30 Temmuz 2015 Perşembe

İbn Haldun - Mukaddime 2

İbn Haldun - Mukaddime II


Dördüncü Bölüm
Memleketlere, Şehirlere, Sair Umrana ve Bu Hususa Ârız Olan Hallere Dair Bu Bölümle Alâkalı Esas ve Tâli Meseleler

1. Hanedanlıklar ve devletler, şehirlerden ve kasabalardan öncedir. Şehir ve kasabalar, mülkün ikinci derecedeki mahsûlü olarak vücuda gelir

2. Mülk, şehirlere inmeye ve yerleşmeye sevk eder
Kabileler ve asabeler, kendileri için mülk hâsıl olunca, iki sebepten dolayı şehirleri istila etmek zarureti içinde bulunurlar:
Birincisi: Mülk rahata, sükûna, ağırlıkları indirmeye (ve istirahate), bâdiyede eksik olan umranla ilgili hususları ikmale davet eder.
İkincisi: Rakiplerden ve hasımlarından mülke gelmesi muhtemel olan hücumlara karşı onu savunmaktır.

3. Büyük şehirleri ve ulu abideleri, sadece güçlü hükümdarlıklar inşa edebilir

4. Çok büyük abideleri, belli bir hanedanlık tek başına vücuda getiremez

5. Şehirler planlanırken riayet edilmesi lazım gelen hususlar ve bunlara dikkat edilmemesi halinde ortaya çıkan durumlar

6. Dünyadaki ulu mabetler ve camiler
Buhari ve Müslim'de yer alan sahih bir hadise göre, yeryüzünün en faziletli yerleri, üç mabedin bulundukları yerlerdir. Bunlar Mekke, Medine ve Beytu’l-makdis’teki mabetlerdir.

1. Mekke: Söylendiğine göre bunun evveliyeti şöyledir: Âdem (a.s.) bunu (semadaki) Beytu’l-mamur’un hizasında ve karşısında olacak şekilde inşa etmiş, ama bir müddet sonra Tufan onu yıkmıştır.

2. Mescid-i Aksa (İsra, 17/1) denilen Beytu’l-makdis’e gelince, bunun başlangıcı Zühre (Venüs) mabedinin yeri olarak Sabiiler zamanına kadar çıkar. Sabiîler, buraya takdim ettikleri armağanlar (ve kurbanlar) arasında, Zeytinyağı da hediye ederler, bu yağı buradaki kaya üzerine dökerlerdi. Sonra bu heykel (yani Venüs mabedi) tamamıyla harap oldu. İsrailoğulları buraya malik oldukları vakit, namazları (ve duaları) için arasını kıblegâh edindiler.
Hz. Musa kubbeyi yaparak Ahd Tabutu’nu, (Ahd sandukası, Tabernacle) oraya yerleştirdi. On kelime (evamir-i aşere) halinde, (semadan) indirilen levhalar kırıldığı zaman, onun yerini tutmak üzere yapılan levhaların içine konulmuş olduğu sanduka işte bu tabuttur.

3. Medine: Eski ismi Yesrib olan Medine, Amâlika’dan olan Yesrib b. Mehlâil tarafından bina edilmiş, onun için, şehre onun adı verilmiştir.

7. İfrikiye ve Mağrip’te şehir ve kasabalar azdır
Bu bölgeler, İslamdan önce binlerce yıldan beri Berberlere ait bulunuyordu. Buranın umranı da tümü ile bedevi (ve iptidai) nitelikte idi.

8. İslam ümmetindeki binalar ve meskenler, kendi kudretlerine ve daha evvelki hanedanlıklara nisbetle azdır
Araplar da bedevi hayata, iyice dalmış ve sanatlardan gayet uzak kalmış bir kavimdir.

Diğer bir sebep de şudur: Başlangıçta, bina inşaatında aşırı derecede ileri gitmeye ve bu hususta itidale riayet etmeden müsrifçe harcamalar yapmaya din mani idi.

9. Ender haller müstesna, Arapların yaptıkları binalar çabuk harap olur

10. Şehirlerin harap olmaya başlaması
Bir şehrin umranı gerilemeye yüz tutar ve oradaki nüfus seyrekleşmeye başlarsa, bundan dolayı sanatlar da azalır. Neticede iyi, sağlam yapılar ve üzerinde tezyinat yapılan yüksek binalar ortadan kalkar.

11. Halkının refah seviyesinin yüksek ve pazarların canlı olması yönünden şehir ve kasabaların yekdiğerinden üstün oluşu, sadece umranın çokluğu ve azlığı bakımından aralarındaki üstünlük derecesine bağlıdır
(iktisadi sahadaki) ahvalin genişliği ve umrandaki nimetin çokluğu, umranın çokluğuna (ve hacminin genişliğine) tabidir.
…elde edilen bir kazancın değeri; o kazancı elde etmek için harcanan emeğin değerine tekabül eder…
Emek (a’mal ve hizmet) arttıkça umran gelişir, umran geliştikçe de emek ve ona olan talep artar. Emeğe olan talebin artması, onun değerini artırır.

12. Şehirdeki fiyatlar (ve teşekkül tarzı)
Bir şehir büyür, gelişir ve nüfusu çoğalırsa, gıda ve onun yerine kaim olan zaruri ihtiyaç maddelerinin fiyatları düşer ve ucuzlar. Katıklık, meyve ve ona bağlı olan lüks maddelerin fiyatları ise yükselir, pahalılaşır.

İbn Haldun'a göre, mal ve hizmet (a’mal) arzını geliştiren ve artıran esas unsur, revaç ve taleptir. Talebi meydana getiren amil ise ihtiyaç ve arzu (ed-devâî) dur.

13. Bedeviler, umranca ileri olan bir şehirde ikamet etmezler

14. Zenginlik ve fakirlik itibariyle bölgeler arasında görülen farklı durumlar aynen şehirlerde olduğu gibidir
…umran itibariyle mükemmel olan, yörelerinde müteaddit milletler yaşayan ve nüfusu çoğalan bölgeler ahalisinin ahvali genişler, (iktisadi vaziyeti düzelir ve ilerler). Malları ve şehirleri çoğalır, devletleri ve memleketleri, (hanedanlıkları ve sultanlıkları) büyür.

15. Şehirlerde akar ve çiftlik sahibi olmak ve bunların faydaları ve gelir durumları

16. Şehirdeki sermayedarlar, makama ve müdafaaya muhtaçtırlar
…umran içinde sermayedarların ve servetiyle şöhret yapanların mutlaka bir koruyucu (askeri) güce ve makama ihtiyacı vardır.

17. Şehirlerdeki hadaret, hanedanlıklardan kaynaklanır ve onun aralıksız devam etmesi ve kökleşmesiyle kökleşir

18. Hadaret, umranın gayesi ve ömrünün nihayeti olup onun çöküşünü haber verir
Mülk ve hanedanlık asabiyetin ulaşmak istediği bir gayedir. Hadaret de bedeviliğin ulaşmak istediği bir gayedir. İster bedevîlik, ister hadarîlik nevinden olsun, ister hükümdar ister tebaa (veya ister mülk ister onun pazarı) ile alakalı bulunsun tüm umranın hissi (maddi ve gözle görülür cinsten) bir ömrü vardır.

Umrandaki halk için refah ve nimet husule gelince, tabiatıyla bu onları, hadaretin çeşitli yollarına ve onun adetleriyle ahlaklanmaya sevk eder.
Evle (ev eşyası ile) ilgili bahis konusu ahvaldeki zerafet son haddine ulaşınca, cismani ve hissi arzulara (şehavet, desire) itaat etme hali, onu takip eder. Bu suretle insan nefsi, söz konusu adet ve itiyatlarla, birçok şekillerde renklenir.

Şehirdeki hadarette görülen çeşitlenmeler, (muhtelif sanatlar ve iş kolları) sebebiyle şehir halkının masrafları büyür.
…umran ne kadar çok gelişmiş olursa, hadaret de o kadar fazla mükemmel olur.
Fiyatlar yükselir. Sonra alınan vergiler bu pahalılığı daha da körükler.
Bu suretle de hadarîlerin (ve şehirlilerin) masrafları büyür, itidal haddinden çıkarak israf derecesine ulaşır.

Bütün bunların sebebi, hadarette ve refahta görülen ifrattır.
Artık insan nefsi hep maişet ve geçim hususunu düşünme cihetine yönelir.
…o kimselerin yalana, dolana, kumarbazlığa, adam kandırmaya ve çarpmaya, hırsızlığa, yalan yere yemin etme arsızlığına ve murabahacılığa karşı cüreti oldukları (ve bu gibi ahlaksızlıkları gözlerini kırpmadan irtikâp ettikleri) görülür.

Umranın gayesi ve hedefi, hadaret ve refahtan ibarettir. Gayesine ulaşan umran bozulma haline dönüşür, ihtiyarlamaya başlar, aynen canlıların tabii ömürlerinde olduğu gibi.

Bedevilerde birlikte yaşama zaruretinden doğan halisane yardımlaşma ve dayanışma, şehirlerde yerini menfaatçiliğe dayanan mesleki yardımlaşmaya ve dayanışmaya bırakır.

“Malınız sizin için fitnedir”

19. Mülkün başkenti olan şehirler, hanedanlığın harap olması ve yıkılışıyla harap olur

20. Bazı sanatlar bazı şehirlere mahsustur

21. Şehirlerde de asabiyetin mevcut olduğuna ve asabiyet sahiplerinin yekdiğerine galebe çaldıklarına dair

22. Şehir halkının lehçeleri
Arapçanın bütün İslam ülkelerinde başlangıçta hâkim dil olması, Arapların hem galip, hem de İslam dini gibi bir inanç sistemine sahip olmaları itibariyledir.

Beşinci Bölüm
Geçime ve Onun Kazanç ve Sanatlar Biçimindeki Çeşitlerine ve Bütün Bu Hususlara Ârız Olan Hallere Dairdir.
Burada (Halli Gereken) Birtakım Meseleler Mevcuttur

1. Rızk ve kesbin hakikatine, bunların açıklanmasına ve kesbin, insan emeğinin kıymetinden ibaret olduğuna dair
…rızk, fiilen kullanılan, faydalanılan ve istihlak edilen maldır.
Ölene nispetle mirasa “kesb” ismi verilir ama “rızk” adı verilemez.
Mutezile’ye göre bir şeyin rızk ismini alabilmesi için, meşru surette ona mâlik olmak şarttır.
…kesb (ve kazanç}, sadece bir şeyi edinmek ve elde etmek (iktinâ, tahsil) için gayret ve kast etmek suretiyle vücuda gelir.

Âlemdeki insanlar için umumiyetle servet ve sermaye (zahire- künye) bu ikisidir (altın ve gümüş). (Bu ikisinin haricinde edinilen) şey bu ikisini elde etmek içindir. (s. 694)

2. Çeşitli geçim şekilleri, nevileri ve yolları
…Meaş, “Mef’al” vezninde bir kelime olup “ayş” (yaşamak, life) kökünden gelir. Hayattan (ve yaşamaktan) ibaret olan ayş, bu (gibi rızk ve gıdalar) olmadan husule gelmediği için, bu nevi şeyler, mübalağa ifade etsin, diye ayşın ve hayatın mahalli olarak itibar edilmiştir. (Böylece ism-i mekân olan meaş kelimesi hayat ve yaşamak manasına alınmış, rızk ve gıda aramak ve elde etmek, hayatın ve yaşamanın yeri, hatta kendisidir, denilmek istenmiştir).
Çiftçilik, sanat ve ticaret…

3. Hizmet, tabiî bir geçim yolu değildir
…belli bir işi gören bir hizmetçi, şu dört durumdan birinde bulunur: Ya hem ehliyetlidir hem eline verilen iş hususunda güvenilirdir veya bu iki vasıftan hiçbirine sahip değildir. Veya bu iki husustan sadece birinde durum tam, diğerinde aksinedir.

4. Para kazanmak için define ve hazine aramak tabii bir geçim yolu değildir

5. Servet (edinmek ve elde tutmak) için makam faydalıdır
Görüyoruz ki, makam ve itibar (nüfuz) sahibi olan bir kişi maişet çeşitlerinin tümünde makam (ve mevki) sahibi olmayan bir kimseden zenginlik ve servet bakımından daha fazladır. Bunun sebebi şudur: (Siyasi ve idari itibar ve) makam sahibi olan bir şahsa (çeşit çeşit) amellerle (ve emekler harcanarak) hizmet edilir, yaranına (ve himaye cihetinden) makamına ihtiyaç duyma sebebiyle amellerle ona yaklaşılır. İmdi halk, ister zaruri, ister hâcî, ister kemalî olsun, bütün ihtiyaçlarında amel (ve emekleri) ile ona yardımcı olurlar. (s. 705)

7. Saadet ve servet ekseriya boyun eğmesini ve yaltaklanmasını bilen kişilerden başkası için hâsıl olmaz
…insanların bir "fayda" olmak üzere elde ettikleri kazanç, sadece onların amellerinin (ve emeklerinin) kıymetlerinden ibarettir.
Bir kimsenin amelinin (ve emeğinin) kıymeti, amelinin miktarı ve bu amelin diğer insanların amelleri arasındaki şerefi ve halkın ona duydukları ihtiyaç kadardır.
…bazan az miktarda şer olmadan çok miktardaki hayrın varlığı (tam olarak) gerçekleşmeyebilir.
Bu husus iyi anlaşılmalıdır. (Makamın adilane kullanılması küllî hayır olup bizzat ilahi inayete dâhildir, zalimane ve keyfi olarak kullanılması ve suiistimal edilmesi cüz’i şer olup bilaraz Rabbani inayete dâhil bulunmaktadır).

Umran ehli olan şehir ve iklim sakinlerinin teşkil ettikleri tabakalardan her tabakanın madunu bulunan bir tabaka üzerinde kudreti (ve hâkimiyeti) vardır. Aşağı tabakadan (ve sınıftan) olan herkes, mâfevkindeki tabakaya (sınıf, class) mensup olan makam sahibinden medet umar. Mâfevk olan, hükmü altındakilerin üzerinde tasarruf ederek, onlardan temin ettiği istifade nispetinde kazancını artırır.

…makama talip olan ve mevki peşinde koşan, tıpkı izzet sahiplerinden ve hükümdarlardan bir şey istirham ederken takındığı tavır gibi, boyun eğmeye ve yaltaklanmaya (hudu'- temellük, obsequiousness flattery) ihtiyaç duyar.
Bundan dolayıdır ki, gururlu ve yüksek seciye sahibi olmayı huy edinen birçok kimse için makam sahibi olma halinin gerçekleşmediğini o yüzden bu kimselerin emekleriyle temin ettikleri kazançla yetindiklerini ve (böyle olunca da) fakirliğe ve zarurete düştüklerini görmekteyiz.

7. Kadılık, müftülük, müderrislik, imamlık, hatiplik, müezzinlik ve benzeri dini hizmetleri ifa edenler umumiyetle büyük servet sahibi olamazlar
Umumiyetle halk, bahis konusu dini meslekleri ifa edenlere (ve onların hizmetlerine) zaruri olarak başvurmak durumunda değillerdir. Onlara (ve sahip oldukları bilgi ve hizmetlere) sadece dinine düşkün olan havas ihtiyaç duyar.

8. Çiftçilik, zayıfların ve rızk temin etmek için uğraşan bedevîlerin geçim yoludur

9. Ticaretin manası, usulleri ve çeşitleri
…ticaret, ticari eşyayı ucuz almak ve pahalı satmak suretiyle malı nemalandırmak (ve sermayeyi artırmak) için çabalamaktır.
Sözü edilen artan miktara “kâr” ismi verilir.
Ucuz olanı satın al, pahalı olanı sat, ticaret hâsıl olmuştur… (s. 715)

10. Tüccarın, ticaret metaını nakl etmesi

11. İhtikâr
Şehirlerdeki basiretli ve tecrübeli zevat arasında, “fiyatların yükselme zamanını kollamak üzere hububatın ihtikarı (saklamak, spekülasyon, hoarding) meş'um bir hadisedir, (akıbeti felakettir, onun için stok edilen malın) faydası telef olur, hüsranla neticelenir,” diye meşhur olmuştur.
Karşılığı ödenmeden alınan mal ve para, onu alana talihsizlik getirir.

12. Fiyatlarda görülen düşüş, ucuz şeyler alıp satma (durumunda kalan) tacirler için zararlıdır
Bu hususu önce hububatta (zirai mahsullerde) nazar-ı itibara alınız. Hiç şüphe yok ki, bu çeşit mallar sürekli ucuz ve fiyatı düşük olursa, muhtelif şekillerde geçimleri ziraata ve çiftçiliğe bağlı olan bütün meslek sahiplerinin halleri de bozulur.

13. Hangi sınıftaki kişiler ticareti meslek edinir, hangilerinin edinmesi uygun olur?
Şayet tacir, ihtilaflı davalara girme bahsinde cüretli, hesap hususunda basiretli, yaman bir pazarcı, hâkimlerin yanına gitme konusunda cesur (kavgacı, dövüşken, atılgan, girişken, cedelci, münakaşacı, hesapçı ve mahkeme kapılarını aşındırıcı) biri ise, atılgan ve yaman bir pazarlıkçı oluşu, onun hakkını alması için daha elverişlidir. Aksi takdirde zırh olarak kullanacağı bir makama (ve nüfuz sahibi kişiye) mutlaka ihtiyacı olacaktır. (s. 719)

14. Tacirlerin karakterleri, reis olan kişilerin karakterinden aşağı ve mürüvvetten uzak olur
…kurnazca pazarlık yapma, inatla fiyat kesme, ustalıkla iş becerme, ihtilaflı davaların içinden çıkmaya alışık olma ve sıkı bir şekilde tartışma… Bu gibi şeyler beşeri safvete ve insani faziletlere zarar verir ve onları tahrip eder. Çünkü fiillerin tesirleri, mutlaka ruha avdet eder. (s. 720)

Tacirlerin karakterleri, eşrafın ve hükümdarların karakterlerinden aşağıdır
Ticarette zaruri olarak mukayese (cunning) denilen kurnazlık (ve açık gözlülük) vardır. Şayet bir tacir daima kurnaz olacaksa, ister istemez bu durum onu tesir ve hâkimiyeti altına alacaktır.

15. Sanatlar için mutlaka bir ustaya ihtiyaç vardır
…eşyanın kuvveden fiile çıkması defaten ve aniden olmaz. Bilhassa sanatlarla ilgili (teknik) hususlarda durum budur. Şu halde, bunun için behemehâl bir zamana ihtiyaç vardır.

16. Sanatlar, sadece hadarî umranın ilerlemesi ve kemale ermesi sayesinde mükemmelleşir
…gıda, zaruri olduğu için ilimlerden ve sanatlardan önce gelir, ilimler ve sanatlar zaruri olan (gıda)dan sonra gelir.
Umran denizi coşup orada lüks şeyler talep olunmaya başladığı zaman, sanatların zarif ve kalitece iyi olması da buna dâhil olur.

17. Şehirlerde sanatların kökleşmesi yalnız buralardaki hadaretîn kökleşmesine ve süresinin uzun olmasına bağlıdır

18. Sanatlar ancak taliplerinin fazla oluşu ile iyileşir ve ilerler
Her kişinin kıymeti, yaptığı işin iyi (ve kaliteli) oluşu nispetinde olur.

19. Harap olmaya yüz tutan şehirlerde sanatlar noksanlaşır

20. İnsanların, sanatlardan en uzak olanları Araplardır
Sebep şudur: Bedevilik bunların iliklerine işlemiştir. Hadarî umrandan, bunun gerektirdiği sanatlardan ve diğer hususlardan çok uzak kalmışlardır.

21. Belli bir sanatta meleke sahibi olan bir kimsenin, ondan sonra diğer bir sanatta iyi bir meleke kazanması nadir görülür
Melekeler, nefsin (ve ruhun) sıfatları ve renkleridir. Bunlar defaten (ve üst üste) husule gelmezler.

22. Temel sanatlara kısa bir bakış
Zaruri sanatlar: Çiftçilik, bina inşaatı (mimari), terzilik, marangozluk ve dokumacılık. Konusu şerefli ve önemli olan sanatlar: Ebelik, kitabet (yazarlık), sahhaflık, mûsikî, tıb.
Ebelik (aynı zamanda) umranda zaruridir.
Tababet: İnsan sıhhatini korumak ve hastalığı ondan defetmektir.
Kitabet (yazı) ve ona tabi olan sahhaflık ise (hatırlanması için) ihtiyaç duyulan beşeri hususları (yazı ile tespit ederek) muhafaza eder ve unutulmamalarını sağlar.
Mûsikî (çalgı) sesler arasındaki nisbetlerden ibaret olup onlardaki güzelliği kulaklara izhar eder. (Kulağa hoş gelen ölçülü seslerdir).
Bu üç sanat (tıb, kitabet, mûsikî) büyük hükümdarlarla münasebet tesis etmeye,
üns ve halvet meclislerinde bulunmaya sebep olur ve bunun için de bunların, başkalarında bulunmayan bir şerefleri daha vardır. Bunların dışında kalan sanatlar umumiyetle (yukarıda sayılanlara tabi olan) ekseriya aşağı ve tali sanatlardır. Bunların hali, (onlarla alakalı) maksatların ve gerektirici sebeplerin (milletten millete, nesilden nesile) farklı olmalarına bağlı olarak farklılık gösterir. (s. 729)

23. Çiftçilik sanatı
Çiftçilik (felahet, ziraat), sanatların en eskisidir.
…bu sanat ve meslekle uğraşmak bedevîlerin hususiyeti olmuştur.
Hadarîler bu iş ile uğraşmaz ve ondan anlamazlar.

24. Mimari sanatı

25. Marangozluk sanatı
Temelde bu sanat (dülgerlik ve doğramacılık gibi) bütün çeşitleriyle büyük ölçüde geometrik esaslara ihtiyaç gösterir. Çünkü sağlam bir biçimde belli suretleri kuvveden fiile çıkarmak ya umumi veya hususi bir şekilde miktarlar arasındaki tenasübün (simetriğin) bilinmesine bağlıdır.
…geometri ilminde önde olan Yunanlı âlimlerin tümü aynı zamanda bu sanatın da üstatları idiler.

26. Dokuma ve dikiş sanatı
Hacda dikilmiş elbise giymenin haram kılınmasındaki (hikmete bakınca) bu sır anlaşılır (Bedevîlerin dikişsiz, yekpare kumaşla vücutlarını örtmelerindeki sebep). Çünkü haccın teşri kılınması (ndaki sır ve hikmet), tüm dünyevi bağları söküp atma, ilk defa yaratıldığımız şekilde Allah'a dönme hususunu ihtiva etmektedir.

27. Ebelik sanatı

28. Tababet sanatına ve buna bâdiyede değil, meskûn bölgelerde ve şehirlerde ihtiyaç duyulduğuna dair
…bu sanatın semeresi sağlamların sıhhatini korumak, hastalıklarından kurtularak şifa bulsunlar diye tedavi ile hastalardan hastalığı defetmektir.
…tüm hastalıkların kökü alınan gıda maddeleridir.
…şehir halkında riyazet (idman, exercise) diye bir şey yoktur.
Bu yüzden şehirlerde ve kasabalarda hastalıklar çok görülür.

29. Hat ve kitabet, beşeri sanatlardandır
İnsanda yazının kuvve halinden fiil haline çıkışı münhasıran talimle olur.

Bilinmelidir ki hat, söz ve konuşmanın (kavl ve kelamın) beyan edilmesidir. Nitekim söz ve konuşma da nefste ve zamirde (zihinde ve kalbte) olan manaların açıklanmasıdır. Şu halde her ikisinin de delalet itibariyle vazıh olması şarttır. (s. 750)

30. Sahaflık sanatı (ve kitap imalatı)

31. Mûsikî sanatı
Seslerin pestlik, tizlik, yumuşaklık, sertlik, titreklik ve sıkışıklık (yoğunluk) ve saire gibi bir takım keyfiyetleri mevcuttur. Bunların güzel olmalarını icap ettiren husus aralarında mevcut olan tenasüptür.

32. Sanatlar, özellikle kitabet ve hesap, bunlarla uğraşanların zekâlarını geliştirir

Altıncı Bölüm
İlimler ve Çeşitleri, Öğretim Usulleri, Bütün Bu Hususlara Ârız Olan Haller, Bu Babın İhtiva Ettiği Bir Mukaddime ve Müteaddit Ekler

Mukaddeme
Mukaddeme, insan düşüncesine (fikr-i insaniye) dairdir ki, bununla insan, hayvanlardan ayrılmış…

1. İnsan düşüncesi
…Allah, insanı diğer hayvanlardan ve canlılardan fikir (ability to think, düşünebilme hususiyeti) ile ayırt etmiş…

Fikrin muhtelif dereceleri vardır:
İlk derece: Hariçte, tabii veya vaz’i (natural, arbitrary) bir tertipte tertiptenmiş hususları aklen kavramaktır (…) “akl-ı temyizi” (discerning intellect) budur.
İkincisi: İnsanın hemcinsiyle olan münasebetleri ve onlarla geçinmesi ile ilgili olan görüşleri ve adab (-ı muaşeret kaidelerini) kazandıran fikirdir. Bu da “tecrübi akıl” (experimental intellect, pratik zekâ) adını alır.
Üçüncüsü: Hissi idrakin ötesinde olup amel (pratik) ile alâkası bulunmayan, bir maksad hakkında ilim veya zan husule getiren fikirdir. Bu da, “nazari akıl” (speculative intellect) dan ibarettir.

22. Fiille ilgili hadiseler âlemi, ancak fikirle tamamlanır
Oluşumlar (kâinat) âlemi iki türlü varlık ihtiva eder: Bunlardan biri, unsurlar, eserleri ve bunlardan oluşan üç sınıf varlık: Maden, bitki ve hayvan (canlı) gibi saf zatlardır (zevat-ı mahz, zat-ı eşya). Bunların tümü, ilahi kudrete bağlıdır.
Diğeri hayvanlardan (ve canlılardan) sudur eden fiillerdir. Bu fiiller, Allah'ın, onlara, bunun için vermiş olduğu kudrete bağlı olarak onların kastıyla vaki olur.

Sırası önce olanı sonra meydana getirmek mümkün olmadığı gibi sonra olanı önce vücuda getirmek de kabil değildir.

…insan dışındaki canlıların fiillerinde ise intizam yoktur. Çünkü failin yaptığı fiildeki tertibe vakıf olmayı temin eden fikir onlarda mevcut değildir.

Bir kimsenin fikrinde, sebep-netice (esbab-müsebbebât, causality düşüncesi) hangi ölçüde husule gelirse, onun insanlığı bundan ibaret olur. (s. 768)

3. Tecrübi akıl ve meydana gelişinin keyfiyeti
“İnsan, tabii olarak medenidir”
Medeni (şehirli) kelimesi, medine kelimesinin nisbesidir. Ancak bu ifade, beşeri ictimadan (ve cemiyet hayatından) kinayedir.
Bu tabir, “insan için, öbür insanlardan ayrı yaşamak mümkün değildir, onun varlığı ancak hemcinsiyle gerçekleşir,” manasını ifade eder.
“Ebeveyninin te’dib edemediği bir kimseyi zaman edeblendirir.”

4. İnsanların bilgileri - meleklerin bilgileri
Biz, sahih vicdan (ve sağlam batıni his) ile nefsimizde üç âlemin mevcudiyetine şahit oluyoruz. Bunların ilki his âlemidir, (maddi ve cismani âlem). Hayvanlarla aramızda müşterek olan hissi idrak vasıtalarıyla bundan haberdar oluyoruz. Sonra, insanların hususiyetini teşkil eden fikri nazar-ı itibara alıyor ve o vasıta ile insan nefsinin var olduğunu kesin bir surette biliyoruz.
Sonra, bizim üzerimizde bulunan üçüncü bir âlemin mevcudiyetine, içimizde müşahede ettiğimiz eserlerinden istidlal ediyoruz.
İşte bu, ruhlar ve melekler âlemidir.
Birçok defa, ruhani olan bu yüce âleme ve oradaki zatlara rüya ve uykuda gördüğümüz şeylerle istidlal ederiz.
(Ruhani âlemle aramızda perdeler var) “perdenin açılması” (keşf-i hicab) sadece şu üç şeyle olur: Ya zikir temrinleri ile hâsıl olur. Bunun da en efdali, kötülüklerden ve arsızlıktan uzaklaştıran namazdır. (Çünkü en büyük zikir namazdır). Veya başlıca gıda maddelerini almaktan arınmakla olur, bunun da başında oruç gelir.  

5. Peygamberlerin bilgileri
Basit ve mürekkep âlemlerin tamamı itibariyle bir kül olarak varlık (vücud), yukarıdan (aşağıya) ve aşağıdan (yukarıya doğru) tabii bir tertip ve nizam üzeredir. Tüm varlıklar arasında (hiç bir şekilde kopmayan ve) çözülmeyen tam bir ittisal (contact, bağlantı) vardır. Âlemlerdeki her ufkun (sahanın, stage) son noktasında bulunan zatlar (ve varlık nevileri), aşağıdan veya yukarıdan kendisine komşu olan bir zata (ve varlık cinsine) inkılap etme (transformation) hususunda tabii bir istidada sahiptir.
(Melekler âlemi ile insanlar âlemi arasındaki bağlantı peygamberlerdir)
Bu halet içindeki peygamberlerin (telakki ettikleri gaybi) ilim, görmeye dayanan açık-seçik, (kesin ve vasıtasız) bir ilimdir. Ufak da olsa bir yanılma, hata galat ve vehim vaki olmaz.

6. İnsan, zatı itibariyle cahil, kazandığı (bilgi) itibariyle âlimdir
İnsan, fikir sayesinde fiillerini muntazam bir şekilde vücuda getirmektedir. Temyizi akıl bundan ibarettir veya (ictimaî) görüşlere (ara), maslahatlara ve mefsedetlere dair olan bilgiyi hemcinsinden o sayede elde etmektedir. Bu da tecrübî akıldır veya (madde ve gayb âlemindeki) şahit ve gaip varlıkların tasavvurunu o sayede oldukları gibi tahsil etmektedir. Bu da nazari akıldır.
“Yaratan Rabbinin ismiyle oku! O, insanı kan pıhtısından yaratmıştır. Kalemle öğreten ve insana bilmediğini belleten çok kerim Rabbinin ismiyle oku” (Alak, 96/1-5). Yani Allah daha evvel kan pıhtısından ve et parçasından ibaret olan insana, kendisinde mevcut olmayan bir ilim kazandırmıştır.

7. İlmi talim (ve tedris), sanatlar cümlesindendir
Bir ilimde ihtisas kazanarak derinleşmek ve ona hâkim olmak ancak ve ancak o ilmin ilkelerini ve kaidelerini ihata etme ve gerek meselelerini gerekse teferruatının çıkarılış tarzını kavrama hususunda hâsıl olan bir meleke sayesinde kabil olur.
…tüm melekeler cismanidir. Cismani olan şeylerin tümü, hissi şeylerdir. Onun için de (üstadın ve muallimin tedrisine ve) talime muhtaçtır.

Bahis konusu (tedris usulündeki) melekenin elde edilmesinin en kolay yolu, ilmi meseleleri münakaşa ve münazara ile dili açmak kuvvetlendirmek ve bol bol ilmi tartışmalar yapmaktır. Çünkü ilim bir kuyu, tartışma ise onun kovası gibidir. Bu durum, bu usul, bu çeşit meseleleri zihne yaklaştırıp onları anlaşılabilir bir hale getirir.

Bedevî karşısında hadarînin haline dikkat ediniz. Hadarî olan şahsın, zekâ ile süslü, fikirlerle dolu olduğunu göreceksiniz.

8. İlimler, ancak büyük bir umranın ve yüksek bir hadaretîn bulunduğu yerde gelişir

9. Çağımızdaki umranda mevcut olan ilimlerin nevileri
…şehirlerdeki insanların tahsil ve talim etmeye koyuldukları ve yekdiğerine aktara geldikleri ilil1'ller iki çeşittir. Bunun bir çeşidi, insan için tabii (natural ve akli)dir. Fikri ile onu elde etmenin yolunu bulur. Diğer çeşidi, nakli (traditional)dir. Bunu, onu vaz' edenden öğrenir.

10. Kur’an ilimlerinden kıraat ve tefsir
1. Kur’an’ın kıraati
Yedi Kıraat (kıraat-ı seb’a) vs.
2. Kur 'an hattı
(Bir yandan yazılıp okunmayan, diğer yandan yazılmadığı halde okunan harfler vardır).
3. Kur’an’ın tefsiri
Araplar kitaptan ve ilimden anlamazdı. Bedevîlik (iptidallik) ve üınmi’lik onların galip hali idi.
…bir şey öğrenme hevesine düştükleri vakit, bunları sadece kendilerinden önceki Ehl-i kitaptan sorar ve bu konularda onlardan faydalanırlardı (Yahudi ve Hıristiyanlara).
İşte bu yüzden, sözü edilen (melahiın, hadasân ve benzeri) mevzu ve maksatlarda, onlardaki menkûlât (ve Yahudi asıllı olan zevattan gelen ve İsrailiyat denilen rivayetler) ile tefsir kitapları dolup taştı. (s. 787)

11. Hadis ilimleri
Muhaddisler katında, makbul olma bakımından en yüksek mertebede bulunan, sahih hadislerdir. Bundan sonra hasen hadisler gelir. En aşağısı da zayıf hadisler olup bu da mürsel, münkatı’, mu’dal, muallel, şaz, garib ve münker gibi (zayıf hadis çeşitlerinin hepsine) şamildir. Muhaddisler, bu hadislerden bir kısmının reddi hususunda görüş birliğine varmışlardır. Aynı vaziyet sahih hadisler için de söz konusudur.

Muhammed b. İsmail Buharî, 3.000'i mükerrer olan 7.200 hadis ihtiva etmiştir.
Sonra Müslim b. Haccac Kuşeyri (r.a.) yetişti ve Sahih isimli müsnedini telif etti.
…nakl etme bahsinde adım adım Buhari'yi takip etti.
Sonradan gelen âlimler, (Buharî ve Müslim'in) hadislerin sıhhatinde koştukları şartlara haiz olduğu halde, onların dikkatinden kaçan hadisleri toplayarak, (Buhari ile Müslim'in eserlerini) tamamladılar. (Müstedrekat adı verilen eserler yazdılar).
Sonra Ebu Davud Sicistanî, Ebu İsa Tirmizî ve Ebu Abdurrahman Nesaî, “Sahih”
(rivayetlerden) daha geniş olarak “Sünen” yazdılar. Maksatları “Amel etme şartlarını tam olarak haiz” olan rivayetleri toplamaktı. Bunlar da ya isnad itibariyle yüksek derecede bulunan ve sahih diye bilinen rivayetlerdir veya hasen vs. diye bilinen ve derece itibariyle sahihin altında kalan rivayet ve nakillerdir. Gayeleri, sünnet ve onunla amel etme konusunda rehber olacak eserler vücuda getirmekti.

12. Fıkıh ilmi ve ona tabi olan ferâiz
Fıkıh (…) mükelleflerin fiillerine dair olan ilahi hükümlerin bilinmesidir.
Ferâiz ilmi / miras hukuku
“Şüphe yok ki, ferâiz, ilmin üçte biridir ve ilk önce unutulacak olan da odur”

13. Fıkıh usulü ve onunla alakalı olan cedel ve hilafiyât
Esas şer’i deliller kitap, yani Kur’an ile onu izah eden sünnetten ibarettir.
Hilafiyat / hilaf – ihtilaf / … Pek çok konuda ihtilaflar ortaya çıktıktan sonra tartışılan konularda hüküm verirken farklı mezheplerin geleneklerini dikkate alarak mukayese edebilmek gerekir. Hilafiyât ilmiyle ilgili fasılda bu konuta atıf yapılıyor.

Cedel
…münazaraların adabını bilmektir.
Cedelde iki tarik ve usul vardır. Bunlardan biri Pezdevî'nin usulü olup, nass, icma ve istidlal gibi şer’î delillere mahsustur. Diğeri Amidî’nin (Muhammed b. Muhammed, öl. 615/1218) usulü olup, hangi ilim olursa olsun, istidlalde kullanılan her delile şamildir.
Cedel ilminin konuları ekseriya İstidlalle ilgilidir.

14. Kelâm ilmi
Kelâm, (speculative theology) akli delillere istinaden imanî akideleri savunmayı ve itikadî konularda selefçe ve ehl-i sünnet tarafından tutulan yollardan sapan bid’atçıları reddetmeyi tazammun eden bir ilimdir.

…sebeplerden geç, Allah’a er, sebeplerde kalırsan O’na çıkamazsın…

15. Kitap ve sünnetteki müteşabih ifadelerden örtünün kaldırılması ve bu çeşit ifadeler sebebiyle itikadda zuhur eden Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid’at mezhepleri hakkında
Hz. Aişe (r.a.), “Kur’an (ve müteşabih ayetlerin te’vili) konusunda cedelleşen kimseleri gördünüz mü, onlardan sakınınız, zira Allah’ın Ehl-i zey’ dediği haktan sapanlardan muradı onlardır,” demiştir.

Beşerî âlemin halleri/tavırları/seviyeleri
Birinci tavır: Beşerin cismani (ve maddi) âlemidir.
İkinci tavır: Uyku (ve rüya) âlemidir.
Üçüncü tavır: Nübüvvet tavrıdır.
Dördüncü tavır: Ölüm tavrıdır. Bu tavır içinde beşer fertleri, berzah adı verilen kıyametten evvelki bir var olma nevine gitmek üzere zahiri hayatlarından ayrılırlar.

16. Tasavvuf ilmi
İbadet üzerinde önemle durmak (masivadan alakayı kesip) tamamıyla Allah Tealaya yönelmek, dünyanın alayişinden ve zinetinden yüz çevirmek, halk çoğunluğunun yöneldiği (maddi) lezzet, mal ve mevki hususunda zahid (ve isteksiz) olmak, halktan ayrılarak ibadet için halvete çekilmek bu yolun esasını teşkil etmekte idi.

Daha sonra ortaya atılan Vahdet-i Vücut tariki tasavvufun bu ilk dönemlerdeki bütün niteliklerini örseleyip, tasavvufun tamamen manevi, bilinemezci, dünyaya, insana ve inanca uzak bir içeriğe dönüştürmüştür. İbn Haldun bu nedenle eserinde tasavvuf karşıtı görüşler ortaya koyar.

17. Rüya tabir etme ilmi
Rüya, gayba ait idraklerden bir idraktir (ve o âlemi idrak etme vasıtalarından bir vasıtadır).
Akıllı ruh, emir (ve gayb) alemindeki her şeyi, zatiyle idrak eder. Çünkü onun hakikati ve zatı idrakin kendisidir. Onun gayba ait idrakleri taakkul etmesine engel olan şey, içinde bulunduğu beden, cismani kuvvetler ve hislerle meşguliyet perdesidir. Eğer bu perdeden hali olup ondan tecerrüt etse, ayn-ı idrak olan hakikatine döner ve idrak edilebilir her şeyi idrak eder.
Malum olsun ki rüya-yı sadıkanın doğruluğuna delalet ve sıhhatine şehadet eden bir takım alametler vardır.
Birinci alamet, rüya gören şahsın derhal uyanmasıdır.
Diğer bir alamet, mezkûr idrakin devamlı ve sabit olmasıdır. Çünkü bu rüya bütün teferruatıyla onun hafızasına nakşedilmiştir. Hiçbir şekilde yanılma ve unutma hali ona yol bulamaz.
"Rüya üç çeşittir. Allah'tan olan rüya, melekten olan rüya ve şeytandan olan rüya,"
Allah'tan olan rüya sarih olup tabire ihtiyaç göstermez. Melekten olan rüya, rüya-yı sadıka olup tabire muhtaçtır. Şeytandan olan rüya ise adgas-ı ahlamdır.
"Bir kimse niçin yaratılmışsa o şey o kimseye kolaylaştırılır."

18. Akli ilimler ve çeşitleri
Bu ilimlere felsefe ve hikmet (philosophy, wisdom) ilimleri denilmiştir. Dört çeşit ilim ihtiva eder:
1. Birincisi mantık (logic) ilmidir. Bu, ortada mevcut olan malum hususlardan meçhul maksatların (kıyas ve istidlal yoluyla) elde edilmesi konusunda zihni hatadan koruyan bir ilimdir.
2. Bundan sonra (mantıkçı) filozoflar ya cisimlerin unsurları ve bunlardan oluşan maden, bitki, hayvan, felekl cisimler, tabii hareketler, kendisinden hareketler neşet eden nefsler (can) vs. gibi hissi varlıklar ve maddi şeyler üzerinde durur ve düşünürler ki bu fennede akli ilimlerin ikincisi olan tabii ilim (ilm-i tabii, physics) ismi verilir.
3. Veya düşünme ve araştırma, tabiat ötesi (mavera-i tabiat, metaphysics) ruhani hususlara dair olur. Akli ilimlerin üçüncüsü olan bu fenne ilm-i ilâhi (ilahiyat, theology) ismi verilir.
4. Dördüncü ilim, kemiyetleri (mekadir, measurements) araştırmaktır. Bu da dört çeşit ilim ihtiva eder ve matematik ilimler (tealim veya ulum-ı riyaziye) adını alır (geometri, aritmetik, mûsikî ve astronomi).

Esas felsefi ilimler bunlardır. Mantık, hepsinden önce gelir. Sonra tealim (ve kemiyet ilimleri) gelir. Bunların başında aritmetik, sonra geometri, sonra astronomi, sonra musiki gelir.
Daha sonra fizik (tabiiyat, müsbet ilimler) ve metafizik (ilahiyat) vardır.

19. Adedi (sayıya dayanan) ilimler
20. Hendesî (geometrik) ilimler
Bu sanata dair olmak üzere Yunancadan tercüme edilen kitap Euclid’in Kitabu’l-usul ve’l-erkan isimli eseridir. Bu konuda talebeler için vaz' olunan eserlerin en basiti (ve en genişi) budur.

21. Hey’et ilmi (astronomi)
Astronomiye dair yazılan eserlerin en güzeli, Batlamyus'a nisbet edilen Kitabu’l-macesti’dir (Almagest).

22. Mantık ilmi
Mutekaddimin denilen eski alimler başlangıçta mantıktan parça parça cümleler halinde bahsetmişler, Yunan'da Aristoteles zuhur edene kadar bu ilmin usulünü tertip ve meselelerini derleyip toplamamışlardı. Aristo zuhur edince mantığın bahislerini tanzim, mesele ve bölümlerini tertip etti, onu felsefi ilimlerin ilki ve başlangıcı (felsefeye giriş) haline getirdi.
Mantığa mahsus olan eserine Nass (fass, metin, organon, alet) ismi verilmektedir. Bu eser sekiz (küçük) kitap ihtiva etmektedir. Bunların dördü kıyasın suretine diğer dördü (veya beşi) ise maddesine dairdir.

23. Tabiiyât (Fizik)
Cisimlerden, onlara lâhık olan hareket ve sükun itibariyle bahseden bir ilimdir.

24. Tıp ilmi
Bu fenne dair önemli ve çok faydalı bir eser Calinos (Galen) tarafından yazılmıştır. Calinos, eski tabiplerin önderi ve üstadıdır.

25. Ziraat

26. İlahiyat ilmi
Bu ilimde önce mahiyetler, vahdet, kesret, vucûb, imkân vs. gibi cismani ve ruhani şeylere ait umumi hususlar incelenir. Sonra varlıkların mebdelerine bakılır ve bu mebdeler ruhani olarak ele alınır. Sonra varlıkların, o ruhani ilkelerden sudûr keyfiyeti ve mertebeleri araştırılır. Sonra bedenden ayrıldıktan ve mebde'e avdet ettikten sonraki nefsin ahvaline nazar edilir, ilahiyatçılara göre bu şerefli bir ilimdir.

27. Sihir ve tılsım ilimleri
Şeriatlar katında bu ilimler metruktür. Çünkü bunlarda zarar vardır. Ayrıca bu ilimlerle meşgul olunurken, (yardımlarını temin etmek maksadıyla) yıldız ve benzeri diğer şeyler gibi Allah'tan başkasına yönelme şart koşulmaktadır.

İslam milletindeki sihirbazların büyüğü ve reisi olan Cabir b. Hayyan (…) Kimya ve sihre dair olan sanatı ortaya koydu. Bu fennin özünü bulmak üzere bu sahaya daldı, onu bulup çıkardı, bu fenne dair bir takım eserler yazdı.

Sihirbazların sahip oldukları nefslerin üç derecesi vardır:
1. Sihir: Birinci derece olan sihirbazların nefsleri herhangi bir alet ve yardımcı (unsur) olmaksızın sadece himmet (kalbin teveccühü, dikkatin bir noktaya teksifi) ile tesir meydana getirir. Filozofların sihir dedikleri şey budur.
2. Tılsım: İkinci derecede olanlar ya feleklerin veya unsurların mizacından veyahut da adetlerin hassasından bir yardımcı (muin, aid) sayesinde tesir icra ederler. Buna tılsım ismi verilmektedir. Derece itibariyle bu evvelkinden zayıftır.
3. Göz bağlama: Üçüncüsü muhayyile (mütehayyile, tahayyül, imagination) kuvvetinde olan tesirdir.
Sihrin ilk iki derecesinin hariçte bir hakikati vardır.

28. Harflerin esrarına dair olan ilim (s. 291 ve devamı)
Bu ilme çağımızda sîmîya (sihirli harf, letter magic) ismi verilmektedir.

Bazıları harfleri de tabiatları itibariyle dört sınıfa taksim ettiler. Nariye, heviiiye, maiye ve türabiye (ateş, hava, su ve toprak) diye harfler muhtelif nevilere ayrılmış oldu. Buna göre (ebceddeki) "Elif' ateş, "Be" hava, "Cim" su ve "Dal" toprak içindir. Sonra ebced harfleri ve (onlara tekabül eden) unsurlar tükeninceye kadar art arda aynı işlem tekrarlanır. Böylece dört unsurdan her birine ait olan yedişer harf belirlenmiş olur.
Nariye olanlar: Elif, he, tl, mim, fe, sin, zal;
Revaiye olanlar: Be, vav, ye, nun, dad, te, zl;
Maiye olanlar: Cim, ze, kef, sad, kaf, se, ğayın;
Türabiye olanlar: Dal, ha, lam, ayın, ra, hi, şın.

Narî harfler soğuk hastalıkları (emraz-ı barida) defetmek ve artırılması arzu edildiği zaman harareti kat kat artırmak içindir.

Mai harfler de hummalar ve benzeri ateşli hastalıkları (emraz-ı harre) defetmek ve artırılması istendiği zaman soğuk kuvvetleri kat kat fazlalaştırmak içindir.

Zâyirace (zâyirçe) sîmîya ehline göre kelimeler arasındaki harfi irtibata istinaden
(belli) sorulardan cevaplar çıkarmak da simya ilminin dallarındandır. Bununla uğraşanlar ilerde olacak şeyleri öğrenme hususunda bilgi sahibi olmak için bu fennin esas teşkil ettiği kanaatini vermeye çalışırlar.
Bilinmelidir ki harflere ait şekillerden her şeklin ulvi âlemde yani kürside bir şekli vardır. Bu şekillerin müteharrik, sakin, ulvi ve süfli olanları vardır. Nitekim zayirçelere dair ortaya konulan cetvellerdeki yerlerinde bunlara işaret edilmiştir. Bilinmelidir ki harflerin kuvvetleri üç kısımdır: Birinci kısım en az kuvvetli olanıdır. Bu kuvvet harf yazıldıktan sonra zahir olur. Ve onun yazılması resm olunan o harfe mahsus olan ruhani âleme ait olur. Söz konusu harf ne zaman ruhi bir kuvvet ve himmeti cem ederek çıkarsa o vakit harflerdeki kuvvetler cisimler âleminde müessir olur.
İkinci kısım, harflerin fikr-i heyet (ve biçim) tarzındaki kuvvetleridir.
Üçüncü kısım, batini yani ruhi kuvveti (harfin) tekvini üzerine cem eden (himmeti cem ve dikkati teksif eden) bir kuvvettir. Onun için telaffuzdan evvel (o harf) nefste bir surettir. Telaffuz edildikten sonra ise harfler içinde bir suret, telaffuzda da bir kuvvettir.
Harflerin tabiatları harflerdeki mutevellidata nisbet edilen tabiatların aynısıdır.
Bunlar da hararet ve yubûset, hararet ve rutubet, burûdet ve yubûset ve burûdet ve rutubetten ibarettir. Yemanî adedin (ogdoad) sırrı budur.
Hararet, hava ile ateş unsurlarını toplar ve onlar şunlardır: Elif, He, Tî, Mim, Fe,
Şın, Zal/Cim, Ze, Kef, Sin, Kaf, Se, Zî.
Burûdet, toprak ile suyu cem eder, onlar şunlardır: Dal, Ha, Lam, Ayın, Ra, Hî,
Gayın/Be, Ve, Ye, Nun, Sad, Te, Dad.
Rutubet, hava ile suyu ihtiva eder, Onlar şunlardır: Cim, Ze, Kef, Sin, Kat: Se,
Zî/Dal, Ha, Lam, Ayın, Ra, Hî, Gayın.
Yubûset, ateşle toprağı ihtiva eder, Onlar da şunlardır: Elif, He, Tî, Mim, Fe,
Şın, Zal/Be, Ve, Ye, Nun, Sad, Te, Dad.

Fezleke: Bilmek lazımdır ki harflere dayanan bütün bu işlemlerle sadece mana itibariyle suale mutabık bir cevap çıkarılır. Yoksa hiçbir şekilde gayba vakıf olunamaz.

21. Kimya ilmi
Kimya (Kimiya, alchemy), sanatla, altın ve gümüşün vücud bulup tamamiyet kazanmasına esas teşkil eden madde (ve cevherin) imalini tetkik ve bu sonuca ulaşılmasını sağlayan amel (ve işlemin) izah edildiği bir ilimdir.
Sonra söz konusu maddenin (ve cevherin) kuvveden fiile çıkmasına esas teşkil eden işlemler de kimyada şerh edilir.

Bu ilmi tedvin edenlerin imamı Cabir b. Hayyan’dır. Hatta kimyacılar bu ilmi ona hasr ve tahsis edip buna Cabir 'in ilmi ismini vermektedirler. Cabir'in bu konuda yetmiş risalesi vardır.

30. Felsefenin iptaline ve felsefeyi meslek edinenlerin fesadına dair (felsefeye ve filozoflara reddiye)
…bu ilimler felsefe, nücûm ve kimya) umrana ârız olmuş, şehirlerde çoğalmış olup dine olan zararları da fazladır.

İnsan nevinin mütefekkirlerinden (ukela) olan bir zümre iddia etmişlerdir ki, tüm varlık (…) fikri nazar ve aklî kıyasla idrak olunur

Filozoflar bu hususu araştırmaya koyuldular,
Ortaya bir kanun (norm) koydular. Nazan itibariyle akıl, o kanun sayesinde hak ile batılı ayırt etmeye yol bulur. Bu kanuna mantık (logic) adını verdiler.

Hukemaya göre söz konusu izafet ve nisbetten ibaret olan mücerret mefhumların) tasdikat kısmı nihayet itibariyle tasavvurattan önce gelir. Tasavvurat ise bidayet ve talim itibariyle tasdikattan evvel gelir. Çünkü filozoflara göre tam tasavvur, idrâk, talebin (ve taharrinin) gayesi olup tasdik sadece onun vesilesidir. Mantıkçıların kitaplarında, tasavvur mukaddemdir ve tasdik ona bağlıdır, diye işitmekte olduğun söz sadece şuur manasına gelen tasavvur olup, tam ilim manasına gelen tasavvur değildir.

Hukema; saadet, gerek hissi olsun gerekse hissin ötesinde bulunsun tüm varlıkların sözü edilen nazar ve burhanla da idrak edilmesidir, diye iddia etmiştir.

Filozofların kanaatlerine göre saadet nefsi düzeltip faziletleri onun huyu haline getirmek şartıyla varlığı bu tarz bir hükümle idrak etmekten ibarettir.

Bilmek lazımdır ki filozoflar tarafından benimsenen bu görüş her yönüyle batıldır.

31. Müneccimlik sanatının iptaline, mesnedlerinin zaafına ve gayesinin fesadına dair
Haddizatında müneccimlik sahih bile olsa, ne onun bilgisini ne de melekesini tahsil etmek hiçbir Müslüman için mümkün olamaz.

32. Kimyanın semeresini (iksiri) inkâra, onun var olmasının imkânsızlığına ve onu meslek edinmekten neşet eden mefsedetlere dair
…kimyacılık maişeti temin etme yol ve şekillerinden biridir. Servet isteyen bir kimsenin onu bu yoldan temin etmesi daha basit ve daha kolaydır.
Bu yüzden gümüşü altın, bakın gümüş haline getirmenin çaresini (ve usı1lünü) bulmak için didinip durur ve bunun tabiat âlemindeki mümkünattan olduğunu zannederler.
Onlar ilaç ve çare için mevzu olan maddeye hacer-i mükrem (şerefli taş) adını vermekte ve acaba bu taş insan pisliği midir, yoksa kan mıdır veya kıl mıdır veyahut yumurta mıdır yahut da şu veya bu şey midir vs. diye ihtilaf etmektedirler.

33. Telifte itimat edilmesi icap eden maksatlar ve bunun dışında kalanların ilga edilmesi
Kitabet, isimleri ve şekilleri itibariyle insanların kullandıkları ıstılahlara bağlı olarak farklılık gösterir. Kitabetin bu farklı şekillerine kalem ve hatt (pen script) ismi verilmektedir. Müsned ismi verilen Himyeri hat (alfabe) bunlardan biridir. Himyerlilerin ve eski Yemen sakinlerinin kitabeti (writing) budur.

Ulema telifte dikkate alınması gereken maksatların adedini yedi olarak tespit etmişler,
Birincisi: Bir ilmin mevzuunu ortaya koymak, bablarını ve fasıllarını tertip etmek, meselelerini tetebbu etmek veya bir takım mesele ve bahisleri ortaya koymaktır…
İkincisi: (Araştırıcı bir âlim) önceki âlimlerin sözlerine, teliflerine vakıf olur. Bunların anlaşılmalarını muğlak olarak bulur (…) onları beyan etmeye heves eder.
Üçüncüsü: Sonradan gelen bir âlim, ifadesi itibariyle her tarafa nam salan ve fazileti cihetinden ünlü olan evvelki âlimlerden birinin sözleri arasında bir hataya ve galata rastlar. Hiçbir şüpheye yer vermeyen apaçık bir burhana dayanarak bunun hata olduğunu kesinlikle tevsik ve ispat eder.
Dördüncüsü: Konusunun kısımlara ayrılması itibariyle bir fennin bir takım meseleleri ve fasılları eksik olabilir. Buna muttali olan âlim, o fendeki sözü edilen eksik meseleleri tamamlamak ister.
Beşincisi: (Bir telifteki) ilmin meseleleri, bablar itibariyle tertipsiz ve intizamsız bir halde bulunur. Buna vakıf olan bir âlim, o meseleleri tertip ve tanzim eder.
Altıncısı: Bir ilm e ait mesel el erin diğer ilimlere ait bablarda dağınık bir halde bulunması ve fazilet sahibi âlimlerden birinin sözü edilen fennin mevzuunu ve (dağınık halde bulunan) meselelerinin derlenmesi lüzumunu fark etmesi üzerine buna girişmesidir.
Yedincisi: Fenlerin ana kaynaklarından olan bir telifin fazla uzun ve usandıracak kadar geniş olmasıdır.

34. İlimlere dair teliflerin çok olması, ilmin tahsil edilmesine engel olur

35. İlimlere dair yazılan eserlerin çok muhtasar olmaları, talimi (ve tedris usûlünü) ihlal eder
Ulema nice kere tefsir ve izah maksadıyla muhtelif fenlere dair yazılan uzun ana eserlere, (temel kaynaklara ve mutavvelata) yönelerek ezberlenmeye de müsait olmalarını temin için onları ihtisar etmişlerdir.

36. Talim ve takrir usulü itibariyle ilimlerde takip edilmesi doğru olan tarz
…talebelere ilimlerin telkini, ancak azar azar ve peyderpey şeklindeki bir tedriciliğe dayanması halinde faydalı ve tesirli olur. Hoca ilk önce fennin bir bölümünden, bu bölümün esasları olan meseleleri talebeye anlatır. Bu meseleleri kısa ve özet bir açıklama yoluyla onun zihnine yaklaştırır.

Sonra hoca (…) meseleleri tam olarak şerh ve izah ederek özetleme ve kısa kesme hududunu aşar. Bu sahada (ve seviyede) olan ihtilafları ve bunun sebeplerini kendisine açar.

Sonra epeyce yetişmiş olan talebeyi hocası tekrar fenne döndürür. Müşkil, müphem ve muğlak olan her şeyi ona izah eder. Kapalı ve kilitli olan şeyleri kendisine açar. Anlamadığı bir şey bırakmaz.
Faydalı ve tesirli talim tarzı işte bundan ibarettir. (s. 979)

İki ilmi aynı zamanda karışık bir şekilde talebenin önüne sürmemek, (böylece onun zihnini teşviş etmemek) talimde tutulması gereken güzel yollardan ve uyulması zaruri olan usûllerdendir. Zira bu durumda talebenin iki ilimden birini elde etmesi çok nadir olarak vaki olur.

37. Alet ilimlerinde nazarların genişletilmemesi ve meselelerin teferruatına inilmemesi lazım geldiğine dair
Bilinmelidir ki, umrandaki halk arasında var olarak bilinen ilimler iki sınıftır:
1. Bizatihi maksud olan ilimler: Şeriattan tefsir, hadis, fıkıh ve ilm-i kelam; felsefeden tabiat ve ilahiyat gibi...
2. Sözü edilen ilimler için alet ve vesile (instrumental, auxiliary) olan ilimler:
Şer’î ilimler için Arapça ve (ferâiz için) hesap ve benzerleri; felsefi ilimler için mantık gibi... Müteahhirînin tarîkine göre mantık nice zaman ilm-i kelâm ve usul-i fıkıh için de alet olma vazifesini görmüştür.

Arapça, mantık ve benzerleri gibi diğer ilimler için alet mesabesinde olan ilimler (…) sadece bahis konusu diğer ilme alet olmaları itibariyle tetkik edilmeleri, başka türlü ele alınmamaları, enine boyuna bahis konusu edilmemeleri ve meselelerinin teferruatlandırılmaması icap eder.

38. Çocukların eğitimi ve bu hususta İslam beldelerinde takip edilen muhtelif usuller
Bilinmelidir ki, çocuklara Kur'an talim edilmesi dinin şiarlarından bir şiardır.
Küçüklerin talimi çok daha fazla köklü olup daha sonraki (yaşlarda alınan eğitime ve öğretime) esas teşkil eder. Çünkü kalpler (ve zihinler) için ilk önce olan, (diğer) melekelerin temeli gibidir. Temel üzerine bina kılınan şeyin hali, temele ve bu temelin muhtelif üsluplarına göre olur.
İbn Arabi (Kur'an'dan sonra talebe) dinin (itikadî esaslarını sonra fıkıh usûlünü, sonra cedeli (disputation) sonra hadisi ve ulümu'l-hadisi tetkik etmelidir, diyor…

39. Talebelere karşı sert davranmak, onlara zarar verir

40. ilim tahsil etmek için sefer yapmak ve üstatlarla görüşmek öğretimdeki kemali artırır

41. Beşer nevi içinde siyasetten ve siyasi gidişattan en az anlayan ulema sınıfıdır
Bunun sebebi şudur: Ulema fikri nazarı, (mental speculation) itiyat edinip mâna deryasına dalmış, bu manaları mahsusat (ummanın)dan çıkarmayı ve onları külli ve umumi bir takım hususlar olarak zihinde tecrid (ve tasavvur) etmeyi huy edinmişlerdir.

…ulema tüm nazarları itibariyle zihni hususları ve fikri nazarları itiyat edinmiş olup bunun dışında bir şey bilmezler. Hâlbuki hariçte bulunan hususlarla bunlara lâhık ve tabi olan ahvale riayet ve dikkat etmek siyasette ve siyasetçilerde (zaruri) bir ihtiyaçtır.

Umran ehlinden zeki ve cin fikirli (keyyis, dahi) şahıslar da onlara ilhak edilerek aynı bükümde tutulur. Zira onlar da fukaha (ve ulema)nın halinde olduğu gibi keskin zekalarıyla, mana, kıyas ve teşbih (mukayese) ummanına dalarak hata (girdabına) düşerler.
Diğer taraftan avamdan mutedil ve akl-ı (ve tab’-ı) selim sahibi bir kimse fikren sözü edilen seviyenin altında kalıp ve (o nevi kıyas ve istidlalleri adet ve) itiyat edinmediğinden (siyasetle ilgili olan) her maddede, o maddenin özel hükmü ile ve her çeşit hal ve şahıslarda bunlara ait özelliklerle iktifa eder. Ne kıyas ne de tamim ile belli bir hükmü (diğer şeylere) sirayet ettirmez. Ekseriya düşüncesi hisle idrak olunan maddelerden ayrılmaz ve zihni itibariyle de bu çeşit maddeleri aşmaz. Tıpkı dalgalı bir denizde karadan ayrılmayan (ve fazla uzaklaşmayan) bir yüzücü gibi.

İşte bundan dolayı (avamdan olan tab’-ı müstakim ve akl-ı selim sahibi bir kimse) siyasetindeki nazarından emin olur. Hemcinsine olan muamelesindeki nazarı istikamet üzere bulunur. (s. 993)

42. İslamdaki ilim adamlarının ekserisi Acemdir
Bunun sebebi şudur: Sadelikteki ahvalin ve bedavetin icabı olarak başlangıç itibariyle İslamda ne ilim ve ne de sanat vardı.

43. Bir kimsenin ana dilinin Arapça olmaması, ilimleri tahsil hususunda dili Arapça olanlardan onu geri durumda bırakır
Fikir hayatı için doğru lisan, ana dilidir, millî lisandır.

44. Arap lisanı ile alâkalı ilimlere dair
Arap lisanın dört rüknü vardır: Lugat, nahv, beyan, edeb. Bunları bilmek şeriat uleması için zaruridir.

Nahiv ilmi
Malum olsun ki lugatin (ve lisanın) mütearef manası, konuşan şahsın maksadını anlatan ibaresidir. Lisanın bir fiili olan bu ibare (ve tabir) sözü ifade etme kastından neşet eder.
(Maksat, tabir ve ifade) her milletin kendi ıstılahına, (dil geleneğine ve yapısına) göre olur.
Arapçadaki kelimelerden başka (bir takım edatlar ve hareketler) birçok manalar üzerine delalet etmektedir. Mesela faili mefulden, onu da mecrurdan yani muzaaftan ayırd etmeye yarayan (irab alameti olan) harekeler böyledir. Aynı şekilde diğer bir takım lafızları araya sokma külfetine girmeksizin fiilleri yani hareketleri, zatlara rabteden harfler, (edat denilen veya mücerret kelimelere eklenerek mezid kelimeler elde etmeye yarayan harfler) de böyledir.

Nahiv ilmine dair ilk defa yazı yazan Benû Kinâne’den Ebu’l-Esved Du’eli olmuştur. Söylendiğine göre o, bunu Hz. Ali'nin (r.a.) tavsiyesi üzerine yapmıştı.

Lugat ilmi
Halil b. Ahmed Farahidi’nin Kitabu’l-ayn isimli eseri lugata dairdir. Bu eserde alfabe harflerinden oluşan kelimelerin tümünü, yani sünaî, sûlasî ve rubaîden, Arap lisanında terkibin ulaştığı son nokta olan hümâsiye kadar bütün hurûf-ı hecadaki mürekkebatı hasr ve tesbit etti.
(Arapçada bir isim en az iki harfli en çok beş harfli olur).
1+27 X 27 X 2 = 756 / Sünaî lafızların adedi.

(Kitabu’l-ayn’da 756 sünâî, 19.650 sülasî, 491.400 rubaî ve 11.793.600 humasî olmak üzere cem’an 12.305.412 harf ve şekil hesap edilmiştir). (s. 1006)

Beyan ilmi
Beyan, lisan ilimlerindendir. Zira lafızlar ve lafızların delaletiyle ifade ve kasdediten manalarla alakalı bulunmaktadır.
Bu fenne en ziyade muhtaç olanlar müfessirlerdir.

Edeb ilmi
Edeb, Arap şiirini ve tarihini hıfz etmek ve her ilimden bir nebze bellemektir…
Başlangıçta gına (singing, şarkı, music) da şiire tabi olması sebebiyle bu fennin bir parçası idi. Zira gına şiirin bestelenmesinden ibarettir.

45. Lisan, sınaî bir melekedir
Melekeler belli fiillerin tekrar edilmesiyle hâsıl olur.
…fiil tekerrür edince, bu sıfat hale dönüşür.

46. (Bedevîler tarafından kullanılan) şu çağdaki Arap lisanı, Mudar ve Himyer lisanına mugayir müstakil bir lisandır, ( diyenleri redde dair)
Arap lisanı, maksadı beyan ve delaleti ifa bakımından Mudar'ın lisan geleneğini takip etmektedir.
…bizatihi lafızlar bizzat manalar üzerine delalet eder.
Himyer lisanındaki kalıpların ve kelime çekimlerinin birçoğu Mudar nezdinde tegayyur etmişti.

47. Hadarîlerin ve şehirlerdeki halkın lisanları Mudar lisanına muhalif müstakil bir lisandır
Bir lisanın ilk ve asli şeklinden uzaklaşma, ancak yabancılarla haşir - neşir olma vasıtasıyla olur. Şu halde kim gayr-ı Araplarla daha fazla ihtilat etmişse onun lisanı sözü edilen kök lisandan daha ziyade uzaklaşmış bulunur. Çünkü (lisani) meleke belirtmiş olduğumuz gibi ancak talimle hâsıl olur.

48. Mudar lisanının talimine dair
Bu lisanın melekesini bellemek isteyen ve onu kazanmayı meram edinen bir kimse için talimin usulü şudur: Kendi üslupları üzere cereyan eden Arapların eski ifadelerini ezberlemeye koyulur. Bu ifadeler Kur'an, hadis, eskilere ait sözler, gerek seci (nesir) gerekse şiirleri itibariyle, Arapçada üstat olanlar arasında geçen hitaplar ve bir de müvelledlerin (melezlerin) tüm fenlerindeki sözleri kabilinden şeylerdir. Bunları ezberleyen bir kimse nihayet onlara ait çok miktarda nazım ve nesir bellediği için aralarında yetişip maksatları ifade keyfiyetini bizzat onlardan öğrenen bir şahıs durumuna gelir.

49. (Mudari) lisandaki meleke, Arapça sanatından başka olup talimde ona muhtaç değildir
Bir dili konuşmayı/okumayı öğrenmek o dilin inceliklerine kifayet etmez.

50. Beyan ehlinin ıstılahındaki "zevk"in tefsirine, bunun manasının tahkikine ve umumiyetle Araplaşmış olan gayr-ı Araplarda bunun hâsıl olmamasının izahına dair

51. Şehirliler, talimle hâsıl olan şu lisani melekenin tahsili hususunda mutlak olarak geri durumda olup bunlardan Arap lisanına en uzak kalanlar için bu melekenin kazanılması daha zor ve daha güçtür

52. Sözün biri nazım, öbürü nesir olmak üzere iki fenne ayrılması

53. Çok az kimse müstesna hem nazım hem nesir fenlerinde iyi bir seviyede bulunanlara tesadüf edilemez

54. Şiir sanatı ve onu öğrenmenin yolu
Arap şiiri kıta kıta ayrılmış bir kelam olup bu kıtalar, vezin cihetinden birbirine müsavi ve her kıtanın sonunda yer alan harf itibariyle müttehiddir. Bu kıtalardan her bir kıtaya beyt, ahengi temin eden beytin son harfine de revî ve kafiye, sonuna kadar devam eden sözün tamamına da kaside ve kelime ismi verilmiştir.

Sözü edilen bu vezinlere has bir takım şartlar ve hükümler vardır. Bunlar ilm-i aruzun konusunu teşkil ederler. Tabiata muvafık olan her vezni Araplar bu fende kullanmış değillerdir. Onlar tarafından kullanılan vezinler sadece bir takım hususi vezinlerden ibaret olup bu sanatın (aruzun) ehli olanlar ona buhur (bahirler) ismini vermektedirler. Bunlar on beş bahir olarak tespit edilmiştir.

…kimin ezberi (ve şiir sahasında mahfuzatı) yoksa onun nazmı kusurlu ve fenadır.

Hülasa bu sanat ve öğrenilmesi keyfiyeti İbn Reşik'in Kitabu’l-umde’sinde mükemmel bir şekilde anlatılmıştır.

55. Nazım ve n esir sanatı, manalarda değil ancak lafızlardadır

56. Lisan melekesi çok miktardaki ezber ile hâsıl olup bu melekenin iyi vasıfta olması ezberlenen (metinler)in iyi vasıfta olması sayesinde olur

57. Tabii ve sun’i ifade ve sun’i ifadenin iyi veya kusurlu oluşunun beyanı hakkında
…ifadede kemal, belagattan ibarettir.
İfadedeki mükemmellikten sonra çeşit çeşit güzelleştirme ve süslemeler (tahsinat ve tezyinat), söz konusu seciyeye asaleten sahip olan, kelâmdaki terkipleri takip eder.

58. Mevki sahipleri şiirle uğraşmaya tenezzül etmezler

59. Bedevilerde ve şehirlilerde çağdaş Arap şiiri
Az kalsın maksadın dışına çıkacaktık Hâlbuki umranın tabiatını ve ona arız olan şeyleri konu alan bu birinci kitapta daha fazla söz söylememek için azın etmiş bulunmaktayız.
…kitabın müellifi -Allah affına mazhar kılsın- diyor ki: işbu birinci kısmı, tekrar gözden geçirip yeniden düzenlemeden evvel, beş ay zarfında, H.779 senesinin ortasında (Kasım 1377'de ilk şekliyle) vaz’ ve telif ettim. (s. 1090)

İBN HALDUN VE MUKADDİME KİTABİYATI

KARMA FİHRİSTLER

---
Hazırlayan: Süleyman Uludağ
Dergâh Yayınları
6. Baskı, Ekim 2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder