6 Kasım 2024 Çarşamba

Oswald Spengler - Batının Çöküşü

 

Oswald Spengler - Batının Çöküşü

 



Oswald Spengler (1880-1936)


O, materyalist hümanistlerden, ütopyalardan, "daha iyi bir dünya" taraftarlarından nefret eder.

İnsanın makinaya esir oluşuna karşıdır. Mühendisler birer "makina papazı"dırlar. Makina dünyaya hakim olduğu sürece her Avrupalı bu korkunç silaha hayranlık duyacaktır.

 

Tarihin bir mantığı var mıdır?

 

Mısırlı ruh, geçmişi ve geleceği bütün dünyası gibi idrak eder, uyanık şuurla eş olan şimdiki zamanı ise sadece iki ölçüsüz alanın dar ve müşterek sınırı olarak görürdü.

Mısırlılar ölümlü oluşu inkâr ettiler (s. 27).

 

Perikles’in çağına kadar günün zamanı sadece bir gölgenin uzunluğuna göre tahmin ediliyordu ve ancak Aristo çağıyla “ora” kelimesi (Babilliler’in mânasıyla) “saat” ifadesini aldı.

 

Batı kültürünün tam eşiğinde, Augustinus’un ikili (düalist) dünya şeklini çürüten ve özde gotik olan zekâsıyla zamanının yeni Hıristiyanlık’ını, Eski ve Yeni Ahit’teki dinlere ek üçüncü bir deyim olarak beyan eden ve bunu Baha’nın Çağı, Oğlu’nun Çağı ve Kutsal Ruh’un Çağı olarak ifade eden, Hegelvarî felsefenin ilk düşünürü olan yüce Florisli Joachim’i (1145-1202) buluyoruz. Öğretisi, Fransiskenler’den ve Dominikenler’den en iyileri olan, Dante ve Thomas Aquinas’ın ruhlarına işledi ve yavaş fakat emin adımlarla kültürümüzün tarih duygusunu eline alan bir dünya görüşünü uyandırdı (s. 33).

 

Goethe’nin “hayatta önemli olan hayattır, hayatın bir neticesi değil” sözü tarihi şeklin bilmecesini bir program aracılığıyla çözmek için yapılan herhangi bir mânâsız tecrübeye cevaptır (s. 34).

 

Ben dünya tarihini organik şekillerin, bitmeyen değişim ve dönüşümlerin harikulade büyüme ve yok olmalarının bir görünümü olarak kabul ediyorum.

 

Tarihi İzafiyet

Evrensel geçerlilik daima özelden özele tartışma yanılgısını kapsar.

 

Yüzeyde benzerlik büyük bir tuzaktır

 

…Batının çöküşü medeniyet meselesinden başka bir şeyi kapsamaz (s. 45).

Her kültür kendi medeniyetine sahiptir.

Medeniyetler gelişmiş bir insanlık türünün varabileceği en dış ve sunî durumlardır. Bir neticedir onlar.

 

Kültürden medeniyete geçiş klasik dünya için dördüncü, Batı dünyası için ise XIX. yüzyılda tamamlanmıştır.

Bu dönemlerden itibaren büyük (…) kararlar (…) üç veya dört büyük şehirde alınıyor.

Bir dünya yerine, geniş bölgelerin bütün hayatını toplayan ve gerisini kurutan, bir şehir, bir nokta.

 

Medeniyetin gücünü temsil eden mücerrete hizmet eden gerek klasik söz sanatı (retorik-belâgat) ve gerekse Batı basını için para'dır. Halkın varlığının, tarihî şekillerin içine göze batmadan giren, çoğu zaman bu şekilleri yok etmeden ve hattâ rahatsız etmeden, para ruhudur (s. 48).

 

Kültür adamının gücü içe, medeniyet adamınınki ise dışa dönüktür.

 

Cecil Rhodes

 

Gerçeklerin olmadığı yerde duygu ağır basar.

…biz daha sonraki hayatın sert ve katı gerçeklerini hesaba katmalıyız,

 

Sistematik felsefecinin çalışmaları, neticelerinin devamlı olduğunu farzettiğinden, devamlı ve ciddî hatalara tabi olur. Her düşüncenin tarihî bir dünyada yaşadığını ve bu yüzden ölümlülüğün müşterek kaderine bağlı olduğu gerçeğini unutuyor.

 

Her felsefe kendi ve sadece kendi zamanının ifadesidir

…iki çağın aynı felsefî amaçlara sahip olduğu görülmemiştir.

Oluşan düşüncelerin ölümsüzlüğü bir hayaldir. Esas olan, onlarda ne çeşit bir insanın ifadeleştiğidir. İnsan ne kadar büyükse felsefe de o derece doğrudur

Bir öğretinin yüceliğini ancak hayata gerekliliği tayin eder,

 

Bir öğreti, dönemin hayatının derinliklerine kadar tesir etmiyor ve saldırmıyorsa o öğreti değildir ve öğretilmemesi daha iyi olur,

 

Doğrular ancak belirli bir insanlıkla ilişkili olarak doğrudur.

 

Sayıların Mânası

Hayat mümkün olanın gerçekleşmesinin tamamladığı şekildir.

…dünya gerçek olandır, tamamlanmış olandır, hayat ise tamamlayandır.

Bilginin tamamına iki yönden bakılır -oluşmak ve oluş, hayat ve yaşanan; oluşmak, mümkün olanın gerçekleşmesidir

 

Sayı / matematik, s. 69 vd.

Sayı, sebep ihtiyacının timsalidir. Tanrı fikri gibi, tabiat olarak dünyanın esas mânasını kapsar.

 

Tabiat sayılabilendir,

Her kültürün kendi matematiği vardır

(Mutlak) matematik yoktur, sadece matematikler vardır…

 

Sayılar hislerden bütünüyle arınmış anlayışın, saf düşüncenin görüntüleridir ve soyut geçerliklerini kendi içlerinde ihtiva ederler.

 

…bir kültürün sayı kavramı ile dünya fikri birbiriyle ilgilidir

 

(İlkel insan) dış dünyanın ona uygun iç dünyasından kesin olarak ayrıldığında, uyanan hayatına bir yön ve şekil verdiğinde, aniden yalnızlığının şuuruna varan ruhun içinde özlemin (sehnsucht) köklü duygusu yükselir.

Birden “geçmiş” ve gelecek kelimeleri kaderci bir mâna kazanmışlardır.

…ölümlülük korkusu / dehşet…

 

Dünya korkusu (sanat ve keşifler ile dindirilir)

 

Dünya Tarihi Meselesi

Bilinen ve tabiat tek ve aynı şeydir.

Eğer kişi oluşma ve tamamlama 'ya bakarsa tarihi yaşar; oluş ve tamamlamayı incelerse tabiatı tanır.

 

Her kültür ferdî insanın yaş safhalarından geçer. Her birinin çocukluğu, gençliği, olgunluğu ve yaşlılığı vardır.

 

Zaman kelimesi bir çeşit tılsımdır.

kesinlikle düşünülemez;

Onu bir fikir olarak yaratırız / s. 113

 

…tarih ilmî yoktur,

…ne olup bittiğine dair kehanette bulunmak kabiliyeti vardır.

…olayın arkasında bir şey aramayın (s. 120).

 

Şekiller, olmak için değil, bir şeyler ispat etmek için meydana getirildi.

 

Makrokozmos

Her oluşan şey ölümlüdür.

 

Uzunluk ve genişlik tamamen duyulara ait izlenimleri temsil ederler. Fakat derinlik ifadenin, tabiatın temsilidir ve “dünya” onunla başlar.

 

Eflatun’un, eski bir Yunan inancına bağlayarak, “anamnesis” (hatıra) dediği şey budur.

 

Sanatlar yaşayan birimlerdir ve yaşayanın parçalanması imkânsızdır.

 

İlk devrin yüce mimarîsi onu izleyen bütün sanatların daima anasıdır; onların seçimini ve ruhunu tespit eder.

 

Rönesans sanatı, anti-gotik bir sanattan başka bir şey değildir.

 

Klasik resmin ciddî üslubu paletini san, kırmızı, siyah ve beyazla sınırlandırmıştı.

 

Mavi ve yeşil müteâl, ruhî, duyulara bağlı olmayan renkler...

Sarı ve kırmızı, klasik renkler, maddenin, yakın olanın, canlılığın renkleri... Kırmızı cinsiyetin özel rengi…

 

San ve kırmızı halk tarafından tutulan renklerdir, kalabalığın, çocukların, kadınların ve vahşilerin renkleri…

 

Mavi ve yeşil yalnızlığın, ilginin, geçmişe ve geleceğe bağlı bir şimdiki zamanın, evrende yükümlülük olarak yerleşen kaderin renkleri…

 

Koyu yeşil kaderin rengi

 

(Rembrandt) kahverengi ruhun, özellikle tarihe karşı temayüllü ruhun, has rengi oldu.

 

…eski sanat yakın olanın, elle tutulanın ve zamansızın sanatıdır. Klasik heykel mevcut “tabiat”ın bir parçasıdır ve bundan başka hiçbir şey değil. Klasik şiir mısralarında heykelcidir. Yunanlılara tabiata karşı kayıtsız bir bağlılık tanıyan duygumuzun kökü burada yatar (s. 193).

 

(17. asırdan itibaren resimdeki gerileme, müziğin ilerleyişini getirir)

XVIII. Yüzyılda mimarî de nihayet öldü, rokoko müziğinin içine batarak, boğularak, Batı mimarîsinin bu son şahane ve zarif ürünü merhametsizce tenkit edildi ve kimse farketmedi ki menşei füg’ün ruhundadır,

 

Beethoven’den sonra müzik, iç özünde bir değişiklik olmadan, tekrar resme dönmüştü…

 

Empresyonistlere göre sanatın sonu ve zirvesi fırça darbeleriyle ve renk lekeleriyle uzayda bir dünyayı ortaya çıkartmaktı,

Her şey cisimsiz sonsuzlukta bir oluyor, garip kabarmalarla hayalî bir uzaya meydan okuyan belirsiz ton kütlelerinden artık düz bir melodi bile kurtulamaz. Güdü müthiş karanlık derinliklerden çıkar.

Nietzsche’nin Wagner hakkında söylediği her şey Manet’ye de tatbik edilebilir. Düşünce resmine (ınhaltsmalerei) ve soyut müziğe karşı basite, tabiata açık bir dönüş olan sanatları gerçekten büyük şehrin (megalopolis) barbarlığına bir taviz mânasına gelir ve çürümenin başlangıcı bir kabalık ve incelik karışımında belirli şekilde görülür.

Acı netice şudur ki, Batı’nın şekil sanatları bir daha onarılamayacak halde sona ermiştir

Bugün sanat olarak tatbik edilen -ister Wagner’den sonra müzik, ister Manet, Cezanne, Leibl ve Menzel’den sonra resim olsun güçsüzlük ve sahtekârlıktır (s. 217).

 

Birinci tekil şahıs gotik mimarîde bir kule gibi yükselir; helezon bir “ben”dir, istinat kemeri bir “ben”dir.

 

“Ben”i komşusuyla olan ilişkilerinin başlangıç noktası olarak almak; “ben”in yakın ve sevgili olanın aşkı ile “ben”i ahlâkî olarak yükseltmek, “ben”in uğruna pişman olmak, ona göre Batılı kendini beğenmişçiliğin işaretleridir, kendine has düz kilise damı ve kubbe serpintisi ile karşılaştırdığı bizim katedrallerimizin gökyüzüne meydan okuması gibi.

 

“Tanrı” kelimesi / ruha karşılık olarak “irade” kelimesiyle anlatılanı belirtir, yani alanı içinde olan her şeyi hareketlendiren kuvvet.

 

…güç fikri / barokun özel bir eseridir.

Barok mimarîsi, gördüğümüz gibi, Michelangelo’nun rönesansın mimarî unsurları olan destek ve yük yerine dinamiğin unsurlarını teşkil eden güç ve yığını getirmesiyle başlamıştır.

 

…iyi bir biyografi için gerekli olan karakterdir,

 

Shakespeare’inki baştanbaşa bir monolog’dur. Konuşmalarda, hatta grup sahnelerinde, esasında her biri kendi kendine konuşan, kişiler arasındaki muazzam iç mesafenin farkında oluruz. Hiçbir şey bu ruhî uzaklığı yenemez.

 

Her kültür kendisine has bir yuva ve anayurt mefhumuna sahiptir.

 

Herkes başkalarından bir şeyler ister.

Bizim için ahlâk olan bu ve sadece budur. Batının ahlâkında her şey yöndür, iktidar isteğidir, uzak olanı tesir etmek iradesidir.

…herkes için ahlâkın başlangıcı genel ve devamlı geçerlilik isteğidir.

 

Ahlâkın bu şekli bizim için apaçıktır,

Fakat klasik çağda, Hindistan’da veya Çin’de böyle değildi, meselâ, Buda almak veya almamak örneğini verir ve Epikür ise öğütler sunar. Her ikisinin de yüksek ahlak şekilleri olduğu inkâr edilemez ve hiçbiri irade unsurunu ihtiva etmez.

Ne kadar kültür varsa o kadar ahlâk vardır

 

Klasik insanın ahlâk ideali trajedisinde belirtilen ve arınmasında (katarsis) açıklanandır.

…insanın sahip olduğu ahlâkla, sahip olduğunu düşündüğü ahlâk arasında çok karanlık ve çok dengesiz bir münasebet vardır

 

Bütün değerlerin değer değişmesi her medeniyetin en temel hususiyetidir. Bir önceki kültürün bütün şekillerini yeniden biçimlendiren, onları başka bir mânada anlayan, değişik yollardan tatbik eden bir medeniyetin başlangıcıdır.

 

Kültür ve medeniyet -bir ruhun canlı gövdesi ve mumyası. Batılı hayat için ayrılık 1800 yılları civarında yatar-

 

Stoacı dünyayı bulduğu gibi kabul eder, sosyalist ise onu şeklinde ve özünde yeniden tanzim etmek ve değiştirmek, kendi ruhuyla doldurmak ister.

 

…hayat ancak hareket olduğu müddetçe değer kazanır. Ve hareketin organik fikrinin mekanikleştirilmesi genel mânada anlaşılan, faustian tesirinin medenî şekli olarak, iş mefhumuna yol açar.

 

Klasik ruh, kehanet ve fallarıyla, sadece geleceği bilmek ister, fakat Batılı insan onu şekillendirmek arzusundadır.

 

Modem fizik sayesinde, bir makine ile çalışıyormuş gibi tabiatla çalışabiliyoruz.

Her tabiat İlmînin öncesinde bir din vardır.

 

Varlık ve hareket… Bunları iki başka kavram olarak tasavvur etmeye çalışan batı, bu çıkmazda boğulur.

 

Her yaşayan kültürdeki maneviyat dindardır, dine sahiptir, ister şuurlu olsun ister şuursuz. Maneviyat dinsiz olamaz, en fazla, Medici’lerin Floransa’sında olduğu gibi, dinsizlik fikri ile oynayabilir. Fakat büyük şehir insanı dinsizdir; bu varlığının bir kısmıdır, tarihî durumunun bir işaretidir (s. 287).

 

Batı fiziği / dogmatiktir. Muhteviyatı, uzay ve mesafe ile aynı olan, güç dogmasıdır.

 

Ev, köylü için “yerleşmişliğin” sembolü olduğu gibi, kasaba da kültür insanı için aynı şeydir.

Köylü, bütün kültürlerden bağımsız ebedi insandır.

Kasaba akıl ve para demektir.

 

Her ırkın kökleri vardır.

Eğer ırk yuvada şimdi bulunmuyorsa, bu demektir ki o ırk artık yaşamamaktadır.

 

halk bir ruh birimi

Tarihin büyük olayları aslında halklar tarafından yaratılmamıştı; onlar kendileri halkları yarattılar.

 

Ostrogotları ve Osmanlıları sonradan o duruma getiren göçlerin kısmetiydi.

 

“halk” kelimesinin tek anlamıdır. Ne konuşma birliği ne de fizikî bir soy, bir kesinlik sağlamaz.

Bir halkı (halk yapan şey) “biz”in içten yaşanan tecrübesidir. Bu duygu ne kadar derin olursa, halkın vis viva’sı (hayat duygusu) da o kadar güçlü olur. Halkların enerjik ve uysal, geçici ve yıkılmaz olan şekilleri vardır. Onlar şivelerini, adlarını, ırklarım ve topraklarını değiştirebilirler; fakat ruhları ölmediği müddetçe kendilerini tekrar toplayabilir ve hangisi olursa olsun her kaynağın insani malzemesini devralabilirler (s. 354).

 

Karolinyan İmparatorluğu’nun halk şekillerinden -Saksonlar, Swabianlar, Franklar, Vizigotlar, Lombardlar- aniden Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar ve İspanyollar doğar.

 

Kültürlerinin tarzına uyan halkları Millet olarak adlandıracağız…

 

Bütün önde gelen topluluklar içinde en belirgininin iç birliğini yaratan sadece “biz”in güçlü duygusu değildir; milletin altında bir fikir yatar. Bu kollektif varlığın akışına, kadere, zamana ve tarihe çok derin bir ilişkiyle bağlıdır (s. 356-357)…

 

Pseudomorphoses (sözde değişim)

…eski bir yabancı kültür, yörenin üzerine öyle bir ağırlıkla yığılmıştır ki, yeni kültür nefes bile alamaz ve yalnız saf ve belirgin ifade şekillerini başarmaya değil, kendi özgüvenini bile geliştirmeye imkân bulamaz.

Arap kültürünün durumu budur. Onun tarih öncesi tamamen iki bin yıl boyunca ardarda gelen fatihlerin avı otmuş eski Babil medeniyetinin çevresi içinde uzanır (s. 361).

 

Magian kültürü, coğrafî ve tarihî akımdan üstün kültür gruplarının tam ortasındadır. Hem zaman hem uzay bakımından diğer hepsiyle ilişkide olan tek kültürdür.

 

İkinci bir sözde-değişim bugün Rusya’da gözlerimizin Önüne serilmiştir.

I703’te Petersburg’un kurulmasından itibaren ilkel Rus ruhunu yabancı bir kalıba, önce tam bir barokun, sonra aydınlanmanın, daha sonra da XIX. yüzyılın kalıbına sokan sözde değişim tarafından izlenmiştir,

 

Moskova'nın ilkel çarlığı bugün bile Rus dünyasına uygun düşen tek şeklidir, fakat Petersburg’ta bu, Batı Avrupa’nın sülale şekline sokulmuştu. Her ortodoks ruhundaki kutsal güneyin (Bizans ve Kudüs) güçlü çekimi, yüzü Batı’ya dönük olan dünya diplomasisi tarafından çevrildi (s. 364).

 

“Petersburg" der, Dostoyevski, "dünyadaki en soyut ve sunî kenttir”. Orada doğmasına rağmen, o kentin bir gün sabah sisiyle birlikte ortadan kaybolacağı duygusuna sahipti.

 

Sözde-değişimin iki sözcüsü ve kurbanını anlamak için Dostoyevski’nin köylü, Tolstoy’un ise Batı toplumunun adamı olduğunu bilmek yeterlidir. Birisi kendi ruhu içinden asla çıkamazdı; diğeri ise, bütün çaresiz çabalarına rağmen, onun yanına asla yaklaşamadı.

 

Tolstoy önceki Rusya, Dostoyevski ise gelecek Rusya’dır, içindeki Tolstoy Batı’ya bağlanmıştır, inkar ettiği zamanlarda bile Petrinizm’in büyük sözcüsü odur. Avrupa'ya karşı köpürse bile ondan asla sıyrılamamıştır. Ondan nefret ettiği için kendinden de nefret ederek Bolşevizm’in babası olmuştu. Bu ruhun asıl güçsüzlüğü ve “onun” 1917 devrimi, yazarın ölümünden sonra yayınlanmış olan “Karanlıkta Bir Işık Parlar” adlı eserinde itiraf edilmektedir. Bu nefreti Dostoyevski bilmez. Onun hırslı yaşama gücünün kapsamı Batılı da olsa her şeyi kucaklayacak kadar geniştir. “İki anavatanım var, Rusya ve Avrupa” der. Hem Petrinizmin hem de devrimin ötesine geçmiştir ve onlara sanki çok uzakta kalmışlar gibi bakar. Ruhu apokaliptik, özlemli, çaresiz, fakat geleceğinden emindir (s. 366),

 

Burada başlangıç ve sonun birbirini kovaladığını görürüz. Dostoyevski bir aziz, Tolstoy ise bir devrimcidir. Tolstoy Peter'in gerçek halefi ve sadece Peterinizm’in karşıtı değil, aynı zamanda nihaî sonucu, metafiziğin sosyale son olarak düşürülmesi ve sözde-değişimin ipso facto yeni bir şeklidir (s. 367).

 

…iyilik prensibi olan bir tek Tanrı vardır, diğer bütün ilâhlar güçsüz ya da kötüdürler. Bu doktrine burada İsaiah’da açıkça görülen, fakat aynı zamanda da içten bir gerekliliğin baskısı altında, bundan sonraki yüzyıllar içinde her yerde dışarı fışkıran bir mesih ümidi kendini iliştirmiştir. Bu magian dininin temel fikridir,

 

Paulus, akıl bakımından bir haham, duygu bakımından bir apokaliptikti.

 

Niçin Edessa veya Ctesiphon’a değil de Roma’ya. Korent’e gitti? Ne sebeple köyden köye değil de sadece şehirlerde çalıştı?

 

Markos’un özünü oluşturan İsa’nın sözleri değil, fakat O’nun Paulus’un ağzındaki doktrinidir, ilk hıristiyan kitabı Paulus’un buluşundan çıkar.

 

Talebelerinin kendisi hakkında bir şey bilmediği İsa’nın doğumu etrafında çocukluğunun hikâyesi gelişti.

 

Her dinî yönden yaratıcı devirdeki her gerçek kurucu gibi eski tanrıları yenilen güçlere dönüştürdü. Yehova, yaratıcı Tanrı, Demiurge olarak “adil” ve bu sebeple kötüdür. İsa, bu kötü yaratıcılıktaki güvenilen Tanrı’nın canlı örneği olarak “yabancı”dır, yani “Doğru Prensip”tir.

 

Logos / Işık

 

Batı'da Eflatun, Pisagor ve hepsinden önce Pisagor bu bakımdan Peygamber sayılırlardı.

 

700 yılından itibaren Şantung'da camiler yükseldi; 720’de Şam, Güney Fransa’da uzun zaman önce yerleşmiş olan Araplara Frankların ülkesini ele geçirmeleri için emirler verdi / s. 426

 

İkna edilen bir metafiziğin temelinde sadece sebepsel moral, yani ahlâkî teknik vardır.

 

Varlığın akımlarından bağımsız olan doğrular olsaydı, bir doğrular tarihi olmazdı. Eğer ebediyyen doğru bir tek din olsaydı, dinî tarih kavranamayan bir fikir olurdu.

 

Din büyük bir çığlık gibi başlar. Karamsar endişe, bir bitki gibi ana topraktan yeşeren bir bakışta şık dünyasının derinliğini kavrayan coşkun bir uyanışla aniden giderilir.

 

Cehennem Prensi, akrabaları (annesi ve büyükannesi, çünkü onun varlığı evliliğin kutsallığını reddettiği için karısı ve çocuğu olamaz) düşkün melekleri ve bön uşaklarıyla tüm dinî tarihte en müthiş buluşlardan biridir.

 

Azizler ve melekler boşlukta uçarlar; fakat şeytanlar atlar, zıplar, cadılar ise geceler boyunca hışırdar. Gotik sanata tanımlanamayan çekiciliğini veren gündüz ve gece zıtlığıdır.

 

Magian insan için dünya mağarası veya gök yakındır, fakat gotik insan için gök sonsuzcasına uzaktır. Bu uzaydan hiç bir el aşağıya uzanamaz ve yalnız ego hakkındaki her şey alaycı şeytanın dünyasında yer alıyordu. / s. 448

 

…günah çıkarma bir otobiyografidir.

 

XVII. Yüzyılda protestan Kuzey’de, katolik Giiney’de ve hatta Amerika ve Hint topluluklarında da olduğu gibi bir milyondan fazla cadı yakıldı.

 

Pisagor bir filozof değildi. Sokrat öncesi taraftarlarının sözlerine göre o bir aziz, bir peygamber ve kendi doğrularını çevresindeki insanlara her politik ve askeri vasıtasıyla zorla kabul ettirmek isteyen koyu dindar bir toplumun kurucusuydu.

 

(inancın müritleri) Hepsi de önceden alınlarına yazılan kaderden Tanrı’nın seçtiği kişiler olma garantisini kazanmışlardı. Parlamento ve bağımsız ordulardaki büyük Eski Ahit coşkunluğu ki bu ardında, XIX. yüzyılda bile birçok İngiliz ailesinde İngilizlerin dünyaya hükmedeceği önceden kaderce saptanan azizler devleti İsrail’e ait on kayıp kabileden türediği inancını bırakmıştır; aynı zamanda 1620’de başlayan Amerika’ya göçü de üstünlükte etkilemiştir. Bugünün Amerikan dini diye adlandırabileceğimiz şeyi oluşturmuş, şimdi bile bir İngiliz’e belirli bir politik lakayıtlığını, esas olarak dinsel ve köklerini önceden yazılan kaderden alan bir güvenlik veren, niteliği beslemiş ve kışkırtmıştır. / s. 459

 

Kültür daima dinsel yaratıcılıkla eş anlamlıdır. Her büyük kültür, şehir öncesi kırlıklardan yükselen güçlü bir temayla başlar, sanat ve düşünce şehirleriyle devam eder. Dünya şehirlerinde bir materyalizm finaliyle kapanır.

 

“Bilgi fazilettir” sözüne Konfüçyus da inanıyordu, Buda ve Sokrat da, fakat “bilgi güçtür” sözü ise sadece Avrupa- Amerikan Uygarlığı’nda hiçbir anlama sahip değildi. / s. 463

 

500 yılı sıralarında / Yahudi Baroku başlar.

1000 yılı civarı / Yahudiler, halen hemen hemen fellâhken, Batılılar henüz neredeyse ilkeldiler.

 

Yahudi, her girdiği yerde aynı derecede mahvedici olmuştur. / s. 471

 

Erkek ve Kadın

Hayat diye adlandırdığımız kozmik akışların dipsiz sırrı iki cinse ayrılmalarındadır.

Dişi kozmiğe yakın durur. Toprağa daha derin kök salmıştır. Tabiatın büyük devirli ritimleriyle doğrudan doğruya ilgilidir.

Erkek kaderi yaşayarak tecrübe eder, sebep-netice ilişkisini, oluşmanın sebep mantığını kavrama yeteneğine sahiptir. Dişi, aksine, kendisi kader, zaman ve oluşmanın organik mantığıdır; işte bu nedenle de sebep-netice ilişkisi ona daima yabancıdır.

Erkek tarihi yapar, kadın ise tarihtir.

 

Tarihin iki anlamı vardır. Kozmik veya politiktir.

İki çeşit kader, iki çeşit savaş, iki çeşit trajedi vardır. Toplumsal ve özel. Bu ikiliği hiçbir şey dünyadan kaldıramaz. / s. 475-477

 

…kadınlar, kozmik ritmlere daha yakın ve daha içgüdüsel olarak kendilerini yeni hareket tarzının şekillerine erkeklerden daha çabuk adapte ederler. Kadınlar en alt tabakadan kibar toplum sınıfına birkaç yıl içinde tam bir kesinlikte yükselirler ve yine aynı hızla düşerler.

 

Kültür ve “durum” karşılıklı yer değiştirebilen unsurlardır; beraber doğar, beraber yokolurlar.

 

Politika en kesin anlamda hayat, hayat ise politikadır. Her insan ister istemez sübje veya obje olarak bu savaş dramının bir üyesidir, üçüncü bir şık daha yoktur.

 

…kamuoyunun özgürlüğü kamuoyunun hazırlanmasıyla ilgilidir ki bu da para ister; ve basın özgürlüğü kendisiyle birlikte basının sahip olma meselesini getirir ki bu da yine bir para işidir; seçim hakkıyla birlikte seçim propagandası gelir ki burada da parayı veren düdüğü çalar. Fikirlerin temsilcileri sadece bir tarafa bakarlar; para temsilcileri öteki yönünü görürler.

 

Liberalizm ve sosyalizm kavramları ancak para vasıtasıyla etken bir duruma getirilir.

1700 yılına kadar izlenebilen itibarlı İngiliz politikacıları her değişiklikte politikacının alışveriş yaparmış gibi oy topladığını, bir oyun bedelinin bir dönüm arazinin fiyatıyla eşit olduğunu belirtmişlerdir. Waterloo Zaferi’nin haberi Paris’e vardığı zaman, Fransız hükümetinin “mallarının” fiyatı yükseldi.

…para ülkenin efendisi olarak öne geçti. Paranın kârında, paranın götürdüğü yönlerde ve para tarafından mümkün kılınan zamanda işlemeyen hiçbir proleter, hatta hiçbir komünist hareket yoktur ve liderleri arasında idealistler de olmak üzere hiçbirinin bu gerçekten en ufak bir şüphesi yoktur. Akıl yapar, para ise yönetir. / s. 492-493

 

Sezarizm” deyimiyle, sahip olabileceği herhangi bir meşrutî formülasyonu değersiz kılan, kendi içe dönük özünde tam bir şekilsizliğe dönüş yapan bir hükümet çeşidini kastediyorum.

…bütün kurumlar ne kadar dikkatli kurulurlarsa kurulsunlar, o andan itibaren tüm anlam ve ağırlıktan yoksun bırakılmışlardı. Gerçek önem bütünüyle Sezar veya onun yerine bunu uygulamaya muktedir olan herhangi biri tarafından uygulanan kişisel güçte merkezileşmişti.

İmparatorluk Çağı, her kültürde aynı şekilde, akıl ve para politikalarının sonu demektir.

“Irk" saf ve karşı konulamaz olarak ortaya çıkar, en güçlüleri kazanır ve geriye çürükleri bırakır. Onlar dünyanın yönetimini sıkıca elde tutarlar. Kitaplar ve problemler ülkesi taşlaşır ve hafızalardan silinir. / s. 507

 

Politikaya istidatlı halklar yoktur.

 

…gerçek bir devlet adamı aynı zamanda, kelimenin geniş anlamıyla, bir eğitici olmalıdır. Bir moral veya doktrin temsilcisi değil, fakat eylemde bir örnek olması gerekir.

 

…her şeyden üstün olan hareket değil, emretme yeteneğidir.

 

Dünyayı fetheden Hıristiyan İncil’i değil, Hıristiyan şehidiydi. Ona kuvvet veren, haç üzerindeki insanın doktrini değil, örneğiydi.

 

Büyük kişiler çoğunlukla olayların akışında, ölümlerinin yarattığı boşlukla, yaptıklarından daha çoğunu yıkarlar.

 

Her sosyalist ayaklanma, sadece kapitalizm için yeni yolların kıvılcımlandırır.

 

Hayatın arzusu kendini muhafaza etmek ve hüküm sürmek, ya da daha çok, hüküm sürebilmek için kendini güçlendirmektir.

 

Mülk daima değişebilir bir nakit paraydı.

…sonra, değerli madenlerin doğal olarak sınırlanmış miktarı, ihtiyaçları karşılamak için oldukça yetersiz hale geldi. Kişi değil nesne olan köle, satılabilir bir değere sahip oldu.

Klasik ekonomi maddeye dayanırken bizim ekonomi dünyamız güç ve yığın tarafından düzenlenir. / s. 547-548

 

Düşünce kendini duygudan kurtarmıştır. Bu dönemsel değişimi getiren kelimelerin dilidir.

 

(teknik düşünce) Dua ve oruçlarla Tanrı’nın sırrını ele geçiren düşünür kaşifler hücrelerinde Tanrı’ya hizmet ettiklerini hissettiler.

Fakat hepsi için de aynı zamanda şeytanın da bu oyunda bir parmağı olması gibi gerçek bir faustian tehlike, onları ruh olarak, üzerinde bütün dünyaya hükmetme gücü için söz verdiği o dağa götürme riski vardı.

 

Para ve kan arasındaki çelişki.

Para, kan tarafından devrilir ve yok edilir.

 

Biz şuna veya buna erişme özgürlüğüne değil fakat gerekli olanı yapma veya hiçbir şey yapmama özgürlüğüne sahibiz.

 

---

Türkçeleştiren: Giovanni Scognamillo - Nuray Sengelli

Dergâh Yayınları, 2. Baskı, Kasım 1997

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder