1 Ağustos 2023 Salı

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - Varoluşçuluk

 

VAROLUŞÇULUK

Düşünce tarihinde, insanın özgürlüğüyle veya genel olarak irade özgürlüğü problemiyle meşgul olmuş olan, fakat kendilerini varoluşçu diye tanımlayamayacağımız pek çok filozof olmuştur.

 

Varoluşçuluğun kaynağında iki ana gelenek bulunur. Bunlardan birincisi, 19. yüzyılda Kierkegaard ve Nietzsche tarafından temsil edilen ve irade sahibi, iradi bir fail olarak insana yaptığı vurguyla seçkinleşen etik gelenektir.

…ikinci ana öğe ise, sözünü ettiğimiz etik iradeciliğe taban tabana zıt olan bir öğe olarak Husserlci fenomenolojidir. Bu iki öğenin evliliği ya da bir araya gelişi varoluşçu felsefenin özünü meydana getirir.

 

Karl Jaspers

İnsan bilim veya dinin, kısacası otoritenin baskısı altında ezilmekte, kendine her geçen gün biraz daha yabancılaşmakta ve kişiliksizleşmektedir.

Teknik çağ önceki hiçbir şeyin onlarla artık mevcudiyetini sürdüremeyeceği şartları getirmektedir.

 

…bilim bütün formülleri ve yasalarıyla varlığın yüzeyinde kalır, insanın bir defalık egzistansiyel kaygılarıyla hiç mi hiç ilgilenmez.

…felsefenin Varlık konusunu konu edindiği zaman, onu bir düşünce konusu olarak ele almak suretiyle bilimleri taklit etmemesi gerekir.

 

…tarihselliğe Heidegger’le birlikte büyük bir önem atfeden Jaspers, / insana tarihsel bir perspektif kazandırır / insanın hayatı ve etkinliklerinin ancak tarihsel bir bağlam içinde anlam kazandığını söyler.

 

Jaspers’te özgürlük her zaman kendisi dışında bir şeyle, engellerle, kendisini sınırlayan veya yadsıyan şeylerle ilişki içinde varolur.

 

Jaspers’ta, özgürlük ve dolayısıyla existenz sadece dünyada değil, fakat öznelerarası bir ortamda gerçekleşir. Çünkü ona göre, insan kendi asıl kimliğine ancak başka existenzlerle iletişim içinde erişebilir

 

…kendisini genelin sevgisine, kitlesel duygudaşlığa bırakan, yani bireyselleşemeyen, sevgisini orta malı haline getiren insan existenz olamaz.

 

Jean-Paul Sartre

…ilk dönemde ulaştığı ve kariyerinin sonuna kadar koruduğu temel tezleriyle, “imgelemin bilincin en temel şekli ya da görünümü olduğunu”, “onun bilincin diğer bütün formları gibi yönelimsel bir karaktere sahip bulunduğunu” ve “algısal bilinçten nesnesini varolmayan, yok olan ya da gerçek olmayan bir şey olarak alması veya kurması bakımından farklılık gösterdiğini” ileri sürer.

 

Bilincin özünün, nesnel bir dünyanın nesneleriyle olan yönelimsel ilişkiden meydana geldiğini söyleyen Sartre’a göre, bilincin dışındaki bir dünyanın nesnel varoluşu da bilincin yönelimselliğinin bir sonucu olmak durumundadır.

 

Hiçliğin insani varoluşun en belirleyici yönü olduğunu, insanın hiçlik sayesinde kendisiyle dünya arasındaki farklılığı gördüğünü söyleyen Sartre’a göre, kişinin kendisine “ben böyle böyle değilim” diyebilme gücü, bilinçteki hiçliğin ürettiği boşluğun bir sonucu olmak durumundadır.

 

Sartre’ın etiği, / ateizmin ve dolayısıyla nihilizmin ürkütücü sonuçlarıyla baş etmeye çalıştığı söylenebilir.

 

…özgürlük ve onun ayrılmaz bir eşlikçisi olan tasa ve endişe o kadar büyüktür ki özgürlüğü, / yadsımak insan varlığına çok daha kolay gelir.

Özgürlüğün varoluşunu inkâr etmenin, Sartre’a göre, üç yolu vardır:

Bunlardan birincisi karar vermemek, seçimde bulunmamaktır.

İkinci yol ise, “ciddiyet ruhu”nun, sözde sorumlu bireyin birtakım nesnel değerlerin kendisine yapılması gereken doğru seçimi göstereceğine inanmasından oluşur.

…özgürlüğü inkâr etmenin üçüncü ve en önemli yolu, sahici olmamaklığın Sartre’daki muadili olan, kötü niyettir.

 

Sartre açısından, bir yandan her ne değilse o olurken, diğer yandan da her ne ise o olmayan bir varlık olarak insan varlığı, artık karşıtların bir birliğidir yani aynı anda olgusallık ve aşkınlık, başkaları için varlık ve kendisi için varlık, kendinde varlık ve dünyanın içinde olan varlıktır.

 

Sahici birey, şu halde, kendisine ne yapmakta olduğunu veya ne tür bir varlık haline geldiğini açık seçik olarak görme fırsatı tanıyan, kendini hiçbir şekilde aldatmayan, toplumun şöyle ya da böyle empoze ettiği yabancılaşma türlerine karşı koymaya çalışan, özgürlüğünü ve insani durumunun kendisine getirdiği sınırlamaları kabul ederek kendisine yabancılaşmayan, kısacası “gerçek bir insan haline gelebilen” bireydir.

 

Albert Camus

Camus’nün düşüncesini belirleyen en temel unsurlar arasında her şeyden önce ateizm, insan ruhunun ölümlülüğü ve dünyanın insanın özlemleri karşısındaki kayıtsızlığı temaları bulunur.

 

saçma duygusu ortaya nasıl çıkar, insan saçmalığı nasıl hisseder?

İnsan hayatı hiçbir zaman değiştiremez, her hayat bir diğerine benzer.

…ikinci temel unsur ise Camus’ye göre zamanın geçmekte olduğunun deneyimlenmesi, zamanın tinsel anlamda öldürücü bir süreç olarak hissedilmesidir.

…dünyada bir başına bırakılmışlık hissi

…son durak olan ölüm, sadece hayatın yararsızlığını ve beyhudeliğini gözler önüne serer.

 

Camus’ye göre, saçmanın tahammül edilmez ve dahası dehşet verici bunaltısıyla yaşayamayan insan, onun yol açtığı mahkûmiyetten kurtulabilmek için birtakım çareler arar.

Saçmadan kurtulmanın birinci yolu olan felsefi intihar, Camus’nün gözünde dünyayı reddetme veya ondan vazgeçmedir.

İntihar saçmayı yok etmek için başvurulan bir yol olsa bile, onu çürütmenin yolu değildir.

 

Camus, saçma bilincinin, hayatın saçmalığının mutlak bir saydamlık içinde farkına varmanın, insanı üç temel erdeme götürdüğünü söyler: Başkaldırı, özgürlük ve tutku.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder