VAROLUŞÇULUK
Düşünce tarihinde, insanın özgürlüğüyle veya genel olarak
irade özgürlüğü problemiyle meşgul olmuş olan, fakat kendilerini varoluşçu diye
tanımlayamayacağımız pek çok filozof olmuştur.
Varoluşçuluğun kaynağında iki ana gelenek bulunur. Bunlardan
birincisi, 19. yüzyılda Kierkegaard ve Nietzsche tarafından temsil edilen ve
irade sahibi, iradi bir fail olarak insana yaptığı vurguyla seçkinleşen etik
gelenektir.
…ikinci ana öğe ise, sözünü ettiğimiz etik iradeciliğe taban
tabana zıt olan bir öğe olarak Husserlci fenomenolojidir. Bu iki öğenin
evliliği ya da bir araya gelişi varoluşçu felsefenin özünü meydana getirir.
Karl Jaspers
İnsan bilim veya dinin, kısacası otoritenin baskısı altında
ezilmekte, kendine her geçen gün biraz daha yabancılaşmakta ve kişiliksizleşmektedir.
Teknik çağ önceki hiçbir şeyin onlarla artık mevcudiyetini
sürdüremeyeceği şartları getirmektedir.
…bilim bütün formülleri ve yasalarıyla varlığın yüzeyinde
kalır, insanın bir defalık egzistansiyel kaygılarıyla hiç mi hiç ilgilenmez.
…felsefenin Varlık konusunu konu edindiği zaman, onu bir
düşünce konusu olarak ele almak suretiyle bilimleri taklit etmemesi gerekir.
…tarihselliğe Heidegger’le birlikte büyük bir önem atfeden
Jaspers, / insana tarihsel bir perspektif kazandırır / insanın hayatı ve etkinliklerinin
ancak tarihsel bir bağlam içinde anlam kazandığını söyler.
Jaspers’te özgürlük her zaman kendisi dışında bir şeyle,
engellerle, kendisini sınırlayan veya yadsıyan şeylerle ilişki içinde varolur.
Jaspers’ta, özgürlük ve dolayısıyla existenz sadece dünyada
değil, fakat öznelerarası bir ortamda gerçekleşir. Çünkü ona göre, insan kendi
asıl kimliğine ancak başka existenzlerle iletişim içinde erişebilir
…kendisini genelin sevgisine, kitlesel duygudaşlığa bırakan,
yani bireyselleşemeyen, sevgisini orta malı haline getiren insan existenz
olamaz.
Jean-Paul Sartre
…ilk dönemde ulaştığı ve kariyerinin sonuna kadar koruduğu
temel tezleriyle, “imgelemin bilincin en temel şekli ya da görünümü olduğunu”,
“onun bilincin diğer bütün formları gibi yönelimsel bir karaktere sahip
bulunduğunu” ve “algısal bilinçten nesnesini varolmayan, yok olan ya da gerçek
olmayan bir şey olarak alması veya kurması bakımından farklılık gösterdiğini”
ileri sürer.
Bilincin özünün, nesnel bir dünyanın nesneleriyle olan
yönelimsel ilişkiden meydana geldiğini söyleyen Sartre’a göre, bilincin
dışındaki bir dünyanın nesnel varoluşu da bilincin yönelimselliğinin bir sonucu
olmak durumundadır.
Hiçliğin insani varoluşun en belirleyici yönü olduğunu,
insanın hiçlik sayesinde kendisiyle dünya arasındaki farklılığı gördüğünü
söyleyen Sartre’a göre, kişinin kendisine “ben böyle böyle değilim” diyebilme
gücü, bilinçteki hiçliğin ürettiği boşluğun bir sonucu olmak durumundadır.
Sartre’ın etiği, / ateizmin ve dolayısıyla nihilizmin
ürkütücü sonuçlarıyla baş etmeye çalıştığı söylenebilir.
…özgürlük ve onun ayrılmaz bir eşlikçisi olan tasa ve endişe
o kadar büyüktür ki özgürlüğü, / yadsımak insan varlığına çok daha kolay gelir.
Özgürlüğün varoluşunu inkâr etmenin, Sartre’a göre, üç yolu
vardır:
Bunlardan birincisi karar
vermemek, seçimde bulunmamaktır.
İkinci yol ise, “ciddiyet
ruhu”nun, sözde sorumlu bireyin birtakım nesnel değerlerin kendisine yapılması
gereken doğru seçimi göstereceğine inanmasından oluşur.
…özgürlüğü inkâr etmenin üçüncü
ve en önemli yolu, sahici olmamaklığın Sartre’daki muadili olan, kötü niyettir.
Sartre açısından, bir yandan her ne değilse o olurken, diğer
yandan da her ne ise o olmayan bir varlık olarak insan varlığı, artık
karşıtların bir birliğidir yani aynı anda olgusallık ve aşkınlık, başkaları için
varlık ve kendisi için varlık, kendinde varlık ve dünyanın içinde olan varlıktır.
Sahici birey, şu halde, kendisine ne yapmakta olduğunu veya
ne tür bir varlık haline geldiğini açık seçik olarak görme fırsatı tanıyan,
kendini hiçbir şekilde aldatmayan, toplumun şöyle ya da böyle empoze ettiği
yabancılaşma türlerine karşı koymaya çalışan, özgürlüğünü ve insani durumunun kendisine
getirdiği sınırlamaları kabul ederek kendisine yabancılaşmayan, kısacası
“gerçek bir insan haline gelebilen” bireydir.
Albert Camus
Camus’nün düşüncesini belirleyen en temel unsurlar arasında
her şeyden önce ateizm, insan ruhunun ölümlülüğü ve dünyanın insanın özlemleri
karşısındaki kayıtsızlığı temaları bulunur.
…saçma duygusu ortaya nasıl
çıkar, insan saçmalığı nasıl hisseder?
İnsan hayatı hiçbir zaman değiştiremez, her hayat bir
diğerine benzer.
…ikinci temel unsur ise Camus’ye göre zamanın geçmekte
olduğunun deneyimlenmesi, zamanın tinsel anlamda öldürücü bir süreç olarak
hissedilmesidir.
…dünyada bir başına bırakılmışlık hissi
…son durak olan ölüm, sadece hayatın yararsızlığını ve
beyhudeliğini gözler önüne serer.
Camus’ye göre, saçmanın tahammül edilmez ve dahası dehşet
verici bunaltısıyla yaşayamayan insan, onun yol açtığı mahkûmiyetten
kurtulabilmek için birtakım çareler arar.
Saçmadan kurtulmanın birinci yolu olan felsefi intihar,
Camus’nün gözünde dünyayı reddetme veya ondan vazgeçmedir.
İntihar saçmayı yok etmek için başvurulan bir yol olsa bile,
onu çürütmenin yolu değildir.
Camus, saçma bilincinin, hayatın saçmalığının mutlak bir
saydamlık içinde farkına varmanın, insanı üç temel erdeme götürdüğünü söyler:
Başkaldırı, özgürlük ve tutku.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder