14 Temmuz 2012 Cumartesi

Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan


Sabahattin Ali – İçimizdeki Şeytan

Vapurun güvertesinde iki genç… (Ömer ve Nihat)
Her ikisi de yirmi beş yaşından fazla göstermiyorlardı… (s. 13)

“Hayat beni sıkıyor…”
Dünyaya ne halt etmeye geldiğimiz sualine o da cevap veremedi.
“Bana öyle geliyor ki, hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek…” (s. 14)

Nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır… insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi.
…ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kâğıt başarır… (s. 16/17)

“Şurada bir genç kız oturuyordu, gördün mü?” (s. 18)

Bütün ömrün tasavvurlar, hayaller, Don Kişotça emeller peşinde koşup kendini aldatmak ve aleladeliklerden başka hiçbir şey yapılmayan bu dünyada kendinin ve başkalarının fevkaladelikler yapacağını vehmetmekle mi geçecek?
(Ömer) genç kıza doğru yürüdü. (s. 20)

Macide’yi bildin mi bakayım? Annenin büyük dayısının torunu ayol. (s. 21)

“Akraba çıktık azizim! (s. 23)

Macide ilk mektepten beri sesinin güzelliği ve musikiye istidadı ile göze çarpmıştı. (s. 30)

Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? Kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? (s. 42/43)

Emine Teyze Macide’nin gözüne gökten onu kurtarmaya gelmiş yaşlıca ve şişmanca bir melaike gibi görünüyordu. (s. 44)

(Nihat) “ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!”
(Ömer) “bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım…”
“Gördün mü derhal sapıtıyorsun. Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamımız için… Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsın ki, derhal uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun! Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hakim olarak, kuvvetli, belki de zalim olarak yaşamak… Dünyada bundan başka istenecek ne vardır? Hayatını bu gayeye vakfet, görürsün, nasıl birdenbire canlanacaksın!” (s. 47)

Tabiatla teknik, yüz sene öncesiyle bugün burun buruna gidiyordu. Güzelle yapmacık, lüzumlu ile özenti birbirine sürtünerek yaşamaktaydı. (s. 64)

(Ömer Macide’ye) “geçmiş olsun… şey, yani başınız sağ olsun…” (s. 65)

(Macide) “Beni sevdiğini söyledi… Bir insan tarafından sevilmek bu kadar fena mı?” (s. 89)
Macide’nin hiç göğsü yok gibiydi… Belki de elbiseden… Öyle ya, dün kazak giyince bir şeyler kendini gösteriyordu. Acaba kafamı bir çalı süpürgesiyle temizlemek mümkün müdür? (s. 91/92)

(evin hizmetçisi Fatma) “Vah vah küçükhanım! Bu vakitte nereye gidilir ki! Ama doğru… O laflardan sonra insan taş olsa yerinde duramaz… Allah yardımcınız olsun...” (s. 106)

Parasızlık asıl en korkunç çehresiyle aybaşında kendini gösterdi. (s. 144)

(Nihat) …sen kendini ziyan ediyorsun, halbuki buna hakkın yok!.. Mademki herkes gibi değilsin, onlardan daha akıllı, daha üstünsün, onlara hükmetmek hakkın, hatta vazifendir. Yalnız bunu istemen lazım. (…) …Hayatını nasıl olup da bir kadına bağladığına şaşıyorum. Kadın bir oyuncaktan başka nedir? Erkek, tam manasıyla erkek ol… Erkek sert, haşin, aciz hislere yabancı, sadece kuvvete tapan mahlûktur. (s. 153)

(Macide) Sen ne kadar alçalabiliyormuşsun? Ömer… bu kadarını tasavvur edemezdim. (s. 181)

“Macide… seni de kaybetmeye başladım… (s. 182)

(Macide) …bilek damarlarını kesen bir adamın kan fışkırdıkça gömüldüğü garip gevşeklik ve rahatlığa benzeyen bir histen başka bir şey duymuyordu. (s. 183)

Ben, Bedri’nin ablasıyım!
Kardeşimin bir aile geçindirmeye mecbur olduğunu herhalde biliyordunuz, öyle olduğu halde hangi vicdanla onun varını yoğunu, bütün kazancını, anasının ve ablasının nafakasını elinden alıyorsunuz? (s. 184)

Söylesene, bugün ne oldu?
Bugün bizim veznedar Hafız’ı tehdit ederek iki yüz elli lira aldım! (s. 191)

(Hüsamettin Efendi) Aferin evlat iyi yetişmişsin!
Bu sabah kararımı verdim. Kasada epeyce para var, bir miktarını, daha doğrusu yüklenebildiğim kadarını alıp eve çoluk çocuğun nafakası olarak bırakacak, ondan sonra da başımı alıp gidecektim. Şeytan nereye çağırırsa oraya… Bu dünya da başka türlü olmak neye yarar?
Sen şimdi bu sözlerinle benim kararımı takviye ettin…
Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek adam, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. (s. 194)

Macide, yemin ederim ki dünya kurulalı beri hiç kimse kendini, benim o anda bulduğum kadar aşağılık ve iğrenç bulmamıştır.
Paraları bir köşeye atmak istiyordum.
Birdenbire kendimi Beyazıt civarında buldum. …aklıma Nihat’ın evinin bu taraflarda olduğu geldi… Evet, o herif bu paralara layıktı.
Kumkapı tarafına giden yollardan birinde oturuyordu. Evde yoktu. Paraları boru gibi yuvarlayarak kapının altından içeri soktum. On parasızdım, fakat biraz hafiflemiştim. (s. 195)

Hayat bir katakulliden ibarettir.
…hayatın bir manası olması icap ederdi. İnsan dünyaya sadece yemek, içmek ve koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı! Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı. (s. 198)

İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır. (s. 210)

(Macide) …irkildi.
…önünde Ömer’e benzeyen birisi gidiyordu.
...bir kadınla, kol kola yürüyorlardı. (s. 237)

(Macide)
Kim bilir ne gibi sebeplerle tesadüf bizi birleştirdi. Sen, beni sevdiğini söyledin, ben buna inandım. Ben de seni seviyordum… Hem de nasıl seviyordum… Hislerimde bugün bir değişiklik yok. Fakat niçin seviyordum, işte bunu bulamadım ve beni düşündüren, seninle olan hayatımızın devamından şüphe ettiren bu oldu. (s. 239)

…merdivenlerden koşarak çıkan ayak sesleri duydu ve hemen bütün kâğıtları toplayarak yorganın altına sokuşturdu. (s. 244)

(Macide) Ömer’e bir şey mi oldu?
(Bedri) …dairesinden çıkacağı sırada tevkif ettiler. (s. 245)

Nasıl oldu da elin herifini Ömer’e benzettim? (s. 247)

(Ömer) Bedri… Kısa kesmek lazım. Vaktim yok. Beni hiç itiraz etmeden dinle. (s. 262)

Nasıl isterseniz öyle yapın… İstersen onu al, bir kardeş gibi yanında tut, istersen onunla evlen… Beni bu dünyada mevcut farz etmeyin… Tamamıyla ayrı yollara ve ayrı dünyalara gideceğiz… Ben bir molozdan adam yapmaya çalışacağım… (s. 265)

YKY, 14. Baskı, Ağustos 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder