31 Mayıs 2025 Cumartesi

Rize'den Gürcistan'a Siyasetin Mekânsal Tezahürü - Özet - Notlar

Betül Kocaoğlu Dündar - Rize'den Gürcistan'a Siyasetin Mekânsal Tezahürü Yoksunluk, Mahremiyet ve Anonimlik Bağlamında Mekân Oluşturma – Notlar

Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024

 

Giriş

“Taşra ...bir insanın her şeyini alıyor ve ona hiçbir şey vermiyor, oysa büyük kent hiç durmadan veriyor veriyor, bunu görmek ve tabi hissetmek gerek, oysa gören ve hissedenler pek az, o yüzden iğrenç bir duygusallık içinde taşraya çekiliyorlar, orada da her durumda en kısa zamanda zihinleri emiliyor, boşaltılıyor ve eninde sonunda perişan olup gidiyorlar”

Thomas Bernhard

 

Heredot, Halikarnas’ta doğan bir tarihçi olsa da hayatının önemli bir bölümünü dönemin medeniyet merkezlerinden biri olan Atina’da geçirmiştir. Ününü Atina’ya borçludur.

 

(Osmanlı) Devletin merkezi İstanbul iken; ülkenin geri kalanındaki kurumlara ‘taşra’ teşkilatı denilmiştir.

Osmanlı döneminde sürgüne gönderilen memurların durumunu ifade etmek için “taşraya çıkmak” ifadesi kullanılırdı.

 

Modernleşme tartışmaları bağlamında; kent-taşra, merkez-taşra zıtlığı hem dünya edebiyatında hem ülkemizde kendini göstermiştir.

 

Çalışmada Rize’nin merkez ilçesinde ikamet eden ve Rize’ye dışarıdan gelen insanların, daha önceki yaşam deneyimlerine bağlı olarak Rize’yi nasıl deneyimledikleri, şehir ve şehirdekiler ile kurdukları ilişkiler, şehrin kullanmayı tercih ettikleri mekanları, kendi yaşam dünyalarını yeni yaşadıkları şehirde nasıl kurdukları, kurdukları yaşam alanlarını hangi kavramlar üzerinden inşa ettikleri ve nasıl anlamlandırdıkları, yorumlanmaya ve tartışılmaya çalışılacaktır.

 

Bourdieu’nun kavramsallaştırmasıyla “kültürel kapital” hayatın daha sonraki aşamalarında da bireylerin beklentilerinin çerçevesini çizer. Bu talepler, gidilen yerdeki mekanların düzenlenmesini, yeniden oluşturulmasını, gözden geçirilmesini, mekanlarda kurulan sosyal ilişkilerin derecesini üzerinde de bir belirleyiciliğe sahiptir.

 

ilk bölümünde, öncelikle mekân kavramının ne olduğu literatür göz önünde bulundurularak gözden geçirilmiş ve insan-mekân ilişkisini anlamlandırmada hangi kıstasların önemli görüldüğü ile ilgili bir tartışma yürütülmüştür.

Çalışmanın ikinci bölümünde ise Rize’nin neden bir taşra kenti olarak anlamlandırdığı görüşmecilerin verdiği yanıtlar ışığında yorumlanmaya çalışılmıştır.

Görüşmecilerin Rize anlatılarında özellikle “yoksunluk”, “mahremiyet” ve “anonim olamama” kavramlarına göndermede bulundukları söylenebilir.

Çalışmanın son bölümünde ise görüşmecilerin taşrada çektikleri yoksunlukların, yaşadıkları mahremiyet ihlallerinin ve kamusal alanlarda anonim olamamalarının onları farklı mekanlar bulmaya ve yeni mekanlar inşa etmeye teşvik ettiğini iddia ettim.

 

Birinci Bölüm - Alana Ve Araştırmaya Dair

Bu çalışma, büyük şehirlerde yaşama tecrübesi edinmiş ve daha sonra iş sebebiyle Rize’ye gelmiş insanlarla yapılan mülakatlara ve görüşmecilerin gündelik hayatlarının katılımcı gözlem yöntemiyle incelenmesine dayanmaktadır.

 

…görüşmecileri yurtdışında lisansüstü eğitimini tamamlamış, tercihen bir metropolde ya da büyük şehirde yaşam deneyimi olmuş bireyler arasından seçtim.

 

30 görüşmeci ile derinlemesine mülakat yapılmıştır.

hepsi üniversite mezunu ve büyük çoğunluğu lisansüstü öğrenimlerini doktora seviyesinde tamamlamışlardır.

 

Gürcistan’a ‘kaçış’ sadece bir merak ya da kısa süreli bir gezi olmaktan öteye giden başka sebeplerden oluşuyordu. Bir ‘nefes alma’ ‘kendileri olma’ hallerini de oluşturuyordu.

 

Ekonomik açıdan Rize iline bakıldığında, tarım, sanayi sektöründen ziyade hizmet

sektörünün ağırlıklı olduğu bilinmektedir. Hizmet sektörü bakımından ise turizm sektörü öne çıkmaktadır.

 

Şehrin konumu gereği şehirleşme kıyıya yakın ve çok dar bir alanda konumlanmıştır. Bu durum şehrin mekân anlayışını ve o şehirde yaşayan insanların şehirden beklentilerini de kısıtlamaktadır. Rize, yılın her mevsimi yağış almaktadır.

…sürekli yağış alan bir yerde üstü açık çok az eğlenme ya da zaman geçirme mekânı vardır. Çünkü her an yağmur yağabilir ve ıslanmamanız gerekir. Böylece zaman geçirebileceğiniz birçok mekân sürekli kapalı bir kutu gibidir.

Şehrin çok dar bir şekilde kıyı şeridi olarak konumlanması mekânlarında dar ve kısıtlı bir alana yerleşmesine neden olmaktadır.

 

İkinci Bölüm - Mekân, Kent Ve Taşra

Bir mekâna karşı tavrımız, onu yorumlayışımız ve hayallerimiz kendimizi nasıl algıladığımız ve içinde bulunduğumuz koşullarla ilgilidir.

 

…kişilerin mekânlara yükledikleri anlamlar bireysel olup zamana ve duruma göre değişir.

 

Lefebvre mekânın toplumsal bir ürün olduğunu ve her üretim biçiminin kendi mekânını ürettiğini söyler.

 

Kentlilik, kırsal ve toprağa bağlı feodal bir hayattan sonra gelen bir aşamadır ve birincil anlamı çeşitliliktir. Toprağa bağlı hayatta yani kırsal kesimde hayat tekdüze akar ve tek tip bir yaşam ve davranış biçimi hakimdir. Kentte ise bu durum insanın yaşam alanının genişlediği ve yayıldığı bir çeşitlilik hakim olur.

 

Sözcük anlamıyla taşra, merkezin dışında ve dışarıda olanı temsil eder.

 

Simmel’e göre taşra öznel kültürün korunduğu, kentler/metropoller ise nesnel kültürün uzantısı şeklinde tanımlanan mekânlardır. Taşrada ilişkiler daha kolay ve sıcaktır. Kentlerde/metropollerde ise insanlar arası münasebetler kısa, seyrektir.

 

Üçüncü Bölüm - Kendini Taşrada Hissetmek

…her büyük yerleşke kendinden daha küçük olan yerleşkeleri ‘taşra’ olarak tanımlamaktadır

 

Taşrada zaman akmaz, yapılacak çok az şey ve her zaman her şeye vakit vardır. Kentlerde ise zaman akıp gider, hep bir koşuşturma ve hareket hali mevcuttur.

 

…hep olumsuz tecrübeler yaşadım Rize esnafı ile ilgili. Şöyle ya çok şeyler nasıl söyleyeyim bu işi sanki zorla yapıyorlar paraya ihtiyaçları yok gibi alacaksan indireyim falan havasındalar.

 

Taşra gözler, bakar.

…kendinden olmayanı fark eder ve kendine benzetmeye çalışır.

 

(Simmel) Taşra hayatına özgü ilişkiler, ruhun daha bilinçsiz katmanlarına kök salmıştır; en kolay şekilde geliştikleri yer, kesintiye uğramayan alışkanlıkların düzenli ritmidir. Oysa zihnin yeri, ruhumuzun açık, bilinçli ve yüksek katmanlarıdır; zihin, içsel güçlerimiz arasında uyum yeteneği en yüksek olanıdır.

 

Dördüncü Bölüm - Mekan Oluşturma

…mekân oluşturma insanların bulundukları yerleri, yaşadıkları yerlere dönüştürme yoludur

 

Kent mekânlarının çeşitliliği sayesinde, her kesimden insana kendi gündelik yaşam pratikleri ve kültürünü sürdürme, yeni bir şey deneyimleme sağlarlar.

 

Aidiyet bireyin toplum içinde kendini konumlandırması ve ayrıca kişinin kendini oraya ait hissetmesi ile gerçekleşen bir duygu ve durum olarak karşımıza çıkar.

 

Rize’de yerel halk kendi aralarında tanışıklık üzerinden sıkı ilişkiler yürütmektedir. Bu ilişkiler ağına ise dışarıdan gelen yabancıların dahil olması çokta kolay değildir.

 

Sonuç

Görüşmecilerin kent ve taşra bağlamında Rize hakkındaki anlatılarından ise daha önce bahsedildiği gibi yoksunluk, mahremiyet ve anonim olamama kavramları ağırlıklı olarak vurgulanmış

 

Rize’deki mekân kısıtlılığının yoksunluk hissi oluşturmasının yanı sıra bu kişilerin hem mesleklerinden kaynaklı hem de şehrin oldukça homojen ve küçük bir yapıya sahip olması nedeniyle yerel halk tarafından kolayca fark edilir olmaları kişilerin mahremiyet, ve anonimlik hallerine müdahaleyi kolaylaştırmaktadır.

 

Görüşmecilerin kendilerine özellikle Rize’den bir “kaçış” ve “nefes almak” için uzaklaşmak istediklerinde seçtikleri yerlerin en başında Gürcistan (Batum) gelmektedir. Bu tercihle kişiler yoksunluk, mahremiyet ve anonimlik durumlarını yönetebilmek için mekânsal yönelimlerini çeştlendirmektedirler.

... 

Osmanlı'da Zaman-Mekan Kavrayışının Değişimi ve Mimarlık – Özet - Notlar

Işıl Uçman Altınışık - Osmanlı'da Zaman-Mekan Kavrayışının Değişimi ve Mimarlık – Notlar

Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2012

 

Birinci Bölüm ile öngörülen, tezin sıkça başvuracağı kavramlar ve kuramsal bakış açılarını ele alan, teze dair bir giriş bölümü ortaya koymaktır.

Çalışmanın ilişkili olduğu literatürün tanımlandığı ve konusu ile amaç ve kapsamının ortaya konulduğu bu genel çerçevenin ardından ikinci bölüm, "temporal zaman- mekan" kavrayışını kavramsal açılımları ve dönemin ilişkili olgularıyla birlikte bir sosyo-kültürel konstrüksiyon olarak ele alıp irdeleyecektir.

"Temporal Zaman-Mekanın Aşınması" başlığı altında üçüncü bölüm ile amaçlanan gelenekselden moderne olan dönüşümde, temporal zaman-mekan kavrayışında yaşanan aşınmaları irdelemektir.

dördüncü bölüm, Osmanlı-Türkiye dönüşüm sürecinde değişen toplumsallığın irdelenebilmesi için 'kamusal mekan'ın ve 'kamusal mekanda yaşanan değişim'in zaman-mekan kavrayışında yaşanan değişim ile ilişkilendirilerek değerlendirilmesini öngörmektedir.

beşinci bölüm, ilk dört bölümün irdelediği Osmanlı'da zaman-mekan kavrayışı ve kavrayışın değişimiyle karşılıklı olarak yaşanan toplumsal ve kültürel dönüşümleri daha özel bir aralıktan, mimarlık alanından incelemeyi öngörmektedir.

"Sonuç" bölümü, tezin bütününde kullandığı kavram ve kuramların tezin farklı bölümlerinde öne çıkardıklarını bu kez bir arada değerlendirecektir.

 

Bölüm 1

Giriş

tez, değişimi irdeleyebilmek için değişen ortamı zaman-mekan parametresi ile birlikte değerlendirmeyi öngörmektedir.

 

"temporal" kelimesi sözlüklerde, art zamanlılığı (the sequence of time) ve/veya tikel bir zamanı (a particular time) niteleyen; bununla beraber geçicilik (temporality) ve dünyevilik (secularity) ile ilişkili bir sıfat olarak yer almaktadır

Etimolojik kökeni Latince temporalis'e uzanan ve Latince'deki genel anlamıyla "zaman, mevsim", özel anlamıyla "bir şeyin tam zamanı, tam mevsimi" anlamına gelen tempus'tan türeyen sözcük, İtalyanca, Fransızca, Portekizce, İspanyolca, İngilizce ve Almanca gibi dillerde bazı ses farklılıkları ile de olsa "temporal" biçiminde geçmektedir.

 

zaman toplumların pratiklere olan zihinsel ve kültürel mesafelerini anlamlandırırken, mekan bu pratiklerin ortamını oluşturur.

 

Bölüm 2

Temporal Zaman-Mekan

"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir

Mübtela-i gama sor kim giceler kaç saat."

Fuzuli

Temporal zaman-mekan kavrayışının bağlamını oluşturan modern öncesi gündelik yaşam ve pratikler 'mekana bağıl rölatif bir zaman kavrayışı' ile birlikte akar. "Ne zaman?" sorusu "nerede?" sorusu ile birlikte anlam kazanır.

 

Osmanlı'da içeriği belirleyen İslam, Tasavvuf düşünce ve felsefesinin etkisi altında zaman-mekan kavrayışına ve imgelemine büyük ölçüde kaynaklık etmiştir

 

"An", göz açıp kapayıncaya kadar olan kısa bir süreyi; "vakit" ise kiraz vakti örneğinde olduğu gibi belirli bir süreyi ifade eder.

 

ay hareketi, temporal zaman-mekan birimlerinin en temel belirleyicisidir ve diğer temporal zaman-mekan birimleri buradan türer.

Bu anlamda gökyüzündeki doğuş ve batış hareketi ile birlikte ayın aldığı ilk görünüm olan "hilal" ile başlayan döngünün sayılması temporal zaman-mekan takvimini başlatır. Bu ilk görünümün 7 günlük süre boyunca bir halden diğer bir hale geçişi "hafta"yı; ışığının artarak mehtaba, biçiminin dolunaya geçişi ve tersinin gerçekleşerek tekrar hilal biçimini alışı "şehr" adı verilen 29-30 günlük, iki hilal arası süre olarak tanımlanan "ay"ı belirler.

 

alaturka saat, en temelde günün başlangıcını güneşin batışı yani gurup vakti olarak kabul eden, böylelikle gün batımından gün doğumuna ve gün doğumundan gün batımına olmak üzere gün zamanını iki defa 12 saat'lik parçalara ayıran bir sistemdir

 

Önemli olayların kayıtlarının düşüldüğü mühimme defterlerinde "gün"ün düşüldüğü en erken tarihli kayıt eldeki bilgilere göre 1866 yılına aittir

 

Aydüz / eşref saatin hesaplanmasını şöyle anlatır: "Uğurlu saatin hesaplanabilmesi için öncelikle güneşin o gün hangi burcun hangi derecesinde bulunduğunu bilmek gerekir. Daha sonra ise bulunulan yerin enlemine göre istenilen günde güneşin tam olarak saat kaçta doğduğunu tesbit etmek gerekir. Ayrıca bazı önemli yıldızlar ile bazı gezegenlerin mevkilerinin de bilinmesi gereklidir. Bu bilgiler rasadhanelerde yapılan rasadlar neticesinde hazırlanan ziçlerde bulunmaktadır.

 

19. yy. öncesinde gündelik yaşam mekana bağıl rölatif bir zaman kavrayışı ile birlikte akar. "Ne zaman?" sorusu "nerede?" sorusu ile birlikte anlam kazanır

 

 

Bölüm 3

Temporal Zaman-Mekanın Aşınması

19. yy. öncesinde gündelik hayat kozmolojik olarak düzenlenen ve sürdürülen kültürel bir mekanizmadır.

 

(Ahmet Haşim) İstanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. 'Saat'ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır

Müslüman gününün başlangıcım şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder.

Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor. Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz

 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Hayri İrdal Nuri Efendi'nin düşüncelerini şöyle alıntılar:

enab-ı Hak insanı kendi sureti üzerine yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti...saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!

 

19. yy. öncesinde "alaturka saat", gündelik hayat ilişkilerini regüle eden ve sürdüren kültürel bir mekanizmadır.

19. yy. yerel durumların aşınmaya başladığı kültürlerarası bir dönemdir ve bu dönemde oluşan toplumsallık, modernin konusunu oluşturur.

 

19. yy'ın ikinci yarısına kadar aydınlatma, başta zeytinyağı olmak üzere çeşitli bitkisel ve hayvansal yağlar kullanılarak yakılan fener, kandil ve mumlar ile sağlanır. Bu araçların yakılması ve ışığın sürekliliğinin kontrolü gece boyunca takip edilmesi gereken bir iştir.

 

Bölüm 4

Zaman-Mekan Kavrayışının Değişimi ve Kamusal Mekan

Havagazı üretimi, bu üretimin öncesinde mümkün olmayan iç ve dış mekan sürekliliğindeki aydınlatmayı kentsel bir konfor olarak toplumsal hayata açar. Osmanlı bağlamında 19. yy.'ın ikinci yarısında gündeme gelen bu uygulama zaman-mekan kavrayışında yaşanan değişimin izlenebileceği önemli olgulardandır.

 

Dolmabahçe Gazhanesi, Dolmabahçe Sarayı bünyesinde, sarayın aydınlatma ve ısıtma sorununu karşılayacak bir endüstriyel yapı olarak gündeme gelmiş, ardından hızla kentin hizmetine açılmıştır.

 

Bölüm 5

Zaman-Mekan Kavrayışının Değişimi ve Mimarlık

Mimarlık kültürel-toplumsal bir üretim alanıdır. Bu anlamda her kültürel toplumsalın kendine özgülüğünü ortaya çıkararak etkinleşen bir gerçeklik ortamı olarak tanımlanabilir.

…gerçeklik değiştiğinde içeriği ve anlamı da değişir.

 

Bölüm 6

Sonuç

Modern süreçler öncesi Osmanlı'da gündelik hayatın ritmini, Ay, Güneş, bazı yıldızların birbirine göre konumları ve gökyüzündeki görünümleri ile mevsim olgusunda da olduğu gibi doğanın ampirik gözlemine dayanan kozmolojik sabitlerin döngüselliği belirler. Toplumsal düzen bu kozmolojik döngü kavrayışı üzerine kuruludur.

 

Tez kapsamında konu somutlanarak örneklenmiş, gün ışığının egemen olduğu zaman aralığını hesaplayan alaturka saat sistemine eşlik eden ve çoğu kez üzerinde ay takvimini de bir gösterge olarak barındıran mekanik saat düzeneği ile yaşamanın toplumsal çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır.

 

19. yy'ın özellikle ikinci yarısından itibaren ise bu değerler sistemi değişir. Döneme kadar doğanın ritmini eksen edinerek kozmolojik olarak düzenlenen ve doğadan başka bir tempoya ihtiyaç duyulmadan iktisadi, hukuki ve dini olarak yönetilebilen toplumsal hayat, 19. yy.'ın ikinci yarısında yeni düzenlemelere gereksinim duyar.

 

Mimarlıkta Tasarım Mekan ve Zamanın Felsefi Açıdan İncelenmesi – Özet - Notlar

Cenker Oktav - Mimarlıkta Tasarım Mekan ve Zamanın Felsefi Açıdan İncelenmesi – Notlar

Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

 

Bu çalışma mimarlığın ne olduğunu anlama, yapısal özelliklerini belirleme ve mimari yapıların değerinin nelerden oluştuğunu tespit etme amacıyla oluşturulmuştur.

 

Üretilen model ışığında tasarım, mekan ve zaman kavramlarının önemi tespit edilmiştir.

 

Sanatta ve mimaride tek başına biçimin değerli olduğunu söyleyen formalizm ve tek başına işlevin değerli olduğunu söyleyen fonksiyonalizmden farklı olarak, kullanışlılığın ve estetiğin bütünlüğünü kuran tasarım kavramının önemine değinilmiştir. Böylece mimari üretimin maddeden malzeme, malzemeden işlev, işlevden biçim ve biçimden de mekan üreterek gerçekleştiği tespit edilmiştir.

 

Mekanda işlevin nerede, güzelin nerede olduğu sorgulanarak, işlevsel ve estetik değerle birlikte bir mimari yapının mekânsal değerinin ne olduğu üzerine düşünülmüştür.

 

Giriş

Birinci bölümde mimarlığın yapısı araştırılmakta, mimarlığın oluşumuna etki eden disiplinlerin ve kavramların neler olduğu sorgulanmaktadır.

Mimarlığın kavramsal çözümlemesinin ardından gelen ikinci bölümde mimari tasarım kavramına yoğunlaşılmaktadır.

Mimari tasarımın amacı olarak nitelendirilecek mekan, üçüncü bölümün merkezinde yer almaktadır.

 

Mimarlığın mekanla üç ilişkisi ön plana çıkmaktadır. İlk olarak yer kavramı, mimari üretimin coğrafi özelliklerini, fiziksel yapısını ve geometrik sınırlarını belirleyen koşul olarak göze çarpmaktadır.

Ardından yapıya ait iç mekan ve dış mekan şeklinde iki mekan tipiyle karşılaşılmaktadır.

Son olarak ‘Mimaride Zaman’ başlıklı dördüncü bölüm, zaman kavramının ele alınmadan mimarlık üzerine yapılacak felsefi sorgulamanın eksik kalacağı tespitinden hareketle kurulmuştur.

 

BİRİNCİ BÖLÜM - MİMARLIĞIN KAVRAMSAL ÇÖZÜMLEMESİ

Mimarlığın kavramsal çözümlemesi, mimari kimliğin nasıl kurulduğu ve geliştiği, mimarinin kendisini nasıl var ettiği, kökeninin neye dayandığı ve nasıl kurumsallaştığı gibi soruları bünyesinde barındırır.

 

Mimarlık, her şeyden önce insanın güvenlik gereksinimini karşılamayı amaçlamasıyla ortaya çıkmıştır.

 

…mimarlığın üretimleri, davranışlarımızı şekillendirir, ruhsal durumumuzu belirler, kültürümüzü, düşüncelerimizi ve değerlerimizi etkiler.

 

Tarihin kaydettiği ilk mimar, M.Ö 2635 ile 2595 yılları arasında firavun Zoser’in yönetimindeki Mısır’da faaliyet göstermiş olan İmhotep’tir.

 

Architect sözcüğü Yunanca architekton sözcüğünden gelmektedir. Arche köken, tekton ise inşa etme, yapma anlamına gelmektedir. Bu bağlamda architekton, inşa etmenin kökeni anlamını taşır.

 

15. yüzyıla kadar mimari eğitim, loncalara bağlı olarak yürütülmüştür.

 

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başına kadar mimarlık, devlete ait yapılaşmalar, kamu binaları, ibadethaneler ve lüks saraylar gibi toplumun sınırlı bir kesimine yönelik üretimleri içermektedir.

Endüstri devrimiyle birlikte artan yapı üretimleri mimarlara yeni alanlar açmaya başlamıştır.

 

Gündelik hayata dair karşısına çıkan problemleri çeşitli icatlarla, buluşlarla ve pratik akıl yürütmelerle çözmeye çalışan insan, zanaat üretimlerine yönelik ilk adımlarını atar. Bu bağlamda zanaat, insanın belirli bir hayat tarzını idame ettirme becerisine dayalı bir uğraştır. Bu tespit zanaatın kökeninin maddi kültür olduğunu göstermektedir. Maddi kültür, insanın karşılaştığı sorunlara karşı ürettiği çözümlere yönelik pratik becerileri araştırır.

 

zanaat ve sanata yönelik üçer alt kavram

beceri için getirilebilecek tanım şudur: Gündelik hayata dair karşısına çıkan problemleri çözmeye çalışan insanın, zanaat üretimlerine yönelik ilk adımlarını atmasını sağlayan, çeşitli icatlar, keşifler ve pratik akıl yürütmelere yönelik kazanımların kaynağı. Uzmanlık için ise farklı becerilere sahip insanların üretimlerinin farklılaşması sonucu, her bir beceri türünün belirli bir sistem içerisine sokulmasıyla gerçekleştirilen çalışma alanı şeklinde bir tanım yapılabilir. Zanaata yönelik üçüncü özellik olan gelenek ise beceriler ve becerilere dayalı uzmanlıkların nesilden nesile aktarılması ve zanaatın kurulumu ile birlikte toplumun kültürel mirasının temelinin oluşmasını sağlayan sistem olarak nitelendirilebilir.

 

Mimarinin sorun çözme becerisi, mimari eserin inşa edilmesini gerektirir.

 

1919 yılında Almanya’da sanat eğitiminin temellerini değiştirmek amacıyla mimar Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus tasarım okulu

Bauhaus okulunun en temel amacı sanat ve zanaatı her alanda birleştirmek, sanat ve zanaatın bölünmez bütünlüğünü oluşturmaktır.

 

Bir mimari gelenek, tarih boyunca inşa edilen mimari yapıların sürekliliği ile sağlanır.

Mimari geleneğin anlamlılığını kullanım özelliği kurar. Mimari, kullanıldıkça kültürel bir anlama kavuşur.

Kullanım ile gelenek arasındaki bu ilişkiye ‘mimari kültür’ adı verilebilir.

 

Taklit ve Temsili sanat kuramları…

 

Mimari eseri doğa nesnesinin bir parçası olarak görmek, taklit sanat kuramının düşüncesidir.

Temsili sanat kuramında bir obje ancak ve ancak hakkında yorum yapılabilen, söz söylenilebilen bir konusu olduğunda bir sanat yapıtı olabilmektedir.

 

Mimari eserin ne doğanın taklidi, ne temsili, ne de herhangi bir şeyin dışavurumu olduğu, esas önemli olanın güzel bir biçime ulaşmak olduğu söylemi, biçimcilik ya da formalizm kuramının mimarideki yansımasıdır.

 

Taklit olarak mimarlık, doğa nesnesinin bir parçası olmayı amaçlar. Temsil olarak mimarlık, bir düşünceyi, bir olayı, hakkında bir şey söyleyebileceğimiz bir durumu simgelemeyi hedefler. Dışavurum olarak mimarlık, bir duyguyu ifade etmeye çalışır. Biçim olarak mimarlık ise, doğrudan güzele ulaşmayı, güzeli zihinde kurmayı ve ardından biçime yansıtmayı amaçlar. Son olarak incelenmesi gereken estetik değer olarak mimarlık, bir mimari eseri değerli kılan etmenlerin neler olduğu sorusu üzerinden yola çıkmamızı sağlar.

 

Bilinen en eski mimarlık nitelendirmesi, mimarlığın kullanışlılık (işlevsellik) , dayanıklılık (sağlamlık) ve güzelliği göz önünde bulundurarak uygulanması gerektiğini söyleyen Romalı mimar Marcus Vitruvius’a aittir

1600’lü yıllarda Fransız mimar Claude Perrault, biri pozitif, diğeri keyfi iki estetik ilkenin varlığından söz etmiştir. Pozitif temel, yapının inşa edilmesi için faydalı ve zorunlu olan kullanım ve amaçtır. Bir başka deyişle sağlamlık, sağlıklılık ve rahatlık. Keyfi dediğimiz ilke ise, güzelliktir.

 

…mimarlık, insanın mekan üretmek içi maddeyi kullanma sürecidir denilebilir.

 

İKİNCİ BÖLÜM - MİMARİ TASARIM

Yirminci yüzyılda tasarım kavramının çok daha fazla öne çıkma nedeni, mutlak bilgiden kopuştur. Zira mutlak bilginin olduğu yerde ayrı ayrı tasarım modelleri söz konusu olamaz.

Genel anlamda tasarım, insanın tinsel yaratma erkiyle meydana getirdiği tüm üretimleri içermektedir.

İkinci yoruma göre ise tasarım, içinde bulunulan şartların ışığında en doğru analiz, en gerçekçi çözüm ve en yüksek performans gibi verilerin mutlak doğru ve kesin bilgi ışığında üretimleridir.

 

Aristoteles nesneleri “başka türlü olamayan nesneler” ve “başka türlü olabilecek nesneler” olarak ikiye ayırmıştır. Olduğundan başka türlü olamayan nesneler, evrende zorunlu olarak var olan, dolayısıyla ezeli ebedi olan şeylerdir. Bilimin nesneleri bu tür şeylerdir. Olduğundan başka türlü olabilecek nesneler ise “yaratılan veya meydana getirilen bir şey” olabileceği gibi “yapılan, eylenen bir şey” de olabilir. Aristoteles bu tür varlıklara örnek olarak mimarlığı verir ve her türlü sanatın bu kategoriye girdiğini belirtir.

Sanat yapmanın doğadan ayrışmak olduğuna değinen Kant için sanat ürünü, eserin nesneden ayrışması gibi doğanın ürününden ayrışır.

 

Doğanın ürettiği varlıklara eklenen tüm kültür varlıklarını oluşturan, doğadaki oluş - yok oluş döngüsüne insanın yaratma erkiyle meydana getirdiği sürekliliği sağlayan çalışma alanına tasarım denir.

 

Çağdaş ortam, her şeyden önce teknik nesnelerin kurduğu bir dünya olarak karşımıza çıkıyor.

teknik nesnelerle sarılı bir ortamda yaşıyoruz.

 

Bazı düşünürler için zanaat ile teknik arasında herhangi bir fark yoktur. Nitekim antik yunandaki tekton kavramının, yapmak, inşa etmek, ustalık anlamında hem zanaatı hem tekniği içerdiği söylenebilir.

 

Zanaatın terk edilmişliği ve zanaattan tekniğe geçişin altında yatan en büyük neden, endüstri devrimi ile birlikte gelişen sanayileşme ve üretimlerin tekil insan üretiminden seri üretime geçişidir.

 

Teknik ile sanat arasındaki ilişkiyi sorguladığımızda günümüzde tekniğin düşmanlaştırılması ve sanatın yüceleştirilmesine yönelik tutumu düşünmek gerekir. Teknik nesnelerin çevreye zarar verdiği, doğayla uyumlu olmadığı, insan yaşantısını yapaylaştırdığı gibi pek çok söylemle karşılaşırız. Öte yandan sanat nesnelerinin insan yaşantısını zenginleştirdiği, insanı psikolojik ve entelektüel açıdan geliştirdiğine yönelik düşünceler yaygındır.

 

Sanatın tasarımsal varlığı, tinsel varlık ile madde dünyası arasındaki bütünlüğün kurulumu ile gerçekleşir. İnsan duygu, düşünce ve hayal gücünü katarak maddeye biçim verir. Sanatın kaynağı biçim üretimi, biçimin kaynağı ise tinsel varlıktır.

 

mimaride teknik, mimarlık bilgisinin yöntemidir.

 

Platon için form güzelliği, asla bir nesnenin güzelliği ile aynı şey değildir. Form güzelliği, daha çok bir nesneyi güzel kılan prensiptir. Plotinos’a göre güzellik simetriye dayanmaz, bir orantı sorunu değil, her şeyden önce kalite sorunudur.

Goethe için sanat güzel olmaktan önce ‘şekillendirici’, ‘biçimlendirici’dir

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE MEKAN

…mimari tasarım sürecinin, maddenin işlevselleştirilmesiyle teknik, işlevin biçimselleşmesiyle sanat ürününü oluşturduğu tespit edildi.

 

…bir mekanın var olabilmesi için gerekli olan en temel husus, yatayda ve düşeyde sınırlandırılması, herhangi bir boşluğa, algılanamaz sınırsızlıklara yer vermemesidir. Mekanı var edenin sınır, yok edenin ise boşluk olduğu tespiti, mekan kavramına yönelik yapılacak bütün değerlendirmeleri etkiler.

 

Sınır ve biçim kavramlarının ardından, bir mekanın var olabilmesi için üçüncü gereklilik ışıktır.

…mekanın bir yaşama alanına dönüşmesi için nelerin gerekli olduğu sorulduğunda verilmesi gereken en temel yanıt, mekanın anlamlandırılmasıdır.

 

Lefebvre, toplumsal üretim ve zihinsel üretim şeklinde mekana yönelik iki üretimden söz eder.  Böylece fiziksel mekan, zihinsel mekan ve toplumsal mekan şeklinde bir mekan üçlüsü sunar.

Toplumsal mekanı şöyle anlatır Lefebvre: “Devlet ve onu oluşturan kurumlardan her biri, bir mekan varsayar ve bunu kendi ihtiyaçlarına göre düzenler.

 

Geometri, yer anlamındaki “geo” ve ölçüm anlamındaki “metro” kelimelerinden üretilerek “yer ölçüsü” anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla geometrik mekan “yer”in mekanıdır.

 

…bir mimari mekanın var olabilmesi için coğrafi bir alan, geometrik bir koordinat, fiziksel bir arazi ve kültürel bir parsel veya mülk şeklinde dört bağlam tespit edilmiştir. Bütün bu bağlamlar, yer kavramının mimari mekana getirdiği özelliklerdir.

 

İnsanın ihtiyaçlarını karşılamayı başaran mekanlar değerli, başaramayan mekanlar değersiz olacaktır.

 

…iç mekan tasarımını belirleyen dört temel kavram olduğu saptanmıştır. Bu kavramlar özne, ihtiyaç (değer), eylem ve nesne olarak göze çarpmaktadır.

 

Mekanın öznesinin insan, nesnesi ise biçim

 

Konut nesnesinin huzurlu, ticari nesnenin kaliteli, eğitim nesnesinin talepkar, kutsal mekanın biçiminin yüce, kültür mekanının biçimin davetkar, turizm mekanının biçiminin ise sıra dışı gözükmesi gerektiği sonucuna varıldı.

 

Turizm mekanları, genellikle yıldan yıla yapılan dinlenme ihtiyacını karşılar. Bu nedenle şehre en uzak olması gereken turizm mekanlarıdır. Ardından kültür mekanları gelir. Kültür mekanları, aylık veya haftalık periyotlarla ziyaret edilen mekanlardır. Ardından gelen kutsal mekanlar, günlük veya haftalık periyotlarla ziyaret edilmeleri bakımından turizm ve kültür mekanlarından şehre daha yakın olmalıdır.

 

Ulaşım koşulları, tarih boyunca şehirlerin gelişimini belirlemiştir. 18. yüzyılda denizyolu, 19. yüzyılda demiryolu, 20. yüzyıldan günümüze kadar ise karayolu ulaşımı, gelişen teknoloji ışığında insanları ve mekanları birbirlerine bağlamaktadır.

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE ZAMAN

Mekan birlikteliğin, zaman ise art ardalığın yapısını kurar. Bu birliktelik ve art ardalık sayesinde hareket gerçekleşir. Hareket ile birlikte tüm canlılar yaşamaya başlar. Bu bağlamda mekan ve zaman, canlılığın temel yapıtaşlarını oluşturan unsurlar olarak görülebilir.

 

Geçmişini anlamlandıran kişi, şimdiye yönelir.

 

mimarlığın üç temel özelliği olan sağlamlık, işlevsellik ve güzelliğin, mimaride psikolojik zamanın tesiri altında oluştuğu sonucu çıkmaktadır.

 

5000 kişinin yaşadığı tahmin edilen Çatalhöyük evleri, tarihte tespit edilen en eski konut yerleşimlerinden biridir.

Çatıyı bugünkü kullanma amacımızla, Çatalhöyüklülerin çatıyı kullanma amaçları bambaşkadır. Çatalhöyük’te çatı şehirdir, ulaşımdır, yoldur, insanların vakitlerini geçirdikleri ve birbirleriyle iletişime geçtikleri tek açık alandır. Kapı ve pencerenin olmayışı, kapı ve pencerenin misyonlarının çatıya ve merdivene yüklenmesine yol açmıştır. Evlerine çatıdan merdivenle giren Çatalhöyüklüler, yapı elemanlarının bile işlevlerinin zamanla değişebileceğini bize gösterir.

 

Tarih içerisinde taş, ağaç, çamur ve toprağı kullanarak taştan, ahşaptan, kerpiç ve tuğladan yapılar yapılması ile oluşan mimari üslupların dönüm noktalarından biri de, suyun kullanımıdır. Su ile toprak, kum, saman, kireç ve çimento gibi malzemeleri karıştırarak oluşturulan harç, mimariye yeni bir üslup kazandırmıştır.

 

Ortaçağ’a kadar daha çok malzeme üzerinden gelişen mimari üslupların, ortaçağdan sanayi devrimine kadar daha çok şekil üzerinden, sanayi devriminden günümüze kadar ise hem malzeme, hem de şekil üzerinden geliştiği söylenebilir.

 

Sonuç

…mimari eserin değerinin nelerden oluştuğu sorusuna işlevsel, estetik, tasarım, mekânsal ve zamansal değer şeklinde beş kavram ile karşılık vermek mümkündür.

Mimari tasarımı incelerken ise teknik nesnelerin işlevsel, sanat nesnelerinin estetik, teknik ve sanat bütünlüğü içerisinde oluşturulan mimari tasarımın ise hem işlevsel hem de estetik mekanlar üretmeyi amaçladığı tespit edildi.

 

işlev, bir nesnenin gördüğü iş, iş görme yetisi olması bakımından insan ihtiyaçlarına yönelik tüm üretimlerde amaç olarak ilk sırada yer alır.

 

mimari eserin estetik değeri, göze hoş gelecek bir şekilde tasarlanmasına ve inşa edilmesine bağlıdır.

Mimari eserler, sadece kullanıma uygun üretimler değil, aynı zamanda içinde yaşarken mutlu olduğumuz, iyi hissettiğimiz ve güzel bulduğumuz üretimler olmalıdır.

Tasarım kavramı, zihinde canlandırılan biçim, imge, kurgu gibi anlamlarının yanı sıra, teknik ve sanat birlikteliğini kuran, teknik nesnelerin işlevinin yanında güzel olmasının, sanat nesnesinin ise güzelliğinin yanında işlevsel olmasının koşullarını arayan bir çalışma alanıdır.

 

İşlevsel değer mimari üretimin temel amacı olup tüm yapılarda geçerlidir. Estetik değer ise işlevsel değere eklenerek mimari yapıyı bir sanat eserine dönüştüren ve mimari üretimlerin pek azının ulaşabildiği bir değerdir.

 

Mimari Mekanın Tanımlanması Üzerine Bir Çalışma - Özet - Notlar

Derya Adıgüzel Özbek - Mimari Mekanın Tanımlanması Üzerine Bir Çalışma - Notlar

Doktora Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016

 

Özet

(mimariyle ilgili) incelemelerde mimari mekanın hissedilen özellikleri geri plan kalmaktadır.

Çalışmada bu eksiklikten yola çıkarak, mimari mekanın hissedilen özelliklerinin ne olduğu ve nasıl çözümlenebileceği sorularına odaklanmaktadır.

Tezin omurgası, mimari mekanın hissedilen özelliklerini konu edinerek üç adımda hacim kazanmaktadır.

Birinci adım, tezin kavramsal çerçevesini oluşturan mimari mekanın anlamlandırılmasıdır.

İkinci adım; bu bağlam zeminin mekan-yaşam biçimlenişi üzerinden okunmasıdır.

Üçüncü adım / mimari mekanın çözümlenmesi

 

Giriş

dünyada mekan, ahirette iman

 

…çalışma üç adımda hacim kazanmaktadır.

Birinci adım, mimari mekanın anlaşılması ve anlamlandırılmasıdır.

 

İkinci adım; mekanın hissedilen özelliklerinin oluştuğu bağlamların yani beden-şiir, beden-şey, beden-toplum, şiir-şey, şiir-toplum ve şey-toplum ikili kesişimlerinin, mekan-yaşam biçimlenişinde okunmasıdır.

 

Araştırma tasarımını şekillendiren önemli diğer birleşen araştırma yaklaşımıdır. Araştırma yaklaşımı; karşılaşma, etkileşim ve iletişim aşamalarından oluşmaktadır.

Araştırma tasarımının üçüncü ve son birleşeni; araştırma yöntem ve sürecidir.

 

…çalışmanın üçüncü adımı; mimari mekanın çözümlenmesidir.

 

Mimarı Mekanın Anlamlandırılması

Mekan; üç boyutlu geometri içinde yayılım ve dağılım olarak ele alınmaktadır

Modern düşüncede mutlak mekan geometrikleştirilmiş ve sonsuzlaştırılmış boşluğun fiziksel hacmine karşılık gelmektedir. Diğer bir deyişle mekan maddenin hacmine eşitlenmektedir. Madde mekansaldır ve mekan madde ile mümkün olmaktadır.

…üç boyutlu her madde aynı zamanda mekan anlamına gelmektedir.

 

Mimarlık alanında yer teorileri özellikle Norberg-Schulz’un; Heiddegger ve Gestalt psikolojisi üzerine temellendirdiği yerin ruhu (Genius Loci) kavramı ile popülerlik kazanmaktadır.

 

Certeau göre mekan hareketler ve deneyimler tarafından tanımlanırken, yer eylemlerin meydana geldiği boş bir kalıp olmaktadır.

Mekan deneyimlenmiş yer olarak dile benzemektedir.

…kelime yerse, söz mekandır.

 

Marc Auge de (1995) yer-olmayan (non-place) kavramını ortaya koymaktadır.

Süpermodernite ya da postmodernliğin ürettiği ve üremeye devam eden hava alanları, tatil köyleri, alış-veriş merkezleri, metrolar gibi tüketim, seyahat ve geçiş mekanları yer olmayanlardır.

 

Mekanla ilgili kullanılan terimlerin epistemolojik kökenlerine baktığımızda karşımıza “chora” ve “topos” kavramları çıkmaktadır. Topografya, topoloji, toponim, ütopya ve topik kelimeleriyle aynı kökten gelen topos kelimesi lokasyonla ilişkilendirilerek daha çok yerle bağdaştırılır

Korografi, koroloji, klorometri gibi teknik terimlerle aynı kökten olan Chora özünde zamansallığı barındırmaktadır

 

Mimari mekan kavramı, çoğunlukla fiziksel mekan üzerine kurgulanmaktadır.

Bu anlayışta, mekan “bina” ile eşdeğer görülmektedir.

 

İnsan ile mekan ilişkisi tüm algıların ve bilincin kaynağı olan beden üzerine temellenmektedir. Bedenin algısı ve hareketi mekanı anlaşılır kılmaktadır.

 

Algıladığı şeyde var olma biçimini bulgulayan insanın, barındığı mekana ait algısı da bedensel ilişkisi ile kavranabilmektedir

 

“bedenim olmasaydı, benim için mekan da olmazdı” (Merleau-Ponty).

 

“Şiir insanı bir kez yeryüzüne getirerek onu oraya ait kılan ve dolayısıyla onun iskan etmesini sağlayan [şey]” (Sharr)

 

Mekanın hissedilen yanını oluşturan katmanlı bütünlüğü; sonsuz bir hayal gücünün ürünü olan şiirsel imge ve şiirsel bilgi ile kavranabilmektedir.

 

Mimarı Mekanın Okunması

Cumalıkızık Bursa kent merkezine 12 km uzaklıkta Uludağ yamaçlarında yer almaktadır

Yerleşim Orhangazi Vakfiyesi’nin 1685 tarihli belgesine göre vakıf köyü olarak 1300’lü yıllarda kurulmuştur.

Osmanlı’nın Bursa’yı fethinden sonra bölgeye Kayı Boyu Türklerinin Kızıklar kolu yerleşerek yedi kızık köyü kurmuşlardır. Köylerden Cumalıkızık, Hamamlıkızık, Derekızık, Değirmen Kızık ve Fidye Kızık günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Kızık Şıhlar ismiyle anılan köy, 18.yüzyılda bir caminin inşa edilmesi ile kayıtlarda adı Camilikızık olarak geçmeye başlamıştır.

Camilikızık ismi zamanla yerini Cumalıkızık’a bırakmıştır

 

Yerleşim; mimari dokusu, evlerin plan şemaları ve yapım tekniklerinin devam ettirilmesi ile Erken Osmanlı Dönemi atmosferinden izler taşımaktadır. Yerleşim en büyük değişimi, 1950-60’lı yıllarda kestane ağaçlarına bulaşmaya başlayan hastalık ile yaşamıştır. Köyün geçim kaynağı ve evlerin yapı malzemesi olan kestane ağaçlarının, sebebi belirlenemeyen şekilde verimleri azalmış ve zamanla kurumuşlardır. Sonrasında köye elektrik gelmesi ve bununla birlikte gelen elektrikli ev aletleri gündelik yaşantıyı değiştirmiştir. Bursa’ya yakınlığı nedeniyle köyün çevresi Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan yoğun göç almaktadır. Bunlarla birlikte, bölge yakınına yapılan araba yatağı sanayi bölgesi sonrası tarım arazileri küçülmüş ve köy kendi kabuğuna çekilerek göç verme süreci hızlanmıştır

 

İnsanın mekan deneyimi ona sonsuz düş kurma yani şiirsel imgelem evreni sağlamaktadır.

 

Hayat / Ara bir mekan olarak hayat, ne içerisi ne de dışarısı olmaktadır.

 

Cumalıkızık yerleşiminde kestane ağacı yaprağına gazel denmektedir.

Kestane ağacı bakımı, ürün vermesi, o ürünün toplanması ile çok zahmetlidir.

Yerleşimin mekansal sürekliliği kestane ağaçlarına hastalık bulaşması ile kırılmıştır.

 

Mimari Mekanın Çözümlenmesi

Anılar, oraya özgü adlar ve mekansal ifadelerin şiirsel imge oluşturma potansiyeli sorgulanmıştır.

Mekanı biçimlendiren ve yaşamla değişen şeyler olan sedir, yüklük ve banyo dolabı donatıları üzerinden okunmuştur. Mekanda beden-şey kesişimi; yaşamla birlikte devamlılığını koruyarak dönüşmektedir.

Gelişen malzeme ve üretim teknolojisi şeyleri etkilemektedir.

Kestane oraya özgü bir geçim kaynağıdır ve oraya bir tür bağlılık göstergesidir.

 

Sonuç ve Yeni Başlangıçlar

…mimari mekanın hissedilen özellikleri; beden, şiir, şey ve toplum ilintileri ile anlaşılmaktadır.

 

Örnek mekan / Cumalıkızık

Çalışmada; sosyal bilimlerin yeni bilgilere erişmekte yoğun bir şekilde kullandığı örnek olay, görüşme ve strüktürü belli olamayan araçlar kullanılmıştır.

 

Beden-şiir bağlamında mekan belleği; şiir-toplum bağlamında kolektif belleği oluşturmaktadır.

 

Bellek, süreklilik ve bağlılık; mimari mekanın hissedilen özelliklerinin oluştuğu noktalardır.

… 

Konut ve Ev Kavramlarının Karşılaştırmalı Analizi - Özet - Notlar

Zehra Akdemir Ersoy - Konut ve Ev Kavramlarının Karşılaştırmalı Analizi

Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir, 2002

 

Özet

…kişisel barınma eyleminin fiziksel boyutu olan ‘konut’un, barınma eyleminin kendisini tümden açıklayan bir kavram olarak görülmesi, ele alınması ve dolayısıyla da sorunun özellikle fiziksel, ‘görünür’ ve nesnel boyutları ile değerlendirilmesi; barınma/ikamet sorununun, konut sorununa indirgenmesi, önemli bir rahatsızlık olarak görülmüş ve tez çalışmasının temel çıkış noktasını oluşturmuştur.

 

‘zaman’ ya da ‘süreç’ parametresi ile ‘konut’ ve ‘ev’ kavramlarının ilişkileri, üç farklı açıdan ortaya konmaktadır. Birincisinde, / konut için ‘doğrusal’ zamanın, ev için ise hem ‘doğrusal’ ve hem de ‘döngüsel’ zamanın varlığından söz edilebilmekte; konutun ‘fiziksel’, ‘kullanışsa!’ ve ‘ekonomik’ süreçleri varolurken, evin doğrusal zaman içinde, ‘süreklilik’, ‘tanıdıktık’ ‘yere bağlanma’ vb. mekanizmalarla ilişkilendiği ortaya çıkmaktadır. İkinci olarak, kavramlar, yine ‘zaman’ parametresi kapsamında, ‘oluşum süreçleri’ açısından karşılaştırıldıklarında, konutun bir ürün olduğu ve üretiminin daha nesnel ve tanımlı süreçleri ifade ettiği görülmektedir. Evin oluşum sürecinin ise, ‘kendine mal etme’, ‘kişileştirme’, ‘dönüştürme’ gibi mekanizmaları içerdiği ve tümüyle bir ‘işlem’ olduğu saptanmıştır. Üçüncü olarak ise, ‘zaman’ parametresi, ‘tarihsel süreci’ ele alarak yorumlanmakta, buna göre de konut biçimlerinin veya mekan organizasyonlarının, farklı barınma modellerine bağlı olarak, ‘zamana göre değişken’ bir doğasının olduğu; ‘ev deneyimi’nin ise insan yapısında varolan evrensel bir nitelik olarak ‘zaman aşın’ bir doğaya sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

‘Mekan’ kavramı, bir parametre olarak yorumlandığında / Konut mekanı, barınma eylemine bir ön hazırlık olarak / kavramsal bir yapı olurken; evsel mekanın, duyularla, hislerle ‘içeriden’ deneylenen ve kavranan bir ‘yaşam mekanı’, zamanla kurulan bağlar sonucu anılarla ve katılımlarla oluşan ‘yer’lerin bütünü olduğu görülmektedir.

 

‘işlevsellikleri açısından değerlendirildiklerinde, konut mekanı üzerinden işlevlerin ‘pratik ve görünür’ boyutlarının okunduğu, oysa ‘evsel mekan’ın yaşamsal değerleri ve kullanıcı anlamları içermesinden dolayı daha gizli ve derin olan ‘sembolik işlevleri’ öne çıkardığı görülmektedir.

 

Konut, kullanıcısı belirsiz olarak da gelişebilirken, ev için kullanıcı temel ve mutlak bir unsur, ‘olmazsa olmaz’ bir değerdir.

Konut ve ev, kullanıcı kimliğinin iletişimini sağlayan temel unsurlardır; ancak irdelemeler sonucunda, fiziksel, görünür bir yapı ve ekonomik bir değer olarak konutun daha ziyade ‘dışarıya ya da başkalarına’ mesajlar vermek üzere kullanıcı tarafından seçilen bir araç olduğu; ‘ev’in ise kullanıcısının ‘kendi’ni kendine yansıttığı bir ortam olarak, ‘kendi’ ile iletişimi sağladığı ortaya çıkmıştır.

…konutun nesnel anlamda ‘ölçülebilir’ bir doğası vardır; ve işlevler, malzemeler, estetiksel değerler gibi unsurlar, temel anlamda konutun boyutlandırılmasını belirlemektedirler.

 

Giriş

…rasyonel düşüncenin içinden gelen mimarlık anlayışı, geçerli olan düşünce sistemine paralel bir yaklaşımla, bir bütün ve karmaşık vaka olan barınma/ikamet eylemini dışarıdan değerlendirmeye ve ona ait unsurları birbirinden ayrıştırarak ifade etmeye eğilimli olmuştur. İnsan ve mekan birbirinden bağımsızlaştırılmış; insan, ‘yer’inden, ‘geçmiş’inden, ‘kültürel tanımlayıcılarından’; fiziksel yapı, ‘kullanıcısından’ ve ‘diğer’ bağlamlarından koparılmış ve hatta fiziksel yapının strüktürel bileşenleri dahi birbirinden ayrıştırılmış; mekan, objektif olarak ‘dışarıdan’ değerlendirilen, insandan bağımsız, adeta türdeş bir yapı olarak ele alınmıştır.

 

Kavramsal Analizler

Pek çok kültürde ve dilde, bireyin özel yaşama ve barınma mekanının birden fazla adla anıldığı dikkat çekmektedir. Örneğin, en başta Türkçe’yi ele alırsak, günümüz konuşma dilinde, özel yaşama mekanım tanımlamak üzere; ‘ev’, ‘yuva’, ‘konut’, ‘ikametgâh’ gibi farklı terimlerin kullanıldığı gözlemlenir. Benzer biçimde, İngilizce’de de bireyin özel yaşama mekanının genel adlan, ‘house’, ‘home’ ya da ‘dwelling’ vb. olabilmektedir. Fransızca’da, ev için ‘maison’, konut için ‘logement’, Almanca’da, ev için ‘heim’ ile konutun karşılığı olarak ‘haus’ kullanılmaktadır.

 

‘Kon’ kökü, öz Türkçe bir sözcüktür ve ‘kon-ak’, ‘konaklamak’, ‘kon-uk’ gibi terimler bu kökten türetilmişlerdir.

‘konmak’ kökünden türeyen ‘konak’ ve ‘konaklama’ eylemi ile bu eylemi gerçekleştiren kimse olan ‘konuk’ kavramları içlerinde geçicilik ifadesi içermektedirler. Konutun da bu kökten türediği düşünülürse, onun da geçicilik ve süreksizlik içeren bir kavram olduğu sonucu doğmaktadır.

 

Kon kökünden türetilen konak gerçekte ev değil, kısa bir süre kalman ve oturulan yerdir. / Eyuboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü

 

İngilizce’de ise ‘house’ terimi, Türkçe’deki ‘konut’ sözcüğünün hemen hemen anlamdaşı sayılabilir.

 

‘Ev Üstüne Felsefece Bir Deneme’ adlı yazısında Ömer Naci Soykan, ‘ev’ gövdesinden yapılan sözcükler ile ‘ev’ ile oluşturulan tamlamaların ve deyimlerin çokluğunun, Türkçe’nin evi pek fazla önemsediğini gösterdiğini belirtir

 

Ev kökünden türeyen bir başka sözcük olan ‘ev-cil’, “evde yetişmiş ve yabanlıktan kurtarılmış” anlamındadır.

Bu da evin dışında olanın yabancı, içindekinin ise evin dünyasına ait, tamdık ve tehlikesiz olduğunu belirtir.

‘ev’ salt bir yapı birimini işaret etmekten öte bir sistem ve düzenin adı olmaktadır.

 

İkamet terimi, (Ar.) ‘kıyam’dan gelmektedir. ‘Kıyam’; “kalkma, durma, bir yerde dikilip kalma” demektir ve buna göre ‘ikamet’; “bir yere koyma, yerleştirme, dikme, bir yerde durma, konaklama” anlamını taşır.

‘ikamet’ kavramı, salt fiziksel anlamda bir barınma işlevini içermekten öte ‘bir yerde durma ve yaşamayı’ ifade etmektedir.

 

‘Barınma/ ikamet’ kavramının İngilizce karşılığı ‘dwelling’tir.

 

Heidegger’in söylemleri değerlendirildiğinde, ‘konut’ ve ‘ev’ arasındaki farkın, ‘bannma/ikamet’ deneyimi olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

‘inşa etmek’ sözünün, Almanca’daki karşılığı ‘bauen’, İngilizce’deki karşılığı ise ‘to build’ dir. ‘To build’ ya da ‘bauen’in, eski İngilizce’de ve Almanca’da ‘buan’ olarak kullanıldığını ve ‘buan’ teriminin aynı zamanda ‘barınma/ikamet etme’ anlamına geldiğini vurgular. Bu biçimde bir dil çözümlemesinden yola çıkıldığında, ‘ikamet etme’ ile ‘inşa etme’nin eşanlamlı kavramlar olduğu sonucu doğmaktadır. Dolayısıyla, Heidegger, öncelikle, ‘barınma/ikamet etme’ eyleminin ‘inşa etme’ eylemine temellendiğini öngörmüştür.

 

Heidegger’a göre “dünya yüzünde insan olmak, ikamet etmek ile eşanlamlı olmaktadır”

 

…insanın tüm eylemlerinin mekansal bir niteliği vardır ve insan mekandan bağımsız olarak varolamamaktadır.

 

Vitruvius’un yorumuna göre ‘ateş’, ilk barınma fikrini, kamusal hareketi, dili, kültürü ve dolayısıyla mimarlığı doğurmuştur.

 

…en basit formuyla bile ev anında bir ‘iç’ ve ‘dış’ yaratmaktadır.

…ev’in temel mekansal Öğeleri olarak, ‘ocak’; merkez, ‘çatı’; yatay-düşey bağlantısı, ‘eşikler ve sınırlar’ iç-dış ilişkilerinin sembolleri olarak pek çok kültürde, halen dahi özel ve derin anlamlar içermektedirler.

 

Her ev kendi göreliliği içinde ‘dünyanın merkezinde’ konumlanmaktadır. En sabit yönlenme noktası olarak evin, kendi merkezinde de arketipsel sembol olarak ‘ateş’ ya da ‘ocak’ öğesinin konumlandığı gözlenir.

 

Çatının farklı kozmik düzeyleri birleştiren yoğun bir sembolik değeri vardır.

Gökyüzü, sembolik anlamda tanrıların, metafiziksel güçlerin bulunduğu yerdir. İnsanın varlığını sürdürmesi, bireyin bu kozmik güçlerle ilişki kurmasına bağlı olmaktadır.

Çocukların eve ait imgelerini aktaran çizimler ve resimlerde de özellikle dik ve eğimli çatıların varlığı dikkat çekicidir

 

Karşılaştırmalı Analizler

Ev kavramını, konut kavramından farklılaştıran en temel nokta, evin zaman boyutunda varolan, dinamik ve ‘yaşayan’ bir yapı olmasıdır. Konut, somut bir fiziksel yapı ya da ürün iken, ev, sürekli olarak değişen ve hatta sonlanmayan karmaşık bir ‘işlem’ olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Rutinler gibi, aynı şekilde ritüeller de evin anlamım veren çoğunlukla ritmik ve önemli eylemlerdir. / geçiş törenleri

 

…biz çevreyi değiştirdikçe çevre de bizi değiştirmeye başlamakta

 

‘Yer’ zamana bağlı olarak oluşan bir kavramdır

‘yer’ler, zaman ile büyür, yaşam ile doldurulur ve hatta yok olup gidebilirler.

 

Bir etkinliğin bileşenleri; (1) eylemin kendisi, (2) nasıl yapıldığı, (3) diğer eylemlerle nasıl bir bağıntı kurduğu ve (4) eylemin anlamıdır.

 

Kutsalın açığa çıktığı ‘yer’ler, sembolik anlamlan en güçlü mekanlar olmaktadır. İnsanın geniş tarihindeki mekansal eğilimlerine bakıldığında ise ‘kutsal mekan’m, ev mekanının arketipi olduğu gözlemlenmektedir.

Arap çadırından, Mongol yurtlarına ve Madagaskar evine değin mekan kurgusu pek büyük ölçüde kutsal düşüncelerle şekillenmektedir. Bu örneklerin çoğunda “ev bir ibadet yeridir ve plansal anlamda da ibadet mekanlarına benzemektedir

 

Evin insan ile iletişimim yani özünü anlamak, edebiyat, şiir ya da düşlerde daha belirginleşir; çünkü, bu boyutlarda, bilinçaltı düzeylerindeki yapılar daha belirgin anlamda açığa çıkmaktadırlar.

Jung, düşünü ya da bilinçaltından gelen mesajları şöyle yorumlamaktadır: Ev zihnin bir sembolüdür. Salon, bilinç düzeyini temsil etmekte, yaşanan yeri kastetmektedir. Zemin kat, bilinçaltının ilk düzeyidir. Aşağılara indikçe, daha karanlık ve yabancı olan görüntüler, bilinçaltının derinliklerini ve sonuçta vardığı mağara kendi bilinçaltındaki ‘ilkel’ inşam temsil etmektedir.

 

Yağmur yağdığında tavanarası çocukların sığmak yeri olur.

Çatı dolu olduğunda kendimizi iyi hissediyoruz

Benim için hu tavanarası, aile hatıralarının kutusu gibidir.

Hiçbir şey yoksa, geçmiş de yoktur

 

İnsanların ‘eşyalar’a karşı oluşturduğu ‘duygusal bağlılık’ göz ardı edilmemesi gereken önemli bir özelliktir.

 

Konut, genelde insanın dışarıya sunduğu kimliğinin bir göstergesi olurken; ev, kullanıcının tüm boyutlarıyla kendini deneyimlediği ve kendi ile ilişki kurduğu bir ortamı ifade etmektedir.

 

…konutlar yaşamak için değil satılmak üzere satın alınmaktadır

 

Ev insanın birincil düzeydeki egemenlik alanıdır.

Kişileştirilen mekan, birine aidiyetin işaretidir. Dolayısıyla görünmez ancak anlaşılır bir sınır belirler: ‘Benim mekanım!’. Sınır, gerek egemenlik alanı gerekse de bir sonraki aşamada ele alınacak olan mahremiyet gereksinimi için anahtar bir kavramdır. Sınırları kurmak, sahipliğin ve kimliğin talep edilmesine yönelik bir ritüeldir

 

‘Dikkat Köpek Var’ levhası ve ‘Hoşgeldiniz’ yazılı bir paspas sınırı belirtir.

 

Memleket çoğu insan için ‘merkez’ yani ‘ev’in kendisidir.

Mircea Eliade, evi, ‘insanın kendi için inşa ettiği bir evren’ olarak tanımlar

 

…mimarlığın aslî etkinliklerinin başında fiziksel çevrenin düzenlenmesi ve inşası yer almaktadır. Konutun da fiziksel bir yapı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, onun doğrudan bir mimarlık teması olması kaçınılmazdır.

 

…mimarlık yayınlarının büyük çoğunluğunda ele alman ve değerlendirilenin, barınma/ikamet eyleminin fiziksel öğesi ya da konut olduğu belirgindir.

 

Kiralık Konak / konak, hem bir devrin toplumsal yapışım hem de bireysel yaşattı öyküsünü aynı anda aktaran bir yerleşkedir. Konak, adeta sahibinin kendisi ile özdeşleşmiştir. Konağın ömrü, saygınlığı, bakımı, romanın baş karakteri ve aynı zamanda konağın sahibi olan Naim Efendi’nin yaşamı ile benzerlik kurar.

Naim Efendi’ve ait tüm değerler aynı zamanda konağa da aittir.

 

Malte Laurids Briddge

Rilke, ‘yer’lerin yapışım ve insan bilincinde ya da bilinçaltında kapsadıklarının farkındadır. Yerlerin, anılarla ve anlamlarla yüklü mekan parçacıkları olduğunu ve insanın mekanları objektif anlamda bütün olarak kavramadıklarım, parçalarla yaşadıklarını bilmektedir.

 

Sonuçlar ve Değerlendirmeler

… 

Halkbilimi Bağlamında, Anadolu-Türk Konutunun Mekansal Oluşumu - Özet - Notlar

Mine Baran - Halkbilimi Bağlamında, Anadolu-Türk Konutunun Mekansal Oluşumu Notlar

Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2000

 

Özet

Tezin ilk bölümünde; böyle bir çalışmanın yapılma nedenleri açıklanarak, amaç ve önemi hakkında bilgiler verilmiş

Bölüm 2’de halkbilimine dayalı genel bilgilere değinilmiş

Bölüm 3’te Tarihten gelen deneyim ve birikimler sonucunda kültür etkileşiminin ortaya çıkardığı boyutlar

Bölüm 4’te konutta mekansal oluşumu etkileyen faktörler folklor kapsamında ele alınmış, Dünyadan ve Türkiye’den örneklerle konu pekiştirilmiştir.

Bölüm 5, araştırmanın kavram ve alan çalışmasına yönelik sistemini içermektedir.

…alan çalışması 6. Bölümün konusunu oluşturmaktadır.

Bölüm 7 de; alan çalışmalarında elde edilen faktörlere göre kıyaslanarak bir değerlendirme yapılmış

 

1.     Giriş

…her düşünce biçimi toplumsal düzeyde kendi kültürüyle uyuşmak, ona bağımlı olmak zorundadır.

 

Milletlerin yaradılış ve mizaçları arasında farklar bulundukça yaşama, oturup kalkma ve dolayısıyla ev şekli, fikir ve telakkisi daima birbirinden farklı olacaktır (Eldem)

 

1846 yılından başlayarak, halkların yaşam öğelerini konu edinen ve bu bilgileri dizgeleştirerek onlara bilimsel nitelik kazandıran, genellemeler düzeyinde soyutlamalara ulaşmaya çalışan uğraş, halkbilimi (folklor) kavramım yarattı

 

Halkbilimciler, genellikle şifahi (sözlü) kültür ürünlerine büyük ilgi duyarken, maddi kültür ürünlerine uzak kalmışlardır. Özellikle evler, büyük ölçüde halkbilimcilerin ilgisini çekmemiş, adeta görmezlikten gelinmiştir.

 

Tez’de konut-folklor ilişkisi üzerinde yapılan çalışmaların yetersizliği görüşünden yola çıkılarak, Halkbilimi bağlanımda konutun mekansal oluşumu araştırılmış, bir ana ve 6 alt hipotez oluşturulmuştur.

 

Konutlarda mekansal oluşumun nedenleri incelenirken, halkın yaşamı genellikle ikinci plana itilmiştir.

 

Halkbilimine ait değerleri geleneksel konutlarda bulmak mümkündür.

…benzerlikleri yanında farklı geleneksel yaşam sürdüren (Diyarbakır, Ş.Urfa, Tokat, Trabzon (Of-Sürmene), Konya, Bursa, Muğla ) yörelerindeki konutlar tercih edilmiştir.

 

2.     Halkbilimi (Folklor) - Konut Mimarisi İlişkisi ve Konutlarda Mekansal Oluşum

Halkbilimi sözcüğünü İngilizce’de ilk kullanan W.J. Thoms olmuştur.

 

“Ziya Gökalp Halka Doğru’da halkbilimi sözcüğünü ilk kez “halkiyat” olarak kullandı. Yazısında halkbilimini halk uygarlığı ile eşanlamlı kullanmıştır.

 

Halkbilimi, ilk incelenmeye başlandığında, sosyal antropoloji ile aralarındaki ayırım açıkça anlaşılamıyordu.

 

Thoms, halkbilimi kavramım kullanım alanına sunduğunda halk sözcüğünden, köylü kesim söz konusu ediliyordu.

 

F.L. Wright’a göre ‘Mimarlık, biçim haline gelmiş yaşamdır’

 

Fiziksel çevredeki ilişkiler öncelikle mekansaldır

 

Geçmişte konut kullanıcısı, gereksinmelerine en uygun mekanı deneyerek düzenlemiş ve geliştirmiştir. Endüstri devriminden bu yana ise, konutun fiziksel düzenine kullanıcının yapabileceği katkı giderek azalmıştır.

 

3.     Anadolu-Türk Konutlarında Mekansal Oluşumun Tarihsel Süreci

Eski tarih çağlarında Orta Anadolu’daki yerleşme düzeni, genellikle gelişi güzel yan yana gelmiş konutlardan oluşmaktadır.

Bu yerleşme biçimlerinin, hiç kesintiye uğramadan Eski Hitit Çağma geçtiği anlaşılmaktadır.

Romalılar döneminde mimari, anıtsal bir özellik ve gösteriş kazanmıştır. Bu ayırıcı özellik cadde ve sokaklarda da kendini gösterir. Küçük Asya’nın güneyinde bulunan bazı kentlerde iki tarafı galerilerle donatılmış caddeler yapılmıştır

Bizans kentlerinin dokusunun, birbirini dik kesen sokak ve caddelerden oluşan Helenistik ve Roma kentlerinden farklılaşması, özellikle Grekleşmenin kesinleşmesinden sonra planlı kent anlayışından dönülmesiyle başlar

 

M.Ö. 5400 yıllarına rastlayan Hacılar’da ki konutlar dikdörtgen planlı ve tek odalıdır.

 

Eski Hitit çağı konutlarında hayat (bazen sofa) genellikle konutun yanlarında veya önünde yer alırlar

 

Elde edilen tarım ürünlerini saklamak için yer altında ambarlar yapma geleneği eski Türklerde çok yaygındı.

 

Çadır yaşamında kullanılan araç ve gereçlerin başında, kilim, çuval, cecim gibi dokuma ve keçe yaygılar gelmektedir. Eşyaların korunduğu sandıklar ve yük çuvalları en önemli araçlardandır.

 

Anadolu Türk evini 5 grupta incelemek gerekmektedir. 

1-        Hayat (Avlu,taşlık,bahçe)

2-        Odalar

3-        Sofa (Doğu ve Güneydoğu’ da Eyvan)

4-        Geçitler, Merdivenler

5-        Diğer öğeler (mutfak, temizlik, depolama vb.)

 

Anadolu-Türk Evinde merdiven hayat’ın bir parçasıdır.

Anadolu geleneği tümü ile işlevsel bir konut düzeni yaratır. Odalar işlevine göre ayrılmamış, tersine gereksinmeye göre kullanılmaktadır.

 

4.     Mekansal Oluşum Açısından Folklor-Konut Etkileşim Sistemi

Bazı toplumlar konutlarım ay, yıldız, güneş yönüne göre yapmışlar, bu nedenle yuvarlak bina inşa etmemişlerdir

Çünkü yuvarlak binayı yönlendirmek zordur

Oysa İran, Irak, Suriye, Çin ve benzeri Arap konutlarında dairesel formlar hakimdir

 

Konut, kullanıcının iç düzenim, hayat biçimini, fiziki gücünü, düşünce sistemini, sosyal durumunu ifade eder

 

Ana Hipotez;

Folklorun, konutlarda mekanın oluşumunu etkileyen ve Geleneksel Anadolu-Türk konutlarının biçimlenmesine yön veren önemli bir faktör olduğudur.

Ortaya atılan bu ana hipotez 6 alt hipoteze ayrılmıştır.

Hipotez I. Çevreye ait faktörler mekansal oluşumu etkiler.

Hipotez II. Eve ait faktörler mekansal oluşumu etkiler

Hipotez III. Ev eşyasma ait faktörler mekansal oluşumu etkiler.

Hipotez IV. Ev hayatına ait faktörler mekansal oluşumu etkiler.

Hipotez V. Örf, adet, töre ve gelenekler mekansal oluşumu etkiler.

Hipotez VI. İnanışlar mekansal oluşumu etkiler.

 

5.     Alan Çalışması İlke ve Yöntemleri

 

6.     Halkbilimi Bağlamında Anadolu-Türk Konutunun Mekansal Oluşumunun Belirlenmesine Yönelik Araştırmanın Farklı İllerdeki Geleneksel Konutlara Uygulanması

 

Arap tarihçisi Ebul Frahça ‘ya göre Şanlıurfa Nuh tufanından sonra yer yüzünde kurulan yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz Adem’in çifçilik yaptığı, Hz İbrahim Halil, Hz Eyüp, Hz Şuap, Hz Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge, “Peygamberler Şehri” diye anılmakta ve bu mistik duygular, bölge halkının sosyal yaşayışını da tesir etmiştir

 

İl alanı genel olarak / bir plato görünümündedir. Bu nedenle yerleşim merkezi düz bir arazi üzerindedir.

Bağ ve bahçeler bakmandan fakir olan İl' de geçimin tahıl üretimi ve hayvancılığa dayalı olması, yöre insanının yeme kültürünü (et ve et yemeklerine dayalı) etkilemiştir.

 

Kış mevsiminin az yaşandığı Urfa ilinde, kullanıcılar uzun ve şiddetli yaz sıcaklarında eylemlerini daha iyi koşullarda gerçekleştirebilmek için bazı önlemler almışlardır. Evler yazlık ve kışlık kullanıma ayrılmıştır.

Kuzeye yönlendirilen yazlık bölümler, hava akmandan faydalanabilmek amacıyla genelde iki katlı olup, kullanım yoğunluğu nedeniyle mekansal boyut ve sayı olarak büyük tutulmuştur.

Güneye yönlendirilen kışlık bölüm ise, genelde zemin katlarda yazlık bölüme oranla daha basık ve küçüktür.

 

Genellikle iki kattan oluşan evlerde konut tipi taştır. Bölgenin ormandan yoksun bulunması, kentin güneybatı kesimindeki dağlarda bulunan kalker taşının (Urfa taşı) işlemeye elverişli olması, yapı malzemesi olarak taşın kullanılmasını zorunlu kılmıştır.

Urfa da her sokak aynı soya mensup kişilerin adıyla anılır

 

…evlerde tüm mekanlar, kadının yıl boyunca yaptığı işlere cevap verecek nitelikte ve konumdadır.

 

Avlu (Hayat); Günün büyük bir bölümünün içinde yaşandığı üstü açık mekandır. Zemini “ Nahit” adı verilen düzgün kesme taşla döşelidir.

Avlu (Hayat) ortasında, küçük bir havuz, kuyu, “curan” denilen su yalağı ve içerisinde incir, dut, nar, portakal, kebbat, zakkum, asma vb. biri veya birkaçının yer aldığı “ çiçeklik (bahçe) bulunur. Çiçeklik aynı zamanda çöpe atılması günah olan ekmek kırıntılarının silkelendiği yerdir.

 

Yılın yedi ay gibi büyük bir bölümünün sıcak geçtiği Şanhurfa‘da ev halkı tarafından bütün gün boyunca serin bir mekan olarak kullanılan “Eyvanlar” bu özelliklerinden dolayı evlerin vazgeçilmez bir unsurudur.

 

Urfa evlerinde kuzeye yönlendirilmiş yaz eyvanlarından başka, güneye yönlendirilmiş kış eyvanı ile birden fazla eyvanın bulunduğu evlerde vardır.

 

Urfa evlerinde; pencerelere “Taka” adı verilmektedir.

Urfa evlerinde mutfağa “tandırlık” adı verilirdi. Tandırlık evin haremlik bölümünde yer alır ve doğrudan avluya açılırdı.

 

Urfa’nın büyük merkezlere uzaklığı, elverişsiz iklim koşullan ve kökeni çok eskilere dayanan toprak mülkiyeti, yaşama biçimini önemli ölçüde etkilemiştir. Selçuklular döneminden başlayarak aşiret ilişkileri ile iç içe geçen büyük mülkler oluşmuştur. Osmanlı döneminde ise aşiret ve beyliklere iç işlerinde özerklik tanınmış ve beylerin topraklar üzerindeki haklan yasallaştırılmıştır. Bu feodal yapı evlerin bitişik nizamda yapılmasını gerektirmiştir. Halk böylece kendilerini daha güvenli ve güçlü hissetmiştir

 

Halk misafirperverliğin Hz. İbrahim’den kaynaklandığına inanmaktadır.

…misafir ağırlamak onlar için prestij meselesidir.

 

mahremiyet kavramı evlerin yüksek duvarlarla çevrilmesine yol açmış, çoğu evde duvar yüksekliği (avlu duvarı) 5-6m’ye kadar ulaşmıştır.

 

Urfa’da bazı evlere giriş, esas sokağa bağlanan 5-15 m uzunluğunda 1.5-2.5 m genişliğinde dar bir çıkmaz sokakla “ tetirbe” sağlanır. Tetirbeler, yapıların sokağa açılabilmesi için, bitişik mülkiyetlerin birine toprak parçası vermesi sonucu ortaya çıkmıştır. Urfa'daki çıkmaz sokaklar, ulaştığı evin sahibinin ismiyle anılmaktadır.

Bazı evler sokağın üstünü örter şekilde yapılmıştır. Burada örtü sistemi sokak genişliğinde derinlemesine uzanan bir tonozdur. “Kabaltı” adı verilen bu örtü sistemine, sıcak iklimin hüküm sürdüğü bölgelerde rastlanmaktadır.

 

Geleneksel Urfa evlerinde görülen bir başka özellik hamamlardır.

Genellikle zengin ailelerin evlerinde bulunan hamamlar, ısıtma sisteminden yararlanabilmek amacıyla tandırlığın (mutfak) yakınında planlanmıştır.

 

Amida- Amid bazen de kara bazalt taşlarından dolayı Kara amid adı verilen Diyarbakır’ Eti şehirlerinde olduğu gibi kalın surlarla çevrilmişti.

Diyarbakır ve Mezopotamya evleri kitlesel biçimleri ile birbirine benzemektedirler. Bu benzerlik yapı kültürü etkisi ile olabilir. Çünkü Diyarbakır yakınlık olarak Mezopotamya ile adeta kaynaşmıştır.

İl volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan etrafta bol miktarda bazalt taş bulunmaktadır.

Bazalt taş işlemeye elverişli olmayıp oldukça sert yapıdadır.

 

(Gayri-Müslim denilen azınlığın geçimlerinin ipek dokuma ve üretime dayalı olması gibi ) Müslüman olmayan kesim ipek dokuma ve iplik üretim işlerinden dolayı evlerinde koza üretim ve dokuma odası yapmışlardır Ayrıca bodrum katta yer alan kilerlerde şarap yapım yeri (şırahane) mevcuttu.

 

Roma imparatorluğu Döneminde Konya’ya “ ikonlar kenti” anlamına gelen “Iconium” adı verilmişti.

 

Bir kerpiç bölgesi olan İç Anadolu’nun tipik evlerine en iyi örneklemeyi Konya ili göstermektedir.

 

Konya şehir evleri plan ölçeğinde hayatlı ve sofalı evlerden oluşmaktaydı.

Konya’da “hayat” anlamı zemini taşla döşeli bir bahçedir

 

Evlerin çoğunda dış duvarlar kerpicin doğallığım ön plana çıkartırken iç duvarlar daima kara sıva ile sıvanmıştır.

 

Evin servis bölümlerinden biri odunluktur. Kışlan sert geçen Konya’da yakacağın depolanması amacıyla yapılan bu mekanlar gerektiğinde kiler amacıyla da kullanılmıştır.

Konya ilinde eski toprak evlerin dış görünümleri sade ve gösterişten uzak ise de iç mekanlar buna karşı o denli süslü ve kullanıma elverişli, pratik ve rahattır.

 

6.3.4   Bu evlerde sadelik ana ilke olmuş, hiçbir zaman fazla eşya ortalıkta bırakılmamıştır. Konya’da “garsambalık” adı verilen faydasız eşya daima göden uzak tutulmuş.

 

17.18. yüzyıl başlarına kadar evlerde tek katlı bir hayat içinde 2 odalı mabeyinli plan yaygın iken, nüfusun artması sonucu yetersiz kalan alt katın üstüne bir kat daha çıkarılmıştır.

 

Mabeyn; zemin katta ortak kullanım alanlarındandı. Sosyal aktivitelere de cevap verebilecek boyut ve düzenlemede planlanan ortak alanlar (hayat, mabeyn, sofa ve baş oda ) evin en önemli mekanlarıdır

Bunun yanında ekonomide dokumacılığın yaygın oluşu bazı evlerde (zemin katlarda) dokuma odalarının planlamasına yol açmıştır.

Evin kışlık gıda depolama işlevi bazı evlerde “ izbe” adı verilen yerden biraz aşağıdaki depolarla sağlanırken çoğu evde “ odunluk” veya kilerler de kullanılırdı.

 

Muğla / İ.Ö.14. yüzyıldan günümüze ulaşan Hitit kaynaklarına göre bu yöre “ Ahhiyava” adıyla anılıyordu

 

Akdeniz Bölgesini karakterize eden Muğla yöresinin özelliklerinden biri de, kışların bol yağışlı yazlarında kurak geçmesidir Yerleşim alanı içinde bulunan evlerin zemin katı, kışın olumsuz etkilerinden korunmak için kışlık kullanıma ayrılmış olup, üst katlar daha serin, rüzgarlara açık yapılan yazlık kullanım alanlarıdır

Zemin ve 1.katlar ev önü adı verilen açık teraslarla geri plana çekilmiştir.

 

Muğla’nın yerleşim alanı Asar dağı etekleridir

Bitişik nizamda, bir hayat içinde ki evler, önceleri tek katlı ve düz toprak damlıydı. 20. Yüzyılın başlarından itibaren genellikle iki katlı beyaz badanalı ve küçük yeşil bahçeleri ile dikkat çeker.

 

Muğla evinin odası, bir ailenin gereksinimlerini karşılayacak fonksiyonları içinde bulundururdu Bu nedenle halk arasında odalara “evin içi” denilirdi

 

Şehrin engebeli arazi yapısı nedeniyle yerleşimlerin bir kısmı hafif meyilli bir alana, diğer bir kısmı da düz bir arazi yapısı üzerine konumlanmıştır.

 

İl ekonomisinde dokumacılık oldukça yaygındır. Öyle ki bu olay bazı evlerde zemin katların (dokuma iskelesinin zemine oturma zorunluluğundan) bir bölümünün bu iş için ayrılmasına neden olmuştur.

 

Genelde iki katlı olan Muğla evlerinde plan düzeni, bitişik nizamda, içe dönük, bir hayat içinde dış sofalıdır.

 

Bursa’ya, M.Ö 1200 yıllarında, Trakya’dan bu bölgeye İskit saldırılardan kaçan Traklar, Thinler ve Bitinler yerleşmişlerdir. Bu nedenle yazılı kaynaklarda bölgenin adı “Bitinya” olarak geçer. O çağda şehir, kurucusunun ismi olan Prusa ile anılmaya başlanmıştır.

 

İl’in yerleşme dokusu yeşillikler içindedir. Öyle ki hemen her evin küçük de olsa bir bahçesi vardır. Bunu sağlayan arazinin yer altı sulandır. Evliya Çelebi, bu verimli topraklara su sayesinde yeşili güçlü kıldığım, “ Velhasıl Bursa sudan ibarettir “ sözüyle anlatmaktadır.

 

Bursa’nın yer altı sulan bakımından zengin olması hemen her evde çeşme, yalak, havuz yapılmasına olanak vermiştir.

 

Evler genelde iki katlı olup zemin katlan kagir, üst katlan ahşap iskelet içine doldurma tekniği ile kurulmuş yapılardır

 

Taşlık; Evin sokaktan sonra girilen ilk bölümüdür. Buranın bir cephesi bahçeye bakar, yazan gerektiğinde bir kilim atılmak suretiyle oturulur, yemek yenir, hanımlar el işi yaparlardı.

Üst kata taşlıktan bir merdivenle çıkılır. Bu merdivenin sonunda karşımıza bir sofa çıkar. Burası yazın sıcak günlerde oturulan, gerektiğinde misafir kabul edilen, yemek yenilen, geniş, havadar bir mekandır.

 

Bursa evlerinde kullanılan eşyalar çok işlevli ve süslüydü Odaların pencere yönündeki bölümünde tahta kerevet vardı.

Oda döşemesinden alçak olan ve bazen oda boyunca devam eden bölüme “seki altı” veya “ Saffinal” denirdi.

 

Bursa evleri sokaktan insan boyunu aşan bahçe duvarıyla çevrilmiştir. Yaklaşık 3, 3,5 m yüksekliğindeki bu duvarlar, iç yaşantının rahatsız olmadan sürdürülebilmesi amacına hizmet ederdi.

 

Evler genellikle iki katlı olup, zemin katlar kâgir, üst katları ahşap iskelet içinde kerpiç veya tuğladan doldurma tekniği ile kurulmuştur. Üç katlı olan evlerin sayılan azınlıktadır.

 

Anadolu’nun en eski ve önemli şehirlerinden biri olan Tokat’ın ilk çağlarına ait kesin bir bilgi olmamakla beraber, Hititlerin merkezi bölgesinde olduğunu ve sonra da Asurlar, Hurriler, Kimmenler, ve İskitler idaresinde kalındığı bilinmektedir.

 

Tokat’ın dilimizdeki anlamı; atlar için yapılan üstü açık yerlerdir.

 

Evliya Çelebi’nin yazdıklarına göre, Tokat şehircilik bakımından pek elverişli olmayan, dereli-tepeli bir arazide yer almaktaydı. Sayılan yediye varan derelerden sürekli sular akardı. Bu sebepten dolayı Tokat’ın etrafı bahçeler ve bostanlarla çevriliydi

 

Yazmacılık şehirde çok ün salmıştı. Öyle ki, haramlar oturdukları evde boş durmazlar, yazma kenarı işler, nakışlı perdeler yaparlardı. Bu nedenle bazı evlerde dokuma odası yapılmıştır

 

Tokat’ta ki evlerin büyük bir bölümü 19.yy. sonu 20.yy. başlarında yenilenmiş veya yeniden yapılmışlardır. Mimari itibari ile daha erken dönemlere ait evlerden günümüze kalan yoktur

 

Yörede hayvancılık yerine tarım ve el sanatları yaygın olduğundan evle de ahır pek görülmez. Sadece binek hayvanı olanların küçük bir ahırı vardı. Evin su ihtiyacı kuyu ve mahalledeki çeşmelerden karşılanırdı.

 

Tokat, Orta Karadeniz kıyılarının dar ve nemli îç Anadolu’ nun geniş ve kuru alanlarından dağ sıralan ile kendini doğal olarak soyutlayan; geniş ve sulak vadilerle, bunlar arasındaki geçitlerden oluşan bereketli ovalann orta yerinde bulunmaktadır.

 

Tokat evleri genellikle iki katlıdır. Ancak çoğu evde zemin kat ile üst kat arasında ara kat yer almaktadır. Burası kışın oturmak için daha basık inşa edilmiştir.

 

 

“İş evi” adı verilen mutfaklar, Tokat evlerinin en önemli mekanlarındandır.

 

Tokat evleri üst katlarda iç sofa ve onun etrafında gelişen oturma düzeninden ibarettir.

 

Tokat’ta farklı dinden olan toplulukların evlerin de dışa dönüklük daha belirgindir Evler’de; gerektirdiğinde kullanılan ayin salonları(sofa), şarap yapım depoları (bodrumda), ve gizli geçitler bulunurdu

 

Trabzon ili’ne bağlı Of ve Sürmene ilçeleri, bölge özelliğinin genel karakterlerini taşıyan önemli yerleşmelerdir.

 

Her aile kendi tarlasına evini kurduğundan evlerin eğimine göre aşağı yönünde sebze bahçeleri vardır. Yerleşmelerde uygun eğim ve iyi toprağa sahip alanlara ev kurulmasına dikkat edilir, evlerin araziye dağılışları tarlaların durumuna göre değişirdi.

Arazinin yakınında bulunmak bir ölçüde yaşamı kolaylaştırmıştır.

 

“Hayatlı” ya da "Aşhaneli” diye adlandırılan plan tipinin çeşitlemelerine Doğu Karadeniz’in her yöresinde rastlamak mümkündür

 

Evlere girişte evin holü sayılan hayat karşımıza çıkar. Odalar bu hole açılır.

Evler, bir ortak mekan, çevresinde sıralanmış odalar, hayat ve çamaşırlık-tuvalet mekanından ibarettir.

Of ve Sürmene ilçesinde tuvaletler eve çıkıntı yapacak şekildedir. Hayatın yanlarında yer alan odalardan büyük olanı, baş odadır. Genelde misafirler geldiğinde kullanılan bu oda tefriş ve düzeniyle diğer odalardan farklılık gösterir

…sistemde temeli oluşturan bodrum kat taştır

Türk evinde en önemli mekan oda, iken Doğu Karadeniz evinde aşhanedir.

 

Aile yaşamında ataerkil yapı dikkati çeker.

 

Evlerin gece ve gündüz yaşamı hayat ile ayrılmıştır.

Aşırı yağışların olduğu bu yörelerde bodrum katlar, taş ile çevrilirken ahşabın bol olduğu bir ortamda zemin kat ahşap dolma tiptedir. Malzeme dış cephede kendini hissetmiştir.

 

Açık tarla ve bahçeler içinde kurulan evlerde mahremiyet İlkesi görülmez. Evleri çeviren yüksek duvarlar yoktur.

 

7.     Genel Değerlendirme ve Sonuçlar

Çalışma sonucunda, konutun oluşumunda folklora bağlı faktörlerin önemi gözlenmiş, buna bağlı olarak değerlendirmeler yapılmıştır.

• Konut çevresiyle bir bütündür. Özellikle yerleşmenin; iklimi, arazi yapısı, tarihine bağlı kültür etkileşimi, ekonomik durumu, konutta, kullanıma bağlı mekansal oluşuma yansır.

 

-Güneydoğu Anadolu’daki avlulu evler; Mezopotamya evinin;

-Önü açık, sofalı plan tipleri; Hitit evinin;

-Geleneksel Türk evinde odanın kullanımı da; Orta Asya’daki çadırın bir uzantısına benzer.

Mevsime bağlı yaşama biçimi; genel olarak bütün konuttan etkilemiştir. Hemen hemen bütün konutlar, yazlık ve kışlık kullanım için farklı bölümlere veya katlara ayrılmıştır.

 

Genellikle Anadolu - Türk evi, genelde hizmet alanlarının yer aldığı zemin katı ve genel yaşamın geçirildiği üst kattan oluşur.

Evlere sokaktan girilince ilk önce yörelere göre değişik adlar verilen (avlu, hayat, taşlık) açık- yan açık bir mekana gelinir.

Sofa mekanı ise(açık veya kapalı) üst katta odalar arası ilişkiyi belirler. Avlu, hayat veya taşlık evin ana dağıtım mekanlarıdır.

 

Diyarbakır, Şanlıurfa illerinde mutfaklar, misafire verilen değer ve kullanıcı sayısının fazlalığından dolayı oldukça büyük ve çok ocaklıdır.

Of ve Sürmene evinde mutfak, aynı zamanda oturma odası görevi görür

 

Sedirler oturma yanında geceleri yatma amaçlı kullanılır.

Gündüz yüklüklere kaldırılan yatak, yastık ve yorgan gece yerlere serilerek yatma imkanı oluşturur.

 

Batıya doğru gidildikçe aile nüfusunda düşüş gözlenmekte, buna paralel ev boyutları da küçülmektedir.

 

*          Anadolu -Türk konutu, deneme yanılma metodu ile yüzyıllardan beri süregelen bir süreç içinde oluşmuşken, günümüz konutu, Cumhuriyetin ilanından sonra başlayan batılılaşma hareketi ile yeni bir arayışa girmiştir.

 

*          Geleneksel konutta taş, ahşap, kerpiç gibi yöresel malzeme kullanılmıştır. Günümüz konutunda ise yaygın olarak, günün koşullarına göre briket, tuğla ve beton gibi malzemeler tercih edilmektedir.

 

*          İmece usulü yaşam özellikleri gösteren geleneksel konutta mekanlar, ortak kullanım ağırlıklıdır. Bu mekanlarda fonksiyonel kullanım ön plandadır. Mekanlardaki flexibilite çok üst noktalara ulaşmıştır. Her mekandan ve eşyadan maximum fayda düşünülmüştür. Kişisel mekan kavramının ağırlık kazandığı bugünün konutlarında ise hemen her eylem için özel mekan vardır.

…