4 Ekim 2016 Salı

Martin Heidegger - Nietzsche'nin Tanrı Öldü Sözü

Martin Heidegger - Nietzsche'nin Tanrı Öldü Sözü
Ve Dünya Resimleri Çağı


Çevirmenin sözü
Sokrates’ten önce Varlık “bulunma”, hakikat açıklık olarak düşünüldü.
Hıristiyan düşünmesi varolanı Tanrı’nın yaratığı olarak düşündü.
Yeni Çağ metafiziği, Tanrı karşısında özgürleşme girişiminde varolanları öznede temellendirdi. Böylece insanın Varlığının temeli, bilinç oldu.
Nietzsche ile Batı metafiziği, yeni bir döneme girer. Artık varolanın Varlığı güç istemi, hakikat ise adalet olarak anlaşılır.

Nietzsche'nin Tanrı Öldü Sözü
Aşağıdaki inceleme, günün birinde Hiççiliğin özü üzerine soru sormanın olanaklı olabileceği yere giden yolu göstermeyi deniyor.

…metafizik, Nietzsche aracılığıyla, bir anlamda kendini kendi öz-olanaklarından yoksun bıraktığından, onun öteki olanakları da artık görülmez olur. Nietzsche’nin altüst etmesinden sonra metafiziğe kendi özsüzlüğüne, düzensizliğine saplanmaktan başka bir yol kalmaz. Bu tersine çevirmede, duyuüstü, duyulur olanın kararsız bir ürününe dönüştürülür.

Duyuüstünün bu biçimde yerinden edilmesi, saf duyusal olanı, bunun sonucu olarak da ikisi arasındaki ayrımı ortadan kaldırdı.

Duyuüstünün bırakılması anlamsızlıkta doruğa ulaştı. (s. 11)

Nietzsche Batı tarihinin akışını metafizik bakımından, Hiççiliğin serimlenmesi, yükselmesi olarak anladı. Nietzsche’nin metafiziği aracılığı ile enine boyuna düşünmek, şu andaki insanlığın durumunu, yerini düşünmektir.

…düşünmek, Nietzsche için de varolanı varolan olarak göz önüne getirmek demektir. Her metafizik düşünce genelde onto-lojidir, böyle değilse, hiçbir şeydir. (s. 12)

Bilimlerin ortasında düşünme; onları küçümsemeksizin yanlarından geçip gitmek demektir.

Batı düşünmesinin tarihinde, varolan Varlıkla ilişkili olarak düşünülmekte, ancak Varlığın hakikati düşünülmeden kalmaktadır.

Onun (Nietzsche) düşüncesi kendini,  Hiççilik adı altında görür. 
Nietzsche bu akımın yorumunu kısa bir tümcede topladı: “Tanrı öldü.” (s. 14)

Nietzsche'nin sözü, Batı tarihinin iki bin yıldır süregelen yazgısını dile getirir.

…doğru bir yorumlama, hiçbir zaman, metni, yazarının anladığından daha iyi anlamaz. Doğru bir yorumlama, bu metni elbette başka türlü anlar. Ancak bu başka, yorumlanan metin üzerine düşünmede, aynı ile buluşan bir başka olmalıdır.
Nietzsche “Tanrı öldü” sözünü ilk kez, 1882 yılında yayınlanan “Die Fröhliche Wissenschaft” [Şen Bilim] adlı yapıtının üçüncü kitabında yazmıştı. (s. 15)

Genç Hegel "Glauben und Wissen" [inanç ile Bilgi] (1802) adlı yazısının sonunda "Yeni çağın dininin dayandığı duygu şudur; Tanrı öldü..." diye yazar. Hegel'in sözü, Nietzsche'ninkinden farklı bir şey düşünür. Bununla birlikte ikisi arasında, kendini bütün metafiziğin özünde gizleyen, özlü bir bağ bulunur. Paskal'ın Plutarkhos'tan aldığı “Le Grand Pan est Mort" [Yüce Pan öldü!] (Pensees, 695) sözü, karşıt bir temelden çıksa da, aynı alana aittir. Biz önce "Fröhliche Wissenschaft" yazısının 125 nolu parçasındaki tüm metne kulak verelim.

“…Onun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreni silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşinin zincirlerinden kurtarır iken ne yaptık biz yeryüzünde? Nerede gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu hissetmiyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrıyı gömen mezar kazıcılarının yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrısal çürümeden-Tanrının çürümesinden başka koku duyuyor muyuz? Tanrı çok çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü gitti! Onu öldüren de biziz! Bütün, katillerin katili olan biz nasıl avunacağız? Dünyayı şimdiye dek elinde tutan, en kutsal, en güçlü olan bizim bıçaklarımızla kana bulandı. Kim temizleyecek bu kanı bizden? Hangi suyla arıtabiliriz kendimizi? Nasıl bir kefalet törenini düzenlesek, hangi kutsal oyunu oynasak? …”

"Büyük, yeni olayın-Tanrı'nın ölmesinin, Hıristiyan Tanrı’sını inanılmaz kılan Tanrı’nın ölmüş olmasının- gölgesi Avrupa'nın üzerine düşmeye başladı."
Bu söz Nietzsche'nin "Tanrı öldü" derken, Hıristiyan Tanrısından söz ettiğini açıkça gösteriyor. (s. 17) (Duyu-üstü dünya)

Biz Kant'tan beri, duyulur dünyaya, geniş anlamda, fiziksel dünya deriz. Buna göre de duyuüstü dünyayı, metafizik dünya diye adlandırırız.
"Tanrı öldü" sözü, duyuüstü dünyanın etkin bir gücü olmadığı anlamına gelir. Bu dünya yaşam vermez. Batı felsefesini Platonculuk olarak anlayan Nietzsche için metafizik sona ermiştir. (s. 18)

Biz Hiççilikte, yalnızca Hıristiyanlığa sırtını dönen inançsızlığı, bu inançsızlığın görünme biçimlerini gördüğümüz sürece, bu bakış, Hiççiliğin aldatıcı, yoksul yüzünde takılır kalır.
Hiççilik, kendini, kendi tarihinin yazgısı olarak, bu tarzda saf inançsız olanlara henüz hiç göstermemiştir.

"Tanrı öldü" sözündeki Tanrı adı, özlü olarak düşünüldüğünde, ülkülerin duyuüstü dünyasını gösterir. Duyuüstü ülküler dünyası, bizim dünyasal yaşamımızın dışındaki amaçları içerir, bu amaçlar bu dünya içindir.

Tanrı’nın, kilise öğretmenlerinin sarsılan yetkesinin yerine vicdanın yetkesi geçirilir, usun yetkesi kendini zorla kabul ettirir. Buna karşı toplumsal içgüdü ayaklanır. Duyuüstü dünyanın yerini tarihsel ilerleme alır. Öte yandaki bengi mutluluk hedefi çoğunluğun dünyadaki mutluluğuna dönüşür.

Hiççiliğin özü de olagelmesinin alanı da metafiziğin kendisidir.

Biz duyuüstü dünyanın özünün özsüzleştirilmesine, çürüme diyoruz. (s. 21)

Nietzsche 1887 yılında bir yazısında bir soru sordu. "Hiççilik ne anlama gelir?" yanıtladı. "En yüksek değeri değerden düşürmek. "

Nietzsche, Hiççiliği tarihsel bir akım olarak görmektedir.
en yüce değer, ideal dünyanın gerçek dünyada gerçekleşmediği hiçbir zaman da gerçekleşemeyeceği görüşüne dayanmakla daha baştan kendi değerini düşürür.

…yerinden edilen Tanrının yerine başka Tanrının getirilmesini gerektirir.
Nietzsche buna Yetkinleşmemiş Hiççilik der.

Şimdiye kadarki değerleri yeniden değerlendirmeksizin Hiççilikten kurtulma girişimi ise karşıtını yaratır, sorunu derinleştirir"

Değer koyma yeni bir ilkeyi, yani değer koymanın içinden çıkacağı, içinde tutunacağı bir ilkeyi gerektirir.


Değerlerden fazlaca söz edilir olması kavramın belirsizliği ile örtüşmektedir. Değerlerin bu çağda dillerden düşmemesi, onların Varlıktan çıkan öz kaynağı konusundaki belirsizlikle çakışır.

"Değerin görme noktası, oluş içindeki göreli yaşam süresinin karmaşık yapıları (Gebilde) bakımından koruma, arttırma koşullarını kuran görme noktasıdır." (Güç İstemi. Aforizma 715)

Değer bir şeye yönelen ya da, söylediğimiz gibi, bir şeyi hesaplayan, böylece de, hesaplar iken bir başka şeye dayanması gereken görmenin göz önüne aldığı şey anlamına gelir. (s. 27)

…değerleri özce, bundan dolayı da daima, koruma “ve” arttırmanın göz önüne getiren koşullan olarak açıklamak ister.

Kendini yalnızca korumayla sınırlayan her yaşam zaten çöker. Yaşayan için, yaşam alanının güvence altına alınması, hiçbir zaman, amaç değildir; yaşamın arttırılması için, yalnızca, bir araçtır.

Yaşam, canlı için amaçlar koyarak, özünde değer-koyucu olduğunu kanıtlar (Güç İstemi. A. 556. Y. 1885/6)

(Varlık / oluş / güç istemi – varlık / varoluş)

Nietzsche için "oluş", "güç istemidir."

Nietzsche'nin dilinde güç istemi, oluş, dirim, Varlık, geniş anlamda aynı anlama gelir.

Değer ile değerin değiştirilmesi, değer koyucunun gücündeki artmaya orantılıdır,” der.

…güç istemi eksiklik duygusundan çıkan, henüz sahip olunmayan bir şey için çabalama gibi görünür.

…güç isteminin özünü aydınlatmak ruhbilimin işidir.

…her zaman, yalnızca daha önceden dikkatimizi çekenler bizim için daha belirgin hale gelir. Dikkat çeken bizi kendi özüne yaklaştırandır.

İstek, dilek değildir, bir şey için çabalama da değildir yalnızca; tersine isteme, kendinde buyurmadır.

İstemenin istediği henüz sahip olmadığı bir şey uğruna çabalama değildir. İsteme, istediğine zaten sahiptir. Çünkü isteme kendi istemesini ister. Onun istemesi, istediği şeydir. İsteme kendini ister.

Erk ancak erkini arttırdığında, ancak kendine "daha çok erk" buyurduğu sürece erktir. (s. 33)

Güç istemi gücün özüdür. O, özünü, kendi kendini isteyen saf isteme olarak gösterir.

…güç istemi başka bir şey isteme ile diyelim ki "hiçi isteme" ile de karşılaştırılamaz; çünkü hiçi isteme de istemeyi istemedir, öyle ki Nietzsche:" O (isteme) istememeden çok hiçi ister." diyebilmiştir. (Ahlakın Soykütüğü; üçüncü yazı A. I. Y. 1887).

Nietzsche: Güç istemi "Varlığın en derin özüdür" der. (Güç İstemi. A. 693. Y. 1888).

Gücün yükselebilmesi için zorunlu koşul, her güç basamağının güvenli kılınmasıdır. (Koruma ve arttırma)

"Yaşamak, bu zaten değer yüklemek” demektir.
Güç, karşı koyulmaz güç olmak istediği sürece, yaşamın hiçbir zenginliği onu yatıştırmaz.

…özne kendini bilmeye dönüştü.

Varolanın Varlığının hakikati ancak varolanın hakikatinden çıkarak belirlenebilir. Ancak Yeni çağ metafiziğinde varolanın Varlığı, isteme olarak, böylece de kendini isteme olarak belirlenmişse, bu kendini isteme, kendinde zaten kendi-kendini-bilme ise, demek ki varolan, hypokeimenon, subiectum, kendi-kendini-bilme tarzında özünü sürmektedir. (s. 41)

“Tanrının öldüğü”nün bilinciyle birlikte, şimdiye kadarki en yüce değerleri köktenci bir biçimde değerlendirme bilinci başladı. İnsan bu bilinçle, daha yüksek, başka bir tarihe geçer, çünkü bu bilinçte, bütün değer koymaların ilkesi, güç istemi, gerçekliğin gerçeği, bütün varolanların Varlığı olarak anlaşılıp benimsenir.

…insanlığın bu öz biçimine "üstün insan" adı verilir.

Üstün insan, güç istemi ile belirlenen gerçeklikten çıkan, bu gerçeklik için olan insandır.

Özne kendisi için öznedir. Bilincin özü kendini bilmedir. Bundan ötürü bütün varolanlar ya öznenin nesnesi ya da öznenin öznesidir. Her yerde varolanın Varlığı, kendini-kendi-gözünün-önüne-getirmeye, böylece de kendini kurmaya dayanır.

Koşulsuz güç isteminin egemenliğinin başladığı çağda, Varlık değere dönüştürülmüştür. Servetin değişmezliğini değişmez kılmak güç isteminin, kendisini korumak için, kendine koyduğu, zorunlu bir koşuldur.

Yalnızca Varlığı değer olarak değerlendirmekle bile, Varlık zaten güç isteminin koyduğu bir koşula indirgenir. Eskiden beri Varlığın kendisine saygı gösterildiğinde, böylece de ona değer verildiğinde, Varlığın öz değeri talan edilegelmiştir.

…varolanın Varlığını anlamaya giden her yol yok edilmiştir.

Varlığı da Varlığın hakikatini de düşünmeyen Batı düşünmesi, varolanı, başlangıcından beri hep varolan olarak düşündü.

Varlığın başına ne geliyor? Varlıklığın başına Hiç geliyor.

Duyuüstü dünyayı düşünme de en yüksek değer olarak Tanrıyı düşünme de Varlığın kendisinden çıkarak düşünülmez.

Tanrıya vurulan en ağır darbe, Tanrının bilinemez sayılması, onun varoluşunun kanıtlanamayacağının gösterilmesi değildir, Tanrıya vurulan asıl darbe, gerçek sayılan Tanrının en yüksek değer yerine konmasıdır,

Nietzsche güneşle yeryüzü arasındaki ilişkiyi adlandırır iken yalnızca Yeni çağ’ın doğa tasarımındaki Kopernikusçu dönüm noktasını düşünmez. “Güneş” sözcüğü, aynı zamanda, Platon'nun, alegorisini de anımsatır. Buna göre, güneşle onun ışıklarının alanı, varolanın kendi görülebilir görünüşüne ya da kendi yüzlerine (ideler) göre göründüğü yerdir. Güneş; varolanın varolan olarak kendini gösterdiği bir görüş çevresi kurar, bu çevreyi sınırlar da.

İnsanın yerleştiği yeryüzü güneşinden koparılmıştır.

Öldürmek, burada kendi başına varolan duyuüstü dünyanın insan eliyle yok edilmesidir. Öldürme bir süreci adlandırır: Bu süreçte, varolan, varolan olarak yok olmaz Varlığında farklılaşır.

Değerler bakımından düşünme, önceden beri Varlığın kendi hakikati içinde özünü sürmesine izin vermez.

Varlığın tarihi, zorunlu olarak, Varlığın unutulmasıyla başlar.

Hiççiliğin özü tarihe dayanıyor. Buna göre bütününde varolan olarak varolanın görünüşünde Varlığın kendisinin, Varlığın hakikatinin başına gelen hiçtir. Bu şöyle olmaktadır: Varolan olarak varolanın hakikati, Varlığın hakikati sayılır, çünkü Varlığın hakikati bulunmamaktadır (ausbleiben).

Hiççiliğin özü, bütününde varolan olarak varolanın görüngülerinde Varlığın hakikati bulunmadığı için tarihe dayanıyorsa, buna uygun olarak da, Varlığın kendisi ile Varlığın hakikatinin başına hiç geliyorsa; o zaman varolan olarak varolanın hakikatinin tarihi olarak metafizik özünde Hiççiliktir. Son olarak Batı ile Avrupa tarafından belirlenen dünya tarihinin tarih-temeli metafizik ise, o halde dünya tarihi de tümüyle farklı bir anlamda Hiççiliktir.

Hiççilik, her şeyin başına, her bakımdan Hiçin gelmesi demektir.

Gelgelelim Varolan, Varlıktan çıkarak ne ise o, nasılsa öyle olmaktadır, Her olanın Varlıkta olduğu (İst) kabul edilirse, Hiççiliğin özü, özünde, Varlığın başına hiçlik gelmesine dayanır.

…kaçık adam "Durmaksızın bağırarak: Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!" diyordu.
Bu adam ne bakımdan kaçıktır? O kaçıktır, çünkü kaçık adam şimdiye kadarki insanlığın düzleminden kaçmıştır.

Kaçık adamın bu biçimde Pazar yerinde dikilen “Tanrıya inanmayanlarla” hiç bir ortak yanı yoktur. Çünkü bunlar Tanrının Tanrı olarak inandırıcılığını yitirmesinden ötürü inançsız değillerdir, tersine, Tanrıyı arayamadıkları sürece inanma olanağından el çektikleri için, onlar artık arayamazlar, çünkü artık düşünmezler. Ayak takımı, düşünmeye yol verdi, onun yerine de aylaklığın gevezeliğini koydu…

Düşünme, ilk olarak, yüzyıllardır hüküm süren usun, düşünmenin en inatçı düşmanı olduğunu anladığımızda başlayacak.

Dünya Resimler Çağı
Metafizikte varolanın özü düşünülür
Metafizik varolanın belli bir yorumu, hakikatin belli bir kavranışı aracılığı ile bir çağın öz-biçiminin temelini vererek, onu temellendirir.
Düşünme, kendi tasarımının hakikatini, kendi ereğinin uzamını sorgulama yürekliliğidir. Sorun edinilmeyi en çok hak eden de budur.

Makine teknolojisi, bugüne dek, çağcıl teknolojinin özünün en gözle görünür sonucu olageldi. Yeni çağ teknolojisinin özü de Yeni çağ metafiziğin özüyle özdeştir.
…sanat yapıtı yaşantının nesnesine dönüşür, sonuçta, sanat insan yaşamının anlatımı sayılır. (s. 65)

Yeni çağ'a özgü bilimin özünü kavramak istiyorsak, öncelikle, yeni bilimi, ilerlemenin görme noktasından görerek, onu yalnızca eskinin bir aşaması sayma alışkanlığından kurtulmalıyız. (s. 67)

Bilim, tasarımlanan plan ile bu planın ilerlemenin kesinliğinde güvence altına alınması aracılığıyla araştırmaya dönüşür.
Olguların sağlama bağlanmışlığı ile onlardaki değişmelerin değişme olarak kalıcılığı “kuraldır”. Akışının zorunluluğunda değişmenin sürmesi “yasa”dır. Olgu, olgu olarak, ilk kez, kural ile yasanın görüş alanında açıklık kazanır. (s. 69)

Doğa bilimlerindeki deneye, tinsel bilimlerde kaynak eleştirisi karşılık gelir. (s. 71)

Nedir bu dünya resmi?
Dünya burada, bütünlüğünde varolanları adlandırır.
'Resim' sözcüğünde, öncelikle, bir şeyin kopyası düşünülür. Buna göre, dünya resmi, bütün varolanların resmi gibi bir şey olsa gerek.
'Resim' burada bir taklit anlamına gelmez, daha çok “kendini resme koymak” günlük ifadesindeki anlamındadır. (s. 77)

Özü bakımından anlaşıldığında dünya resmi, dünyanın bir resmi değildir, dünyayı resim olarak kavramaktır.
Yeni çağ'ın dünya resmi ile çağcıl dünya resmi aynı anlama gelir.
Yeni çağ'ın özünü ıralayan dünyanın resme dönüşmesidir.
Ama Orta çağ'da varolanın Varlığı, hiç bir zaman, onun nesnel olarak insanın önüne getirilmesinde (…) bulunmadı.
Grekler’in varolan yorumunun niteliği (…) daha da uzaktır.
Varolanın anlaşılması, varolan tarafından belirlendiği, istendiği için, Varlığa aittir. (s. 78)

Varolan, insanın onu öznel algılama tarzındaki göz önüne getirme anlamında görmesiyle varolan olmaz.
Tersine kişioğlu, varolan tarafından bakılandır.
Eski Grekler'de dünya resim olamadı, çünkü Yunanlı varolanın algılayıcısı (Vernehmer) olarak vardır. Öte yandan, varolanın varolanlığının Platon için eidos (kalıp-dış görünüş) olarak, belirlenmesi, dünyanın resme dönüşmesinin (…) bir önkoşuluydu.
Yeni çağ'm göz önüne getirmesi (…) el altındakini kendisi ile, göz önüne getirenle ilişkiye sokması, onu düzgü koyucu alan olan kendisi ile kurulan bu bağa geri dönmeye zorlaması anlamına gelir. Böyle bir şeyin olduğu yerde, insan kendini varolandan önce gelen bir şey olarak resme koyar. (s. 79)

Orada insan olmanın şu tarzı başlar: İnsan bu tarzda bir bütün olarak varolanın efendisi olmak için ölçmeye, uygulamaya koyulur.

Hümanizmanın, ilkin, dünya resme dönüştürüldüğünde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Hümanizma adı, insandan yola çıkarak, bütününde varolanı insanın durduğu yerden, insana göre açıklayarak, değerlendirerek, insanın felsefi yorumlanışını imler. (s. 81)

…her türlü Hümanizma, zorunlu olarak, Grek ruhuna aykırıdır
Yeni çağ’ın temel olgusu dünyanın resim olarak ele geçirilmesidir. Artık dünya resmi [Bild], göz önüne getirici insan üretiminin yapılmış imgesi [Gebild] anlamına gelir. (s. 82)

Ekler
…düşünmeme, büyük ölçüde, başarı ile ilerlemenin belli basamaklarının bir parçasıdır.
Varlık için, düşünme sorgulamaya en çok değen sorun olarak kalmayı sürdürür. Düşünme Varlıkta en üst düzeyde dirençle karşılaşır…


…insan özne olmak bakımından kendini aştığında insan varolanı, artık nesne olarak göz önüne getirmediğinde Hiçin varlığı insana verilecektir.

---
Türkçeleştiren: Levent Özşar
Asa Kitabevi, 2001, Bursa





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder