27 Ocak 2013 Pazar

Robert Walser – Gezinti


Robert Walser – Gezinti

Güzel bir sabah vakti -saatin tam kaç olduğunu hatırlamıyorum... (sokağa fırlamak)

Brezilyalı kadının –ya da her nereli ise artık- yanında oyalanmayı kendime men etmek zorundayım. Çünkü harcayacak ne mekânım ne de zamanım var.
(sabah dünyası) …ilk kez görüyormuşum gibi güzel geldi bana. (s. 11)

Hislerimi çevremdeki insanların gözlerinden saklamayı severim.
Profesör Meili…
…elinde… …bilimsel bir baston tutuyordu.
…çenesi hukuk gibi kapanmış ve sıkılmıştı.
…tatlılıkla ve güzel bir biçimde gülümseyen kişilerin dürüst ve güvenilir olduklarını düşünmeye yatkındım. (s. 12)

Küçük oğlanlar ve kızlar,
Yaşlanmak bir gün korkutup dizginleyecek onları.
…birbirlerine kibar ve nazik hareketlerle şapka çıkarıp sallayarak iyi sabahlar diliyor gibi görünen hali vakti yerinde iki bey…
Şapkalar, bu olayda onları taşıyan sahiplerinden daha önemli besbelli. (s. 13)

Mümkünse, en değerli ve en ciddi ve doğal olarak aynı zamanda da en çabuk duyulmuş ve satılmış eserin adını sorabilir miyim?
“memnuniyetle” dedi kitapçı. (s. 14)

Yılın en geniş kesimlere ulaşmış kitabının bu olduğuna yemin edebilir misiniz?
Hiç kuşkunuz olmasın
Mutlaka okunması gereken kitabın bu olduğunu iddia edebilir misiniz?
Mutlaka
Bu kitap gerçekten de iyi mi?
Büsbütün gereksiz ve yakışıksız bir soru bu
Size çok teşekkür ederim.
…kitabı olduğu yerde öylece bıraktım ve başkaca tek bir söz söylemeden, sessizce uzaklaştım. Satıcı arkamdan haklı ve derin bir öfke içinde “yontulmamış cahil herif!” diye bağırdı elbette.
…hemen bitişikteki heybetli banka binasına girdim. (s. 15)

…size lütufkâr yaklaştıkları anlaşılan, iyi kalpli ve insansever kadınların oluşturduğu bir dernek ya da cemiyetin talimatıyla, Bin frank karşılığı bir tutarı hesabınıza borç olarak değil (…) alacak olarak işlemiş olduğumuzu burada onaylar ve incelik göstererek bu keyfiyeti derhal aklınıza veya size uygun gelen herhangi bir yere yazmanızı rica ederiz. (s. 16)

Görünüş çoğu zaman aldatır. (s. 17)

Çocuklar gökseldirler, çünkü daima bir tür gökte yaşarlar. Yaş alıp büyüdükleri zaman gökleri solar ve böylece çocuksuluktan, yetişkinlerin o kuru, hesapçı varlıklarının ve can sıkıcı görüşlerinin içine düşerler. (s. 22)

…insan insandır sonuçta ve bu özelliği sayesinde kolayca affedilebilir. Yapının zaafı gerekçe gösterilebilir rahatlıkla. (s. 27)

Ah, insan ölümü ölümde hissedebilse ve tadına varabilse! (s. 32)

…yazmak, toprağı kazmak gibi yorar insanı. (s. 33)

Gezinti,
Kendimi canlı tutmak ve yaşayan dünyayla aramdaki bağı korumak için mutlaka yapmam gereken bir şey. (s. 47)

Bizim anladığımız ve sevdiğimiz şey de bizi anlar ve sever. (s. 53)

Şimdi yüksekokula gidiyor olmalıdır
…dehasıyla çok hızlı ilerler
…öyle olduğunu sanmaktadır
Böyle olduğunu tahmin ediyoruz,
Aksi halde başına buyruk yol alan şarkıcıyı nasıl açıklayabilecektik?
Bir mutluluk ve aynı zamanda da bir mutsuzluk bu delikanlıyı diğer genç adamlardan ayırır. (s. 78)

Kimse ona ciddi, güzel niyetler yakıştırmaz. İnsanların arasına karışır ama onu dışlarlar, insanları mutlu edemez, tıpkı insanların da onu mutlu etmediği gibi. (s. 79)

…bir hanımla karşılaşır. Gök gürlemesine yakalanmış ve yıldırım çarpmış gibi, kalır olduğu yerde ve selam verir. (s. 80)

…tüm iyi düşünceleri duvar kâğıdına dokunmuştur. (s. 81)

Hiçbir Şey
Kadın, sadece birazcık acayipti.
Karar verme becerisi gayet güzel bir şeydir. Ama buradaki kadın bu beceriye sahip değildi. (s. 91)

Kafaların toparlanamaması iyi bir şey değildir, uzun lafın kısası, sonunda kadına bir bıkkınlık geldi ve o da hiçbir şey almadan eve döndü.
Böylece bu defalık veya bir değişiklik olarak bir defalık da akşam hiçbir şey yediler, (s. 92)

Gördüklerine güvenemeyen adamın biri, kapalı olup olmadığını anlamak için odanın kapısına baktı.
Kapıda hiçbir sorun yoktu ama gördüklerine güvenemeyen adam, kapıya inanmadı, kapıda bir sorun olmadığına inanmadı, (s. 95)

…hiç kimsenin yakını ve hiçbir yerin yerlisi olmayan bir çocuğun aklına dünyanın sonuna varıncaya kadar durmadan yürümek geldi. (s. 99)

Söz lambalardan açılınca insan elinde olmadan abajurları düşünmek zorunda kalır; yani aslında hiç de kalmaz. İnsanın böyle bir zorunluluk hissettiği doğru değildir. Kimse bizi buna zorlamaz. Umarım herkes istediğini düşünebilir. (s. 103)

Hiçbir Şeyin Farkına Varmayan Adam
Bir keresinde ayakkabısının tabanları düştü, o bunun farkına varmadı, birisi bu olağanüstü tuhaflığa dikkatini çekinceye kadar yalınayak dolaştı durdu.
Yine güzel bir günde öyle kendi yolunda yürürken kafası düştü. Böyle durup dururken düşebildiğine göre, boynuna yeterince sağlam oturmamış olmalıydı herhalde. (s. 105)

Bir zamanlar bir adam vardı, adı Hiçkimse’ydi. Eliuzunlar loncasının bir üyesiydi. (s. 107)

Helbing
…bir günah kadar miskindi. (s. 113)

…iyi bir vatandaş fazla düşünmez. İyi bir vatandaş yemeğini yer, hepsi bu. (s. 123)

…hatalardan büsbütün kaçınmak asla mümkün değildir. (s. 135)

…başarısızlığa uğramış Avrupalı insanların ülkesi Amerika… (s. 145)

…size bir tavsiyede bulunayım: Dickens okuyun. (s. 146)

Luise, ilişkimizin sonraki bir safhasında bana ciddi bir ifadeyle, erkeklerin hayat tarzına eşlik eden sigara ve bira içme alışkanlığını çok çirkin ve tiksindirici bulduğunu söyledi ve ben de ona yerden göğe kadar hak verdim, çünkü onun söylediği her şeye peşin bir hayranlık duyuyordum. Sözünü ettiğim iki kötü alışkanlıktan da kaçınmayı ve bunlara değer vermemeyi mümkün olabildiğince kararlı bir tavırla aklıma yerleştirdim, bir bakıma kendi kendime ant içtim, ancak buna her zaman ve her koşulda bağlı kalmam için gereken gücü asla bulamadım… (s. 152)

Luise’yi düşündüğüm zaman, gözlerimin önüne neredeyse hiçbir biçim gelmiyor, sadece arı bir insan ruhu geliyor ve hiç şüphesiz önemli bir şey bu, çünkü burada bir kadın portresinden söz ediyoruz. (s. 155/156)

…bu dünyada hiçbir yüce işe yaramadığım için sınırsız bir kedere kapılarak bana sevimli ve tatlı görünen ormana koştum ve bir an önce ölmeyi dilediğim için, katıla katıla ağlayarak ve yalvararak ölünü çağırdım ve iyi kalpli, merhametli ölüm, peçeli bir surette çamların içinden çıkıp, beni kollarında sıkarak boğmak üzere geldi. Zavallı, talihsiz göğsüm parçalandı ve varlığım tükendi; ama öldürülen insandan, yeni bir insan yükseldi ve burada, senin karşında duran ve sana tüm bunları anlatan bu yeni insan, zamanla Tobold adını adlı. (s. 182)


Türkçeleştiren: Cemal Ener
Can Yayınları, Kasım 2011

17 Ocak 2013 Perşembe

Martin Heidegger, William McNeill, Kai Hammermeister – Düşünceye Çağıran Yurt Müdafaası


Martin Heidegger, William McNeill, Kai Hammermeister – Düşünceye Çağıran Yurt Müdafaası

Marifet iltifata tâbidir.
…iltifatın başkasını değil marifeti arayıp bulması gerekir. (s. 7)

“Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” şiarı gerektiği gibi anlaşılabilmiş olsaydı kendi dışındaki hatlara sağır her türlü hat müdafaasının nihayetinde satha kast edeceği anlaşılmış ve her türlü eksik noksan müdafaanın daha başlatılmadan önüne geçilmiş olurdu. (s. 30)

Teknolojinin Hüküm Sürdüğü Dünyada İnsanın Kaderi: Yurtsuzluk
Martin Heidegger – Gelassenhait

Conradin Kreutzer

…mesleği vücuda getirmek, ortaya çıkarmak olan bir kimseyi anacak ve ona saygı göstereceksek her şeyden evvel onun eserlerine gerektiği gibi saygı göstermeliyiz.

Bu seslerde sanatçının kendisi mevcuttur; çünkü ustanın eserdeki mevcudiyeti yegâne mevcudiyettir. Usta ne kadar büyükse, onun şahsı eserinin tam o kadar gerisinde kalır ve kaybolur. (s. 35/36)

…hepimiz çoğunlukla düşünce fakiriyiz. (s. 36/37)

Anma ve düşüncesizlik yan yana bulunuyor.

Biz ancak bilerek veya bilmeyerek, sahip olduğumuz şeyi kaybedebiliriz veya tabiri taizse ondan yakamızı kurtarabiliriz.

Dolayısıyla artan düşüncesizlik bugün insanın bizzat iliğini kemiren bir süreçten kaynaklanıyor olmalıdır: Bugünün insanı düşünmeden firardadır. Düşünceden bu kaçış düşüncesizliğin temelidir. (s. 37)

Hesaplayıcı düşünme bir fırsattan diğerine koşar. Hesaplayıcı düşünme asla durmaz, asla kendini toplayıp kendine gelmez. Hesaplayıcı düşünme sükûnetle düşünen düşünme değildir, varolan her şeyde hüküm süren anlamı tefekkür eden düşünme değildir.

İki tür düşünme vardır: hesaplayıcı düşünme ve sükûnetle düşünen düşünme.

Çağdaş insanın düşünmeden firarda olduğunu söylerken aklımızdaki bu sükûnetle düşünen düşünmedir. (s. 38)

Toprağına insanın kök salabileceği, yani köklü olabileceği hayat verici bir yurt toprağı hâlâ var mıdır?

…yurtlarında kalmış olanlar,
…her gün her saat radyo ve televizyona daha fazla bağlanmaktalar. (s. 40)

Modern iletişim tekniklerinin insanı harekete geçirdiği, üzerine çullandığı ve önüne katıp sürüklediği her şey, her şey bugün insana çiftliğinin etrafındaki tarlalardan daha yakın, arz üzerindeki semadan çok daha yakın, gecenin güne dönmesinde çok daha yakın…

Yurtlarından sürülmüş olanlarla yurtlarında kalmış olanların durumu farksız ise – yeni olan nedir? Cevap: İnsanın köklülüğü bugün can evinden tehdit edilmektedir. Hatta daha da fazlası: köklülüğün kaybına yol açan ne sadece daha ahval ve mukadderattır, ne de bu sadece insanın hayat tarzının gaflet ve sathiliğinden kaynaklanır. Köklülüğün kaybı hepimizin içine doğduğu çağın ruhundan kaynaklanır. (s. 41)

Dünya şimdi hesaplayıcı düşüncenin saldırılarına, artık karşı koyabilecek bir şeyin çıkabileceğine en küçük ihtimal verilmeyen saldırılarına açık bir nesne olarak görünür. Doğa modern teknoloji ve sanayi için devasa bir akaryakıt deposuna, bir enerji kaynağına dönüşür. (s. 42)

Modern teknolojide saklı olan güç insanın varolanla ilişkisini belirler. O bütün yeryüzüne hükmeder.

Kimse gelecekteki esaslı değişimleri öngöremez. Fakat teknolojik ilerleme gittikçe hızlanacak ve asla durdurulamayacak. Varoluşunun bütün alanlarında insan gittikçe daha da sıkı biçimde teknolojinin güçleriyle kuşatılacaktır. (s. 43)

İnsan, teknolojinin karşı konulmaz üstün gücünün insafına kalmış şaşkın ve savunmasız bir kurbandır.

…yakın olana götüren yol biz insanlar için her zaman en uzun ve dolayısıyla en zor yoldur. Bu yol sükûnet içinde düşünen düşünmenin yoludur. Sükûnet içinde düşünen düşünme, bizden tek bir fikre tek taraflı olarak saplanıp kalmamayı, tasavvurların tek yönlü yolunun ardında koşmamayı talep eder. Sükûnet içinde düşünen düşünme, bizden ilk bakışta uyuşmaz / bağdaşmaz görünen şeyle meşgul olmamızı talep eder. (s. 45/46)

Teknik aygıtlara bağımlıyız; hatta onlar hep daha büyük ilerlemeler için bize meydan okurlar. (s. 46)

Kendisini gösteren ve aynı zamanda geri çeken şey sır dediğimiz şeyin temel özelliğidir. Teknolojide saklı olan anlama açık durmamızı sağlayan tutuma; sırra açıklık diyorum.
Şeylere karşı sermestilik ve sırra açıklık bir arada bulunur.

Şeylere karşı sermestilik ve sırra açıklık bize bir gün, eski ve şimdi süratle kaybolan köklülüğü değişik bir form içinde yeniden ele geçirmek için bile uygun olabilecek yeni bir köklülüğün panoramasını sunarlar.  (s. 48)

Hesaplayıcı düşünme bir gün yegâne düşünme tarzı olarak benimsenip icra edilir Hale gelebilir.
Peki sonra? Sonra insan kendi özel doğasını –sükûnet içinde düşünen bir varlık olduğunu inkâr etmiş ve işe yaramaz diye fırlatıp atmış olurdu.

Bizler kabul etsek de etmesek de esirde çiçeklenip meyveye durmak için kökleriyle topraktan yükselmesi gereken bitkileriz.
Peter Hebel (s. 49)

Yurdun ve Yurtsuzluğun Anlamı
William McNeill – Heidegger’de Heimat Düşüncesi

Eşik arayı taşır. (s. 53)

Varlık ve Zaman’da Varlığın anlamı sorusuna ilk cevabı sunan yurdun özüdür. Daha da özelde Dasein’ın varlığının anlamı sorusuna ilk cevabı o sağlar. (s. 55)

Gariplik dilsizliktir, sözün geri çekilmesidir, şairin yoksulluğudur. Gariplik tecrübesi daha önce Varlık ve Zaman’da olduğu gibi bizatihi dilin eşiğini işaret eder. (s. 62/63)

Heimat “yurt” anlamına gelir, ama aynı zamanda kullanıldığı yere bağlı olarak “doğum yeri” veya “memleket” anlamına da gelir. …aidiyet anlamını çağrıştırır. (s. 64)

Nedir atayurdu? Varlığın kendisi (seyn), der Heidegger. (s. 72)

Her bir halkın biricik tarihi,
Tarih ancak geçmiş ve gelecekten doğar. (s. 73)

Ruh ancak kendisine ait olan uğruna kendi özüne duyduğu arzudan yad olanı (das unheimische) yabancı olanı arzularken özsel olarak garip/yabancıdır. (s. 91)

Barınmanın kendisi, yeryüzüne aşina olmak/yeryüzünü yurt tutmak, bir yolculuk, bir garip/yabancı oluşun munis/aşina hale gelmesidir.

Yolculuğun kendisi… …nehrin akışıdır. (s. 93)

Şiir bir davet olan çağrıyla başlar. İlk söz bir eşiği; bir davet, bir açıklık anını isimlendirir. Çağrıda bulunanlar bununla konuğu kabule hazır olduklarını bildirirler. Onlar ancak kendileri de konuk tarafından çağrıldıkları, dinlemeye çağrıldıkları için hazır olabilirler. Şiir başlar:

Şimdi gel, ateş!
İstekliyiz biz
Görmek için günü,
(Der Ister)
(s. 97)

Yoksullaşan Düşünce Heimat
Kai Hammermeister – Heidegger’den Gadamer’e Değişen Heimat

Kuşkusuz Heidegger için Varlık her zaman dille ilişkiliydi, fakat Gadamer açıklamıştı; anlaşılabilen Varlık sadece dildir.

Almancada Heimat tabirinin uzun bir geçmişi vardır. Bu geçmiş boyunca anlamı büyük ölçüde hukuki bir kavramdan (kişinin yaşama hakkında sahip olduğu bir yer, ayrıca bir çiftlik ve onun toprağı, önce 18. Yüzyılda bir ulus devletin savunulması çerçevesinde ve daha sonra 19. Yüzyıl sonlarında artan sanayileşmeye karşı olarak tarihsel ve siyasal bir kavrama doğru kayma göstermiştir. (s. 101)
Gadamer’in başında açıkladığı gibi, Heimat edebi bir eseri her okuyuşumuzda arkamızda bıraktığımız ve okuduğumuz şeye dair oluşturduğumuz her anlayışta geriye kendisine döndüğümüz güvenli bölgedir. (s. 103)

…herkes için tek bir Heimat düşünülemez. Dil hakkında da büyük ölçüde aynı şey söylenebilir: Tek bir dil yoktur. (s. 104/105)

…lehçe şiiri Heimat’ın bir yansıması değil, fakat Heimat’ın ortaya çıkmasına imkân sağlayan şeydir. Dil, şiirsel özü nedeniyle, en saklı olsa ve uzağa erişse de, Heimat’ın yoğun biçimde bahşedici vücuda getirmesidir.
Heimat ancak dilin kullanımı sayesinde tam olarak tanınıp müessir hale gelir. (s. 105)

“Lehçe her gelişmiş dilin esrarlı kökenidir” (Johann Peter Hebels) (s. 106)

Heimat sadece belli bir konuşma tarzı değildir, fakat bu belirli ifade tarzı içinde bir yere aidiyetin manzarasını da verir.

Farklı manzaralar ve dolayısıyla yeryüzü lehçe (mundart) sayesinde konuşur. Fakat ağız (mund) organizma olarak tasavvur edilen bedenin bir uzvu değildir; bilakis beden ve ağız biz ölümlülerin gelişip serpilmesi kendisine dayanan ve topraktaki köklülüğün (das gediegene einer bodenstandigkeit) güvencesini kendisinden aldığımız yeryüzünün dalgalanması ve gelişmesine aittir. Fakat yeryüzüyle birlikte biz aynı zamanda köklülüğümüzü de kaybederiz. (s. 107)

Heimat’ın özü ancak sürgünde parlamaya başlar. (s. 110)

Şiir, dünyanın belirli bir bölgesinde yurdunda olmanın kaybının yasını tutar.
Yerlerini yurtlarını hiç ter etmemiş olanlar bile henüz Heimat’larını burada bulmuş değillerdir, onlar da yurtlarında olmayı hala öğrenmek zorundadırlar.
Yurdunda olmayı öğrenme şairlerden öğrenmeyi gerekli kılar. Onların görevleri sürgününü ve umutsuzluğunu yaşadıkları yurdadönüşün hazırlığını yapmaktır.

Şair Heimat’ın kaybı terennüm ettiği kadar dinleyicilerini ona dönüş için de hazırlar.

Eğer Heimat tekrar varolacaksa şairlerin çabalarının sonucu olarak varolacaktır. (s. 111)

Hans-Georg Gadamer nasıl ki Heidegger’in Varlık kavramını dilbilimle ilişkilendirdiyse Heimat kavramını da dilbilim alanıyla sınırlandırır. (s. 112)

Yurda dönüş, der Gadamer, iki yönlü bir elvedadan oluşur: İlk veda elbette yeni muhite, ilk Heimat terk edildikten sonra yaşanılan ve bu arada aşina olunup neredeyse ikinci bir Heimat haline gelmiş olan yere söylenmesi gereken vedadır.
Yurda dönüş terk edilen yere geri dönülmediğinin fark edilmesi anlamına gelir, çünkü hem yer hem de o yeri terk eden, bu arada değişmiştir. (s. 113)

Geri dönüş anlayış demektir. Doğru her türlü anlayış bir vedadır. Fakat vedada olgunlaşan şey kendi başına anlayıştır.

Her şeyi arkada bırakarak şairler kendilerini, aşina olan ve itimat telkin eden her şeyden ayrılmış, uç bir yalnızlık içinde bulurlar. Bir yurda dönüş çabası olarak şiiri doğuran kaçışın verdiği korku ve karşılaşılan muammanın soluk kesiciliğidir. (s. 114)

Dile dönüşüyle şair kendisini bulur, bu şiirin muhtevasıyla değil, fakat varoluşuyla dile getirdiği bir olaydır. (s. 115)

Hayat bir dile getirmek ve onda sükûna ermek demektir. (s. 116)

…geri döndüğümüz şey hiçbir surette güvence altında değildir. Dili bütünüyle unutmak mümkün olsa bile, ona kesinlikle yabancılaşabiliriz. (s. 117)

Heimat’ın kaybı… …dilin kaybıdır.

Yabancılaşmadan geri dönüş hepimiz için hayatımızın ödevi olarak kalıyor. Bu noktada şiirin sözü bizim önümüzde yürür. (s. 118)

Heimat, Heidegger’in bu tabire yüklediği bütün anlamlar içinde şiirin Grund’u, nedeni, zemini ve temeli olarak düşünülebilir.

Heidegger’den farklı olarak bu modelde şiirin işlevi yurda dönüş için hazırlık değil, fakat Heimat’ı tanımlanamayan ancak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir şey olarak muhafaza etmek olacaktır. Heimat ve şiir birbirinin üzerine çökmez, fakat Heimat’ın içinde parladığı ve onu insanların birbiriyle ve çevresiyle yakın ilişki içinde yaşadıkları toplulukların tesisinde yetersiz kalan bir dünya uygarlığını ortaya çıkaran bu eğilimlerden koruması gereken şiirdir. (s. 120)


Türkçeleştiren ve yayına hazırlayan: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları, 2010





Jose Saramago – Yitik Adanın Öyküsü


Jose Saramago – Yitik Adanın Öyküsü

Olması gereken olmalıdır, (s. 6)

Cerbere’nin köpekleri asırlardır havlamıyor ve bu yüzden ses telleri yok oldu. (s. 8)

Jose Anaiço
…hakkında öğrenebileceğimiz her şeyi yalnızca ondan öğrenebiliriz.
…hayat insanlar doğduğunda başlamaz, öyle olsa her gün kazanılmış bir gün olurdu, hayat çok daha sonra ve genellikle de çok geç başlar (s. 15)

Fransa’da mıydı, şimdi kendini bulduğu yerde mi, yoksa yalnız üç karış uzakta olan İspanya’da mı? (s. 18)

Gerçek şu ki, gizem içinde bırakılmış olanı bitirelim, onları muhtemelen yalnızca sözcüklerle dönüştürülebilecek olan sözcüklerle dönüştürmeye çabalayarak, İber Yarımadası’nın tek bir parça halinde tamamen kopup gittiğini, ardında tam on metrelik bir boşluk bıraktığını söylemenin vakti geldi. (s. 36)

…ikna edici kesinliklerin yokluğunda kişi rol yapmak zorundadır, (s. 37)

…duyarlı izleyiciler,
…benzeri felaketlerle yüzleştirildiklerinde genellikle yaptıkları şeyi yaptılar, bakışlarını başka yöne çevirdiler.
…bazı insanların bildiklerini düşündükleri şeyle diğerlerinin bilmediklerini düşündükleri şeyler arasında pek fark yoktu. (s. 38)

…şeylerin var olmaları için iki temel koşul gereklidir, insanlar onları görmeli ve onlara bir isim vermelidir. (s. 75)

Ne zaman eski insan kemikleri bulunsa bunlar hep erkeklere aittir,
…o zamanlar kadınlar yoktu, (s. 82)

Çoğunlukla yaşamımızı değiştirmek için bir yaşam boyu zamana ihtiyaç duyarız.
Diğer zamanlardaysa tek şey bir sözdür. (s. 89)

Bir şeyi adlandırmadan ona nasıl bakabilirsin, ismin doğmasını beklemen gerekir. (s. 92)

İki nokta arasındaki en kısa mesafe, birbirlerine yakın olsalar bile, düz bir çizgi olmamıştır, olmayacaktır, değildir, asla, asla… (s. 114/115)

Zamanın etkilerinden biri de budur, her şeyi siler. (s. 118)

Aşağıda sizi arayan bir bayan var efendim,
Hizmetçi yaşamdan çekilen biri gibi çekildi, ona artık ihtiyacımız olmayacak, onu anımsamak, hatta kayıtsızlıkla anımsamak için bile hiçbir nedenimiz yok. (s. 124)

…belirsizlik nettir, netlik belirsizdir ve biri hislerini ve düşüncelerini doğru ve kesin bir şekilde dile getirebildiğini söylerse ona inanma sakın. (s. 141)

…bir yolculuk ancak onu tamamlarsanız anlamlıdır…
…dünyadaki yolculuğunuz sona ermeden size anlamını söyleyemem. (s. 163)

Gecenin ortasında Pedro Orce ön kapının kilitli olmadığını umarak yataktan kalktı ve gerçekten de öyle değildi, böylece arabaya binip köpeği kollarının arasına alarak birkaç saat orada uyudu, insanın sevecek kimsesi yoksa bu durumda doğanın aşikâr engelleri yüzünden, dostluk ondan sonraki en iyi şeydir. Pedro Orce’ye, arabaya binerken sanki köpek inliyormuş gibi geldi ama bu bir halüsinasyon olmalıydı ki bir şeyi gerçekten istediğimizde sık sık yaşadığımız bir şeydir, bilge bedenimiz bize acır, içinde arzularımızın tatminini taklit eder, düş görmenin anlamı budur, ne diyorsunuz, Eğer böyle olmasaydı bu katlanılmaz hayata nasıl dayanabilirdik söyleyin, diyor, zaman zaman kafa karıştıran o bilinmeyen ses. (s. 190)

…her ne kadar genellikle bunun farkına varmasak da insanlar sandığımızdan çok daha fazlasını bilir, insanların çoğu sahip oldukları bilgilerin farkında bile değildir, sorun olmadıkları kişiler gibi görünmeye çalışmalarıdır, bilgilerini ve zekâlarını yitirirler… (s. 213)

Ailesi olmayan, tek başına yaşayan ya da insanlardan kaçan kişilerin yardım alabilecek kimseleri olmayacak, (s. 238)

…rüşvetlere, kumpaslara ve alçakça ihanetlere sık sık rastlanıyordu, hatta ciddi suçlara da, bazı insanlar bir bilet için cinayet işliyorlardı, üzücü bir durumdu bu ama dünya böyle, bu yüzden farklı bir şey beklemek ahmaklık olur. (s. 251/252)

Yarımada Santa Maria Adası’nın en doğu ucundan yaklaşıp yetmiş beş kilometre ötedeyken, hiçbir uyarıda, en küçük bir sarsıntıda bulunmaksızın kuzeye doğru ilerlemeye başladı. (s. 258/259)

…kaynayan tencereden gelen koku Tanrı’nın varlığı kadar rahatlatıcıydı.
…annem (…)
…benim yalnızca Guavaira diye çağrılmamı istemiş, ama babam ismimin Maria olmasında ısrar etmiş, böylece aslında benim olmaması gereken bir isme sahip oldum.
Sahip olduğumuz isimler düşlerdir, dedi, sizin isimlerinizi düşlersem neyi düşlemiş olurum acaba. (s. 281)

Birkaç gün sonra yol dünyanın dışındaki bir dünyaya dönüştü, tıpkı kendini dünyada bulan bir insanın kendisinin bir dünya olduğunu keşfetmesi gibi, bu zor bir şey de değil, insanın etrafında biraz yalnızlık oluşturması yeterli, tıpkı hep birlikte yapayalnız seyahat eden bu yolcuların ki gibi… (s. 293)


A Jangada de Pedra
Türkçeleştiren: Dost Körpe
Merkez Kitaplar, Ekim 2006

12 Ocak 2013 Cumartesi

Jose Saramago – Umut Tarlaları


Jose Saramago – Umut Tarlaları

Uçsuz bucaksız uzanır bu topraklar.
…dünya asla kusursuz olmaz, öyle olursa, sonu gelmiş demektir. (s. 9)

…ellerin çoğunda yazgının imzası vardır, kazma, tırpan ya da orakla biçimlenmişlerdir. (s. 10)

“Burada, São Cristovão’da yaşamak istiyorum, adım Domingos Mau-Tempo, kunduracıyım. (s. 17)

João doğdu.
Cumhuriyet Lizbon’dan geldi, gelişi de çok hızlı oldu. (s. 28)

Doğa, birbirinden değişik canlıları şaşırtıcı bir aldırmazlıkla yaratır. Kimin ölüp kimin sakat kalacağını iyice ölçüp tartar.
Hayatta kalan, yemek yer; ölen, payını ötekilere bırakır. Doğa ölüleri saymaz, yaşayanları hesaplar, yaşayanlar ona çok geldiğinde, yeni ölümler ayarlar. (s. 38)

…bu sefaleti, bu acıyı kim tanımlayabilir ki.
Böyle şeyler dağda haykırmak gibidir, haykıran haykırdığını bilir, çoğunlukla yaptığı son şeydir bu, ama haykırış aşağıya doğru azalarak iner ve en sonunda hiçbir şey duyulmaz. (s. 48)

…gençlik, düş kurabilmemiz için verilmiştir bize. (s. 54)

En büyük ve en belirleyici silah, bilgisizliktir. (s. 62)

…acı çekenler acılarıyla, köleler kölelikleriyle övünürler.
İşçiler, tarlada çalışırken ellerinde çıkan nasırlarla övünürler. (s. 63)

…hayvan olsa yere çökerdi ve yükün altında kalırdı, ama sen yapmazsın, sen bir insansın, büyük ve evrensel bir düzenbazlığın aldatılmış bir oyucususun, oyna işte, daha ne istiyorsun, aldığın yevmiye yaşamaya da yetmez ölmeye de, ama adı yaşam olan oyun böyle…
…böyle bir yük, acıyın kardeşler, yardım edin, hepimiz birlikte olursak her birimize çok daha az yük düşer, ama hayır olamaz bu, onuruna sığmaz, sana yardım etmeye kalkacak biriyle, yaşamın boyunca bir daha konuşmazsın. (s. 65)

…deniz, ne çok su…
Çok eski bir öykü vardır, bir kız üç kere aynı düşü görmüş, bir ağacın dalında on dört Vinten varmış, köklerinin arasında da altın paralarla dolu bir toprak testi gömülüymüş. Böyle şeylere inanmak gerekir, uydurma bile olsalar. (s. 73)

…kendini tanımak istiyorsan, bir domuz kes. (s. 120)

…ne biçim bir adalet bu ve ne biçim bir ülke, bizim payımıza düşen acı neden bu kadar büyük, hepsini bir kerede öldürseler daha iyiydi, böylece acı sona ererdi. (s. 126)

…merhaba Manuel, dedi kız en sonunda, merhaba Gracinda, diye yanıt verdi oğlan. Çok daha fazlasının gerektiğini sananlar yanılıyor. (s. 137)

…insan böyle kendi kendine konuşarak zamanı geçirmeye ya da durdurmaya çalışır, eliyle bir dur işareti yapıp yalvarır, daha fazla gelme, bir adım daha atarsan üzerimden geçeceksin, oysa ben sana hiçbir şey yapmadım. Ama istesem yere eğilip elimi toprağa koyar ve şöyle derdim, dur, dönmeyi bırak ki, güneşi daha uzun görebileyim. Böyle konuşmalarla oyalanıyorlar… (s. 140/141)

Dünya kendi bildiği gibi gelişir. Monte Lavre’de üç kardeşin okula gidebileceği kadar gelişmedi dünya. (s. 161)

…özgürlük bile dayak gibi geliyor, yere fırlatılmış bir parça ekmek gibi…
Ekmek düştüğünde her zaman yerden alıp, usulca üfleriz, sanki ruhunu ona geri vermek ister gibi. (s. 162)

Kiminin uykusu ağır, kiminin hafiftir, kimi uyurken dünyadan kopar, kimi onsuz olamaz, bu yüzden düş görür. (s. 171)

…kendilerine bir Tanrı bulan insanlar, ona bakmayı unuturlar ya da bilerek yaparlar bunu, çünkü hiçbir Tanrı yaratıcısına layık değildir, dolayısıyla onu göremez. (s. 186/187)

…bunu yazmak ya da dile getirmek tehlikeli, çünkü güzelliği solar.
…susuzluk ne kadar büyükse, dere o kadar küçüktür. (s. 196)

…yazgı burada kıpırdamadan João Mau Tempo’yu bekliyor, yazgının büyük noksanı budur, hiçbir şey yapmaz, yalnızca bekler, her şeyi yapması gereken biziz, örneğin konuşmayı susmayı öğrenmesi gereken. (s. 211)

Fransa, kâğıtları kontrol etmeye gelen polistir…
Fransa, sürekli canlı kalan bir kuşkudur. (s. 248)

-          -     -      

Karakterler:
Domingos Mau-Tempo
Karısı / Sara da Conceição
Çocukları / João, Anselmo, Maria da Conceição, Domingos
João Mau-Tempo
Karısı / Faustina
Çocukları / Antônio, Gracinda e Amélia
Gracinda Mau-Tempo
Kocası / Manuel Espada
Çocukları / Maria Adelaide

Yoksul toprak işçilerinin, işleriyle aralarına giren toprak ağaları ve diğer şeylerle mücadelelerini anlatıyor. Üç kuşak boyunca bir ailenin etrafında neler olup bittiğini anlatan yapı, roman kurgusunun merkezi.
Domingos, hamile karısı Sara ile birlikte yağmurlu bir gecede yabancısı oldukları bir kasabaya ulaşırlar. Kalacak yere ihtiyaçları vardır. Domingos, kasabada meyhaneye gider ve kendini tanıtır. Sara, dışarıda beklemektedir. Bu kasabada uzun süre kalamazlar çünkü Domingos sürekli olarak içmektedir.  Bir başka kasabada kilise papazıyla tartıştıkları için yine yollara düşerler. Domingos ortadan kaybolmaya başlar, karısı da çocuklarını yanına alıp anne babasının evine döner. Domingos kendini asar.
João, komünist propagandasının hükûmet tarafından takip edildiği dönemde hapse düşer. Evli ve çocukludur bu sırada. João’nun hikâyesi anlatılırken Manuel Espada romana dahil olur. İşçi ve köylülerin haklarını savunan idealist biridir Manuel Espada. João’ya önce arkadaş sonra da damat olur. Romanın son bölümünde João, ikinci kez hapisten çıktığında sağlığını içeride bırakmıştır. Torunu büyüdükçe João çökmektedir. João’nun mavi gözlerini alan Maria Adelaide, ailesinin kuşaklar boyunca mücadele ettikleri toprak ağaları ve diğer despotların devrildiği 1974 devriminde sokaklarda gezinirken roman sona erer.

Levantado do Chão
Türkçeleştiren: Ayça Sabuncuoğlu
Can Yayınları, 1999

8 Ocak 2013 Salı

Stefan Zweig - Amok Koşucusu

Stefan Zweig - Amok Koşucusu


Bir Çöküşün Öyküsü
Normandiya yolculuğu
Yalın yaşamın her yönünü büyük bir zevkle yeniden keşfetti.
Coştu
Aklı bir karış havadaki kadınların hayatlarının her anında sahip oldukları o muhteşem unutkanlıkla,
Bayan Pleuneuf, Cenevreli bir bankerin kızı
Burada uyanmak bile insanın canını acıtıyordu. Düşsüz geçirilen kapkara bir gece…

Yıllardır aralarında yaşadığı insanların özlemini çekiyordu.

O güne dek hiçbir zaman yalnız kalmadığı için bir tek kişinin bile kendisi için ne kadar önemli olduğunu hiç bilmemişti. (s. 19)

Genç çocukla giriştiği oyun da canını sıkmaya başlamıştı.
Kadına vurdu
Küçümsenen erkeğin kadına duyduğu nefretti bu,

Hayatının tükendiğini hissediyordu.
Bayılıp yere yığıldı. Alınyazısını görmüştü.
İki yıl Paris’ten uzakta yaşayacaktı: İnsanlar olmadan, iktidarı olmadan; bunca yalnızlığı taşıyacak kadar güçlü değildi o. Bu, onun ölüm fermanı demekti. (s. 35)

Bir kahraman gibi ölmeliydi
Bir ölüm komedisiyle herkesi kandıracaktı.
Bütün ağustos ayı boyunca eğlencelerin ardı arkası kesilmedi.
Bayan de Prie bütün bu eğlencenin içinde amacını neredeyse bütün bütüne unutmuştu. (s. 39)

“Burada bir ölü bulunduğunun farkında değil misiniz?”diye soruverdi.

ölümü, insanların eksikliğini hissettiği için kendine layık görmüştü, oysa bu insanlar, bunca basit bir komediyle kandırabildiği aynı basit, budala insanlardı.

Ölümü bekledi ve gülümsedi,
Ama ölümü kandırmak olanaksızdı, ölüm o gülümsemeyi kesip attı. Bayan de Prie’yi bulduklarında yüz hatları korkunç bir biçim almıştı. (s. 51)

İntihar haberinin Paris’e ulaştığı akşam, bir İtalyan hokkabaz sarayda gösteri yapıyordu.

Tarihin akışı, zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalar da davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin arabasından düşen olursa onu artık yukarı çekmemek gerekir. (s. 52)

Madalya
Toz bulutu ve silah sesleri… Albay kaçmalıydı

Bezginlik
Yirmi bir yaşında hâlâ lisede olmak, üstesinden gelemediği tek acıydı, bu acı ona her şeyi unutturuyordu.

Amok Koşucusu
1912, Napoli Limanı
Oceania
Gemi ağzına kadar doluydu.

İnsanın karanlıkta, hiç tanımadığı bir insanla böyle hiç konuşmadan yan yana oturmasının ne kadar tuhaf ve ürkütücü bir şey olduğunu anlatmak olanaksız. (s. 76)

Benim burada saklanmam için nedenlerim, çok özel nedenlerim var.

Gizemli, psikolojik şeylerin benim üzerimde adeta ürkütücü bir gücü vardır.

…mutlaka biriyle konuşmalıyım, yoksa mahvolurum.

Ben doktorum.

Bir düşünün, yaşadığım yerde tam yedi yıl boyunca yerlilerden ve hayvanlardan başka kimse yoktu.  

Kırsal alandaki dispanserlerden birine gönderdiler, en yakın kent iki üç günlük yoldaydı. (s. 85)

Bu cangılın ortasında beyaz bir kadın ha!

Ta başından beri beni rahatsız eden bir şey var, bu kadının benden bir şey istediğini seziyorum, insan cangılın göbeğine Flaubert’den söz etmek için gelmez. (s. 89)

Kalbimden rahatsızım doktor, anlattıklarıma inanın lütfen. Bu muayenelerle zaman yitirmek istemiyorum. Yani bana birazcık güvenmelisiniz. Çünkü ben size olan güvenimi yeterince kanıtladım. (s. 91)

…beni hiç tanımadan değerimi biçmiş ve beni satın almıştı,

Yardım etmek için de bu duyguya ihtiyacınız vardı, karşınızdakinin size ihtiyacı olduğu duygusuna.

O andan başlayarak o kadına sahip olmak düşüncesiyle yaşadım,

Sizden rica edersem, ricamı yerine getireceksiniz, öyle mi?

Hayır, sizden rica etmeyeceğim. Ölürüm de etmem!

Arkamdan gelmeye ya da izimi bulmaya kalkışmayın... Yoksa pişman olursunuz. (s. 98)

Birkaç dakika içinde her şeyi öğrendim... Kadının kim olduğunu biliyorum artık, (s. 100)

Amok’un ne olduğunu biliyor musunuz?

Bu kadının odama girmesinin üzerinden henüz bir saat geçmeden bütün yaşamımı geride bırakıp bilinmeze doğru delice bir koşu tutturmuştum, Amok koşusu... (s. 102)

Eğer isterse bir saat içinde o kentten uzaklaşacaktım, o ülkeden, hatta dünyadan... tek istediğim beni bağışlaması, bana güvenmesiydi, son anda, en son anda ona yardım etmeme izin vermesiydi, (s. 111)

Anlamıştım... onun için önemli olan sırrıydı, onuruydu... hayatı değil...

Ölen birinin başında çaresizce oturmanın, olacakları bilmenin ama yine de elinden bir şey gelmemenin ne demek olduğunu bilir misiniz? (s. 117)

Geceleyin bir hırsız gibi kaçtım, ondan uzaklaşabilmek, unutabilmek için
Kocası da oradaydı, tabutla birlikte İngiltere’ye gidiyordu... belki de orada otopsi yaptırtacak...

Biliyorum, görevim henüz sona ermedi... henüz işim bitmedi... sırrı henüz güvenlikte değil... beni henüz serbest bırakmıyor o ölü... (s. 128)

Ondan sonra onu bir daha görmedim.

Ay Işığı Sokağı
Almanya’ya kalkan gece treninin kaçırmıştık. Hiç ummadığımız bir biçimde yabancı bir yerde bir gün geçirmemiz gerekmişti.

Dürtülerin henüz ilkelce ve dizginsizce dışa vurulduğu, şehvet konusunda düzen bilmeyen bir dünyanın son fantastik kalıntılarıdır, tutkuların karanlık, balta girmemiş ormanıdır, dürtüleriyle hareket eden hayvanlarla doludur bu izbe sokaklar; açıkça sundukları şey onları heyecanlı kılar, gizledikleri şeyse baştan çıkarır. Ne düşler kurabilir insan. (s. 135)

Bu havasız batakhanede, bu iğrenç fahişeyle, bu beyinsiz adamla, bira, sigara dumanı ve ucuz parfümden oluşan bu kokuların içinde ne işim vardı benim? (s. 142)

“Pinti seni!” diye tısladı kız.

Onu artık burada bırakamam, canlı olarak bırakamam... buna dayanamam... Onunla konuşun efendim...

Leporella
(Leporella) Keyif aldığı tek şey nakit paraydı
Hanımefendi intihar etti!
Baron bütün yaz evine dönmedi.

Leman Gölü Kıyısındaki Olay
…karşısındaki adamın asker kaçağı olduğunu anladı.
Adam Rusya’da savaşmıştı
Vladivostok üzerinden Fransız cephesine gönderilmişlerdi
Eve dönmek istiyordu…

Der Amokläufer
Türkçeleştiren: İlknur Özdemir
Can Yayınları
10. Baskı, Nisan 2013