Sanatın Öyküsü
Önsöz
Bu kitap (…) ilk bilgilere ihtiyaç duyan herkese göre
hazırlanmıştır.
GİRİŞ
Sanat ve Sanatçılar
"Sanat" diye bir şey yoktur aslında. Yalnızca
sanatçılar vardır.
Bir sanat yapıtını gördüğünde, kendini ona verecek yerde,
aklında, o yapıta yakışacak etiketi aramayı yeğler.
YABANSI BAŞLANGIÇLAR
Tarihöncesi, ilkel topluluklar ve eski Amerika
…hangi amaçla yapıldığını bilmediğimiz sürece, geçmişin
sanatını anlayamayız.
Dünyanın her yerinde, halk hekimleri veya büyücüler, hep şu
büyüyü ortaklaşa uygulamışlardır: Düşmana benzeyen kaba bir bebek yaptıktan
sonra, zararın onun üzerine düşmesi dileğiyle, bu yapma bebeğin yüreğini
delmişler veya onu yakmışlardır.
SONRASIZLIĞIN SANATI
Mısır, Mezopotamya, Girit
Mısırlılar, ruhun öte dünyada yaşamını sürdürebilmesi için,
bedenin korunması gerektiğine inanıyorlardı.
(Duvar resimlerinde) Her şey objenin en karakteristik
açısından gösterilmelidir.
Baş, yandan daha iyi göründüğü için, ressamlar başı yandan
çiziyordu. Ama insan gözünü düşünürsek, biz onu önden göründüğü gibi düşünürüz.
O halde, yandan görünen yüz üzerine, karşıdan görünen bir göz ekleniyordu.
Mısır sanatının en önemli üstünlüklerinden birisi, her
heykelin, resmin veya mimari biçimin, sanki tek bir yasaya uygun olarak mekânda
yer almasıdır. Bir halkın bütün yaratılarının uyduğu görülen bu yasaya biz,
"üslup" diyoruz.
Oturan heykeller ellerini dizlerine koymak zorundaydılar.
Erkeklerin tenleri, kadınlarınkinden daha koyu bir renkle boyanmalıydı.
Gök tanrısı Horus'u ya bir doğan ya da doğan başlı olarak;
ölüm tanrısı Anubis'i de ya bir çakal ya da çakal başlı olarak gösterme
zorunluluğu vardı
(Antik Mısır sanatçısı) Kimse ondan "özgün"
olmasını beklemiyordu.
BÜYÜK UYANIŞ
Yunanistan, M.Ö. VII. ve V. yüzyıllar arası
Tarihte görülen en erken sanat üslupları, güneşin
acımasızlıkla kavurduğu ve ancak nehirlerin suladığı toprakların besin verdiği
vahalarda doğulu kralların baskılı yönetimi altında doğdu ve bu üsluplar
binlerce yıl hemen hemen hiç değişmedi.
…Yunanlıların büyük spor yarışmaları - ki içlerinde en
ünlüsü Olympia Oyunlarıydı - çağımızın spor karşılaşmalarından çok farklıydı.
Bunlar halkın inançları ve dinsel törenleriyle yakından ilişkiliydi.
…bu oyunların galibine, tanrının yenilmezlik bağışladığı bir
adam olarak korku dolu bir saygıyla bakılırdı. Oyunların amacı, başlangıçta,
yenilmezliğin kime bağışlandığını saptamaktı. / s. 89
GÜZELLİĞİN DÜNYASI
Yunanistan ve Yunan dünyası, M.Ö. IV. ve M.S. I.
yüzyıllar arası
Yunanlı sanatçıların, yüzlere özel bir ifade vermekten
kaçınmış olmaları…
Korint üslubu, sütun başlığını süslemek için sarmal İyon
kıvrımlarına yapraklar eklenmiştir ve genel olarak, tüm yapıda, daha çok ve
daha zengin süslemeler vardır.
DÜNYAYI FETHEDENLER
Romalılar, Budistler, Museviler ve Hıristiyanlar, M.S. I.
ve IV. yüzyıllar arası
Roma'da çalışan sanatçıların çoğunluğu Yunanlıydı…
Roma mimarisinin en önemli özelliği, kemerlerin
kullanımıdır.
YOL AYRIMI
Roma ve Bizans, V. ve XIII. yüzyıllar arası
DOĞU SANATINA BAKIŞ
İslam, Çin, II. ve XIII. yüzyıllar arası
…kendilerine insanları betimleme izni verilmeyen doğulu
sanatçılar, hayal güçlerini, biçim ve motifleri geliştirmekte kullandılar.
Adına arabesk dediğimiz, benzeri görülmemiş zerafette dantel gibi süslemeler
yarattılar.
Dinin sanat üzerindeki etkisi Çin'de daha güçlü oldu.
Çinli sanatçılar, Mısırlıların yaptığı gibi, katı ve köşeli
biçimleri değil, eğrilerin dolambaçlılığını yeğ tutuyorlardı.
Çinliler, ressamı da esinlenmiş ozanla aynı düzeye koyarak,
resim sanatını aşağılık bir iş saymayan ilk halk olmuştur.
…Meditasyondan dolayı / resimde görsel imgeler…
DÖKÜM POTASINDA BATI SANATI
Avrupa, VI. ve XI. yüzyıllar arası
Yunan ve Roma yapıtlarının açılış sayfasında yazarın
portresinin bulunması bir görenekti.
Ortaçağ sanatı / bu sanatçılar, doğaya inandırıcı bir ölçüde
benzeyen veya güzel şeyler yapmak için ortaya çıkmamışlardı; aynı inançta olan
kardeşlerine kutsal öyküyü ve onun mesajlarını iletmeye çalışıyorlardı.
YERYÜZÜ KİLİSESİ
XII. yüzyıl
GÖKSEL KİLİSE
XIII. yüzyıl
XIII. yüzyıl / büyük katedraller yüzyılı
SARAYLILAR VE KENTSOYLULAR
XIV. yüzyıl
XIV. yüzyıl beğenisi görkemlilikten çok, zerafetten yana
oldu…
Kiliseler, mimarların başlıca girişimleri değildi artık.
Giotto'nun sanatı, İtalya'da, özellikle de Floransa'da, tüm
resim sanatı anlayışını değiştirdi. Eski Bizans tarzı, birden, katı ve modası
geçmiş göründü.
Simone Martini, Laura’nın bir portresini yapmış ve Petrarca
bu eseri çok beğenmişti.
GERÇEKLİĞİN ELE GEÇİRİLMESİ
XV. yüzyıl başları
Rönesans
İtalyanlar, uzak bir geçmişte, kendi topraklarının, Romanın
önderliğinde, uygar dünyanın merkezi olduğunu; Roma'nın güç ve ününün ise,
Alman kabileleri Gotlarm ve Vandalların ülkeyi işgal edip Roma İmparatorluğunu
parçalamasından sonra sona erdiğini biliyorlardı. Diriliş fikri İtalyanların
kafasındaki "Büyük Roma"nın yeniden doğuşu düşüncesiyle yakından
ilgiliydi.
İtalyanlar, Roma İmparatorluğunun yıkılışından Gotları
sorumlu tuttukları için bu ara dönemin sanatını Gotik olarak adlandırıyor,
bizim bugün güzel şeylere gereksiz yere zarar vermeye vandalizm dediğimiz gibi,
onlar da Gotik sözünü barbarlık yerine kullanıyorlardı.
Brunelleschi, Floransa Katedrali'nin tamamlanması işinde
çalışıyordu.
…kendisine yeni kilise veya başka yapı tasarımları
verilince, geleneksel üslubu tamamen terk etmeye ve Roma'nın ihtişamının
yeniden canlandırılmasını özleyenlerin isteklerine uyan bir programı
benimsemeye başladı.
Brunelleschi'nin çevresinin en önemli heykelcisi Floransalı
usta Donatello'dur
GELENEK VE YENİLİK: I
İtalya'da XV. yüzyıl sonları
Ressamlar ve sanat koruyucuları, sanatın yalnızca kutsal bir
öyküyü etkileyici bir şekilde anlatmaya yaramadığı, aynı zamanda, gerçek
dünyanın bir parçasını da ayna gibi yansıtabileceği fikrinin cazibesine
kapıldılar.
GELENEK VE YENİLİK: II
Kuzey'de XV. yüzyıl
Brunelleschi Rönesans yöntemleri doğrultusunda, binalarda
klasik dönemden alınma öğeler kullanmaya başlayarak, Floransa'daki Gotik üsluba
son vermişti. İtalya dışındaki sanatçıların, Brunelleschi'nin öğretisini
izlemeleri için aradan yüz yıl geçmesi gerekecekti.
XV. yüzyılın ortalarında, Almanya'da / baskı tekniği /
kitaplardan önce resimlerde kullanılmaya başlanmıştı.
ULAŞILAN UYUM
Toskana ve Roma, XVI. yüzyıl başları
İtalyan sanatının en ünlü ve tüm çağların ise en parlak
dönemlerinden biridir.
İtalya'da bir an önce saygınlık ve üne kavuşmak isteyen
birçok küçük krallık vardı.
Leonardo solaktı ve sağdan sola doğru yazmaya alışmıştı. Bu
yüzden de onun notları yalnızca bir ayna yardımıyla okunabilir.
XV. yüzyıl ustalarının üstün eserlerinde ortak bir özellik
vardır: figürleri adeta tahtadan yapılmış gibi katıdır.
…sorunun doğru çözümünü yalnız Leonardo buldu. Ressam bazı
şeyleri seyircinin hayal gücüne bırakmalıdır. Dış hatlar çok katı çizilmez ve
biçim, sanki gölgede kayboluyormuşçasına biraz belirsiz bırakılırsa, her türlü
katılık ve kuruluk izlenimi yok olacaktır (s. 302).
Bir insan yüzü çizmek girişiminde bulunan herkes, şunu bilir
ki, bizim ifade dediğimiz şey, özellikle iki noktada, ağzın köşeleriyle
gözlerin köşelerinde gizlidir. İşte Leonardo da, özellikle bu noktaları yumuşak
bir loşluğa daldırarak belirsiz bırakmıştır. Bu nedenle biz, "Mona
Lisa'nın nasıl bir ruh durumuyla bize baktığından tam olarak emin olamayız.
Yüzündeki ifade her defasında elimizden kaçıyormuş gibidir.
Michelangelo Buonarroti / Sistina Şapeli
Michelangelo'nun bu Papa şapelindeki iskelelerin üzerinde,
tek başına, tam dört yılda yaptığını, bir insanın herhangi bir şekilde nasıl
yapabileceğini, sıradan bir ölümlünün hayal bile edebilmesi güçtür.
Michelangelo, yalnızca dehâsı için hayran kalman biri değil,
aynı zamanda huyu yüzünden korkulan bir kişiydi.
Raffaello
Floransa'ya gelince, kendini tam bir rekabet havası içinde
buldu. Ondan, biri otuz bir yaş, ötekisi de sekiz yaş büyük iki usta, Leonardo
ile Michelangelo, o ana dek kimsenin hayalini bile kurmadığı sanat eserleri
yaratıyorlardı. Başka yaradılışta bir genç, bu dev sanatçıların ünü karşısında
cesaretini yitirirdi.
Raffaello / doğayı aslına sadık kalarak betimlemekten
vazgeçmiş, hayalinde yarattığı bir güzellik kalıbını özellikle kullanmıştır.
IŞIK VE RENK
Venedik ve kuzey İtalya, XVI. yüzyıl başları
RÖNESANS'IN YAYILIŞI
Almanya ve Felemenk, XVI. yüzyıl başları
Albrecht Dürer, Macaristan'dan gelerek, zengin Nürnberg
kentine yerleşmiş ünlü bir kuyumcunun oğluydu.
SANATIN BUNALIMI
Avrupa, XVI. yüzyıl sonları
Michelangelo, çıplak figürleri karmaşık pozlar içinde
çizmekten hoşlanmıştı.
(pek çok ressam onu taklit/takip etti).
Bu tutum bazen komik sonuçlara yol açıyordu: Örneğin Kutsal
Kitap'ın kutsal sahneleri, alıştırma yapan genç atletlerle doldurulmuş gibi
görünüyordu. Sonraları, bu genç ressamların, moda olduğu için Michelangelo'nun
"tarz"ını sadece taklit ettiklerini ve yanlış yolda olduklarını gören
eleştirmenler bu dönemi Maniyerizm (Tarzcılık) adıyla tanımladılar.
…mükemmellik devamlı olarak ilginç değildir. Ona bir kez
alıştıktan sonra, bizi heyecanlandırmaz artık. Biz onun yerine şaşırtıcı olana,
beklenmedik olana, işitilmedik olana yöneliriz. Genç sanatçıların klasik
ustaları aşma tutkusunda pek de sağlıklı olmayan bir şey vardı ve içlerinden en
iyi olanlarını bile garip ve doğal olmayan deneylere yönlendirdi.
Güneyin sanatçılarının tek sorunu, nasıl olup da yeni ve
şaşırtıcı bir tarzda resim yapabilecekleriydi. Kuzeyde karşılaşılan sorun ise,
artık resim sanatına devam edilip edilemeyeceğiydi. Bu büyük bunalım Reform ile
ortaya çıkmıştı. Protestanların çoğu, azizlerin kiliselerdeki resimlerine ve
heykellerine karşı çıkıyor, bunları Katolik putperestliğinin bir işareti
sayıyordu. Böylece Protestan bölgelerindeki ressamlar en büyük gelir kaynakları
olan sunak resimleri yapma işini kaybettiler. Kalvinistlerin içinden daha katı
olanları başka lükslere, evlerin biraz canlı bir dekorasyonla süslenmesine bile
karşı çıkıyorlardı.
Avrupa'da Reform bunalımının tam olarak aşılabildiği bir tek
Protestan ülke vardı. Bu ülke Felemenkti.
Flaman sanatçıları doğayı taklitte en mükemmel ustalar
olarak tanınıyorlardı.
GÖRÜNTÜ VE GÖRÜNTÜLER
Katolik Avrupa, XVII. yüzyılın ilk yarısı
"Gotik" sözcüğü ilk kez, Rönesans dönemi İtalyan
sanat eleştirmenlerince, Roma İmparatorluğunu yıkıp, kentlerini yağmalayan
Gotlar tarafından İtalya'ya getirildiğine inanılan ve barbar sayılan bir üslûbu
nitelemek için kullanılmıştır. "Maniyerist" sözcüğü XVI. Yüzyıl sonları
sanatçılarını yapmacıklık ve boş taklitçilikle suçlayan XVII. Yüzyıl eleştirmenlerinin
ortaya attığı bir terimdir. "Barok" sözcüğü, daha sonraki dönemlerin
eleştirmenleri tarafından XVII. yüzyıl eğilimlerine açılan savaşın bir
ürünüdür. Aslında, saçma ya da garip anlamlarına gelen Barok sözcüğü, klasik
biçimlerin, Yunanlılar ve Romalılarca uygulanan yöntemlerin dışında hiçbir
zaman uygulanmaması gerektiğini savunanlar tarafından kullanılmıştır.
DOĞANIN AYNASI
Hollanda, XVII. yüzyıl
Hollanda'nın en önemli ressamı ve yaşamış tüm ressamların en
önemlilerinden birisi Rembrandt van Rijn (1606-1669)'dir. Rembrandt, Frans Hals
ve Rubens'ten bir kuşak sonra gelir. Van Dyck'la Velâzquez'den ise yedi yaş
küçüktür. Rembrandt, gözlemlerini Leonardo veya Dürer gibi not etmemiştir.
Sözleri sonraki kuşaklara aktarılan Michelangelo gibi, hayranlık duyulan bir
dehâ da olmamıştır. Zamanın en ünlü uzmanlarıyla yazışan Rubens gibi bir
diplomat da değildir. Buna karşın Rembrandt'ı, öteki büyük ustalardan daha
yakından tanıdığımızı hissederiz. Bunun nedeni, sanatçının, yaşamını bir dizi
kendi portresiyle inanılmaz bir şekilde belgelemiş olmasıdır. Başarılar içinde
yüzdüğü ve revaçta bir usta olduğu gençlik yıllarından, iflasın trajedisiyle
yalnız geçirdiği yaşlılık yıllarına kadar uzanan bu portreler, benzersiz bir
otobiyografi oluştururlar.
Rembrandt'dan bir kuşak sonra doğan Jan Vermeer van Delft
Vermeer ile birlikte, janr (günlük yaşam) resmi, mizahi bir
çizim olmaktan tamamen kurtulmuştur. Vermeer'in tabloları aslında içinde insan
figürü bulunan ölüdoğalardır.
GÜÇ VE ZAFER: I
İtalya, XVII. yüzyıl sonları ve XVIII. yüzyıl
GÜÇ VE ZAFER: II
Fransa, Almanya ve Avusturya,
XVII. yüzyıl sonları ve XVIII. yüzyıl başları
Jean-Antoine Watteau / Rokoko
XVIII. yüzyıl başları Fransız aristokrasisinin zevklerini
yansıtmakta
Barok dönemin aşırı kaba ve ağır zevkinden sonra ortaya
çıkan, kendini canlı bir havailikle ifade eden seçkin, renkli, zarif ve ince
bir süsleme.
AKIL ÇAĞI
İngiltere ve Fransa, XVIII. yüzyıl
1700'lü yıllar, Barok hareketin Katolik Avrupa'da doruğa
ulaştığı dönemdir.
GELENEKTEN KOPUŞ
İngiltere, Amerika ve Fransa,
XVIII. yüzyıl sonları ve XIX. yüzyıl başları
Fransız İhtilali, tarihe duyulan bu çeşit ilgiye ve
kahramanlık konularını ele alan resimlerin yapımına büyük bir itici güç oldu.
SÜREKLİ DEVRİM
XIX. yüzyıl
Courbet, güzelliği değil, gerçeği arıyordu.
Doğayı "idealleştirmek" için kullanılan yöntemleri
göklere çıkaran ve güzelliği elde etmek için gerçeği feda edenler Raffaello ve
izleyicileriydi.
Victoria döneminde yaşayan ustaların eski dönemlerin
saflığına erişme arzuları, onları hiçbir zaman başarıya ulaştırmayacak kadar
çelişkiliydi.
Monet'nin çevresindeki genç manzara ressamları / bir sergi
düzenlediler. Bu sergide, adı katalogda "Impression: soleil levant"
(İzlenim, gün doğumu) olarak geçen, Monet'nin bir tablosu vardı. Tablo, bir
limanın, sabah sisleri arasından görünümüydü. Bu tablonun adını özellikle
gülünç bulan bir eleştirmen, tüm bu sanatçılarla "Empresyonistler"
(İzlenimciler) adını verdi.
YENİ ÖLÇÜLER PEŞİNDE
XIX. yüzyıl sonları
(Sanayi devrimi sonrası)
John Ruskin ve William Morris gibi kişiler, sanat ve
zanaatlarda kapsamlı bir reformun hayalini kuruyorlardı. Onlar, ucuz seri
üretimin yerini, dürüst ve anlamlı olan el işçiliğinin almasını istiyorlardı.
Bu yeni sanatın, yani Art Nouveau'nun destekçileri 1890'larda
bayrak açtı. Mimarlar yeni malzemeler ve yeni süs motifleri ile denemeler
yaptılar.
Cezanne / Gençliğinde Empresyonistlerin sergilerine
katılmıştı ama, onlara karşı gösterilen tavırdan o kadar tiksinmişti ki,
doğduğu kent olan Aix-en-Provence'a çekildi.
Doğada ışığın parıltısı içinde belirsizleşen dış hatlar ve
Empresyonistlerin bulduğu renkli gölgeler yeni bir sorunun doğmasına yol
açmıştı: Açık seçikliğe ve düzene zarar vermeden bu özellikleri resimde nasıl
kullanacaklardı? Daha basit bir dille söylemek gerekirse, Empresyonistlerin
tabloları parlak renkli ama dağınıktı. Cezanne ise dağınıklıktan nefret
ediyordu.
1890 yılının Temmuz ayında, Van Gogh yaşamına son verdi.
Öldüğünde tıpkı Raffaello gibi otuz yedi yaşındaydı. Bir ressam olarak on yıldan
fazla çalışmamıştı ve ününü borçlu olduğu resimlerini, kriz ve umutsuzlukla
dolu son üç yılında yapmıştı.
O, renkleri ve biçimleri kullanarak, resmini yaptığı şeyler
hakkında hissettiklerini ve başkalarının hissetmesini istediklerini iletiyordu.
İkisi de önemli bir adım atarak, resimde "doğayı
taklit" amacını bıraktı. Gerekçeleri, birbirinden farklıydı elbette.
Cezanne bir ölüdoğa resmi yaptığında, biçimler ve renkler arasındaki ilişkiyi
incelemek istiyor, "doğru perspektifi, o anda yaptığı deneyin gerektirdiği
kadar kullanıyordu. Van Gogh ise, resminin, hissettiklerini ifade etmesini
istiyordu. Amacına ulaşması için bazı biçimleri çarpıtması gerekirse, bunu hiç
duraksamadan yapıyordu.
Modern sanat için üç ressamın bulduğu farklı çözüm yolları
/ Cezanne'ın çözümü, Fransa'da Kübizmi
ortaya çıkardı; Van Gogh'un çözümü, özellikle Almanya'da benimsenen
Ekspresyonizme (İfadecilik), Gauguin'inki ise, İlkelciliğin (Primitivizm)
çeşitli biçimlerine öncülük etti.
DENEYSEL SANAT
XX. yüzyılın ilk yarısı
bir ressam neyin üzerinde deney yapacak…
Mısırlılara ve onların gördüklerini değil de bildiklerini
betimleme yöntemine tekrar tekrar baktık. Yunan ve Roma sanatı, bu kalıpsal
biçimlere yaşam katmış; Ortaçağ sanatı, bu biçimleri kutsal öyküyü anlatmak,
Çin sanatı ise derin düşüncelere dalmak için kullanmıştı. Fakat bu sanatlardan
hiçbiri, sanatçıyı "gördüğünü resmetmeye" zorlamıyordu. Bu düşünce
ilk olarak Rönesans'ta doğdu. Başlangıçta her şey yolunda gibiydi. Bilimsel
perspektif, "sfumato", Venedikli sanatçıların renkleri, hareket ve
ifade…
XIX. yüzyılın başkaldıran sanatçıları, bu geleneksel
alışkanlıkların tümünü ortadan kaldırmayı önerdiler. Her alışkanlık bir bir
terk edildi
"ilkeller"in sanatı
Avrupa sanatını sürekli etkisi altında tutan "doğaya
bağlılık" ve "ideal güzellik" amaçları, bu zanaatkârları hiçbir
zaman ilgilendirmemişti.
Ekspresyonist sanatta halkı rahatsız eden şey, doğanın
çarpıtılmasından çok, güzellikten uzaklaşmasıydı.
1933 yılında Naziler iktidara gelince, modern sanat yasa
dışı ilan edildi ve akımın başlıca temsilcileri ya sürgüne gönderildi ya da
çalışmaları yasaklandı.
Kandinsky, dünyanın, saf "ruhsallığı" temsil eden
yeni bir sanat tarafından yenilenmesini özleyen bir gizemciydi.
…saf renklerin psikolojik etkilerini vurgulamış, canlı bir kırmızının,
bir boru sesi gibi bizi nasıl etkileyebileceğini belirtmiş…
Bu yolla, insanlar arasında ruhsal bir bütünleşme yaratmanın
mümkün ve gerekli olduğuna inanıyordu. Bu inançtan aldığı cesaretle, rengin
müziği üstündeki ilk denemelerini sergiledi. Böylece "Soyut Sanat"
olarak adlandırılan akımı da başlatmış oldu.
Paris'te o yıllarda Kübizm akımı doğmuştur.
Kübizm, figürü betimlemeyi tümden kaldırmayı değil, onu
yeniden düzenlemeyi amaçlıyordu.
Picasso
On dokuz yaşında Paris'e gitti. Burada, Ekspresyonistlerin
hoşlanacakları konular resmetti: Dilenciler, kimsesizler, aylaklar, sirklerde
çalışan sanatçılar.
…ilkel sanatı incelemeye başladı. Çok basit birkaç öge ile
bir nesne veya yüzün imgesi oluşturulabilirdi
…resmi basit nesnelerden oluştururken bir yandan da hacim ve
derinlik hissini korumak mümkün olamaz mıydı?
Giorgio de Chirico'nun (1888-1978) arzusu, anlaşılmaz ve
beklenmedik bir şeyle karşılaştığımızda bizi saran o gariplik duygusunu
yakalamaktı.
Rene Magritte hayatının çoğunu bu bakış açısını yakalamaya
çalışarak geçirdi.
İşte sonunda başlangıç noktamıza döndük. Sanat diye bir şey
yoktur aslında. Yalnız sanatçılar vardır.
…sanatın gelecekte de olup olmayacağı, büyük ölçüde biz
seyircilere bağlı.
SONU OLMAYAN ÖYKÜ
Modernizmin zaferi
Napolyon'un Mısır Seferi'nin (1801), bu ülkeyi arkeologlara
açması sonucu hiyeroglif yazısı çözüldü
…
29.06.2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder