21 Mayıs 2024 Salı

Harold Bloom - Batı Kanonu

Harold Bloom - Batı Kanonu

Çağların Ekolleri ve Kitapları


 

ÖNSÖZ ve GİRİŞ

Bu kitapta yirmi altı yazar, belli bir nostalji duygusuyla incelenmektedir,

 

…benim tarihsel seyrim Dante ile başlayıp Samuel Beckett ile sona erer. Bu nedenle Aristokrat ikÇağ'a Shakespeare ile başladım çünkü o Batı Kanonu'nun merkezi fıgürüdür. Diğer bütün yazarları da Shakespeare ile ilişkili olarak değerlendirdim.

 

Kanonsal bir eseri ilk kez okuduğunuzda beklentilerinizin karşılanmasından ziyade tuhaf, tekinsiz bir şaşkınlıkla karşılaşırsınız.

 

Homeros'un öğrettiği şey çatışma poetikasıdır ve bu ders ilk önce rakibi Hesiod tarafından öğrenilmiştir. Platon'un tamamı, eleştirmen Longinus'un gözüyle, onun Homeros ile olan sürekli çatışmasından ibarettir.

 

Güçlü yazarlar başlıca öncülerini seçmezler; öncüler tarafından seçilirler ama onlar öncülerini bileşik ve böylece kısmen hayali varlıklara dönüştürme zekâsına sahiptir,

 

I. KISIM

KANON ÜSTÜNE

KANON İÇİN BİR AĞIT

Tarihin bu geç döneminde hâlâ okumayı arzu eden bir birey hangi kitapları okumaya girişecek?

Ortalama bir ömür, Dünya edebiyatı bir yana dursun Batı geleneğinden seçilen büyük yazarları okumaya yetmeyecektir. Okuyan kişi seçmek zorundadır

 

Edebiyat eleştirisi çok eski bir sanattır, bu sanatı ilk kez ortaya atan da, / Aristofanes'dir.

 

Bir şiir, roman ya da tiyatro oyunu, ölüm korkusu da içinde olmak üzere insanlığın bütün marazlarını içinde barındırır.

Ölümsüzlük söylemi, aynı zamanda bir hayatta kalma psikolojisidir.

 

Vergilius’un Aeneid adlı epik destanının 6. bölümünde Aeneas’ın yolculuğu ve İncil’in 2 Corinthians l2:2’de anlatılan St Paul’un yolculuğu. Aeneas’tan Roma ortaya çıktı, Paul’den ise Musevi olmayan Hıristiyanlık…

 

Kanonun karşısında olanlar kanon oluşumuna her zaman bir ideolojinin karıştığında ısrar ederler,

Kanon karşıtlarının başkahramanı Antonio Gramsci'dir.

 

Bir sanatçı ya da eleştirmen olma özgürlüğü, mutlaka toplumsal çatışmadan ortaya çıkar.

 

(Shakespeare) Kim olursanız olun, hangi dönemde olursanız olun kavramsal ve imgesel anlamda, o her zaman sizden bir adım öndedir.

 

Milton ve Dante en büyük Batı yazarları arasında en kavgacı olanlardır.

 

Kanona sadece estetik güçle girilir

 

Shakespeare bizi daha iyi yapmaz, bizi olduğumuzdan kötü de yapmayacaktır ama bize kendi kendimizle konuşurken kendimizi duymayı öğretebilir.

 

…bütün kanonlar seçkincidir

 

II.     KISIM

ARİSTOKRATİK ÇAĞ

SHAKESPEARE: KANONUN MERKEZİ

Shakespeare'in sosyal durumu hakkında pek de bir şey bilmiyoruz.

 

Shakespeare ve Dante Kanonun merkezidir çünkü onlar diğer bütün Batılı yazarları bilişsel duyarlılık, dilbilimsel enerji ve yaratıcı güç alanın­da geçerler.

 

Shakespeare’in iç dünyasıyla ilgili elimizde hiçbir veri yok

 

Shakespeare halkın şairi olurken Dante şairlerin şairi olmuştur; her ikisi de evrenseldir ama Dante ayaktakımı için değildir.

 

Hamlet ile birlikte Lear, Shakespeare kanonunun zirvesi gibidir

 

Yunan trajik kahraman, bireysellik ve etik bir pathos ile daha yüksek bir etik Güç’le kar­şı karşıya gelmek zorundadır.

Hegel, Racine’de belirli tutkuların saf kişileştirme olarak temsil edildiği soyut stilli bir karakter sunumu bulur.

Alman trajedileri bile o kadar yüksek görülmemektedir. Goethe, önceden Shakespeareci olmasına rağmen, tutkunun yüceltilmesi adına karakterizasyondan uzaklaşır; Schiller ise şiddeti gerçeklik yerine koyduğu için reddedilmiştir. Hegel hepsinin karşısına, saygı duyulacak bir yüksekliğe, Shakespeare’de temsil üzerine şimdiye dek yazılmış en iyi eleştirel sözleri yazarak Shakespeare’i yerleştirir.

 

Shakespeare’in bu gücünün rakibi yoktur.

 

Cervantes ve Shakespeare arasında hermetik bir yakınlık vardır

 

Shakespeare’in ölümünden altı yıl sonra doğan Moliere, henüz Shakespeare’in etkisi altına girmemiş bir Fransa’da yazdı ve aktörlük yaptı.

Shakespeare ve Moliere’in özgün bir yakınlığı vardır.

 

Ibsen, Shakespeare’in adını yok etmek için çok çalışmıştır ama şansına başarılı olamamıştır.

Modern çağa kadar İspanya, Shakespeare’e pek ihtiyaç duymadı.

 

Evrensellik sadece bir avuç Batılı yazarın özgün özelliğidir: Shakespeare, Dante, Cervantes ve belki Tolstoy. Belki de kültürel değişim yüzünden Goethe ve Milton'ın ışığı körelmiştir; görünürde çok popüler olan Whitman özünde hermetiktir; Moliere ve Ibsen hâlâ sahnededir ama daima Shakespeare'den sonra gelirler. Bilişsel özgünlüğü yüzünden Dickinson hayret verici ölçüde zordur; Neruda da kendi olmak istediğinden daha da az bir şekilde Brechtci ve Shakespeareci bir popülisttir. Dante’nin aristokratik evrenselliği, Petrarcadan Hölderlin’e en büyük Batılı yazarların çağını başlatmıştır; fakat sadece Cervantes ve Shakespeare, aristokratik dönemlerin en büyüğünde popülist yazarlar olarak bütünüyle evrenselliğe ulaşabilmiştir.

 

Shakespeare, Batı Kanonu’nun kendisidir.

 

DANTENİN TUHAFLIĞI: ULYSSES VE BEATRICE

Belli başlı Batılı yazarların içinde Dante en saldırgan ve en çok polemik yaratan, bu yönüyle Milton’ı bile geride bırakan bir yazardır.

İlahi Komedya özünde sanki Aziz Augustinus’un nazım biçimine gelmiş hali gibi görünür.

…hiçbir şey, Dante’nin Beatrice'i yüceltmesinden daha yüce bir şekilde aşırı değildir. Bu rolle Beatrice bir tutku objesinden bir melek statüsüne yükseltilmiş ve kilisenin kurtuluş hiyerarşisinin önemli bir öğesi haline gelmiştir. (Bunun romantikler üzerindeki etkisini yabana atmayalım)

Beatrice, Dante’nin özgünlüğünün imzasıdır

 

Dante, özgünlüğü, yaratıcılığı ve olağandışı verimliliği açısından Shakespeare'in rakibi olabilecek tek şairdir.

Aşık olmak, hata yapabilen bir tanrısı olan bir din yaratmaktır.

 

‘‘Beatrice, Dante için sonsuza kadar var oldu; Dante, Beatrice için çok az, belki de hiç var olmadı.” Borges

Orantısızlık, Dante’yi yüceliğe götüren kraliyet yoludur.

 

Dante’nin dönüşü, Augustinus’a değil Beatrice’edir ve Beatrice de Dante’ye rehber olarak Augustinus’u değil Vergilius’u gönderir.

Beatrice, Dante’ye çok bilinmeyen bir azize olan Sicilyalı Lucia tarafından gönderilmiştir.

Dante araşturnacıları Dante’nin neden onu seçtiğine dair bir açıklama getiremezler.

 

Ölüm döşeğindeki Don Quijote,

Sancho Panza’nın şu sözlerine katılır: “Ölme! Benim sözümü dinle ve çok uzun yıllar yaşa... Belki bir çalının arkasında bir resim gibi güzel Dulcinea'yı buluruz”

 

Dante, kendisini geleneği özümseyerek değil geleneği kendi doğasına uyana kadar eğip bükerek evrenselliğe ulaştırmıştır.

Charles Williams’a göre Beatrice, Dante'nin “bilme”sidir. “Bilme”den kastı, bilen Dante’nin bilinen Tanrı’ya ulaşma yoluydu.

 

Santayana, Dante’nin hiç kimsenin olmadığı kadar Platoncu olduğunu söyler

Dante ayrıca hiç kimsenin olmadığı kadar Hıristiyandı

 

Beatrice, Dante’nin kibrinden ve ihtiyacından doğar.

 

Pygmalion gibi Petrarca da kendi yaratısına aşık olur ve sonuçta onun tarafından yaratılır.

Petrarca / şiiriyle Leydi Laura’yı yaratır, Leydi Laura da onun ününü bir Kraliyet Şairi olarak yaratır.

 

CHAUCER: BATH'LI HATUN, AFNAMECİ VE SHAKESPEARECİ KARAKTER

Ortaçağın sonlarında / tüccarlar için mal ve miras çok önemli meselelerdi

…silahlı saldırı, adam kaçırma / mal ve mi­rası ele geçirmek için çokça kullanılan yollardı.

 

Decameron / Canterbury Hikâyelerine model olarak alınan eser budur. Konusu hikâye anlatımı olan ironik hikâye anlatımı Boccacio’nun icat ettiği bir şeydi ve bu buluşun amacı, hikâyeleri didaktiklikten ve ahlakçılıktan kurtarmaktı.

 

Afnameciler kanonsal hukuka karşı gelerek ama kilisenin göz yummasıyla günahlar için af satarak seyahat eden kişilerdi

Çokbilmiş bir dini ikiyüzlüdür, sahte kutsal emanetlerle ortalıkta dolaşır

 

Afnamecinin vaazı:

“Ellerim öyle hızlı hareket eder ki ve dilim öyle çabuk,

Beni vaazda görmek bir başka zevk, bir başka mutluluk. Genellikle cimriler ve onları bekleyen lanet üstüne konuşurum, böylelikle dinleyenleri cömert Ve eli açık olmaya zorlarım, konuştukça kat kat Artar bağışlar, kâr etmekten başka bir şey değil maksat.

Umurum değil kimseyi günahlarından arındırmak,

Örttü mü bir kez üstlerini kara toprak,

Benle ilişkileri kalmaz, isterse günahtan kapkara Kesilmiş olsun ruhları giderlerken mezara”

 

CERVANTES: DÜNYANIN OYUNU

(ikisinin de aynı gün öldüğü düşünülür) Shakespeare ile ortak noktası dehasının evrenselliğidir ve Batı Kanonu’nda Dante ve Shakespeare denk olabilecek tek kişidir.

…onları geçemezsiniz çünkü onlar her zaman bir adım ilerdedirler.

 

Unamuno ona “Tanrımız Don Quijote,” demişti.

 

Birbirini seven ama sürekli kavga eden ikili, Sancho ve Don Quijote birbirlerine karşılıklı sevgi ve gerçek saygıdan daha fazlasıyla bağlıdır. En iyi hallerinde, oyunun düzeninde birbirlerine yoldaşlardır.

Unamuno, Don Quijote için gerçek baba ocağını aramak üzere yola çıktı ve onu sürgünde buldu der.

Don Quijote sürgünde ruhunun memleketini aramak için köyünü terk eder çünkü sadece sürgünde özgür olabilir.

 

MONTAIGNE VE MOLIERE: HAKİKATIN KANONSAL MUĞLAKLIĞI

Moliere’nin Hamlet’i, The Misanthrope’un (Adamcıl) başkahramanı olan Alceste'dir.

 

Eserler kanona var olan düzene uyum sağladıkları için değil tuhaflıkları yüzünden girerler.

…annesi, İspanyol Yahudi bir aileden geliyordu

Montaigne bir Katolik olarak kaldı; kardeşlerinden bazıları Kalvinist oldular.

 

…onun kuşkuculuğu sonuçta Katolik bir kuşkuculuktur. Bütün ironik alçakgönüllülüğüne rağmen Montaigne, Hamlet gibi karizmatik biri olarak yazar.

Montaigne’in İnsanı Keşfi

Montaigne 850 uzun sayfa boyunca kendinden söz eder ve biz daha çoğunu isteriz çünkü o, düşünme ve okuma fırsatı, isteği, yeteneği olan herkesi temsil eder.

 

Okuyucuların çoğu Montaigne’in en iyi denemesinin kitabının sonuna yerleştirdiği “Deneyim Üstüne" adlı denemesi olduğu konusunda aynı fikirdedirler.

 

Moliere’in komedilerinde, Montaigne’in denemelerinde olduğu gibi, hakikat daima muğlaktır, görecelidir, daima zıt gruplar, ekoller ya da bireyler tarafından tartışmalıdır.

Alceste, Montaigne’in “Deneyim Üstüne” adlı denemesinin sonunda tembihlediği şeyi yerine getirmenin doğrudan sonucudur. Eğer kendinizden dışarı çıkmak ve insanlardan kaçmak isterseniz, çıldırırsınız. Kendinizi bir melek seviyesine çıkarmaz, bir canavara indirgersiniz.

 

MILTON'IN ŞEYTANI VE SHAKESPEARE

Shakespeare, Milton’ın hakiki ama gizli şiirsel endişe kaynağıydı ve aynı zamanda paradoksal bir şekilde Milton’ın kanonsallaşmasına yol açan şeydi.

 

Christopher Marlowe, kötü kahramanı büyük ölçüde, İskitli bir çobanken dünyayı ele geçiren Tamburlaine (Timur) karakteri ile ve hatta daha fazlasıyla, Maltalı Yahudi, kötülüğün mizahçısı Barabas karakteri ile icat etmiştir.

 

Kayıp Cennet muhteşemdir çünkü epik olduğu kadar trajiktir; her ne kadar bize ışığın sahibi ve yıldızların başı sabahın oğlu Lucifer’in düşeceğini göstermeyi reddetse de Lucifer’in Şeytan'a dönüşmesinin trajedisidir.

 

Milton henüz yedi yaşında bir çocukken Shakespeare ölmüştür.

 

Hayranlık ve şaşkınlık, hakikat ve derin hürmetten çok farklıdır.

Emerson’ın Shakespeare hakkındaki gözlemi geçerliliğini sürdürür: “Onun zihni şu anda bizim ötesini göremediğimiz ufuktur.”

 

DR. SAMUEL JOHNSON: KANONSAL ELEŞTİRMEN

Johnson alışılmadık ve rahatsız edicidir, tamamen nevi şahsına münhasır bir ahlakçıdır.

İngiltere için / ulusal bir bilgedir.

…hem edebiyat hem de hayat için deneysel bir eleştirmen oldu

 

FAUST, İKİNCİ BÖLÜM GOETHE’NİN KANON KARŞITI ŞİİRİ

1749-1832 yılları arasında yaşadı

 

…her bir Goethe metni onun eşsiz ve baskın kişiliğinin izlerini taşır, ondan kaçınmak ya da onu yapıbozumuna uğratmak imkânsızdır. Goethe’yi okumak, yazarın ölümünün sadece geç kalmış bir mecaz olduğunu bilmektir.

 

Mann’ın imitatio Goethe'si bize Werther olarak Tonio Kröger'i, Wilhelm Meister olarak Castorp'u, Faust olarak Dr. Faustus’u ve Divan için de Felix Krull’u sunar.

 

Faust’u l772'de, 23 yaşındayken yazmaya başladı ve 60 yıl sonra, 1832 yılında ölmeden hemen önce bitirdi.

 

Faust, ikinci bölümde Tanrı’ya inanan tek kişi Mefısto'dur; Faust’un kendisi aşkın bir otoriden ziyade dünyayı düşünmemizi isteyerek Nietzsche'yi önceler.

 

Benlik dini, Faust, İkinci Bölüm’den daha yüce bir anıt bulamaz kendine. Birinci Bölüm de takdire şayan bir şiirdir ancak İkinci Bölüm'de üstümüze gürül gürül gelen şeyin sadece gölgeli bir tadıdır. Faust figürünün kökeni Hıristiyan inançsızlığına kadar gider.

 

Sözde ilk gnostik, Samaryalı Simon Magus, Roma’ya gidip “seçilen, tercih edilen" anlamındaki Faustus ismini almıştır. Parlak kariyerinin başlarında Simon, Tyre’de Helen adında bir fahişe buldu ve onun Tanrı’nın Düşüncesi’nin düşmüş hali olduğunu, daha önceki hayatlarından birinde de Truvalı Helen olduğunu iddia etti. Bu kafirce skandal Faust efsanesinin uzak bir kaynağıdır

 

Çağdaşları arasında şiirsel mit yaratıcısı olarak Goethe’ye rakip olabilecek tek kişi William Blake’dir.

 

Goethe normal klasizmde bulmayı umduğumuz her şeyi dışarıda bırakır: Olympos tanrıları, Homeros savaşçıları, canavarları öldüren kahramanlar hep dışarıda bırakılmıştır.

 

III.    KISIM

DEMOKRATİK ÇAĞ

ERKEN DÖNEM WORDSWORTH VE JANE AUSTEN'IN İKNA ADLI ROMANINDA KANONSAL BELLEK

Petrarca, Goethe ile son bulmuş Aristokratik Çağ’ın lirikşiirini yarattı. Wordsworth ise Demokratik/Kaos çağlarında şiirin kutsanmasını/lanetlenmesini başlattı; bu da artık şiirlerin hiçbir şey hakkında olması demektir. Konuları öznenin kendisidir, ya bir varlık ya da yokluk olarak ortaya çıkan öznenin kendisidir.

 

“Viran Kulübe" şiiri, iki yüz yıl sonra, hala üstün bir güzelliğe ve neredeyse dayanılmaz bir dokunaklılığa sahiptir.

 

“Kederden güçsüz" bir kutsama neden bahsedebilir…

 

“Michael" (1800), Wordsworth’ün büyük pastoral şiirdir ve Robert Frost ile özdeşleştirdiğimiz en iyi ve en karakteristik şiirlerinin arketipidir.

 

Michael karakteri, seksen yaşında / bir çobandır.

Tek çocuğu, yaşlılık yıllarındaki oğlu Luke, bir çoban olarak yetiştirilmiştir ve babasının varlığının merkezidir.

“…Sevginin gücünde bir rahatlık vardı Bir şeyi dayanılır hale getirir…”

 

“aşk, sevgi”den çok değer verdiği derin “muhabbet"e bağlıdır.

 

Jane Austen’ın eserlerinin dışında bıraktığı sosyoekonomik gerçekliklerden söz etmek moda haline gelmiştir. Örneğin karakterlerinin çoğunun tadını çıkardığı mali gücün mutlak kaynağının Batı Hint adalarındaki kölelik olması gibi. Fakat bütün başarılı edebi eserler bazı şeyleri dışarıda bırakma üzerine temellenmiştir

Austen'ın başlıca kadın kahramanları (Elizabeth, Emma, Fanny ve Anne) öylesine içsel bir özgürlüğe sahiptirler ki bireysellikleri bastırılamaz.

 

…umut mutluluğu genişletir, korku felaketi doğurur.

 

AMERİKAN KANONUNUN MERKEZİ OLARAK WALT WHITMAN

Whitman’ın özgünlüğü, sözde serbest nazımından çok mitolojik yaratıcılığı ve mecazi dili kullanmaktaki ustalığıyla alakalıdır.

 

Amerikan dininin İsa’sı ne çarmıha gerilmiş adamdır ne de Göğe Yükseliş’in Tanrısıdır. O, havarileriyle birlikte Yeni Ahit’in bize hakkında hiçbir şey söylemediği, kırk günü geçiren, yeniden canlanan adamdır. Kendimin Şarkısının son on beş bölümünün şairi, yeniden canlanmış insanın en geniş edebi temsilidir.

 

Geceleri, Whitman için büyülü kelime “geçmek”tir ve onun kurtuluşu gelip geçen biri olmasıdır.

…gecenin uçurumu anadır ve bu uçurumdan yaratılmak da düşüşü oluşturur.

“Sabırlı olmalısın; buraya ağlayarak geldik.”

 

Whitman'ın benliği (kendisi), onun da kolayca kabul ettiği gibi ikiye bölünmüştür. Ayrıca onun “gerçek ben” ya da “ben kendim" dediği ve güçlü gece, ölüm, anne ve deniz dörtlüsüyle özdeşleştirdiği bir dişi benlik de vardır. Whitmancı ruh, bilinmez doğadır, bir tür boşluktur ama kaba benlik bir maske ya da personadır…

En hırslı şiiri olan Kendimin Şarkısı’nda Whitman, hâlâ tam olmasa da ruhu ve iki benliğinin en iyi anlatımını sunar. “Kendimi kutluyorum,” diye başlar.

 

Emerson’ın Whitman hakkındaki ilk izlenimi olan onun bir Amerikan şamanı olduğu düşüncesi doğruydu.

 

Whitman'ın kanonsallığı, Amerikan ses imgesi denebilecek şeyi kalıcı bir şekilde değiştirme başarısına dayanır.

 

Kanonsal olanın gücü, en güçlüyazarların sessiz ısrarcılığında kendisini gösterir. Yaratıcılıkları sonsuzdur çünkü onlar bir kastın, tarikatın ya da ırkın ayrıcalıklarını değil kalbi ve kafayı temsil ederler.

 

Neruda, bütün Latin Amerikan edebiyatının kanonsal merkezidir.

 

EMILY DICKINSON: BOŞLUKLAR, KENDİNDEN GEÇİŞLER, KARANLIK

Eleştirmenlerin neredeyse daima yeterince vurgulamadıkları şey, Dickinson’ın çarpıcı entelektüel karmaşıklığıdır.

Ben hiçbir eleştirmenin onun entelektüel talepleri için yeterli olduğuna inanmıyorum

 

Dickinson, kendilerine özgü vizyonlarını bize empoze ettikleri için araştırmacılarımızın onları olduklarından daha fazla Ortodoks buldukları Dante ya da Milton kadar tuhaftır.

 

Dickinson’ın bütün arayış şiirlerinde Kafkavari labirent özelikleri vardır: onlar hiçbir yere varmayan yolculuklardır.

 

Dickinson okuyucudan öylesine aktif bir katılım talep eder ki okuyucunun zihninin çok iyi durumda olması gerekir.

 

En güçlü şairler, bütün şiirlerini okuyarak dillerini öğrenmemizi dolaylı olarak talep ederler. Dickinson’da bu talep gayet açıktır.

 

KANONSAL ROMAN: DICKENS'IN KASVETLİ EV VE GEORGE ELIOT'IN MIDDLE MARCH ROMANLARI

Dickens’ın kozmosu, onun fantazmagorik Londra ve hayali İngiltere’si, Kasvetli Ev'de diğer bütün eserlerinden daha berrak ve daha keskindir.

 

Esther, Kasvetli Ev’in çift olay örgüsünü birleştiren figürdür; sadece o Yüksek Mahkeme’nin Kafkavari labirenti ile annesi Lady Dedlock’un trajedisini bir araya getirir.

 

Esther çok zorlu bir retorikçidir ve onun karakteristik tarzı, bir şeyi olduğundan daha hafif göstermektir.

Kafka için tek günah sabırsızlıktır ve Esther Summerson’da müthiş bir Kafkacı özellik vardır.

 

Eliot’ın Middlemarch adlı romanını seçmemdeki neden sadece kitabın tartışılmaz saygıdeğerliliği değil, gelişmemiş ahlakçıların edebiyatı toplumsal değişime olanak sağlayacağını iddia ettikleri amaçlara uydurdukları bu kötü dönemde özellikle yararlı olduğunu düşünmemdir.

 

Kanonsal bir roman bilgelik edebiyatı olmak zorunda değildir ve çok azı öyledir; belki de sadece Middemarch öyledir.

 

TOLSTOY VE KAHRAMANLIK

Tolstoy, Tanrı dediği şeyi coşkudan ziyade muhtaç bir tutkuyla sevdi. Onu İsa'sı Dağdaki Vaaz’ı veren papazdı ve daha fazlası değildi; belki de Tolstoy’un kendisinden bile daha az tanrısaldı. Tolstoy’un din konusundaki görüşlerini okurken katı, bazen de vahşi bir ahlakçıya rastlarız.

 

Bir kahin ya da bir ahlakçı olarak Tolstoy hem bir epik figür hem de epiğin yaratıcısıdır.

 

Belki de onun içinde bir şey Homeros’a ya da İncil’e yetişip onları geçme isteğinden hiç vazgeçmedi

 

Tolstoy’un sesini daima anlatıcı olarak duyarsınız ve bu ses doğrudan, rasyonel, güvenilir ve iyidir.

 

“Tolstoy’un en çok kullandığı strateji, bir objeyi tanımlamayı reddetmek ve sanki ilk kez görülüyormuş gibi tarif etmektir.” Bu tuhaflık tekniği, Tolstoy’un tonlaması ile birleştiğinde ortaya çıkan sonuç Tolstoy'un, okurun her şeyi adeta ilk kez görüyormuş gibi olmasını sağlarken aynı zamanda her şeyi de gördüğü duygusunu vermesidir.

 

Hacı Murat, her şeyden önce tarihtir.

Hacı Murat’ta tarih üzerine düşünceler yoktur, safi hikayeciliktir

185l’de, Şamil ile yollarını ayıran Hacı Murat, Ruslara sığındı. Dört ay sonra, Nisan 1852’de kaçmaya çalıştı, takip edildi ve umutsuz bir karşı koyuşla savaşırken öldü.

Tolstoy bize onun yenilgisinin ağıtını değil, kahramanın ilahlaştırılmasını verir.

 

Tolstoy, Shakespeare’i absürd bir şekilde karakterlerine bireysel bir dil veremediği için suçladı. Bu adeta Bach’ın beste yapamadığını söylemek gibi bir şeydir.

Anna Karenina'da derin Shakespeare izleri görürüz ve bu yüzden Tolstoy, Anna Karenina’yı affetmeyecektir.

 

Homeros gibi Tolstoy da savaşı ne kutlar ne de kınar; her ikisi de savaşı yaşamın temel yasası olarak kabul eder.

John Bayley, Tolstoy’un ordudaki hizmetini şöyle özetler: “Neredeyse hep konuşarak, hikayeler yazarak, tavşan ve sülün avlayarak, Kazak kızlarla ilişkiye girerek geçirmiştir.”

 

Hacı Murat ölürken acıma, kızgınlık ve tutkudan arınır.

 

IBSEN: TROLLER VE PEER GYNT

Ibsen hiç kimseyi büyülemedi

Shakespeare gibi, Ibsen de gerçek bir dramatistin gizemli yeteneğine sahipti, sahip olduğundan fazla hayatı bir karaktere verebilmek yeteneğine sahipti.

Ibsen’in başkahramanları kesinlikle kendileri olmuşlardır. Peer Gynt’in dışında hepsinin sonu kederdir.

 

Goethe gibi, Ibsen de kendi daimonlarına, kendi dehasının doğaüstü kaynaklarına inanır.

 

Ibsen, Peer Gynt’i bir Norveç halk hikayesinin kahramanı olan Peer Gynt’den, yarı tarihi bir avcıdan almıştır.

Ibsen’in Peer’i bir 19. yüzyıl Norveç köylüsüdür, düşüşte olan bir ailenin çocuğudur, hayalinde yaşadıklarının dışında tekinsiz bir avcı değildir.

Peer’in sıradan anlamıyla hiçbir tutkusu, isteği yoktur; bunlar varmış gibi rol yapar.

İlk üç perde bize 20 yaşında, hayat dolu, durdurulamaz Peerr’i komşularıyla ve trollerle başa çıkarken gösterir.

annesinin ölümüyle yalnız kalan Peer sürgüne gider

dördüncü perde, Fas sahillerinde açılır, Sahra Çölü'nde devam eder ve Kahire'de bir hastanesinde sona erer.

Yunanlıların Türklere karşı ayaklanması devam ederken Peer, Byroncu kahramanlığı ters yüz eder ve Türklere finans sağlamayı önerir.

 

Peer, beşinci perdede / ölüme karşı bir Haçlı seferi başlatır

“geçmişin özünü" arar

Akıl ölmüştür ve şaşkına dönmüş Peer aklın yerine hüküm sürer.

 

Peer Gynt’in dördüncü perdesine denk olabilecek bir 20. yüzyıl oyunu düşünemiyorum.

Ibsen bir ahlakçı olmaktan çok bir / Dionysosçu'dur.

 

Peer Gynt bir anti- Faust'tur. O, Faustçu çabanın, bütün çağrışımlarıyla modern kariyercilik çabasının diğeryüzünü gösterir.

 

…trollvari Peer, Ibsen’ın hayatının anlamıdır ve yaşamalıdır. beşinci perdenin tamamı sudan, erimeden ya da arafta acı çekmekten gelen bir ölümün reddidir.

 

IV. KISIM

KAOS ÇAĞI

FREUD: SHAKESPEARECİ BİR OKUMA

İster (Amerikan Freudcuları gibi) bilinçaltının içten yanmalı bir motor olduğuna inanın, ister (Fransız Freudcuları gibi) birim seslerin bir yapısı olduğuna ya da isterseniz (benim gibi) antik bir metafor olduğuna inanın, Freud’un zihin haritasını ya da onun analitik sistemini oyunlara uygulayarak Shakespeare’i daha faydalı bir şekilde yorumlayamazsınız.

Uzun yıllar Freud’un özünde Shakespeare’in düzyazıya dönüştürülmüş hali olduğunu öğrettim: Freud’un insan psikolojisi vizyonu, onun oyunları okumasından ortaya çıkmıştır

Psikanalizin kurucusu hayatı boyunca Shakespeare’i İngilizcesinden okumuştur ve Shakespeare’in en büyük yazar olduğunun farkına varmıştır.

 

Freud, Stratfordlu bir eldivencinin oğlu aktör Shakespeare’in bir düzenbaz olduğu ile ilgili her türlü iddiaya açıktı.

Freud, Shakespeare hakkında ve ona karşı her türden acayip fikri kabul etti.

 

Kanımca Freud ümitsiz bir şekilde büyük trajedileri otobiyografik vahiyler olarak okumak istiyordu.

Shakespeare’in zihni / Freud’un da bilip ama kabul etmeyi reddettiği gibi bütün çağların zihnidir ve gelecek dönemler de ona yetişemeyecekler.

 

Shakespeare psikanalizi icat etmiştir, Freud ise onu sistemleştirmiştir. Ancak Shakespeare’in eserlerini yanlış okumak Freud için yeterli olmadı, onu tehdit eden bu öncü ifşa edilmeli, rezil edilmeliydi.

 

Hamlet’in Ödipal bir kompleksi yoktu ama Freud’un kesinlikle bir Hamlet kompleksi vardı ve belki de psikanalizin kendisi bir Shakespeare kompleksidir!

 

Şamanizm psikanalizden önce vardı ve sonrasında da devam edecek; dinamik psikiyatrinin en safhalidir Şamanizm.

 

Shakespeare’in Hamlet’i babasının hatırasına sevgi ve saygı duyar, annesi ile ilgili çekinceleri vardır. Freud’a göre Hamlet bilinç altında annesini arzular ve babası için de öldürme amaçlı düşünceler taşır, tıpkı gerçekte Claudius’un barındırdığı duygular gibi.

Oyunun hiçbir yerinde hiç kimse, ne Hamlet ne de Hayalet, karısına düşkün bu babanın, oğlunu sevdiğine dair bir şey söylemez.

 

Hamlet, Avrupa'ya ve dünyaya bundan dört yüz yıl önce duygu çelişmesinin dersini vermiştir ve Freud, Hamlet’in arkasından gelen geç kalmış biridir.

 

Hamlet bir isterik değildir ama Freud’un isterik hastaları vardır ve Hamlet’i de onlara uydurur. Daha da ilginci, kendisini de Hamlet’e, Hamlet’in duygu çelişmesine uydurur.

 

Kültürel tarihimizde çok az figür Freud’un bilincimize kavramlar yerleştirme başarısına yaklaşmıştır. Hepimiz “tabii ki, bu Oedipus kompleksi hepimizde var” diye söylemeyi öğreniriz, ama gerçekte bu Hamlet kompleksidir ve sadece yazarlar, diğer yaratıcılar bu komplekse sahiptir.

Wittgenstein’in uyardığı gibi Freud, zamanımızın büyük mit yaratıcısıdır,

 

PROUST: CİNSEL KISKANÇLIĞIN HAKİKİ İNANCI

Kayıp Zamanın izinde / kişilikleri temsil etme gücüyle Shakespeare ile boy ölçüşecek durumdadır.

Proust’ta hiçbir kıskanç aşık katil olmaz: Kayıp Zamanın komedisinin ruhu bunu yasaklar.

Gerçekleri bularak işkence, Proust'un komedi formülüdür, çünkü bu kendi kendine işkencedir ve bulunan gerçekler de özünde hayal gücünün sonuçlarıdır.

 

Mutsuzluk bitince kabalık tekrar ortaya çıkar ve bu ahlakımızın normal seviyelerine düşmesine izin verir.

 

Bu büyük romanın ele aldığı şey estetik kurtuluştur: Kaos Çağı’nın başlıca mit yaratıcısı olarak Proust, Freud ile yarışır.

 

Aşkın süresini uzatan kıskançlık, hayal gücünün ürünlerinden başka malzeme barındıramaz.

 

Anlatıcıya göre kıskançlık Marcel’in Albertine’e olan aşkından önce gelir.

 

Sadece yetersiz bir okur Proust’un Kayıp Zamanı ile ilgili ahlakçı göz¬lemler yapmaya cesaret edebilir; kitabın görkemi ve ironisi onu aptallar¬dan korur. Ama Proust’un bilgeliği çok serttir; sevgi, büyükanne ve Marcel arasında gerçektir ama diğer karakterler arasında değildir.

 

JOYCE'UN SHAKESPEARE İLE MÜCADELESİ

Genel kanıya göre, Ulysses ve Finnegans Wake'in karşısında sadece Proust'un Kayıp Zamanın izinde'si durabilir, özellikle eğer Vico ve Joyce haklıysa bizi yeni Teokratik Çağ'ın sınırına ge¬tirebilir.

 

Joyce’un Ulysses’i eşzamanlı olarak Odysseia ve Hamlet’in üzerine kur¬ması dikkat çekicidir

 

Stephen'ın amacı babalık otoritesinin kendisini ortadan kaldırmaktır.

 

Kendimiz boyunca yürürüz…

 

“Çokkültürcülük” olarak yanlış adlandırılmış akım tamamıyla entelektüel¬lik karşıtı ve edebiyat karşıtıdır

 

Finnegans Wake, Ulysses’in bittiği yerde başlar: Poldy uyur, Molly mükemmel bir şekilde düşüncelere dalar ve Everyman gecenin kitabını hayal eder.

 

“Ama ben hepsinden nefret ediyorum ve hepsinden. Delirdi içimde yalnız¬lık. Hepsi onların hatası.”

 

WOOLF'UN ORLANDO ADLI ROMANI: OKUMA AŞKI OLARAK FEMİNİZM

“feminist edebiyat eleştirisi”nin kurucusu olarak bilinir ve okunur.

 

…günümüzde Woolf, Mrs. Dalloway ve Deniz Feneri'nin yazarı olmaktan çok Kendine Ait Bir Oda’nın yazarı olarak tartışılır. Orlando’nun günümüzdeki ünü neredeyse tamamen kadın kahra¬manın cinsel dönüşümü ile ilişkilidir ve kitaptaki en önemli şeyler olan ko¬medi, karakterizasyon ve İngiliz edebiyatının başlıca dönemlerine duyulan yoğun sevgiyle ilgili değildir.

 

Babası Leslie Stephen, onun kırgınlıkla resmettiği gibi ataerkil bir ca¬navar değildi

Woolf için Leslie Stephen, Deniz Fenerindeki Mr. Ramsay’dır: kendi çocuklarına bir babadan çok bir dede olmuş son Viktorya dönemi insanı.

 

KAFKA: KANONSAL SABIR VE “YIKILMAZLIK"

Eğer yüzyılımızı en iyi temsil eden tek bir yazar seçmek isterseniz kendinizi evsiz barksızlar arasında dolaşırken bulabilirsiniz.

 

Auden’a göre Kafka zamanımızın ruhudur.

Tamamen edebi bir bakış açısından za¬manımız, Freud'un çağı olmaktan çok Kafka'nın çağıdır.

 

Kafka'nın aşk mektupları, şimdiye kadar yazılmış en endişeli aşk mektuplarıdır.

 

Kafka’ya göre sabırsızlık bütün gü­nahları içine alan tek büyük günahtı.

“Çabuk uyu! Yastıklar bize lazım;' Yahudi sabırsızlığının özüdür bu.

 

Tanrı, her zaman başka bir yerdedir, uçu¬rumun sonunda, uykudadır ya da belki de ölüdür

Sonsuz karmaşık şekillerde, Kafka’nın yazdığı her şey Ya­hudilerle ilişkisine ve Yahudi geleneğine geri döner.

Bütün inkâr etmelerine ve mükemmel kaçışlarına rağmen, Kafka, basit bir şekilde Yahudi edebiyatıdır,

 

Onun için, yıkılmazlık in­sanlar arasındaki hakiki bağdı ve onların en derin gizli benliklerini ifade ediyordu. Bu algıya bir gnosis’ten başka ne diyebilirim bilmiyorum

 

Kafka’da suçluluğun önceliği vardır çünkü o bizim “yıkılmazlığımızın" iste­diği bedeldir; gerçekten de Kafka için hepimiz suçluyuzdur çünkü en derin benliğimiz yıkılmazdır.

 

BORGES, NERUDA VE PESSOA: HİSPANİK-PORTEKİZLİ WHITMAN

Borges dikkat çekici bir edebi çocuktu; ilk eserini yedi yaşındayken ya­yınladı,

Whitman tarzı şiirler yazmaya on se­kiz yaşında başladı

Ancak zamanla İspanyolcanın Whitman’ı olmayacağını anladı çünkü bu rol Neruda tara­fından kapılmıştı. Bunun yerine, belki Kafka’nın etkisi altında Kabalistik ve gnostik deneme-meseller yazmaya başladı ve kendi karakteristik sanatı buradan yeşerdi.

“Ölüm ve Pusula” Borges’de ve Borges hakkında en değerli ve en gizemli olan şeyin bir örneğidir. Bu on iki sayfalıkhikâye, dedektif Erik Lönnrot ile gangster şefi züppe Red Scharlach’ın arasındaki kan davasının sonuçları­nın izlerini sürer.

 

Onun kozmolojik duruşu kaotiktir; hayal gücü açısından bir gnostiktir ancak entelektüel ve ahlaki açıdan kuşkucu bir hümanisttir.

Borges olduk­ça gnostiktir.

Bu üslupta mükemmelleşmesi “Teolog” adlı hikâyesinde olur.

…labirent Borges’in merke­Zi imgesi, bütün takıntılarının ve kâbuslarının bir araya geldiği yerdir.

Borges neredeyse her şeyi bir labirente dönüştürebilir: ev­ler, şehirler, manzaralar…

 

Robert Browning'in “Fears and Scruples” adlı şiiri Kafka hikâyelerinin kehaneti gibidir

 

Borges sizi yaralayabilir ama daima aynı şekilde yaralar, böylece Borges’in temel hatasına varmış oluruz: en iyi eserlerinde çeşitli­lik yoktur…

 

Borges kuşku­cudur, çok bilgilidir ve bilerek romansın aşırılığından, sınırların ötesinde dolaşma anlayışından yoksundur.

 

(Neruda) Stalinciliği, sıklıkla şiirlerinin dokusu üzerinde bir siğil gibidir ama sadece birkaç yer dışında Canto generale büyük bir zarar vermez.

Canto generarda yaklaşık 300 tane farklı şiir vardır.

 

(O. Paz) “Walt Whitman, yaşadığı dünya ile uyumsuzluk yaşamayan tek büyük mo¬dern şairdir.”

 

Lizbon'da doğmuş olan Pessoa, baba ta­rafından Yahudi dönmelerden (conversos) geliyordu.

 

BECKETT, JOYCE, PROUST, SHAKESPEARE

Beckett sessizliğe bağımlıydı, Joyce da öyleydi; birbirlerine karşı yöneltilmiş sessizliklerden oluşan sohbetleri olurdu, ikisi de hüzünlüydü: Beckett dün­ya için, Joyce da büyük ölçüde kendisi için.

 

Beckett’ın Hamlet’i, aşırı bilincin eylemi yadsıdığı Fransız modelini takip eder.

 

“Senden öğrendiğim sözcükleri kullanıyorum ben. Artık bir anlamları kalmadıysa yenile¬rini öğret. Ya da bırak susayım.”

 

V. KISIM

KANONU LİSTELEMEK

AĞITSAL SONUÇ

Edebiyat çalışmalarının bir geleceği olduğuna inanmıyorum ama bu edebiyat eleştirisinin öleceği anlamına gelmez.

 

Edebi etkilenme “ruhun politikası”dır

En büyük Ingiliz şairleri olan Chaucer ve Shakespeare yerine Milton, Anglo-Amerikan şiirsel kanonunun tarihinde merkezi figürdür.

…ide­oloji, edebi kanon oluşumunda hatırı sayılır bir rol oynar.

 

(Ekler / Listeler)

 

The Western Canon

Türkçeleştiren: Çiğdem Pala Mull

İthaki Yayınları, 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder