hayat'ın keşfi, hayatı yok eder.
Bir halk başka tanrılar, başka mitoslar, başka saçmalıklar
icat etme gücü olmadığı zaman ölür; ilahları solgunlaşır ve ortadan yok olur.
Doğu halkları kalıcılıklarını kendi kendilerine sadık
kalmalarına borçludurlar: Pek evrim geçirmemiş olduklarından, kendilerine
ihanet etmemişlerdir (s. 111)…
Soluk almaktan yüzü kızarmamak edepsizliktir.
İştahını köreltmiş olan ve kayıtsızlığın sınır biçimine
yaklaşan kişi artık kendini sürdürmek istemez; üstelik aktaracak hiçbir şeyinin
de olmayacağı bir başkasında yaşamaktan tiksinir.
İnsan ancak genel yazgıya sadık kalarak döl tutar. İblisin
ya da meleğin özüne yaklaşırsa, ya kısırlaşır ya da eciş bücüş evlatları olur.
…her şeyden feragat etme kararının altında, o ölçüsüz tevazu
marifetinin altında, iblisane bir köpürme yatmaktadır
…şu dünyadan daha acınası bir şey var mıdır?
Oluş, mutlak bir tamama ermeyi, bir hedefi dışlar: Zaman
macerası, kendi dışında bir maksadı olmadan akar ve yol alma imkânları
tükendiğinde bitecektir,
Aynı anda hem doğru hem saçma olmayan hiçbir görüş, sistem
ve inanç yoktur; bu durum, o görüşe katılmamıza ya da ondan kopmamıza
bağlıdır...
Felsefede şiirdekinden daha fazla kesinlik bulunmaz, zihinde
de kalptekinden fazla; kesinlik ancak, yanaşılan ya da maruz kalınan ilke ya da
şeyle özdeşleşildiği ölçüde var olur; dışarıdan her şey keyfidir (s. 136)…
Hakiki bilgi, karanlıklar içinde uykusuz beklemekten
ibarettir…
Oluyor gibi görünen şey, olmayanın denetiminden hangi
hünerle kurtulmuştur? Hiçliğin bağrında bir anlık dikkatsizlik, bir anlık
kusur: Kurtçuklar bundan faydalanmışlardır. Uyanıklığında bir boşluk: Ve işte
biz.
Bütün bilgelerden üstün olan Buda bile, ilahi ölçekte bir
kendini beğenmişten başka bir şey olmamıştır. Ölümü, kendi ölümünü keşfetmiş ve
bundan yara alarak her şeyden el çekmiştir ve kendi imtinasını diğer insanlara
dayatmıştır. - Yokluğa karşı koymak için, öç alma duygusuyla Yokluğu Yasa'ya
dönüştüren o incinmiş gururdan, böylelikle en korkunç ve en nafile ıstıraplar
doğar (s. 140).
Müzik sadece Beethoven'dan beri insanlara hitap etmektedir:
Ondan önce sadece Tanrı'yla konuşmuştur.
Her azizin içinde bir noter vardır, her kahramanda bir
bakkal, her şehitte de bir kapıcı... İç çekişlerin dibinde bir yapmacık
gizlenmektedir
Bireyin yetersizlikleri bir uygarlığın esneklik ve incelik
derecesini belirler. Nadir duygular zihne yöneltir ve onu harlandırır: Yolunu
yitirmiş içgüdü barbarlığın karşı ucunda yer alır.
Zaaf bir ıstırap olduğundan ve zahmete değen tek şöhret
biçimi olduğundan, zaaf düşkünü kişi zorunlu olarak sıradan insanlardan daha
derin "olmalıdır", çünkü sözle anlatılmayacak kadar ayrılmıştır hepsinden;
ötekilerin bittiği yerden başlar o...
Evreni hüzünle tıka basa doldurduğumuz zaman, zihni
alevlendirmek için tek bir neşe kalır bize; imkânsız olan ve nadir görülen o
başdöndürücü neşe... Ümidin büyüsüne de artık ümit etmediğimiz zaman maruz
kalırız… / s. 149
Bir hiçleşme fiiline götürmeyen hiçbir dikkat yoktur: Klasik
ahlakçıdan Proust'a kadar, gözlemciye getirdiği bütün sakıncalarla birlikte,
gözlemin mukadderatıdır bu.
Seven kişi aşkı incelemez, harekete geçen kişi eylem üzerine
hiç düşünmez / s. 150
İnsan, intiharı ertelenmiş birisidir
Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden
gelir.
Toplum bir dert değil bir felakettir.
Bir kurum ne kadar güçlenirse, insanilikten de o kadar
uzaklaşır.
Bir fikrin baskın çıktığı yerde kafalar kesilir.
Bir din, kendini dışlayan doğruları hoşgördüğü zaman tükenir
…bir zihin ancak istedikleri hakkında, sevdiği ya da nefret
ettikleri hakkında yanıldığı ölçüde önemli olur…
…
Türkçeleştiren: Haldun Bayrı
Metis Yayınları
4. Basım, 2013