18 Eylül 2023 Pazartesi

Amasya Müzesi’nde Bulunan Bir Gözlü Balta

 

Amasya Müzesi’nde Bulunan Bir Gözlü Balta

Tayfun Yıldırım

 

Amasya Müzesi, 1976 yılında bronzdan bir gözlü baltayı koleksiyonlarına dahil etmiştir

 

Sap delikli balta, ince uzun, dar yüzlü, iki gözü dar ve oval. Her iki yüzde, iki oval gözün ortasından başlayan yüksek zıh, baltanın ağız kısmına doğru uzanmış, sonradan temizlenmiş.

 

Özellikle Suriye ve Filistin’de yaygın olarak kullanılmış olan bu balta tipi…

 

…araştırmalar, Amasya baltasına paralel tipteki gözlü baltaların, Mısır’da Nil deltasına kadar yayıldıklarını ortaya koymuştur.

 

Kurşun figürinler ve kalıplarında da çift gözlü baltaların, tanrıların sevilen silahı olduğu anlaşılmaktadır

Yıldırım, Tayfun (1997), Amasya Müzesi’nde Bulunan Bir Gözlü Balta, Türk Arkeoloji Dergisi, Sayı: 51, s. 427-435

 

Antalya’da Geleneksel Gardıç Bıçakçılığı ve Yaşayan Son Ustaları

Antalya’da Geleneksel Gardıç Bıçakçılığı ve Yaşayan Son Ustaları

Mahmut Davulcu

 

Paleolitik dönemden itibaren karşılaştığımız bıçak, gündelik eşya ve silah olarak kullanılmış olan bir maddi kültür unsurudur.

 

(Antalya) Yörede Serik, Elmalı ve Kumluca ilçelerinde bıçak üretimi bulunmakla birlikte bunlardan Kumluca ilçesinde karşılaştığımız bıçakçılık, üretim sürecinin orijinal yapısını tümüyle korumuş olması nedeniyle dikkat çekmektedir. Kumluca ve çevresinde Gardıç bıçağı

olarak tanınan bıçaklar Kumluca İlçesi Kuzca Köyü’nde üretilmiştir.

 

Gardıç bıçağı boynuz saplı bir bıçaktır. Demir ve çeliğin bir arada kullanılmış olması nedeniyle kırılmaya karşı son derece dayanıklı bir bıçak türüdür.

 

Üretim sürecinde hiçbir elektrikli alet kullanılmaz.

Bıçak yapmak amacıyla kullanılan metal geçmişte Karabük’ten temin edilirken bugün bu amaçla inşaat demiri kullanılmaktadır. Üretimin gerçekleştirildiği mekân “körük damı”, bıçakçı tezgâhı ise “körük sofrası” olarak adlandırılır.

 

Türk kültüründe bıçak yalnızca bir silah ya da günlük kullanım eşyası değildir. Aynı zamanda geleneksel inanç, ritüel ve uygulamalarda da karşımız çıkar. Örnek vermek gerekirse lohusa kadını al basmasından korumak için yatağının altına bıçak yerleştirilmesi, cenazenin üzerine bıçak konulması, bıçağın elden ele verilmemesi, “kurt ağzı bağlamak” için bir bıçağın ağzının kapatılması sayılabilir.

 

Kuzca Köyü, Antalya iline 52 km, Kumluca ilçesine ise 50 km uzaklıkta bulunan kırsal bir yerleşmedir.

Köyün isminin gölgelik, güneş almayan yer manasına gelen “guz” kelimesinden kaynaklandığı sanılmaktadır.

 

Gardıç bıçağı demir ve çeliğin bir arada kullanılmış olması nedeniyle kırılmaya karşı son derece dayanıklı, namlusu tek ağızlı ve keskin, kalın sırtlı, düz saplı bir bıçak türüdür. Sap kısımları tek parça boynuzdan imal edilir.

 

Usta / yanına çırak alırken çocuğun hevesli ve elinin yatkın olmasına dikkat eder.

 

Atölyeler genellikle ustanın evine yakın bir yerde, ahşaptan imal edilmiş olan basit yapılardır.

Ana giriş kapısının hemen karşısında yer alan bıçakçı tezgâhı “körük sofrası” olarak adlandırılır

 

Üretimde Kullanılan Aletler

Tezgâh/Dezgah

Ocak

Körük

Örs

Varyoz/Balyoz

Bileği taşı

Çekiç

Eğe

Keski

Baskı

Kürek

Maşa

Makas

Mengene

Su kabı

Damga Zımbası

Delik Zımbası

 

Bıçak ve çakıların sap kısmında faydalanılan davar boynuzları yerel kasaplardan temin edilmiştir. Davar boynuzunun tercih edilmesinin nedeni işlenmesi daha kolay ve görünümünün daha güzel olmasıdır. Boynuz, kullanılmadan önce mutlaka en az altı ay açık havada, güneşte kurutulur.

 

Ocakta yakıt olarak çam kömürü ya da ardıç kömürü kullanılmaktadır. Çam kömürü demiri tavlamak amacıyla gereken yüksek ısıyı daha kısa zamanda meydana getirmesi ve yanınca da az kül ve duman çıkarması nedeniyle tercih edilmektedir.

 

Bıçak yapımına ilk olarak “tımlı” adı da verilen namlu bölümünden başlanır. Ocakta, ısıtılan ve akkor haline getirilen (yani narlatılan) inşaat demiri örste çekiçle dövülerek namlu haline dönüştürülür. Usta, dövme işlemi sırasında çıkan sesleri dinleyerek namlunun uygun sertliği kazanıp kazanmadığını anlamaya çalışır.

Örste dövülerek yapısı sıkılaştırılan namlu üzerine çelik zımbalarla marka işlenir, süsleme yapılır. Daha sonra “su verme” işlemine geçilir. Bu işlem namlunun kolayca kırılmasını, “dönmesini” ya da bozulmasını önlemek amacıyla yapılır.

 

Su verme işlemi namlunun rengi kırmızımsı bir renk aldığı zaman gerçekleştirilir. Kullanılan sıvılar su veya yağdır.

 

Suyu verilen namlu çekiçle dövülür, zımpara ile temizlenir. Namlunun tamamlanmasından sonra boynuz kabzanın yapımına başlanır. Çam çırası ile boynuz ısıtılır, yumuşaması sağlanır, mengenede sıkıştırılarak fazlalıkları kesilir ve içi boşaltılarak kabza formu verilir, namlunun gireceği yatak bölümü testere ile açılır.

 

Davulcu, Mahmut (2017), Antalya’da Geleneksel Gardıç Bıçakçılığı ve Yaşayan Son Ustaları, TÜRÜK Uluslararası Dil Edebiyat ve Halk Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 10, s. 22-37

 


Artvin, Hopa Etnografya Müzesi Bahçesinde Sergilenen Eserler Üzerine Bir Çalışma

 

Artvin, Hopa Etnografya Müzesi Bahçesinde Sergilenen Eserler Üzerine Bir Çalışma

Hasan Buğrul

 

Müze bahçesinde ağırlıklı olarak tarımla bağlantılı eserler vardır.

Üst kat, etnografik eserlerin sergilendiği 7 oda ve 1 salondan oluşmaktadır.

 

…müze yöre halkı ve yerel belediyenin işbirliği ile kurulmuştur. Müze 2017 yılında ziyarete açılmıştır ve üç ortak tarafından işletilmektedir. Müzenin işletilmesinde Hopa Belediyesi’ne belirli bir kira ödenmektedir. Müzede bulunan eserlerin %80 şahıslara ait iken geri kalan eserlerin %15’i Hopa İlçesi’ne bağlı köylerden ve %5’i Gürcistan devletinin Hopa İlçesi’ne yakın yörelerinden getirtilmiştir.

 

Hopa Etnografya Müzesi bahçesindeki el değirmenleri ve dibek taşı gibi eserlerin yanı sıra boyunduruk, kağnı ve düven gibi geleneksel tarım aletleri bulunmaktadır.

 

küp ve testiler

 

El Değirmeni Taşları

 

Su Değirmeni Taşları

 

Dibek Taşı

 

Buğrul, Hasan (2018), Artvin, Hopa Etnografya Müzesi Bahçesinde Sergilenen Eserler Üzerine Bir Çalışma, Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 19, s. 573-591

 

 

Astronomi Aletleri Tarihi Usturlap ve Rub’u Tahtası

 

Astronomi Aletleri Tarihi Usturlap ve Rub’u Tahtası

S. Ertan Tağman

 

Mezopotamya’daki antik uygarlıklarda, tanrıların gelecekte meydana gelecek olayları insanlara gösterdiklerine inanılıyordu. Bu gösterim “işaretler” ile yapılıyordu ve bu işaretlere Sümerce (g)iskim ve Akadca ittu deniliyordu. Bu işaretler kurban edilen hayvanların iç organlarında, suya damlatılan yağ damlacığının yayılımında ve gökyüzünde sıra dışı birtakım olaylarda görülüyordu

 

Arapça ʿilm el-heyʾe veya ʿilm el-felek diye anılan astronomi, matematiksel bilimler (el-ʿulūm er-riyāziyye) arasında yer alır ve ʿilm ahkām en-nucūm veya şınāʿat ahkām en-nucūm (yıldızlardan hüküm çıkarma bilimi veya sanatı) diye anılan astrolojiden ayırt edilmektedir

 

İslam astronomlarının kullandığı aletler,

Halkalı Küre, Paralaks Cetveli, Duvar Kadranı olarak sayılabilir.

 

Halkalı Küre (zāt el-halak), Yer’i temsil eden merkezdeki küre etrafında Zodyak burçlarının temsil edildiği halkalar bulunan bir alettir. Kullanıcının enlemine göre ayarlandıktan sonra, yılın herhangi bir gününde gün doğumu saati gibi küresel astronomi sorunlarını çözebilir.

Halkalı küre (armillary sphere) gökyüzündeki nesnelerin bir modelidir. Genelde küresel usturlap ile karıştırılmıştır. Oysa küresel usturlap İslam astronomisine ait bir buluştur.

Paralaks Cetveli (İki Delikli Alet - el-āle zāt es-sukbeteyn) gökcisimlerin yüksekliğini ve özellikle de Ay’ın zenit ve paralaksını belirlemek için kullanılmıştır.

 

Rubu Tahtası ve Duvar Kadranı bir dairenin dörtte biri şeklindedir ve rasathane gözlem aracı libne (Duvar Kadranı) ve pratik amaçlarla kullanılan rubû tahtası olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel olarak Güneş’in ve diğer gökcisimlerinin yüksekliğine dayanan hesaplamalar yapmak için kullanılmıştır. Bunun dışında kuyuların derinliğini, kulelerin ve dağların yüksekliğini ve derelerin genişliğini ölçmek için de kullanılmıştır.

 

İlk kez İslam dünyasında kullanılmaya başlanan Rubu Tahtası, Güneş’in ufuk yüksekliği ölçülerek, hem namaz ve oruç vakitlerinin doğru olarak saptanabildiği hem de açıların trigonometrik fonksiyonları çözülebildiği bir alettir.

 

Usturlap, gök cisimlerinin özellikle de Güneş’in ve yıldızların konumlarının belirlenmesi ve zamanın ölçülmesi ile ilgili problemlerin çözümünde kullanılan astronomik bir alettir. Etimolojik olarak Yunancada “yıldız” anlamına gelen Aster ve “almak, ölçmek, yakalamak, tutmak, anlamak ve kavramak” gibi anlamlara gelen Lambanein kökünden gelmektedir. Bu bağlamda usturlap için “yıldızları anlamak için kullanılan bir alet” biçiminde ortak bir tanım yapılabilir.

 

…bütün usturlapların kenarında, yükseklik ölçümü yapılabilmesi için derece cetvelleri vardır.

 

Çoğu İslami usturlap, günün beş vaktindeki namazla ilgili cetveller içerir.

 

Usturlapla ilgili işlemlerin yapılabilmesi için temel astronomik kavramlar bilinmelidir. Usturlabın kullanımı teknik bir bilgi gerektirmektedir

 

Tağman, S. Ertan (2021), Astronomi Aletleri Tarihi Usturlap ve Rubu Tahtası, Üniversite Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4, Özel Sayı, S. 36-48

 

Balta Kelimesinin Kökenine Dair

 

Balta Kelimesinin Kökenine Dair

Ahmet Karadoğan

 

kelimenin “batırmak, saplamak” anlamına gelen bir bal- fiilinden türemiş olduğuna karar verilmiştir.

 

Türkçede kökeni izah edilememiş kelimelerden biri de balta kelimesidir.

 

Balta kelimesine Eski Uygur metinlerinden itibaren rastlanmaktadır. Eski Uygur Türkçesinde baltu, balto biçimlerindedir

DLT ve Kutadgu Bilig’de baldu biçiminde

Kıpçak metinlerinde balta biçiminde geçer

 

Tietze, Doerfer’e dayanarak balta kelimesinin Moğolcadan alınma olduğunu söylemiştir.

Nişanyan Akadca paltu’dan bahsetmiş, kökeniyle ilgili herhangi bir açıklamada bulunmamıştır

 

Eren’in bildirdiğine göre, Poppe Akadcadan, Menges Asurcadan, Doerfer ise Moğolcadan Türkçeye geçtiği görüşündedir

 

…bıçak ve bıçkı kelimeleri bıç-/biç- fiilinden; keser ve keski kelimeleri kesfiilinden; sındu/sındı “makas” kelimesi sın- fiilinden; delgi, delgiç, delecek kelimeleri del- fiilinden; kırkaç ve kırklık (< kırkılık) kelimeleri kırk- fiilinden; oygu kelimesi oy- fiilinden; orak kelimesi or- fiilinden; kazma kelimesi kaz- fiilinden; kürek kelimesi küre- fiilinden türemiştir.

 

…çakmak kelimesi çak- fiilinden; süpürge kelimesi süpür- fiilinden; açar “anahtar” kelimesi aç- fiilinden; tutak, tutacak kelimeleri tut- fiilinden; pişirgeç kelimesi pişir- fiilinden; düğme kelimesi düğ- (krş. düğüm) fiilinden; tarak kelimesi tara- fiilinden; yatak kelimesi yat- fiilinden; askı kelimesi as- fiilinden; atkı kelimesi at- fiilinden türemiştir.

 

Bu durumda balta kelimesine bir Türkçe kök aranacaksa öncelikle “kesme” bildiren bir fiil aramak doğru olacaktır. Ayrıca “balta”nın savaş aleti olarak da kullanıldığı dikkate alınırsa, balta kelimesi “saplama”, “saplanma”, “batma” bildiren bir fiilden de türemiş olabilir.

 

Balıg / yaralı

balta, balık- “yaralanmak” ve balıg “yaralı” kelimelerinin aynı kökten türemiş olduğu söylenebilir. Çünkü her üç kelimenin ilk üç sesi (b-a-l) ortaktır.

 

Türkçede eskiden beri fiilden isim yapmakta kullanılan bir –du/-tu eki vardır. Kanaatimizce baltu / baldu kelimesi de ba-l- fiiline bu ek getirilerek türetilmiştir. Yine kesici bir ev aletini karşılayan sındu “makas” kelimesi de aynı ek ile türetilmiş olmalıdır: sı-n-du: fiil kökü – fiilden fiil yapma eki-fiilden isim yapma eki.


 

 

Sonuç olarak şunlar söylenebilir: Balta kelimesi Türkçeye herhangi bir yabancı dilden girmemiştir; Türkçe kökenlidir. Balıg “yaralı” ve balık- “yaralanmak” kelimelerinin kıyaslanmasıyla ulaşılan *bal- fiiline –DU fiilden isim yapma ekinin eklenmesiyle türetilmiştir. Ayrıca *bal- fiili de bat- ve ban- fiilleri ile kıyaslanarak *baköküne kadar götürülebilir. Bütün bunların sonucunda balta kelimesi şöyle tahlil edilebilir: “balta < ba-l-tu: fiil kökü – fiilden fiil yapan ek – fiilden isim yapan ek.”

Karadoğan, Ahmet (2013), Balta Kelimesinin Kökenine Dair, Dil Dergisi, Sayı: 159, s. 5-11

 

 

Bıçak ve Bıçakta Bursa Markası

 

Bıçak ve Bıçakta Bursa Markası

Gültekin Erdal

 

Bıçak, Selçuklu dönemi kaynakları Divan-ı Lügat-it Türk ve Kutadgu Bilig’de “biçek” şeklinde geçmektedir

 

Bıçakçılık, Bursa’da yatağan, pala, saldırma, kılıç, kama, hançer, balta gibi iri çeşitlerle başlamış ve uzun müddet bu şekilde devam etmiştir. Yeniçerilikten sonra gitgide boyları kısalan bu çeşit kesici aletler, yerlerini daha küçük kamalara, sivri uçlu bıçaklara, daha sonra da ekmek, sofra ve meyve bıçaklarına bırakmıştır.

 

(Makale; yazarın “Bursa Bıçağının Tipolojisi” adlı makalesinin içeriğiyle aynı)

 

Erdal, Gültekin (2016), Bıçak ve Bıçakta Bursa Markası, Uluslararası İnsan ve Sanat Araştırmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, s. 27-34

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden Anadolu Tipi Metal Bir Çekiç Balta Işığında Bu Tipin Gelişimi, Üretimi ve Sembolik Anlamı Üzerine Bazı Düşünceler

 

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden Anadolu Tipi Metal Bir Çekiç Balta Işığında Bu Tipin Gelişimi, Üretimi ve Sembolik Anlamı Üzerine Bazı Düşünceler

Hakkı Levent Keskin

 

Anadolu'da Erken Tunç Çağında çok sayıda örnek ve farklı tiplerle temsil edilen sap delikli

baltalar bu dönem metal silah endüstrisinin en önemli gruplarından birini oluşturmakta

Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde bulunan ve daha önce yayınlanmamış bir çekiç balta, sap delikli metal baltaların özel bir tipini temsil etmekte

…bu tipin Batı Anadolu'ya özgü bir form olarak MÖ 3. Binyılın ortalarından sonra geliştiğini ve kısmen diğer bölgelere de yayıldığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

Anadolu metal endüstrisi bağlamında sap delikli baltalar Erken Tunç Çağı'nda metal silahların en önemli gruplarından birini temsil eder.

Morfolojik açıdan bakıldığında, bu türler üç bileşenden oluşur: kesici kenarlı bıçak, çekiç oluşturan kör uç ve son olarak her iki parçayı da içeren sap deliği.

 

Arka kısmın baltayı dengelemek için kullanılmış olabileceği düşünülse de, aşınma izleri bunların ezme gibi ağır işlerde çekiç olarak kullanılmış olması gerektiğini düşündürmektedir

 

(Çekiç baltalar, toprak temizlemek, yapı inşa etmek ve düşmanlarla savaşmak için kullanılmış olabilir.)

 

Bodrum baltası, çekiç baltaların farklı bir formunu temsil eder.

Bu form, Batı Anadolu'ya özgü ve burada geliştirilmiş gibi görünmektedir.

 

Bu özel tipin dağılımı Batı Anadolu'da yoğunlaşmış gibi görünmekte

 

…metal sap delikli aletler güneydoğu Avrupa'da -daha spesifik olarak Balkanlar ve Karpatlar havzasında- MÖ. 5. bin kadar erken bir tarihte ortaya çıkmış ve uzun bir süre boyunca birçok farklı tipte kullanılmaya devam etmiştir

 

En eski yuvarlak kalıplı gövdeli baltalar Güneydoğu Avrupa tipleri arasında MÖ 5. binyılın sonlarında ortaya çıkmıştır.

 

(üretim tekniklerine dair) kayıp balmumu veya kum döküm yöntemlerinin veya her ikisinin de kullanımı daha makul görünüyor,

 

Çekiç Baltaların Sembolik Değeri

…baltanın keşfedildiği mezar önemli bir kişiye ait olmalıdır, çünkü tüm mezarlıkta bu türden tek buluntudur. Bir diğer önemli nokta ise, bu tür ağır bir silah içeren tek kadın mezarı olmasıdır.

 

(Mezardaki) Baltanın varlığı hem genç bir savaşçı kadın (amazon) yansıması olarak hem de bir babanın sevgili kızına veda hediyesi olarak, değerli ve kişisel eşyasını mezara koyduğu şeklinde yorumlanabiliyor…

 

(incelenen örneklerin) hem kesme kenarında hem de çekiç kısmında gözlemlenen aşınma izleri, bu eserlerin yalnızca ve özellikle mezarlara konulmak için üretilmediğini, aynı zamanda gömülü kişilerin hayatları boyunca da bu sembolik gücün bir yansıması olarak kullanıldığını göstermektedir.

 

Keskin, Hakkı Levent (2019), Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nden Anadolu Tipi Metal Bir Çekiç Balta Işığında Bu Tipin Gelişimi, Üretimi ve Sembolik Anlamı Üzerine Bazı Düşünceler, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 59, Sayı: 1, s. 70-99

 

Bursa Bıçağının Tipolojisi

 

Bursa Bıçağının Tipolojisi

Gültekin Erdal

 

700 yıllık tarihi olan Bursa bıçakçılığı hakkında ne yazık ki sağlam bir kaynak bulunmamaktadır.

Bursa bıçaklarının tipolojisi yapılırken öncelikli olarak sap formları ve malzemeleri dikkate alınmıştır.

Bursa bıçakçılığı geleneğinde kın ve kılıf önemli bir ayrıntıdır.

 

sanayileşme ve otomasyon

Seri üretim maliyetleri düşürürken, usta-çırak geleneğini de ortadan kaldırmıştır.

 

Göktürk dönemi Balballarında beyler, belindeki bıçak ve kılıçları ile tasvir edilmiştir.

 

Anadolu'da Alaeddin Keykubat zamanında (1220-1237) şehirlerin güvenliğini sağlayan Ahilerin bellerinde bıçaklar bulunuyordu

 

En ayırt edici özellik tek ağızlı namlunun kalın sırtlı ve keskin ağızlı olmasıdır

 

1913 yılında yapılan sanayi sayımında, tüm Hüdavendigar (Bursa) ilinde yüzün üzerinde bıçakçı dükkânı olduğu görülmüştür.

 

93 Harbi / Özellikle de bıçak ustaları daha çok Bursa’ya göç etmiş ve yerleşmişlerdir.

Örneğin Bursa bıçağının ergonomik yapısında yenilikler yaparak, Bursa bıçağını kılıç ile kama arasındaki silah görüntüsünden kurtarmışlardır.

 

Arnavut bıçak ustaları, Bursa bıçakçılığını Arnavut çakısı gibi yeni bir katlanır bıçakla tanıştırmıştır. Bıçağa su verme aşamasında, kestane kömürü koru ile tanışan göçmen ustalar, su verme işleminde önemli geliştirmeler yaparak namlunun keskinliğini arttırmış, bıçak ağzındaki deformasyonları önleyerek körelmeyi büyük oranda engellemişlerdir. Bursa bıçağının keskinliğinin arttırılmasında önemli etkenlerden bir diğeri, yüksek karbonlu çeliğe üçüncü “v” ağız eklenmesidir. Bu zamana kadar kılıç, kama ve hançer geleneğinden gelen bir “v”li veya iki “v”li ağıza, göçmen ustalarca üçüncü bir “v” eklenerek hem bıçağın keskinliği arttırılmış hem de Bursa bıçağına kimlik kazandırılmıştır.

 

1953 yılında çıkartılan 6136 sayılı ateşli silahlar kanunu / Bu kanunla oluklu, yivli bıçak ve benzeri aletlerin yapılması ve satılması yasaklanmıştır.

 

Bursa bıçağının 150’ye yakın çeşidi bulunmaktadır.

 

Bursa bıçaklarının saplarında en fazla kullanılan malzemeler; boynuz, kemik, maden, ağaç, plastik ve fiberdir.

Sapların malzemesi ne olursa olsun teknikte üç farklı sap tipi tespit edilmiştir. Bunlar; yekpare, kapak ve kalıptır.

 

Boynuz saplı bıçaklar daha çok av bıçaklarıdır.

Kemik saplar, boynuz sapları gibi yekpare sap tipi olarak kullanılırken, boynuza oranla daha kırılgandır

Madeni saplı bıçaklar daha ağır olması ve eli yorması nedeniyle fazla tercih edilmemektedir.

 

Kapak (İki Parça veya yapıştırma) Tip: Genelde daha büyük boyutlardaki bıçaklar ve satırlar için uygulanan bir sap tipidir.

 

Bursa bıçaklarında esas olan namludur. Tüm maharet burada saklıdır. Ustalık belgesi buradan alınır. Namlunun suyu, esnekliği, keskinliği ve körleşmemesi, namlu ucu, yanak açılması, taşlama, işlevselliği ve sağlamlığı bu kısımda şekillenir. Bursa bıçağının diğer bıçaklardan ayrıldığı ve markalaştığı kısımdır namlu.

Kabza tiplerine göre iki, namlu tiplerine göre ise dört farklı tip bulunmaktadır.

 

Bursa bıçaklarının namluları, tiplerine göre dörde ayrılır. Bunlar; sivri burunlu namlu, kılıç namlu, çeneli namlu ve testereli namlulardır.

 

Kın, bıçağın şanındandır. Kını olmayan bıçak her zaman çıplak olarak görülmüştür.

 

Erdal, Gültekin (2018), Bursa Bıçağının Tipolojisi, TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, Yıl:6, Sayı:12, s. 300-314

Büyük Selçuklu Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri

 

Büyük Selçuklu Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri

Gülseri Okudan

 

İslam Devleti’nde kullanılan oklar, yaylar, mızrak, hançer, kısa saplı topuz gibi savaş aletlerinden bahsetmiştir. Dört Halife döneminde kullanılan, Sasani ve Hint kökenli kılıçlar ve zırhlardan bahseden yazar, Bizans ile yapılan savaşları örnek göstererek açıklama yoluna gitmiştir.

 

Selçuklu ordusunun kullandığı hafif mekanik yaylar, kılıçlar, kullanılan kılıçların imalatı, kılıç çeşitleri ve bu askeri aletlerin seramikler ve çanak çömleklerdeki işlemeleri hakkında bilgiler veren yazar, Büyük Selçukluların kullandığı Yemânî, Hindî, Hazarî, Rumî, Frengî ve Keşmirî gibi kılıç çeşitleri hakkında da geniş bir değerlendirmede bulunmuştur.

 

Okudan, Gülseri (2020), Büyük Selçuklu Ordusunda Kullanılan Savaş Aletleri, Tarih Kritik Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2, s. 147-149

 

Cerrahi Ekibin Vazgeçilmezi Cerrahi El Aletleri Bilinmesi Gerekenler

 

Cerrahi Ekibin Vazgeçilmezi Cerrahi El Aletleri Bilinmesi Gerekenler

Işıl Işık Andsoy

 

Cerrahi el aletlerinin kullanımı tarih öncesi döneme dayanmaktadır. Şamanların, trepenasyon (baş delgi ameliyatı) denilen girişimi o dönemlerde, cerrahi aletlerin kullanıldığının göstergesidir.

Hindistanda (MÖ 600) Sushruta, ilk cerrahi kitabında 120’den fazla cerrahi el aleti tanımlamıştır.

 

Ebu’l-Kasım Zahravinin, Et-Tasrif Limen Acize an'it Te'lif adlı eserinde, aletlerin isimleri, tanımları ve çizimleri bir arada verilmiştir.

 

Cerrahi el aletleri; genel aletler ve özel aletler olmak üzere iki guruba ayrılır. Genel aletler; herhangi bir ameliyatta yaygın olarak kullanılabilirken, özel olanlar belli bir ameliyat sırasında özel amaçlar için kullanılmaktadırlar.

 

Kesiciler sınıfında yer alan bistüriler; bisturi sapı ve bisturi ucu olmak üzere iki kısımdan oluşur.

 

Tutucular olarak bilinen forsepsler; cımbız ya da kargaburnuna benzeyen, cerrahın vücut boşluğunu görmesine izin veren cilt ya da dokuyu tutmak için kullanılan menteşeli aletlerdir.

                             

Işık Andsoy, İşıl (2015), Cerrahi Ekibin Vazgeçilmezi Cerrahi El Aletleri Bilinmesi Gerekenler, Sağlık Bilimleri ve Meslekleri Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, s. 91-99

 

Divan Şiirinde Savaş Aletleri Hançer, Kılıç, Ok

 

Divan Şiirinde Savaş Aletleri Hançer, Kılıç, Ok

Emel Nalçacıgil Çopur

 

Osmanlı şairleri, müstesna konumdaki sevgiliyi, onun güzelliğini ve âşığına karşı tutumlarını savaş aletlerine benzeterek ifade etmişlerdir. Dolayısıyla divan şiirlerinde zikredilen savaş aletleri savaşı anlatan manzumelerde yer almasının yanında özelliklerinden hareketle âşığın vücudunda açtığı yara bakımından da teşbih unsuru olarak kullanılmıştır

 

müşebbehün bih ögesi olan savaş aletleri şiirlerde vech-i şebeh ögesi zikredilmeden gerçekleştirilir. Klasik Türk edebiyatında teşbihin bu çeşidine müekked teşbih denilir ve en kıymetli teşbih çeşididir.

 

hilâl şeklini alan Ay’ı da hançere benzetmişler

 

(Bâkî )

Hançerün sînemi delerse eger

Şöyle bir hayr ider ki câna değer

 

Nedîm, kötülük yapan kaşlarının kılıcı ile hilekâr gamzelerinin hançerine kurban olduğu sevgiliye seslenir:

Tîğ-i ebrû-yı siyehkârına kurbân olayım

Hançer-i gamze-i ayyârına kurbân olayım

 

Edebiyatımızda kahramanlığı, kuvveti ile anılan Rüstem; zülf, kaş, gamze, göz gibi öldürücü ve hilekâr özelliğiyle ele alınır

 

…kasidelerde Sultan Bayezid, Sultan Selim, Rumeli kazaskeri Kadızâde Ahmed Şemseddin hançer bahsinde övgüye mazhar olmuşlardır.

 

Klasik Türk edebiyatında özel bir yerde olan sevgilinin kaşı, gözü, kirpikleri, gamzesi etkileyiciliği olmasından dolayı hançere benzetilirken ince oluşuyla beli, uzun oluşuyla boyu da müşebbeh unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Divan şairleri âşığına eziyet etmekten çekinmeyen Türk güzelini elinde kılıçla tasvir etmişler, bu güzelin yine kaşları, bakışları, kirpikleri ve gamzesi de kılıca benzetilmiştir.

 

Nalçacıgil Çopur, Emel (2020), Divan Şiirinde Savaş Aletleri Hançer, Kılıç, Ok, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, s. 58-81

 

Divan Şiirinin Koruyucu Savaş Aletleri Kalkan-Miğfer-Zırh

 

Divan Şiirinin Koruyucu Savaş Aletleri Kalkan-Miğfer-Zırh

Emel Nalçacıgil Çopur

 

Makale farklı yüzyıllara ait yirmi divan taramasından oluşmaktadır. Çalışma neticesinde diğer savaş aletlerinde olduğu gibi kalkan, miğfer ve zırhın da kaside nazım şeklinde yazılmış şiirlerde şairin memduhunu övme vesile olduğu; gazellerde ise sevgiliye ait güzellik unsurlarına teşbih edildiği gözlemlenmiştir.

 

Bu savaş aletlerinden “kalkan”, dairevî şeklinden dolayı sevgilinin yüzüne, gözüne teşbih edilmesinin yanında eski telakkide dokuz kat feleğe ve âşığın sinesine de benzetilen olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

…miğfer ve zırh ise sevgilinin cefası karşısında âşığın sinesini siper etmesine teşbih edilmiştir.

 

Kalkan

Türk kalkanları çelik, demir, bakır, hayvan derisi, hasır, kamış ve ağaç kabuğu gibi maddelerden yapılmıştır.

 

Türkler kalkan yapımında maden ve ahşabın dışında koruyucu özelliği ve sağlamlığından dolayı deri kullanmıştır.

 

Kalkan şekil olarak dünyaya benzetilmiş

Kalkanın üzerindeki kabaralar gözyaşına teşbih edilerek gözyaşının kalkan gibi koruyuculuğu da ima edilmiştir.

 

Miğfer

Gafr kökünden gelen miğfer; örtmek, gizlemek ve korumak” manalarına gelmektedir.

 

Zırh

İlk zırh örneklerine MÖ.2050’de Bronz çağında rastlanmaktadır.

 

…örme zırh, vücudu mızrak ve ok atışlarına karşı yeterince koruyamamıştır. Bu sebeple Mısır ve İran’da XII. yüzyıldan itibaren metal plakalarla desteklenmiş, cevşen bunun yanında dört aynalı denilen zırh türleri yapılmıştır. Ayrıca örme zırh altına giyilen keten gömleklerle vücudun

korunması sağlanmıştır.

 

Eski şiirimizde telmih sanatı uygulanarak yiğitliğinden dolayı en çok zikredilen kişilerden biri de Tehmeten veya Tehemten ismiyle de bilinen Rüstem’dir.

 

Osmanlı ordusunda kullanılan hayvan zırhlarına çokal adı verilmiştir

 

Nalçacıgil Çopur, Emel (2020), Divan Şiirinin Koruyucu Savaş Aletleri Kalkan-Miğfer-Zırh, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [Journal Of Old Turkish Literature Researches], Cilt: 3, Sayı: 2, s. 539-559

Dokumacılığın Tarihçesi ve En Eski Dokuma Aletleri

 

Dokumacılığın Tarihçesi ve En Eski Dokuma Aletleri

Macide Gönül

 

Dokumacılık her şeyden önce yün ve bu da koyunun ehlileştirilmesiyle ilgilidir. Koyun ehlileştirme işi ilk önce Orta Asya’da başlamıştır. Mısır’da dokumacılık için keten ve pamuk aşağı Mezopotomya’da ise sazlar işe yaramıştır.

 

(tarama çok kötü, metin okunamyor)

 

Gönül, Macide (1964), Dokumacılığın Tarihçesi ve En Eski Dokuma Aletleri, Antropoloji Dergisi, Sayı: 02

 

Erzurum Müzesi’nde Bulunan Tarım Aletleri Işığında Geç Kalkolitik ve Tunç Çağlarında Bölgedeki Tarımsal Aktiviteler

 

Erzurum Müzesi’nde Bulunan Tarım Aletleri Işığında Geç Kalkolitik ve Tunç Çağlarında Bölgedeki Tarımsal Aktiviteler

Süleyman Çiğdem 

Birol Can

 

…makalede bölgede kazıları yapılan Karaz, Pulur ve Güzelova höyüklerinden ele geçen malzeme ağırlıklı olarak değerlendirilmiştir. Materyalin büyük bir kısmını öğütme taşları, havanlar, havanelleri ve obsidiyen dilgiler oluşturur. Oraklar ise, ele geçen tek metal tarım aletidir.

 

Öğütme taşlarının Anadolu’da birçok örneğine karşılaştığımız gibi bazalttan yapıldığı anlaşılmış…

 

Öğütme taşları, alt ve üst öğütme taşı olarak adlandırılan iki ayrı parçadan oluşur. Biri altta, sabit duran bir kaide görevi yaparken diğeri kullanıcının elinde ve hareketlidir

 

Öğütme taşlarında öğütme işlemi yapılırken havanlarda ezme işlemi yapılırdı

 

Erken dönemlerde, metalin kullanımından önce, orak işleviyle çeşitli hayvan kemikleri kullanılmaktaydı. Bu kemiklere yan yana çakılan mikrolitler keskin yüzleriyle aynı işi görebilmekteydi

 

Karaz, Pulur ve Güzelova

bölgede hakim olan Karaz kültürünün yarı göçebe-yaylacı bir kültür olduğu, özellikle mimari kalıntılardan ve başta ocaklar olmak üzere taşınabilir objelerden anlaşılmaktadır

 

Çiğdem, Süleyman -  Can, Birol (2005), Erzurum Müzesi’nde Bulunan Tarım Aletleri Işığında Geç Kalkolitik ve Tunç Çağlarında Bölgedeki Tarımsal Aktiviteler, Anadolu Dergisi, Sayı: 29, s. 13-27

 

Eski Çağda Tarım Aletleri

 

Eski Çağda Tarım Aletleri

Enver Akın

Reşat Esgici

 

Neolitik Çağ’da boğa gücünden yararlanılarak çift sürmenin getirdiği verim, öte yandan diğer tarım aletlerinin gelişmesinde de etkili olmuştur. Önceleri buğday başakları el ile toplanırken artık endüstriyel bir devrim olarak adlandırabileceğimiz yay şeklindeki hayvan boynuzunun iç tarafına açılan oyuklara mikrolit olarak adlandırılan çakmaktaşı veya obsidyen malzemeden kesici uçlu taşların yerleştirilmesi ile oluşturulan orak kullanılmaya başlanmıştır

 

Tunç Çağı (M.Ö. 3200-1200)

kullanılan bakıra önce arsenik, sonraları kalayın karıştırılması ile elde edilen tunç’un (bronz) her türlü kesici-delici alet ve silah yapımının yanı sıra tarım aletlerinin yapımında da kullanıldı…

 

farklı ürünler, aynı zamanda tarım aletlerinin gelişimi ve çeşitliliğinde de etkin bir rol oynamıştır. Daha önceleri ağaç dallarından yapılan saban, madenden yapılmaya başlanmış ve

hayvan boynuzlarından yapılan oraklar ise kalıp dökme veya dövme teknikleri ile biçimlendirilerek adeta fabrikasyon yöntemi ile üretilmişlerdir.

 

Anadolu’nun erken dönmelerinde olduğu gibi Mezopotamya’da, M.Ö. 4. binde gelişen Sümer kültüründe, yay şeklinde kesici bir yüzeye sahip orakların kullanıldığını arkeolojik verilerden öğrenebilmekteyiz

 

Mısır’da tarımda saban kullanılmadan önce taşan Nil yatağının çekilmesinden sonra oluşan bataklık alana tohumların atıldığı ve domuzların bunları yemek için geldiklerinde, tırnakları sayesinde tohum tanelerinin çamurla kaplanmasını sağlayarak bu yolla yeşermesinin gerçekleştiği anlaşılıyor. Bu nedenle ekim ayına domuz-temmuz ayı denildiği ve bugünkü temmuz ayının isminin buradan geldiği düşünülmektedir

Akın, Enver – Esgici, Reşat (2015), Eski Çağda Tarım Aletleri, Tarım Makinaları Bilimi Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 1, s. 33-37

Farklı Toprak İşleme Aletleri Toprak Yüzey Pürüzlülüğü Etkisi

 

Farklı Toprak İşleme Aletleri Toprak Yüzey Pürüzlülüğü Etkisi

Çağatay Selvi

 

Özellikle Orta Karadeniz Bölgesinde toprak hazırlığı döneminde yoğun yağışlar görülmektedir. Bu durum toprak işleme için gerekli olan zamanı sınırlandırabilmekte ve tarla koşullarında uygun toprak tavının yakalanmasını zorlaştırmaktadır.

 

Araştırma, merkezi Samsun ili sınırları içerisinde bulunan, Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü’ne ait uygulama arazilerinde yürütülmüştür.

 

sürüm yönüne paralel ve sürüm yönüne dik olarak ölçülen toprak yüzey pürüzlülüğü / sürüm yönüne dik olarak elde edilen pürüzlülük değerlerinin sürüm yönüne paralel olarak elde edilen

yüzey pürüzlülük değerlerinden daha yüksek gerçekleştiği görülmüştür…

 

Bu çalışma ile ağır çalışma koşulları ve yüksek kil içeriğine (%75.2) sahip bir toprakta bazı birincil toprak işleme aletleri ve kombinasyonlarının iki farklı ilerleme hızında, sürüm yönüne paralel ve dik yönlerde toprak yüzey pürüzlülüğüne olan etkileri belirlenmeye çalışılmıştır.

Selvi, Çağatay (2011), Farklı Toprak İşleme Aletleri Toprak Yüzey Pürüzlülüğü Etkisi, Anadolu Tarım Bilimleri Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 3, s. 188-193

 

Geçmişten Günümüze Boynuzun Kullanım Alanları

 

Geçmişten Günümüze Boynuzun Kullanım Alanları

Turgay Taşkın,Cemal Ün, Çağrı Kandemir, Nedim Koşum

 

boynuzlar, kadeh, ilaç, düğme, bıçak sapı, müzik aleti, barutluk gibi değişik amaçlar için de kullanılmıştır.

 

Boynuz, çeşitli hayvanlarda baş üzerinde derinin bir uzantısı olarak kabul edilir. Bu uzantı, boynuz düğmesinin çevresini kaplayan keratin ve diğer proteinlerden oluşmaktadır

 

Epidermis dokusunun kalınlaşması ve şekil değişikliğiyle oluşan yapı boynuz olarak adlandırılır

 

Sığırlarda doğumdan 6 ay sonra, başın ön kısmındaki sinüs boşlukları içinde gelişir.

 

boynuzlar sığır ve keçilerde vücut ısısının düzenlenmesinde de rol oynamaktadır. Çevre sıcaklığı artıkça, kanın boynuzun dermis tabakasına giren miktarı da artar. Bu şekilde boynuz yüzeyinde radyasyon yoluyla ısı kaybı sağlanmış olur

 

birçok memeli hayvan türünde, boynuz gibi benzer fonksiyonlara sahip azı dişleri vardır

 

Boynuz insanlar tarafından çeşitli amaçlar için kullanılmıştır.

Duvar süsü/Görsel sergi

Shofar (müzik aleti): nefesli aletler içinde yer alır.

Kadeh

barutluk

Tedavi amaçlı kullanma: Antilop boynuzları, Çin’de insan tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır

Mobilya ve dekorasyon

Yay: Tahta, çelik ya da bunların birlikte kullanımıyla elde edilmektedir.

El silahları: Çeşitli hayvanlardan elde edilen boynuz ve boynuz uçları, bıçak ve benzeri el silahı aletlerin yapımında kullanılmıştır

Satır/balta

Düğmeler: Boynuzdan düğme yapmak amacıyla daha çok geyik ya da antilop boynuzları kullanılır

Ayakkabı çekeceği

 

 

Bronz ve Demir çağında sayıları az da olsa bazı boynuzlu başlıklara ait tasvirlere rastlanmaktadır.

 

Vikinglerle birlikte boynuz figürlü savaş başlığı kullanımı daha belirgin bir hal aldı.

 

Anadolu’da kullanımı yaygın olan özellikle manda boynuzundan yapılma taraklar, üflemeli çalgılardan olan ney ve kavalların baş paresinden, baston saplarından, takı ve tespihler de yapılmaktadır

Geçmişten Günümüze Boynuzun Kullanım Alanları, Selçuk Tarım ve Gıda Bilimleri Dergisi, Cilt: 31, Sayı: 1, s. 86-98

 

Geleneksel El Sanatlarına Bir Örnek Sürmene Bıçağı Üretimi

 

Geleneksel El Sanatlarına Bir Örnek Sürmene Bıçağı Üretimi

Hayati Doğanay 

Ahmet Çavuş

 

Sürmene’de bıçakçılığın tarihi

yaklaşık 150 yıldan beri bu üretim sürdürülmektedir.

 

Sürmene’de, 1952’de / Sürmene bıçağının ateşli silahlar sınıfına dahil edilerek yasaklanmasıyla, üretim faaliyeti zayıflamış ve durma noktasına gelmiştir.

 

Soğuksu Mahallesi üretimin merkezi durumundadır. Kayalı ve Orta Mahalle diğer üretim yapılan yerlerdir.

 

Şerit çelik yurt dışından ithal edilip getirtilmekte…

Odun-kömür gibi ihtiyaç duyulan malzemeler bölgeden, yakın çevreden temin edilmekte…

Bıçak sapı yapımında hayvan boynuzu, hayvan kemiği, plastik ve ahşap kullanılmakta…

 

Çeliğe balık yağıyla su veriliyor…

 

Bıçak için kın, kızılağaçtan içi oyularak ve dışı keçi derisinden işlenerek yapılıyor…

 

İlçenin adıyla meşhur olan Sürmene çiftli kaması…

Doğanay , Hayati – Çavuş, Ahmet (2013), Geleneksel El Sanatlarına Bir Örnek Sürmene Bıçağı Üretimi, Doğu Coğrafya Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 29, s. 51-64

 

Gelibolu Yarımadasının Kuzeyinde Yeni Bir Prehistorik Taş Balta Atölyesi Buruneren

 

Gelibolu Yarımadasının Kuzeyinde Yeni Bir Prehistorik Taş Balta Atölyesi Buruneren

Onur Özbek

 

…cilâlı taş endüstrilerinin önemli ürünlerinden olan cilâlı taş baltalar, sadece toplulukların gelişm elerinde direkt bir etmen olmamış, aynı zamanda tarımla uğraşan topluluklar arasında birbirlerini ayıran sosyal bir öğe olmuştur,

 

Baltaların ham maddesi olan ve bazen 100 kg.Iık bazen 1 kg.lık bloklar halinde görülen kayaçlar…

 

Balta taslakları: Genelde 400 gr. ile 1000 gr. Iık ağırlığa sahip kütleler şeklindedir. Boyları ortadan kınlmış oldukları için 20-25 cm. olarak tahmin edilebilir.

 

Kayacın mineralojik özelliği nedeniyle içindeki mineral mikro bandlar, taslakların daha cilâlama aşamasına geçirilmeden kırılmasına neden olmuştur.

 

Özbek, Onur (2000), Gelibolu Yarımadasının Kuzeyinde Yeni Bir Prehistorik Taş Balta Atölyesi Buruneren, Türk Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, Sayı: 71, s. 1-4

 

Göktürk Dönemi Madeni Silahları

 

Göktürk Dönemi Madeni Silahları

J. Özlem Oktay Çerezci

 

Göktürk Dönemi silahları kullanım amaçlarına göre “Saldırı” ve “Savunma” silahları olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Saldırı Silahları “Yakın Mesafe” ve “Uzak Mesafe” silahları bakımından

iki alt gruba sahiptir. Yakın Mesafe Silahları da kendi içinde “Kesici- Delici”, “Delici” ve “Vurucu”

olarak üç gruba ayrılır. Yakın Mesafe Kesici-Delici Silahları: “Meç”, “Uzun Kılıç”, “Eğri Kılıç”, “Kama”, “Bıçak”; Yakın Mesafe Delici Silahları: “Mızrak”; Yakın Mesafe Vurucu Silahları: “Savaş Baltası”, “Keser” ve “Gürz”dür. Uzak Mesafe Silahı Göktürk Devri’nde “Delici” olarak tek bir alt gruba sahiptir, bu grupta yer alan silah “Ok ve Yay”dır. Savunma Silahları; “Kalkan”, “Tolga” ve “Zırh” olmak üzere üç alt gruba ayrılır. Zırh, “Zincir Örme” veya “Levhalı” formdadır; bunlardan levhalı zırh “Pullu” “Yatay” ve “Dikey” olmak üzere üç çeşide ayrılır.

 

MEÇ; Meçin ana vatanının Altay bölgesi olduğu düşünülmektedir.

Göktürk anıtlarında tek ağızlı meçlerle çok sık olarak karşılaşılmamaktadır, buna karşılık çift ağızlı olanlar öne çıkar

Düz namlulu iki ağızlı örneklerden biri Kudırge’den; tek ağızlı olan bir örnek ise Doğu Kazakistan’dan VI-VII. yüzyıla ait Göktürk mezarından ele geçmiştir

Meçin, askerin kemerine takılması için, kınının üzerinde bir ya da iki ilmik yeri ve zincirler bulunmaktadır.

 

UZUN KILIÇ;

Bunlar, düz ve tek ağızlı namluya sahiptirler.

namlu uzunlukları 75 cm; kabza uzunlukları 18 cm; namlu eni; 3 cm.

 

EĞRİ KILIÇ;

Göktürklerde, eğri kılıçlar meçlere göre daha yoğun olarak karşımıza çıkmaktadırlar

Çoğunlukla balçağa sahip böyle kılıçlar nadir durumlarda balçaksız olarak da üretilmişlerdir.

Kısa eğri kılıçlar 47-77cm uzunluğa sahiptirler. Genelde kın içindeki namlu kısımları kemere, farklı uzunluktaki iki kayış üzerine, sol tarafa doğru bağlanmıştır

 

KAMA;

Uca doğru daralarak sivrileşen iki tarafı keskin (iki ağızlı), kısa ve düz namludan ve kabzadan meydana gelmektedir. Asıl darbe verici noktası keskin ağzından ziyade sivri ucudur

Bir takım araştırmacıların iki ağızlı kamaların Türkler tarafından bulunduğu ve sonrasından Japonlara geçtiği şeklinde yorumları vardır. / (Nicolle, 2011, s. 15).

 

BIÇAK;

Türklerde sadece bir savaş aleti olarak değil ama aynı zamanda onların yemek kültürlerinde önemli bir yer tutmaktadır.

18 cm – 20 cm uzunluğunda ve 3 cm – 4 cm eninde ölçülere sahip olanlar okların ahşap saplarını oymak, yaylara ve saplara form vermek için de kullanılmıştır. Bazen bıçaklar üzerinde tunç astara rastlamak mümkündür.

 

Bunların büyük kısmı tek bir parça (yekpare) metalin dövülmesi ile elde edilmiştir.

 

MIZRAK;

Göktürk yazıtlarında “Süngüg”, mızrak anlamında kullanılmıştır

Uç (temren/yaprak), Boru (soket) ve sap kısımlarından meydana gelir.

 

Türk mızraklarının kısa ve içlerinin boş (kof) olduğu belirtilmektedir; bu özellikleri ile hem taşımada kolaydırlar hem de delici etkileri daha fazladır

 

Mızrağın tamamı 2-2,5 m uzunluğa sahiptir. Mızrakların kısımları ile sap kısımları arasında çoğunlukla Orta Asya Türk geleneği olarak perçem ya da püskül takılmaktadır. Perçem; kıl püsküllerden oluşmakta ve hareket ya da rüzgâr ile uçuşmaktadır. Ayrıca mızrakların ucuna kişiye özel bayrakların asıldığı durumlar da vardır

Yine mızrak uçlarına yiğitlik belirtisi olarak ipek kumaş parçası, yaban sığırı kuyruğu ya da kuş tüyü takıldığı da bilinmektedir

Mızrakla silahlandırılmış atlıların “Fuli” veya “Buri” Kağan ordusu olarak isimlendirildiği bilinmektedir

 

SAVAŞ BALTASI;

Genel olarak bir kenarı keskin (tek ağızlı) geniş yüzeyden oluşan namlu ve bunu taşımak üzere tasarlanmış ahşap saptan meydana gelmektedir. Savaş baltasının kısımları detaylı olarak şöyledir: ağız, sap, ense, balta altında yuva. Ağız – baltanın vurucu kısmıdır; kabza – baltanın tutulmasına yarayan kısımdır, darbe yönüne hesap edilerek tasarlanmıştır; ense – ağzın ağırlığına karşı dengeyi tutmaya yarar; yuva – kabzanın baltaya sabitlenmesini sağlama amaçlı tasarlanmıştır

 

KESER;

Göktürkler’de genelde iki kullanım şekli bulunmaktadır: günlük kullanım eşyası ve yakın savaşlarda hafif silahlı atlılar tarafından savaş̧ aleti.

…ek yerlerinde kapalı olmayan mil yatağına sahiptirler ve hepsinin ağzı yuvarlak kenarla sonlanmaktadır

 

OK VE YAY;

Ok ve yayın Göktürkler’in ana silahlarından olduğu kabul edilmektedir,

Türk oklarının toplam boylarının 40-70 cm. arasında değiştiği belirtilmektedir. Göktürk Dönemi ok uçlarının çoğunlukla demirden, gövdeleri ise ahşaptan özellikle de huş ağacından yapıldığı bilinmektedir

Göktürk ok uçlarının üçte birinin kemik bilyalı yani düdüğe sahip olduğu bilinmektedir.

 

TOLGA (MİĞFER);

Tolgalar mücadele esnasında savaşçının başını, alın, ense, burun gibi hassas bölgelerini korumaktadırlar.

Tolganın altında, başı acıtmaması için tüy ya da kumaştan bir tür içlik bulunmaktadır. Göktürk Devri’nde seçkin okçuların tolgalarının tepelerinde çoğunlukla ince bir boru bulunmakta ve bu borunun içinden kuş tüyü ya da renkli tüy çıkmaktaydı. Çift şahin kanat tüylü tolgalar hem öne hem de geriye doğru ok atan usta savaşçılar içindi

 

ZIRH;

Bazı zırhlar tüm vücudu kaplarken bazıları kolları serbest bırakan özelliktedir.

Önceleri ahşap, deri ve keçe gibi malzemelerden üretilen zırhlar zaman içinde maden kullanılarak yapılmışlardır.

 

Göktürk Dönemi arkeolojik anıtlarında pul zırh detayları ile çok sık karşılaşılmamaktadır.

…zincir örme zırhların, olgunluğa Göktürk Devri’nde eriştiği belirtilmektedir.

 

KALKAN;

Kaya resimlerinden ve mezarlardan ortaya çıkartılan buluntular ışığında ilk savunma silahının kalkan olabileceği araştırmacılar tarafından düşünülmektedir. Kalkanların ilk örnekleri ağaç kabuğundan yapılmış, arkalarında bir tutamağı olan ve işçilik yönünden zayıf silahlardır. Bilinen en eski Türk kalkanları ahşap malzemeden; ahşap çubukların yan yana getirilerek bir çit şeklinde bağlanması ile yapılmıştır

 

Çerezci, J. Özlem Oktay (2019), Göktürk Dönemi Madeni Silahları, Akdeniz Sanat, Cilt: 13, 21. Uluslararası Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştımaları Sempozyumu Bildirileri, s. 447-500

 

Göller Bölgesi Pişmiş Toprak Dokuma Aletleri ve Seramik Sanatına İzdüşümü

 

Göller Bölgesi Pişmiş Toprak Dokuma Aletleri ve Seramik Sanatına İzdüşümü

Serap Ünal 

Nur Uyanık

 

İnsanoğlu yaşamını sürdürebilmek adına birtakım ihtiyaçlarını karşılayabilmek için akıl ve becerilerini kullanarak ilk aletleri yaratmıştır.

 

çalışmanın ana odağını pişmiş toprak dokuma aletleri oluşturmaktadır.

 

Göller Bölgesinin merkezi konumunda olan Isparta ve çevresi, Neolitik Dönem ’den itibaren yerleşime açık olmuştur. Bu tarihsel süreçte Hititler (Etiler), Frigyalılar, İyonlar, Lidyalılar, Persler, Makedonyalılar, Selefkiler, Romalılar hüküm sürmüştür. Isparta, Bizans’tan sonra 1204’de Konya Selçuklularına geçmiştir

 

Fischer, Sanatın Gerekliliği kitabında yer alan ifadesiyle sanatın başlangıcını ilk aletler ile ilişkilendirmiştir.

 

Dokuma tarihi / hayvan kemiklerinden üretilen ‘dokuma çubuğu’ isimli aletler / Paleolitik dönemlere değin uzanıyor…

 

Asurlular, ilk olarak şimdiki buluntular ışığında keten kenevir gibi lifli bitkileri ehlileştirmiş ve tekstil tarihini başlatmıştır.

 

…pamuğun üretimi ilk Hindistan’ı işaret etmektedir.

 

Göller Bölgesi Dokuma Kültürü ve İlkel Dokuma Aletleri

Bölgenin erken alet buluntularını Baladız’da Mezolitik Döneme ait ‘mikrolit’ adı verilen aletler oluşturmaktadır.

 

İğ

Eğirme işlemi için kullanılan ağırşak ile işlevsel hale getirilen çubuk ‘İğ’ olmuştur. İlkel ip bükme işinde kullanılan iğ, ipliğin sarıldığı ucu çengelli gövdesi ve gövdeye geçirilmiş ağırşak olmak üzere iki parçadan oluşur. İğ, ip eğirmeye mahsus kullanılan “şiş” olarak bilinir

 

Öreke ve Kirmen

Ağırlık iğin üstünde olduğunda ‘öreke’, ahşap dört kanatlı iş miline geçirilmiş, ‘kirmen’ olarak tanımlanabilir.

 

Kirkit

Halı, kilim vs. dokumada kullanılan atkı ipliğini ve ilmekleri sıkıştırmak amacıyla kullanılan araca kirkit denir.

 

Gücü Tarağı

Dokuma tezgâhlarında, çözgü iplerinin düzgün gelmesini ve atkı iplerinin de sıkışmasını sağlayan paralel yassı tellerden oluşan düzen tarak olarak tanımlanmaktadır

 

Ağırşak

Yün eğirmenin en ilkel tekniği için kullanılmış ağırşaklar, buluntular ışığında yuvarlak, konik, küre, gibi tanımlanabilen pişmiş topraktan, taş, kemik, tahta gibi doğada kolay bulunabilen malzemelerden yapılmış ortası delik alettir.

 

Levni, “İplik Eğiren Kadın” minyatürü

 

İlkel aletlerini konu alan bir diğer Sanatçı Susan Point

 

Ünal,  Serap – Uyanık, Nur (2021), Göller Bölgesi Pişmiş Toprak Dokuma Aletleri ve Seramik Sanatına İzdüşümü, Vankulu Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 7, s. 199-222

Haçlı Seferlerinde Silah Ambargoları

 

Haçlı Seferlerinde Silah Ambargoları

Nadir Karakuş

 

Yedinci yüzyıl başlarında Bizans ve Sâsânî devletleri arasında yapılan uzun savaşlar, silah ambargoları ile de devam etmiş

 

Eskiden beri Bari, Amalfi, Cenova, Venedik ve Pisa gibi İtalyan şehir cumhuriyetleri harp sanayisi için Müslümanlara demir, zift ve kereste gibi hayatî öneme haiz hammaddeleri satmışlardır.

Amalfili tüccarlar, sünnî halifelerin yaşadığı Bağdat tarafından ambargo uygulanan Şiî Fâtımîlere yüksek fiyattan silah ve kereste satarak yüksek kazançlar elde etmişlerdir.

 

Silah ambargoları için asıl çağrılar Selâhaddîn’in yükselişi, Mısır ve Suriye’de bütünlüğü sağlaması ile başlamış

 

Papa III. Aleksander tarafından 1179 ve sonrasında, Papa III. Innocentius’un emriyle 1215 ve Papa IV. Innocentius’un kesin talimatıyla 1245 yıllarında Venedik, Ceneviz ve Pisalı tacirlere Müslümanlara silah hammaddesi ve satışı yasaklanmıştır.

 

…ambargonun başarılı olmamasında İtalyan tüccar devletlerinin maddiyata olan düşkünlükleri önemli rol oynamıştır.

 

Kâğıt konusunda konulan bir ambargoya MÖ. 170’li yıllar gibi çok eski bir dönemde rastlıyoruz. Selefki Kralı IV. Epiphanes (MÖ. 174-165), Ege medeniyetinin önemli duraklarından Bergama’ya kâğıt ambargosu uygulayınca, onlar da deriyi özel şekilde terbiye ederek parşömen diye bilinen Bergama işi kâğıdı üretip bir çözüm bulmuşlardır.

 

VI. yüzyılda Sasanîlerin Bizans’a uyguladığı ipek ambargosu, iki devleti savaşın eşiğine getirmiş, ipek ithal edemeyen Bizans, bu işi Çin’in Yunnan bölgesinden casusları vasıtası ile ipek böceği kozası getirterek çözüme kavuşturmuştur.

 

Haçlılar, Excalibur adlı efsanevî kılıçlarının demirinin paslanmaz ve bükülmez olduğunu söylerken Müslümanlar da Zülfikâr adlı Şam çeliğinden yapılan yarı mukaddes kılıcı ön plana çıkarmışlardı.

 

Sonraki Haçlılar olarak kabul edilen Ruslar

 

Karakuş, Nadir (2023), Haçlı Seferlerinde Silah Ambargoları, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 21, s. 125-144

 

Hadislere Göre Avcılık ve Avlanma Esasları

 

Hadislere Göre Avcılık ve Avlanma Esasları

Yusuf Ziya Keskin

 

Kur’ân-ı Kerîm’de avla ilgili hükümlerin yer aldığı sûrenin adı, sofra manasına gelen el-Mâide’dir

Kur’an, kara avcılığını hac veya umre maksadıyla ihrama girenler için yasaklarken, deniz avcılığında herhangi bir yasak getirmemiştir.

 

…dört ayaklı yırtıcı hayvanlardan köpek dişi olanlar ile yırtıcı kuşlardan pençeli olanların etini yemek haramdır.

 

Kurt ve tilki ise, Resûlullah’ın etini yemeyi açıkça yasaklamadığı fakat kerih gördüğü hayvanlardır.

 

Allah’ın resulü (s.a.s.), avlanmayı meşru kabul etmekle birlikte hayvanların haklarını korumaya yönelik bazı tedbirler almıştır.

Buna göre, canlı hayvanların atış tâlimi için hedef yapılmasını yasaklamış

 

Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde avlanma esnasında avcı hayvan olarak en çok köpek kullanılmıştır.

Resûlullah, ihtiyaç olmaksızın köpek beslemeyi yasaklamış, fakat avlanma, sürüyü veya ekini koruma gibi maksatlarla köpek bulundurmaya ise izin vermiştir.

 

Mi‘râd, “iki tarafı ince, ortası kalın yeleksiz ok; iki tarafında demir bulunan ortası kalın sopa; bir ucunda sivri demir bulunan sopa” gibi değişik tanımları yapılan eski bir av aletidir.

Aletin kalın tarafı hayvana değip de yara açmadan onu öldürürse bu, Kur’an’da haramlığı bildirilen mevkûze yani taş veya sopa gibi sert cisimlerle vurulup öldürülen hayvan hükmüne girer ki, böyle öldürülen bir hayvanın etini yemek âlimlerin çoğunluğuna göre haramdır.

 

Resûlullah döneminde avlanmada mızrak, ok, yay, bunduka (kurutulmuş balçık çamurundan yapılma yuvarlak taş), sapan, sopa, kırbaç, taş ve ayakkabı da kullanılmıştır. Ne var ki, bu aletlerden sapan, bunduka, sopa ve taşla avlanmak, avı yaralamadan darbe ile öldürdüğü için, caiz görülmemiştir.

 

Av etinin yenilebilmesi için, avcının müslüman veya Ehl-i kitab’tan biri olması gerekir. Avcı mürted, Mecûsî veya putperest ise onun avladığı haramdır, yenmez.

 

Avla ilgili ayet ve hadislerde, avlanma sırasında besmele çekilmesi emredilmektedir.

Avlanmada besmele çekilmesi, bir hayvanı boğazlarken besmele çekmenin hükmü gibidir.

 

Eğitilmiş köpek avı öldürmüş, fakat yememiş ise, o av helâldir.

 

…ağır bir cisimle vurulan ve vücudunda delik açılmadan ölen av, Kur’an’da haramlığı bildirilen mevkûze hükmüne girer.

 

…hayvan henüz ölmeden vücudundan kesilen parça haramdır

Keskin, Yusuf Ziya (2007), Hadislere Göre Avcılık ve Avlanma Esasları, Hadis Tetkikleri Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, s. 33-48

 

Hititlerde Yazı Malzemesi ve Yazı Aletleri

 

Hititlerde Yazı Malzemesi ve Yazı Aletleri

H. TH. Bossert

 

Hitit tahta tabletleri / yetişenler için bir yazı malzemesi teşkil etmekte idi. Çünkü pahalı olan papirüs o zamanlar hiç şüphesiz Anadolu'ya, —umumiyetle kullanılan bir yazı malzemesi olarak— girmiş değildi.

 

Gerek vesikalar tertibinde, mühürcülükte ve gerek yeni tarzda olan yazı malzemesinin kullanılmasında, tek tek varaklarm ciltli kitaplar halinde birleştirilmesinde Anadolu diğer ülkelerin önünde gelmekte ve bu sayede bu güne kadar çığır açışı ve ilham verici bir vaziyette görünmektedir.

 

Bossert,  H. TH. (1952), Hititlerde Yazı Malzemesi ve Yazı Aletleri, Belleten, Cilt: 16, Sayı: 61, s. 1-8

 

Ignacz Kunos’un Derleyip Yayımladığı Masallarda Yer Alan Grotesk Ögeler

 

Ignacz Kunos’un Derleyip Yayımladığı Masallarda Yer Alan Grotesk Ögeler

 

Türk halk edebiyatı çalışmalarının öncülerinden sayılan Macar asıllı Türkolog Ignacz Kunos’un derleyip yayımladığı 26 masal / 24 masalda ise farklı dağılım göstermekle birlikte çeşitli grotesk ögeler belirlenmiştir.

 

Le Guin / düşsel anlatılar gibi masalların da kolektif bir bilincin ürünü olduklarına, simgesel bir dilden yararlandıklarına, arketipsel göndermeler içerdiğine şu tümcelerle açıklık getirir:

“Büyük fantaziler, mitler ve masallar gerçekten de rüyalara benzer; bilinçdışından bilince seslenirler, bilinçdışının diliyle, simgeler ve arketiplerle. Kelimeleri kullansalar da, müzik gibi işlev görürler; sözel akıl yürütmeyi devre dışı bırakıp doğruca söylenemeyecek kadar derinde yatan düşüncelere giderler.”

 

İtalyanca mağara anlamındaki “grottesco” “la grottesca” sözcüklerine dayanan Grotesk kavramının “gotik” ve “fantastik” gibi yazınsal biçimlerle birlikte kullanıldığı görülmektedir. Grotesk yazma biçiminde gerçek yaşam dezenformasyona uğratılır, insan ve bitki, hayvan gibi canlılar karikatürize edilerek yeni gerçeğimsi (verisimilitude) bir form oluşturulur

 

korku da insan yaşamının bir parçasıdır.

özellikle yazınsal ürünler yarattıkları dolaylı deneyimler aracılığıyla bireyin insan doğasını daha yakından izlemesine ve anlamasına hizmet edebilir. Grotesk ögelere sahip masallar da çocuğun kendi iç dünyasını anlaması, ürkülerinin ya da korkularının kaynağını bulup bunlarla mücadele etmesi için işlevsel rol üstlenebilir.

 

Ignacz Kunos 22 Eylül 1860’ta Macaristan’ın Hajdú bölgesinin Sámson (Hajdúsámson) köyünde bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, 12 Ocak 1945’te Budapeşte’de yaşamını yitirmiştir.

 

(Masallardan örnek ifadeler)

Kız susuzluktan yandığı için, gözünün birini çıkarıp verir, suyu içer. Biraz giderler. Susuzluğu geçmediğinden bir bardak daha ister. Kadın yine, “Öbür gözünü çıkarırsan veririm,” deyince, kız öbür gözünü de çıkarıp verir, suyu içer.

 

Seni gidi edepsiz herif, ben bir kere aldandım. Beni yine kuyuda bırakacaksın, değil mi?” diyerek belinden bıçağını çeker, herifin başını kesip atar. Tekrar kuyunun kapağını örter, şehre geri döner.

 

En yoğun grotesk ögenin şiddet eyleminde olduğu görülmüş

 

Mezarlık, mağara, vahşi doğa ve orman gibi kaygı yaratabilecek mekânlar yalnızca 8 masalda belirlenmiş

 

Şen, Erhan (2020), Ignacz Kunos’un Derleyip Yayımladığı Masallarda Yer Alan Grotesk Ögeler, Uluslararası Çocuk Edebiyatı ve Eğitim Araştırmaları Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 1, s. 31-44

 

Isparta Müzesi’ne Ait Bir Grup Tunç Silah Hakkında Değerlendirme

 

Isparta Müzesi’ne Ait Bir Grup Tunç Silah Hakkında Değerlendirme

Cengiz Çetin

 

Isparta Müzesi’ne ait / beş balta, yedi hançer, bir mızrak ucu ve üç ok ucundan ibaret on dört tunç silah bu makalenin konusunu oluşturmaktadır.

 

Kolcuklu baltalar, adını tutamak kısmını kesici kısımdan ayıran kolcuk biçimli çıkıntılardan alan ve araştırmacılara göre hem silah hem de alet olarak kullanılabilen bir balta türüdür

 

Isparta Müzesi’ne ait / üç kolcuklu balta için çok sayıda benzer örnek bulmak mümkün olmuştur.

 

Mezopotamya’da M.Ö. 3. binin sonlarına doğru görülen çift ağızlı balta türünün Anadolu’daki en erken örneklerinden biri Karataş Semayük’ün İlk Tunç Çağ III’e tarihlendirilen yapı katında bulunmuş gümüşten yapılmış minyatür çift ağızlı baltadır.

 

Isparta Müzesi envanterine 8-12-09 numara ile kayıtlı balta, yuvarlak sap delikli, köşelerine şev verilmiş dikdörtgen kesitli ve çekiç biçimli soket arkası ile teber şekilli ağza sahip tunçtan yapılmış minyatür boyda bir baltadır

 

Hançeri bıçaktan ayıran temel özellik, bıçağın aksine her iki namlu ağzının da keskinleştirilmiş olmasıdır.

 

Çetin, Cengiz (2015), Isparta Müzesi’ne Ait Bir Grup Tunç Silah Hakkında Değerlendirme, OLBA, Sayı: 23, s. 99-152