17 Temmuz 2012 Salı

Fyodor Dostoyevski – Yeraltından Notlar


Fyodor Dostoyevski – Yeraltından Notlar

I

Ben hasta bir adamım... Gösterişsiz, içi hınçla dolu bir adamım ben. Sanıyorum, karaciğerimden hastayım.

… salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum. Siz bunu anlayamazsınız.

Karaciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın!
Epeydir böyle yaşıyorum, belki yirmi yıldır. Şimdi kırkımdayım. Eskiden çalışırdım, şimdi görevi bıraktım. Ters bir memurdum. Kabaydım, kabalığımdan zevk alırdım. Rüşvet yemediğime göre, demek oluyor ki kendimde, kaba olma hakkını görüyor, bununla kendimi ödüllendiriyordum.

Ama sevgili okuyucularım, asıl hıncımın nereden geldiğini biliyor musunuz?
… Benim asıl kızdığım şey, en sinirli anlarımda bile içimde bir öfke ya da hıncın bulunmaması…

Yukarıda ters bir memur olduğumu söyledim ya, yalan!

19. yüzyıl insanı en başta iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun boynunun borcudur; iş beceren, iradeli adam aptal, dar kafalıdır. İşte benim kırk yıllık yaşamımda vardığım sonuç!

Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır.

…geçen yıl uzak akrabalarımdan biri bana altı bin ruble miras bırakınca hemen istifamı bastım ve oturduğum şu köşeye yerleştim.

Hizmetçim, ahmaklık derecesinde hırçın, yaşlı bir köylü karısı; ondan pis bir kokunun yayılması da her şeye tuz biber ekiyor.

Aklı başında bir adamın sözünü etmekten en çok zevk alacağı konu nedir, bilir misiniz?
Yanıt: Yine kendisi...
Öyleyse ben de kendimden söz edeyim biraz...

II

Şunu bütün ciddiyetimle belirteyim, pek çok kez böcek olmayı istemişimdir. Ne yazık ki buna bile erişemedim. Baylar, yemin ederim, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık.

…şuna iyice inanıyorum ki, değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilincin her türlüsü hastalıktır.

Kendimi suçlarken acılarım alçakçasına zayıflamaya başlar, sonra da hazza dönüşürdü.

Küçüldüğünüzü ve bu yolda en aşırı dereceye varmış olduğunuzu fark etmekten doğar bu haz.

III

…içi dışı bir insanı, onu özene bezene yaratan, sevecen doğa ananın görmek istediği gibi, gerçek normal insan sayarım.

Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız.

IV

Biliyorum, şakalarım oldukça bayat, kaba, çetrefilli; kendime güvensizliğimi gösterir. Kendime saygı göstermediğim içindir herhalde. Her şeyi anlayan bir adam kendine nasıl saygı duyar?

V

Küçülmesinde bile tat bulmaya kalkışan bir adamın kendisine ufacık bir saygısı kalabilir mi?

Zerrece suçum olmadığı halde, birtakım düşler kurarak kendimi suçlu bulduğum olmuştur çoğu kez.

Baylar, kendimi herkesten akıllı saymamın tek nedeni, bitirmek şöyle dursun, yaşamım boyunca hiçbir şeye başlamamış olmamdır.

VI, VII

İnsanoğlunun çıkarının nerede olduğunu kesinlikle belirtebilir misiniz?

Duygularımızın türlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır uygarlık. Duygularının çeşitliliği yüzünden, insanoğlu, korkarım, kan dökmede bir zevk aramaya kadar varacak.

VIII

Diyelim, gerçekten günün birinde bütün istek ve kaprislerimizin formülü bulunuverse (…)
…işte o zaman insanlar belki de isteklerinden vazgeçecekler, hem de yüzde yüz vazgeçeceklerdir.

İstekler bir gün mantıkla karşı karşıya gelince, artık bizler istek duymayı bir yana bırakıp yalnızca düşünmeye başlayacağız, çünkü aklımız başımızdayken birtakım saçmalıkları istemek, böyle göz göre göre mantığa aykırı davranıp kendi kuyumuzu kazmak olanaksızdır...

Bana kalırsa insanın en iyi tanımlanması şöyle olmalı: iki ayaklı nankör bir yaratık.

IX

İnsanın yaratmayı, yol açmayı sevdiği su götürmez bir gerçektir. Ama sorarım size, neden bir yandan da yıkmaya, her şeyi darmadağın etmeye bayılır? Yanıtlar mısınız bu sorumu?

İnsanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever, fakat amacını elde etmeyi değil.

X

İsteklerimi ortadan kaldırıp ülkülerimi yok ettikten sonra bana daha iyi bir amaç gösterin, seve seve peşinizden koşayım…

…yalvarmaya hiç niyetim yok. Benim yeraltım bana yeter.

XI

Varıp dayandığımız sonuç: En iyisi hiçbir şey yapmamaktır. Bir köşeye çekilip, seyirci kalmaktan iyisi var mı? Onun için yaşasın yeraltı!

Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, özlemini duyduğum, ama bir türlü elde edemediğim başka, bambaşka bir şey olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum. Cehenneme kadar yolu var yeraltının!

SULU SEPKEN ÜSTÜNE

1

Dairedeki görevimde kimsenin yüzüne bakmamaya çalışıyordum…

Hiçbiri kendisine tiksintiyle bakılmasını umursamıyordu…

Aslında başka olmaya kim dayanabilirdi ki!

Daireye gitmek bana ölüm gelir, eve nerdeyse hasta olarak dönerdim.

Arkadaşlarımla dostluğu fazla sürdüremiyor, kısa zamanda arayı soğutuyordum…

…en çok yaptığım şey okumaktı.

II

Neyse ki her şeyi hoş görmemi sağlayan bir çıkış yolum vardı: Hayalimde de olsa "güzel ve yüce şeyler"e sığınmak!

Benim için topluma karışmak, masa şefim Anton Antonoviç Setoçkin'in evine gitmekti yalnızca. Hâlâ şaşmaktan kendimi alamadığım bir şey varsa o da, yaşamım boyunca görüştüğüm tek adamın o olmasıydı.

İşte bir perşembe günü yalnızlığa dayanamayıp o gün de Anton Antonoviç'in kapısının kapalı olduğunu anımsayarak, Simonov'a gitmeyi koydum aklıma.

III

Simonov'un evinde iki eski okul arkadaşımı daha buldum.

Ciddi ciddi, hatta coşarak konuştukları konu, ertesi gün uzak bir ile gidecek olan subay arkadaşları Zverkov için vermeyi düşündükleri şölendi.

Şölenin düzenlenmesini üzerine alan Simonov konuşulanları toparladı:
- Şu halde, üç kişi biz, bir de Zverkov, eder dört... Yirmi bir rubleyle yarın beşte Hotel de Paris'te, tamam mı?

Apollon bütün giderleri kendisinden, ayda yedi rubleye çalışıyordu yanımda.

IV

Bir gün önceden bile ilk gelenin ben olacağımı biliyordum.

V

Bugün bulaştığım kepazeliği temizlemek için çok uğraşmalıyım. Ya bu işi düzeltirim ya da geberir giderim!

Hani neredeler? diye sordum.

VI

…sevginin bittiği yerde bütün utanmazlığı, hoyratlığı, sevimsizliğiyle fuhuş başlıyordu.

Sevginin bulunmadığı yerde aklı da arama!

…insan önce kendisi yaşamayı öğrenmeli ki, ondan sonra da başkalarını kınama hakkı olsun.

VII

Aşk!... Aşk her şeydir. Aşk bir kızın, değeri elmaslarla ölçülemeyecek servetidir. Böyle bir aşk için her şeyini verecek, bile bile ölüme gidecek erkekler vardır. Ya seninkinin değeri nedir?

İşte adresim, Liza; gel bana.

VIII

Başımı çevirip gelenin kim olduğunu görünce utancımdan kendimi odama dar attım.

IX

Beni tuhaf bir durumda yakaladın, Liza, dedim.

Geçirdiğim bunalım gerçek olmakla birlikte, durumumu kurtarmak için numara yaptığıma kalıbımı basarım.

Küçük düşürülmenin hıncını birinden almalıydım;  o sırada, senin yakan elime geçti, ben de bütün hıncımı senden aldım. Eğlendim seninle. Benim gururumla oynadılar, ben de sana aynı şeyi yaptım; beni paçavraya çevirdiler, bense ölmediğimi göstermek istedim...

Ben huzur istiyorum, huzur! Bunu elde etmek için bütün dünyayı beş paraya değişirim. Bana:  "Güzel bir çay içmek mi istersin, yoksa dünyanın batmasını mı?" diye sorsalar, hemen "Çay içmek!" diye bağırırım. Bunu biliyor muydun?

…boynuma sarılmıştı,  ağlıyordu. Kendimi tutamayarak, ben de, yaşamımda hiç olmadık bir biçimde, katıla katıla ağlamaya başladım. - Bırakmıyorlar... İyi... İyi olamıyorum... diyebildim ancak.

…kızın ellerini sımsıkı tuttum. Ondan son derece nefret ettiğim halde beni ona kuvvetle çeken bir şey vardı.

X

…sevginin sevilen tarafından kendi isteğiyle verilen, karşısındakinin ona hükmetme hakkı olduğuna inanıyorum.

Bir an önce gözümün önünden çekip gitmesini istiyordum. "Huzur" istiyordum, yeraltında yalnız başıma kalmak istiyordum. Alışamadığım "canlı yaşam" beni,  soluğumu kesecek derecede bunaltmaya başlamıştı.

İnsan ruhunu kasıp kavuran bir duygunun -küçük düşürülmenin- gene aynı ruhu yücelteceğini kim yadsıyabilir?

Kolay elde edilmiş bir mutluluk mu, yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi? Evet, hangisi daha iyi?

…bizler, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek "canlı yaşam"dan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız.

Şöyle bir daha, dikkatlice düşünün! Biz bugün "canlılık" denen şeyin nerede bulunduğunu, neyin nesi olduğunu, hangi adla çağrıldığını bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsalar,  bir anda neye uğradığımızı şaşırırız. Artık hangi yolu seçeceğimizi, kime tutunup kimden kaçacağımızı, neyi sevip neden nefret edeceğimizi, neyi sayıp neyi hor göreceğimizi bilemeyiz.

Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "Soyut insan"  diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor,  bundan zevk almaya başlıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.

  

Türkçeleştiren: Mehmet Özgül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder