Harold
Bloom - Batı Kanonu
Çağların
Ekolleri ve Kitapları
ÖNSÖZ ve GİRİŞ
Bu kitapta yirmi altı yazar, belli bir nostalji duygusuyla
incelenmektedir,
…benim tarihsel seyrim Dante ile başlayıp Samuel Beckett ile
sona erer. Bu nedenle Aristokrat ikÇağ'a Shakespeare ile başladım çünkü o Batı
Kanonu'nun merkezi fıgürüdür. Diğer bütün yazarları da Shakespeare ile ilişkili
olarak değerlendirdim.
Kanonsal bir eseri ilk kez okuduğunuzda beklentilerinizin
karşılanmasından ziyade tuhaf, tekinsiz bir şaşkınlıkla karşılaşırsınız.
Homeros'un öğrettiği şey çatışma poetikasıdır ve bu ders ilk
önce rakibi Hesiod tarafından öğrenilmiştir. Platon'un tamamı, eleştirmen
Longinus'un gözüyle, onun Homeros ile olan sürekli çatışmasından ibarettir.
Güçlü yazarlar başlıca öncülerini seçmezler; öncüler
tarafından seçilirler ama onlar öncülerini bileşik ve böylece kısmen hayali
varlıklara dönüştürme zekâsına sahiptir,
I. KISIM
KANON ÜSTÜNE
KANON İÇİN BİR AĞIT
Tarihin bu geç döneminde hâlâ okumayı arzu eden bir birey
hangi kitapları okumaya girişecek?
Ortalama bir ömür, Dünya edebiyatı bir yana dursun Batı
geleneğinden seçilen büyük yazarları okumaya yetmeyecektir. Okuyan kişi seçmek
zorundadır
Edebiyat eleştirisi çok eski bir sanattır, bu sanatı ilk kez
ortaya atan da, / Aristofanes'dir.
Bir şiir, roman ya da tiyatro oyunu, ölüm korkusu da içinde
olmak üzere insanlığın bütün marazlarını içinde barındırır.
Ölümsüzlük söylemi, aynı zamanda bir hayatta kalma psikolojisidir.
Vergilius’un Aeneid adlı epik destanının 6. bölümünde Aeneas’ın
yolculuğu ve İncil’in 2 Corinthians l2:2’de anlatılan St Paul’un yolculuğu.
Aeneas’tan Roma ortaya çıktı, Paul’den ise Musevi olmayan Hıristiyanlık…
Kanonun karşısında olanlar kanon oluşumuna her zaman bir
ideolojinin karıştığında ısrar ederler,
Kanon karşıtlarının başkahramanı Antonio Gramsci'dir.
Bir sanatçı ya da eleştirmen olma özgürlüğü, mutlaka
toplumsal çatışmadan ortaya çıkar.
(Shakespeare) Kim olursanız olun, hangi dönemde olursanız
olun kavramsal ve imgesel anlamda, o her zaman sizden bir adım öndedir.
Milton ve Dante en büyük Batı yazarları arasında en kavgacı
olanlardır.
Kanona sadece estetik güçle girilir
Shakespeare bizi daha iyi yapmaz, bizi olduğumuzdan kötü de
yapmayacaktır ama bize kendi kendimizle konuşurken kendimizi duymayı öğretebilir.
…bütün kanonlar seçkincidir
II. KISIM
ARİSTOKRATİK ÇAĞ
SHAKESPEARE: KANONUN MERKEZİ
Shakespeare'in sosyal durumu hakkında pek de bir şey
bilmiyoruz.
Shakespeare ve Dante Kanonun merkezidir çünkü onlar diğer
bütün Batılı yazarları bilişsel duyarlılık, dilbilimsel enerji ve yaratıcı güç
alanında geçerler.
Shakespeare’in iç dünyasıyla ilgili elimizde hiçbir veri yok
Shakespeare halkın şairi olurken Dante şairlerin şairi
olmuştur; her ikisi de evrenseldir ama Dante ayaktakımı için değildir.
Hamlet ile birlikte Lear, Shakespeare kanonunun zirvesi
gibidir
Yunan trajik kahraman, bireysellik ve etik bir pathos ile
daha yüksek bir etik Güç’le karşı karşıya gelmek zorundadır.
Hegel, Racine’de belirli tutkuların saf kişileştirme olarak
temsil edildiği soyut stilli bir karakter sunumu bulur.
Alman trajedileri bile o kadar yüksek görülmemektedir.
Goethe, önceden Shakespeareci olmasına rağmen, tutkunun yüceltilmesi adına
karakterizasyondan uzaklaşır; Schiller ise şiddeti gerçeklik yerine koyduğu
için reddedilmiştir. Hegel hepsinin karşısına, saygı duyulacak bir yüksekliğe,
Shakespeare’de temsil üzerine şimdiye dek yazılmış en iyi eleştirel sözleri
yazarak Shakespeare’i yerleştirir.
Shakespeare’in bu gücünün rakibi yoktur.
Cervantes ve Shakespeare arasında hermetik bir yakınlık
vardır
Shakespeare’in ölümünden altı yıl sonra doğan Moliere, henüz
Shakespeare’in etkisi altına girmemiş bir Fransa’da yazdı ve aktörlük yaptı.
Shakespeare ve Moliere’in özgün bir yakınlığı vardır.
Ibsen, Shakespeare’in adını yok etmek için çok çalışmıştır
ama şansına başarılı olamamıştır.
Modern çağa kadar İspanya, Shakespeare’e pek ihtiyaç
duymadı.
Evrensellik sadece bir avuç Batılı yazarın özgün
özelliğidir: Shakespeare, Dante, Cervantes ve belki Tolstoy. Belki de kültürel
değişim yüzünden Goethe ve Milton'ın ışığı körelmiştir; görünürde çok popüler
olan Whitman özünde hermetiktir; Moliere ve Ibsen hâlâ sahnededir ama daima
Shakespeare'den sonra gelirler. Bilişsel özgünlüğü yüzünden Dickinson hayret
verici ölçüde zordur; Neruda da kendi olmak istediğinden daha da az bir şekilde
Brechtci ve Shakespeareci bir popülisttir. Dante’nin aristokratik evrenselliği,
Petrarcadan Hölderlin’e en büyük Batılı yazarların çağını başlatmıştır; fakat
sadece Cervantes ve Shakespeare, aristokratik dönemlerin en büyüğünde popülist
yazarlar olarak bütünüyle evrenselliğe ulaşabilmiştir.
Shakespeare, Batı Kanonu’nun kendisidir.
DANTENİN TUHAFLIĞI: ULYSSES VE BEATRICE
Belli başlı Batılı yazarların içinde Dante en saldırgan ve
en çok polemik yaratan, bu yönüyle Milton’ı bile geride bırakan bir yazardır.
İlahi Komedya özünde sanki Aziz Augustinus’un nazım biçimine
gelmiş hali gibi görünür.
…hiçbir şey, Dante’nin Beatrice'i yüceltmesinden daha yüce
bir şekilde aşırı değildir. Bu rolle Beatrice bir tutku objesinden bir melek
statüsüne yükseltilmiş ve kilisenin kurtuluş hiyerarşisinin önemli bir öğesi
haline gelmiştir. (Bunun romantikler üzerindeki etkisini yabana atmayalım)
Beatrice, Dante’nin özgünlüğünün imzasıdır
Dante, özgünlüğü, yaratıcılığı ve olağandışı verimliliği
açısından Shakespeare'in rakibi olabilecek tek şairdir.
Aşık olmak, hata yapabilen bir tanrısı olan bir din
yaratmaktır.
‘‘Beatrice, Dante için sonsuza kadar var oldu; Dante,
Beatrice için çok az, belki de hiç var olmadı.” Borges
Orantısızlık, Dante’yi yüceliğe götüren kraliyet yoludur.
Dante’nin dönüşü, Augustinus’a değil Beatrice’edir ve
Beatrice de Dante’ye rehber olarak Augustinus’u değil Vergilius’u gönderir.
Beatrice, Dante’ye çok bilinmeyen bir azize olan Sicilyalı
Lucia tarafından gönderilmiştir.
Dante araşturnacıları Dante’nin neden onu seçtiğine dair bir
açıklama getiremezler.
Ölüm döşeğindeki Don Quijote,
Sancho Panza’nın şu sözlerine katılır: “Ölme! Benim sözümü
dinle ve çok uzun yıllar yaşa... Belki bir çalının arkasında bir resim gibi
güzel Dulcinea'yı buluruz”
Dante, kendisini geleneği özümseyerek değil geleneği kendi
doğasına uyana kadar eğip bükerek evrenselliğe ulaştırmıştır.
Charles Williams’a göre Beatrice, Dante'nin “bilme”sidir.
“Bilme”den kastı, bilen Dante’nin bilinen Tanrı’ya ulaşma yoluydu.
Santayana, Dante’nin hiç kimsenin olmadığı kadar Platoncu
olduğunu söyler
Dante ayrıca hiç kimsenin olmadığı kadar Hıristiyandı
Beatrice, Dante’nin kibrinden ve ihtiyacından doğar.
Pygmalion gibi Petrarca da kendi yaratısına aşık olur ve
sonuçta onun tarafından yaratılır.
Petrarca / şiiriyle Leydi Laura’yı yaratır, Leydi Laura da
onun ününü bir Kraliyet Şairi olarak yaratır.
CHAUCER: BATH'LI HATUN, AFNAMECİ VE SHAKESPEARECİ KARAKTER
Ortaçağın sonlarında / tüccarlar için mal ve miras çok
önemli meselelerdi
…silahlı saldırı, adam kaçırma / mal ve mirası ele geçirmek
için çokça kullanılan yollardı.
Decameron / Canterbury Hikâyelerine model olarak alınan eser
budur. Konusu hikâye anlatımı olan ironik hikâye anlatımı Boccacio’nun icat
ettiği bir şeydi ve bu buluşun amacı, hikâyeleri didaktiklikten ve
ahlakçılıktan kurtarmaktı.
Afnameciler kanonsal hukuka karşı gelerek ama kilisenin göz
yummasıyla günahlar için af satarak seyahat eden kişilerdi
Çokbilmiş bir dini ikiyüzlüdür, sahte kutsal emanetlerle
ortalıkta dolaşır
Afnamecinin vaazı:
“Ellerim öyle hızlı hareket eder ki ve dilim öyle çabuk,
Beni vaazda görmek bir başka zevk, bir başka mutluluk.
Genellikle cimriler ve onları bekleyen lanet üstüne konuşurum, böylelikle
dinleyenleri cömert Ve eli açık olmaya zorlarım, konuştukça kat kat Artar
bağışlar, kâr etmekten başka bir şey değil maksat.
Umurum değil kimseyi günahlarından arındırmak,
Örttü mü bir kez üstlerini kara toprak,
Benle ilişkileri kalmaz, isterse günahtan kapkara Kesilmiş
olsun ruhları giderlerken mezara”
CERVANTES: DÜNYANIN OYUNU
(ikisinin de aynı gün öldüğü düşünülür) Shakespeare ile
ortak noktası dehasının evrenselliğidir ve Batı Kanonu’nda Dante ve Shakespeare
denk olabilecek tek kişidir.
…onları geçemezsiniz çünkü onlar her zaman bir adım
ilerdedirler.
Unamuno ona “Tanrımız Don Quijote,” demişti.
Birbirini seven ama sürekli kavga eden ikili, Sancho ve Don
Quijote birbirlerine karşılıklı sevgi ve gerçek saygıdan daha fazlasıyla
bağlıdır. En iyi hallerinde, oyunun düzeninde birbirlerine yoldaşlardır.
Unamuno, Don Quijote için gerçek baba ocağını aramak üzere
yola çıktı ve onu sürgünde buldu der.
Don Quijote sürgünde ruhunun memleketini aramak için köyünü
terk eder çünkü sadece sürgünde özgür olabilir.
MONTAIGNE VE MOLIERE: HAKİKATIN KANONSAL MUĞLAKLIĞI
Moliere’nin Hamlet’i, The Misanthrope’un (Adamcıl)
başkahramanı olan Alceste'dir.
Eserler kanona var olan düzene uyum sağladıkları için değil
tuhaflıkları yüzünden girerler.
…annesi, İspanyol Yahudi bir aileden geliyordu
Montaigne bir Katolik olarak kaldı; kardeşlerinden bazıları
Kalvinist oldular.
…onun kuşkuculuğu sonuçta Katolik bir kuşkuculuktur. Bütün
ironik alçakgönüllülüğüne rağmen Montaigne, Hamlet gibi karizmatik biri olarak
yazar.
Montaigne’in İnsanı Keşfi
Montaigne 850 uzun sayfa boyunca kendinden söz eder ve biz
daha çoğunu isteriz çünkü o, düşünme ve okuma fırsatı, isteği, yeteneği olan
herkesi temsil eder.
Okuyucuların çoğu Montaigne’in en iyi denemesinin kitabının
sonuna yerleştirdiği “Deneyim Üstüne" adlı denemesi olduğu konusunda aynı
fikirdedirler.
Moliere’in komedilerinde, Montaigne’in denemelerinde olduğu
gibi, hakikat daima muğlaktır, görecelidir, daima zıt gruplar, ekoller ya da
bireyler tarafından tartışmalıdır.
Alceste, Montaigne’in “Deneyim Üstüne” adlı denemesinin
sonunda tembihlediği şeyi yerine getirmenin doğrudan sonucudur. Eğer
kendinizden dışarı çıkmak ve insanlardan kaçmak isterseniz, çıldırırsınız.
Kendinizi bir melek seviyesine çıkarmaz, bir canavara indirgersiniz.
MILTON'IN ŞEYTANI VE SHAKESPEARE
Shakespeare, Milton’ın hakiki ama gizli şiirsel endişe
kaynağıydı ve aynı zamanda paradoksal bir şekilde Milton’ın kanonsallaşmasına
yol açan şeydi.
Christopher Marlowe, kötü kahramanı büyük ölçüde, İskitli
bir çobanken dünyayı ele geçiren Tamburlaine (Timur) karakteri ile ve hatta
daha fazlasıyla, Maltalı Yahudi, kötülüğün mizahçısı Barabas karakteri ile icat
etmiştir.
Kayıp Cennet muhteşemdir çünkü epik olduğu kadar trajiktir;
her ne kadar bize ışığın sahibi ve yıldızların başı sabahın oğlu Lucifer’in
düşeceğini göstermeyi reddetse de Lucifer’in Şeytan'a dönüşmesinin
trajedisidir.
Milton henüz yedi yaşında bir çocukken Shakespeare ölmüştür.
Hayranlık ve şaşkınlık, hakikat ve derin hürmetten çok
farklıdır.
Emerson’ın Shakespeare hakkındaki gözlemi geçerliliğini
sürdürür: “Onun zihni şu anda bizim ötesini göremediğimiz ufuktur.”
DR. SAMUEL JOHNSON: KANONSAL ELEŞTİRMEN
Johnson alışılmadık ve rahatsız edicidir, tamamen nevi
şahsına münhasır bir ahlakçıdır.
İngiltere için / ulusal bir bilgedir.
…hem edebiyat hem de hayat için deneysel bir eleştirmen oldu
FAUST, İKİNCİ BÖLÜM GOETHE’NİN KANON KARŞITI ŞİİRİ
1749-1832 yılları arasında yaşadı
…her bir Goethe metni onun eşsiz ve baskın kişiliğinin
izlerini taşır, ondan kaçınmak ya da onu yapıbozumuna uğratmak imkânsızdır.
Goethe’yi okumak, yazarın ölümünün sadece geç kalmış bir mecaz olduğunu
bilmektir.
Mann’ın imitatio Goethe'si bize Werther olarak Tonio
Kröger'i, Wilhelm Meister olarak Castorp'u, Faust olarak Dr. Faustus’u ve Divan
için de Felix Krull’u sunar.
Faust’u l772'de, 23 yaşındayken yazmaya başladı ve 60 yıl
sonra, 1832 yılında ölmeden hemen önce bitirdi.
Faust, ikinci bölümde Tanrı’ya inanan tek kişi Mefısto'dur;
Faust’un kendisi aşkın bir otoriden ziyade dünyayı düşünmemizi isteyerek
Nietzsche'yi önceler.
Benlik dini, Faust, İkinci Bölüm’den daha yüce bir anıt
bulamaz kendine. Birinci Bölüm de takdire şayan bir şiirdir ancak İkinci
Bölüm'de üstümüze gürül gürül gelen şeyin sadece gölgeli bir tadıdır. Faust
figürünün kökeni Hıristiyan inançsızlığına kadar gider.
Sözde ilk gnostik, Samaryalı Simon Magus, Roma’ya gidip
“seçilen, tercih edilen" anlamındaki Faustus ismini almıştır. Parlak
kariyerinin başlarında Simon, Tyre’de Helen adında bir fahişe buldu ve onun
Tanrı’nın Düşüncesi’nin düşmüş hali olduğunu, daha önceki hayatlarından birinde
de Truvalı Helen olduğunu iddia etti. Bu kafirce skandal Faust efsanesinin uzak
bir kaynağıdır
Çağdaşları arasında şiirsel mit yaratıcısı olarak Goethe’ye
rakip olabilecek tek kişi William Blake’dir.
Goethe normal klasizmde bulmayı umduğumuz her şeyi dışarıda
bırakır: Olympos tanrıları, Homeros savaşçıları, canavarları öldüren
kahramanlar hep dışarıda bırakılmıştır.
III. KISIM
DEMOKRATİK ÇAĞ
ERKEN DÖNEM WORDSWORTH VE JANE AUSTEN'IN İKNA ADLI ROMANINDA KANONSAL
BELLEK
Petrarca, Goethe ile son bulmuş Aristokratik Çağ’ın
lirikşiirini yarattı. Wordsworth ise Demokratik/Kaos çağlarında şiirin
kutsanmasını/lanetlenmesini başlattı; bu da artık şiirlerin hiçbir şey hakkında
olması demektir. Konuları öznenin kendisidir, ya bir varlık ya da yokluk olarak
ortaya çıkan öznenin kendisidir.
“Viran Kulübe" şiiri, iki yüz yıl sonra, hala üstün bir
güzelliğe ve neredeyse dayanılmaz bir dokunaklılığa sahiptir.
“Kederden güçsüz" bir kutsama neden bahsedebilir…
“Michael" (1800), Wordsworth’ün büyük pastoral şiirdir
ve Robert Frost ile özdeşleştirdiğimiz en iyi ve en karakteristik şiirlerinin
arketipidir.
Michael karakteri, seksen yaşında / bir çobandır.
Tek çocuğu, yaşlılık yıllarındaki oğlu Luke, bir çoban
olarak yetiştirilmiştir ve babasının varlığının merkezidir.
“…Sevginin gücünde bir rahatlık vardı Bir şeyi dayanılır
hale getirir…”
“aşk, sevgi”den çok değer verdiği derin “muhabbet"e
bağlıdır.
Jane Austen’ın eserlerinin dışında bıraktığı sosyoekonomik
gerçekliklerden söz etmek moda haline gelmiştir. Örneğin karakterlerinin
çoğunun tadını çıkardığı mali gücün mutlak kaynağının Batı Hint adalarındaki
kölelik olması gibi. Fakat bütün başarılı edebi eserler bazı şeyleri dışarıda
bırakma üzerine temellenmiştir
Austen'ın başlıca kadın kahramanları (Elizabeth, Emma, Fanny
ve Anne) öylesine içsel bir özgürlüğe sahiptirler ki bireysellikleri
bastırılamaz.
…umut mutluluğu genişletir, korku felaketi doğurur.
AMERİKAN KANONUNUN MERKEZİ OLARAK WALT WHITMAN
Whitman’ın özgünlüğü, sözde serbest nazımından çok mitolojik
yaratıcılığı ve mecazi dili kullanmaktaki ustalığıyla alakalıdır.
Amerikan dininin İsa’sı ne çarmıha gerilmiş adamdır ne de
Göğe Yükseliş’in Tanrısıdır. O, havarileriyle birlikte Yeni Ahit’in bize
hakkında hiçbir şey söylemediği, kırk günü geçiren, yeniden canlanan adamdır.
Kendimin Şarkısının son on beş bölümünün şairi, yeniden canlanmış insanın en
geniş edebi temsilidir.
Geceleri, Whitman için büyülü kelime “geçmek”tir ve onun
kurtuluşu gelip geçen biri olmasıdır.
…gecenin uçurumu anadır ve bu uçurumdan yaratılmak da düşüşü
oluşturur.
“Sabırlı olmalısın; buraya ağlayarak geldik.”
Whitman'ın benliği (kendisi), onun da kolayca kabul ettiği
gibi ikiye bölünmüştür. Ayrıca onun “gerçek ben” ya da “ben kendim" dediği
ve güçlü gece, ölüm, anne ve deniz dörtlüsüyle özdeşleştirdiği bir dişi benlik
de vardır. Whitmancı ruh, bilinmez doğadır, bir tür boşluktur ama kaba benlik
bir maske ya da personadır…
En hırslı şiiri olan Kendimin Şarkısı’nda Whitman, hâlâ tam
olmasa da ruhu ve iki benliğinin en iyi anlatımını sunar. “Kendimi kutluyorum,”
diye başlar.
Emerson’ın Whitman hakkındaki ilk izlenimi olan onun bir
Amerikan şamanı olduğu düşüncesi doğruydu.
Whitman'ın kanonsallığı, Amerikan ses imgesi denebilecek
şeyi kalıcı bir şekilde değiştirme başarısına dayanır.
Kanonsal olanın gücü, en güçlüyazarların sessiz
ısrarcılığında kendisini gösterir. Yaratıcılıkları sonsuzdur çünkü onlar bir
kastın, tarikatın ya da ırkın ayrıcalıklarını değil kalbi ve kafayı temsil
ederler.
Neruda, bütün Latin Amerikan edebiyatının kanonsal
merkezidir.
EMILY DICKINSON: BOŞLUKLAR, KENDİNDEN GEÇİŞLER, KARANLIK
Eleştirmenlerin neredeyse daima yeterince vurgulamadıkları
şey, Dickinson’ın çarpıcı entelektüel karmaşıklığıdır.
Ben hiçbir eleştirmenin onun entelektüel talepleri için
yeterli olduğuna inanmıyorum
Dickinson, kendilerine özgü vizyonlarını bize empoze
ettikleri için araştırmacılarımızın onları olduklarından daha fazla Ortodoks
buldukları Dante ya da Milton kadar tuhaftır.
Dickinson’ın bütün arayış şiirlerinde Kafkavari labirent
özelikleri vardır: onlar hiçbir yere varmayan yolculuklardır.
Dickinson okuyucudan öylesine aktif bir katılım talep eder
ki okuyucunun zihninin çok iyi durumda olması gerekir.
En güçlü şairler, bütün şiirlerini okuyarak dillerini
öğrenmemizi dolaylı olarak talep ederler. Dickinson’da bu talep gayet açıktır.
KANONSAL ROMAN: DICKENS'IN KASVETLİ EV VE GEORGE ELIOT'IN MIDDLE MARCH
ROMANLARI
Dickens’ın kozmosu, onun fantazmagorik Londra ve hayali
İngiltere’si, Kasvetli Ev'de diğer bütün eserlerinden daha berrak ve daha
keskindir.
Esther, Kasvetli Ev’in çift olay örgüsünü birleştiren
figürdür; sadece o Yüksek Mahkeme’nin Kafkavari labirenti ile annesi Lady
Dedlock’un trajedisini bir araya getirir.
Esther çok zorlu bir retorikçidir ve onun karakteristik
tarzı, bir şeyi olduğundan daha hafif göstermektir.
Kafka için tek günah sabırsızlıktır ve Esther Summerson’da
müthiş bir Kafkacı özellik vardır.
Eliot’ın Middlemarch adlı romanını seçmemdeki neden sadece
kitabın tartışılmaz saygıdeğerliliği değil, gelişmemiş ahlakçıların edebiyatı
toplumsal değişime olanak sağlayacağını iddia ettikleri amaçlara uydurdukları
bu kötü dönemde özellikle yararlı olduğunu düşünmemdir.
Kanonsal bir roman bilgelik edebiyatı olmak zorunda değildir
ve çok azı öyledir; belki de sadece Middemarch öyledir.
TOLSTOY VE KAHRAMANLIK
Tolstoy, Tanrı dediği şeyi coşkudan ziyade muhtaç bir
tutkuyla sevdi. Onu İsa'sı Dağdaki Vaaz’ı veren papazdı ve daha fazlası değildi;
belki de Tolstoy’un kendisinden bile daha az tanrısaldı. Tolstoy’un din
konusundaki görüşlerini okurken katı, bazen de vahşi bir ahlakçıya rastlarız.
Bir kahin ya da bir ahlakçı olarak Tolstoy hem bir epik
figür hem de epiğin yaratıcısıdır.
Belki de onun içinde bir şey Homeros’a ya da İncil’e yetişip
onları geçme isteğinden hiç vazgeçmedi
Tolstoy’un sesini daima anlatıcı olarak duyarsınız ve bu ses
doğrudan, rasyonel, güvenilir ve iyidir.
“Tolstoy’un en çok kullandığı strateji, bir objeyi
tanımlamayı reddetmek ve sanki ilk kez görülüyormuş gibi tarif etmektir.” Bu
tuhaflık tekniği, Tolstoy’un tonlaması ile birleştiğinde ortaya çıkan sonuç
Tolstoy'un, okurun her şeyi adeta ilk kez görüyormuş gibi olmasını sağlarken
aynı zamanda her şeyi de gördüğü duygusunu vermesidir.
Hacı Murat, her şeyden önce tarihtir.
Hacı Murat’ta tarih üzerine düşünceler yoktur, safi
hikayeciliktir
185l’de, Şamil ile yollarını ayıran Hacı Murat, Ruslara
sığındı. Dört ay sonra, Nisan 1852’de kaçmaya çalıştı, takip edildi ve umutsuz
bir karşı koyuşla savaşırken öldü.
Tolstoy bize onun yenilgisinin ağıtını değil, kahramanın
ilahlaştırılmasını verir.
Tolstoy, Shakespeare’i absürd bir şekilde karakterlerine
bireysel bir dil veremediği için suçladı. Bu adeta Bach’ın beste yapamadığını
söylemek gibi bir şeydir.
Anna Karenina'da derin Shakespeare izleri görürüz ve bu
yüzden Tolstoy, Anna Karenina’yı affetmeyecektir.
Homeros gibi Tolstoy da savaşı ne kutlar ne de kınar; her
ikisi de savaşı yaşamın temel yasası olarak kabul eder.
John Bayley, Tolstoy’un ordudaki hizmetini şöyle özetler:
“Neredeyse hep konuşarak, hikayeler yazarak, tavşan ve sülün avlayarak, Kazak
kızlarla ilişkiye girerek geçirmiştir.”
Hacı Murat ölürken acıma, kızgınlık ve tutkudan arınır.
IBSEN: TROLLER VE PEER GYNT
Ibsen hiç kimseyi büyülemedi
Shakespeare gibi, Ibsen de gerçek bir dramatistin gizemli
yeteneğine sahipti, sahip olduğundan fazla hayatı bir karaktere verebilmek
yeteneğine sahipti.
Ibsen’in başkahramanları kesinlikle kendileri olmuşlardır.
Peer Gynt’in dışında hepsinin sonu kederdir.
Goethe gibi, Ibsen de kendi daimonlarına, kendi dehasının
doğaüstü kaynaklarına inanır.
Ibsen, Peer Gynt’i bir Norveç halk hikayesinin kahramanı
olan Peer Gynt’den, yarı tarihi bir avcıdan almıştır.
Ibsen’in Peer’i bir 19. yüzyıl Norveç köylüsüdür, düşüşte
olan bir ailenin çocuğudur, hayalinde yaşadıklarının dışında tekinsiz bir avcı
değildir.
Peer’in sıradan anlamıyla hiçbir tutkusu, isteği yoktur;
bunlar varmış gibi rol yapar.
İlk üç perde bize 20 yaşında, hayat dolu, durdurulamaz
Peerr’i komşularıyla ve trollerle başa çıkarken gösterir.
annesinin ölümüyle yalnız kalan Peer sürgüne gider
dördüncü perde, Fas sahillerinde açılır, Sahra Çölü'nde
devam eder ve Kahire'de bir hastanesinde sona erer.
Yunanlıların Türklere karşı ayaklanması devam ederken Peer,
Byroncu kahramanlığı ters yüz eder ve Türklere finans sağlamayı önerir.
Peer, beşinci perdede / ölüme karşı bir Haçlı seferi
başlatır
“geçmişin özünü" arar
Akıl ölmüştür ve şaşkına dönmüş Peer aklın yerine hüküm
sürer.
Peer Gynt’in dördüncü perdesine denk olabilecek bir 20.
yüzyıl oyunu düşünemiyorum.
Ibsen bir ahlakçı olmaktan çok bir / Dionysosçu'dur.
Peer Gynt bir anti- Faust'tur. O, Faustçu çabanın, bütün
çağrışımlarıyla modern kariyercilik çabasının diğeryüzünü gösterir.
…trollvari Peer, Ibsen’ın hayatının anlamıdır ve
yaşamalıdır. beşinci perdenin tamamı sudan, erimeden ya da arafta acı çekmekten
gelen bir ölümün reddidir.
IV. KISIM
KAOS ÇAĞI
FREUD: SHAKESPEARECİ BİR OKUMA
İster (Amerikan Freudcuları gibi) bilinçaltının içten
yanmalı bir motor olduğuna inanın, ister (Fransız Freudcuları gibi) birim
seslerin bir yapısı olduğuna ya da isterseniz (benim gibi) antik bir metafor
olduğuna inanın, Freud’un zihin haritasını ya da onun analitik sistemini
oyunlara uygulayarak Shakespeare’i daha faydalı bir şekilde yorumlayamazsınız.
Uzun yıllar Freud’un özünde Shakespeare’in düzyazıya
dönüştürülmüş hali olduğunu öğrettim: Freud’un insan psikolojisi vizyonu, onun
oyunları okumasından ortaya çıkmıştır
Psikanalizin kurucusu hayatı boyunca Shakespeare’i
İngilizcesinden okumuştur ve Shakespeare’in en büyük yazar olduğunun farkına
varmıştır.
Freud, Stratfordlu bir eldivencinin oğlu aktör
Shakespeare’in bir düzenbaz olduğu ile ilgili her türlü iddiaya açıktı.
Freud, Shakespeare hakkında ve ona karşı her türden acayip
fikri kabul etti.
Kanımca Freud ümitsiz bir şekilde büyük trajedileri
otobiyografik vahiyler olarak okumak istiyordu.
Shakespeare’in zihni / Freud’un da bilip ama kabul etmeyi
reddettiği gibi bütün çağların zihnidir ve gelecek dönemler de ona
yetişemeyecekler.
Shakespeare psikanalizi icat etmiştir, Freud ise onu
sistemleştirmiştir. Ancak Shakespeare’in eserlerini yanlış okumak Freud için
yeterli olmadı, onu tehdit eden bu öncü ifşa edilmeli, rezil edilmeliydi.
Hamlet’in Ödipal bir kompleksi yoktu ama Freud’un kesinlikle
bir Hamlet kompleksi vardı ve belki de psikanalizin kendisi bir Shakespeare
kompleksidir!
Şamanizm psikanalizden önce vardı ve sonrasında da devam
edecek; dinamik psikiyatrinin en safhalidir Şamanizm.
Shakespeare’in Hamlet’i babasının hatırasına sevgi ve saygı
duyar, annesi ile ilgili çekinceleri vardır. Freud’a göre Hamlet bilinç altında
annesini arzular ve babası için de öldürme amaçlı düşünceler taşır, tıpkı
gerçekte Claudius’un barındırdığı duygular gibi.
Oyunun hiçbir yerinde hiç kimse, ne Hamlet ne de Hayalet,
karısına düşkün bu babanın, oğlunu sevdiğine dair bir şey söylemez.
Hamlet, Avrupa'ya ve dünyaya bundan dört yüz yıl önce duygu
çelişmesinin dersini vermiştir ve Freud, Hamlet’in arkasından gelen geç kalmış
biridir.
Hamlet bir isterik değildir ama Freud’un isterik hastaları
vardır ve Hamlet’i de onlara uydurur. Daha da ilginci, kendisini de Hamlet’e,
Hamlet’in duygu çelişmesine uydurur.
Kültürel tarihimizde çok az figür Freud’un bilincimize
kavramlar yerleştirme başarısına yaklaşmıştır. Hepimiz “tabii ki, bu Oedipus
kompleksi hepimizde var” diye söylemeyi öğreniriz, ama gerçekte bu Hamlet
kompleksidir ve sadece yazarlar, diğer yaratıcılar bu komplekse sahiptir.
Wittgenstein’in uyardığı gibi Freud, zamanımızın büyük mit
yaratıcısıdır,
PROUST: CİNSEL KISKANÇLIĞIN HAKİKİ İNANCI
Kayıp Zamanın izinde / kişilikleri temsil etme gücüyle
Shakespeare ile boy ölçüşecek durumdadır.
Proust’ta hiçbir kıskanç aşık katil olmaz: Kayıp Zamanın
komedisinin ruhu bunu yasaklar.
Gerçekleri bularak işkence, Proust'un komedi formülüdür,
çünkü bu kendi kendine işkencedir ve bulunan gerçekler de özünde hayal gücünün
sonuçlarıdır.
Mutsuzluk bitince kabalık tekrar ortaya çıkar ve bu
ahlakımızın normal seviyelerine düşmesine izin verir.
Bu büyük romanın ele aldığı şey estetik kurtuluştur: Kaos
Çağı’nın başlıca mit yaratıcısı olarak Proust, Freud ile yarışır.
Aşkın süresini uzatan kıskançlık, hayal gücünün ürünlerinden
başka malzeme barındıramaz.
Anlatıcıya göre kıskançlık Marcel’in Albertine’e olan
aşkından önce gelir.
Sadece yetersiz bir okur Proust’un Kayıp Zamanı ile ilgili
ahlakçı göz¬lemler yapmaya cesaret edebilir; kitabın görkemi ve ironisi onu
aptallar¬dan korur. Ama Proust’un bilgeliği çok serttir; sevgi, büyükanne ve
Marcel arasında gerçektir ama diğer karakterler arasında değildir.
JOYCE'UN SHAKESPEARE İLE MÜCADELESİ
Genel kanıya göre, Ulysses ve Finnegans Wake'in karşısında
sadece Proust'un Kayıp Zamanın izinde'si durabilir, özellikle eğer Vico ve
Joyce haklıysa bizi yeni Teokratik Çağ'ın sınırına ge¬tirebilir.
Joyce’un Ulysses’i eşzamanlı olarak Odysseia ve Hamlet’in
üzerine kur¬ması dikkat çekicidir
Stephen'ın amacı babalık otoritesinin kendisini ortadan
kaldırmaktır.
Kendimiz boyunca yürürüz…
“Çokkültürcülük” olarak yanlış adlandırılmış akım tamamıyla
entelektüel¬lik karşıtı ve edebiyat karşıtıdır
Finnegans Wake, Ulysses’in bittiği yerde başlar: Poldy uyur,
Molly mükemmel bir şekilde düşüncelere dalar ve Everyman gecenin kitabını hayal
eder.
“Ama ben hepsinden nefret ediyorum ve hepsinden. Delirdi
içimde yalnız¬lık. Hepsi onların hatası.”
WOOLF'UN ORLANDO ADLI ROMANI: OKUMA AŞKI OLARAK FEMİNİZM
“feminist edebiyat eleştirisi”nin kurucusu olarak bilinir ve
okunur.
…günümüzde Woolf, Mrs. Dalloway ve Deniz Feneri'nin yazarı
olmaktan çok Kendine Ait Bir Oda’nın yazarı olarak tartışılır. Orlando’nun
günümüzdeki ünü neredeyse tamamen kadın kahra¬manın cinsel dönüşümü ile
ilişkilidir ve kitaptaki en önemli şeyler olan ko¬medi, karakterizasyon ve
İngiliz edebiyatının başlıca dönemlerine duyulan yoğun sevgiyle ilgili
değildir.
Babası Leslie Stephen, onun kırgınlıkla resmettiği gibi
ataerkil bir ca¬navar değildi
Woolf için Leslie Stephen, Deniz Fenerindeki Mr. Ramsay’dır:
kendi çocuklarına bir babadan çok bir dede olmuş son Viktorya dönemi insanı.
KAFKA: KANONSAL SABIR VE “YIKILMAZLIK"
Eğer yüzyılımızı en iyi temsil eden tek bir yazar seçmek
isterseniz kendinizi evsiz barksızlar arasında dolaşırken bulabilirsiniz.
Auden’a göre Kafka zamanımızın ruhudur.
Tamamen edebi bir bakış açısından za¬manımız, Freud'un çağı
olmaktan çok Kafka'nın çağıdır.
Kafka'nın aşk mektupları, şimdiye kadar yazılmış en endişeli
aşk mektuplarıdır.
Kafka’ya göre sabırsızlık bütün günahları içine alan tek
büyük günahtı.
“Çabuk uyu! Yastıklar bize lazım;' Yahudi sabırsızlığının
özüdür bu.
Tanrı, her zaman başka bir yerdedir, uçu¬rumun sonunda,
uykudadır ya da belki de ölüdür
Sonsuz karmaşık şekillerde, Kafka’nın yazdığı her şey Yahudilerle
ilişkisine ve Yahudi geleneğine geri döner.
Bütün inkâr etmelerine ve mükemmel kaçışlarına rağmen,
Kafka, basit bir şekilde Yahudi edebiyatıdır,
Onun için, yıkılmazlık insanlar arasındaki hakiki bağdı ve
onların en derin gizli benliklerini ifade ediyordu. Bu algıya bir gnosis’ten
başka ne diyebilirim bilmiyorum
Kafka’da suçluluğun önceliği vardır çünkü o bizim
“yıkılmazlığımızın" istediği bedeldir; gerçekten de Kafka için hepimiz
suçluyuzdur çünkü en derin benliğimiz yıkılmazdır.
BORGES, NERUDA VE PESSOA: HİSPANİK-PORTEKİZLİ WHITMAN
Borges dikkat çekici bir edebi çocuktu; ilk eserini yedi
yaşındayken yayınladı,
Whitman tarzı şiirler yazmaya on sekiz yaşında başladı
Ancak zamanla İspanyolcanın Whitman’ı olmayacağını anladı
çünkü bu rol Neruda tarafından kapılmıştı. Bunun yerine, belki Kafka’nın
etkisi altında Kabalistik ve gnostik deneme-meseller yazmaya başladı ve kendi
karakteristik sanatı buradan yeşerdi.
“Ölüm ve Pusula” Borges’de ve Borges hakkında en değerli ve
en gizemli olan şeyin bir örneğidir. Bu on iki sayfalıkhikâye, dedektif Erik
Lönnrot ile gangster şefi züppe Red Scharlach’ın arasındaki kan davasının
sonuçlarının izlerini sürer.
Onun kozmolojik duruşu kaotiktir; hayal gücü açısından bir
gnostiktir ancak entelektüel ve ahlaki açıdan kuşkucu bir hümanisttir.
Borges oldukça gnostiktir.
Bu üslupta mükemmelleşmesi “Teolog” adlı hikâyesinde olur.
…labirent Borges’in merkeZi imgesi, bütün
takıntılarının ve kâbuslarının bir araya geldiği yerdir.
Borges neredeyse her şeyi bir labirente dönüştürebilir: evler,
şehirler, manzaralar…
Robert Browning'in “Fears and Scruples” adlı şiiri Kafka
hikâyelerinin kehaneti gibidir
Borges sizi yaralayabilir ama daima aynı şekilde yaralar,
böylece Borges’in temel hatasına varmış oluruz: en iyi eserlerinde çeşitlilik
yoktur…
Borges kuşkucudur, çok bilgilidir ve bilerek romansın
aşırılığından, sınırların ötesinde dolaşma anlayışından yoksundur.
(Neruda) Stalinciliği, sıklıkla şiirlerinin dokusu üzerinde
bir siğil gibidir ama sadece birkaç yer dışında Canto generale büyük bir zarar
vermez.
Canto generarda yaklaşık 300 tane farklı şiir vardır.
(O. Paz) “Walt Whitman, yaşadığı dünya ile uyumsuzluk
yaşamayan tek büyük mo¬dern şairdir.”
Lizbon'da doğmuş olan Pessoa, baba tarafından Yahudi
dönmelerden (conversos) geliyordu.
BECKETT, JOYCE, PROUST, SHAKESPEARE
Beckett sessizliğe bağımlıydı, Joyce da öyleydi;
birbirlerine karşı yöneltilmiş sessizliklerden oluşan sohbetleri olurdu, ikisi
de hüzünlüydü: Beckett dünya için, Joyce da büyük ölçüde kendisi için.
Beckett’ın Hamlet’i, aşırı bilincin eylemi yadsıdığı Fransız
modelini takip eder.
“Senden öğrendiğim sözcükleri kullanıyorum ben. Artık bir
anlamları kalmadıysa yenile¬rini öğret. Ya da bırak susayım.”
V. KISIM
KANONU LİSTELEMEK
AĞITSAL SONUÇ
Edebiyat çalışmalarının bir geleceği olduğuna inanmıyorum
ama bu edebiyat eleştirisinin öleceği anlamına gelmez.
Edebi etkilenme “ruhun politikası”dır
En büyük Ingiliz şairleri olan Chaucer ve Shakespeare yerine
Milton, Anglo-Amerikan şiirsel kanonunun tarihinde merkezi figürdür.
…ideoloji, edebi kanon oluşumunda hatırı sayılır bir rol
oynar.
(Ekler / Listeler)
…
The Western Canon
Türkçeleştiren: Çiğdem Pala Mull
İthaki Yayınları, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder