22 Şubat 2013 Cuma

Herta Müller – Yürekteki Hayvan


Herta Müller – Yürekteki Hayvan

Sustuğumuzda itici oluyoruz, dedi Edgar, konuştuğumuzda ise gülünç.
Her ölüm bir çuval sanki
Bizim varlığımızın da hata olduğunu kanıtladılar. (s. 9)

Ülkenin her yöresi yoksuldu, yüzler de öyle, (s. 10)

Talepler zor,
…oysa hedefler daha kolay, (s. 11)

…gözleri, sanki bir çiftten fazlaydı. (s. 12)

Çocuk biliyor: bir yerin kanarsa ölürsün.
Anne çocuğu seviyor. Kurtulamadığı bir bela gibi seviyor. (s. 14)

…suskunluk gelip çattığında, her şey yalan diye düşünüyor çocuk, çünkü gerçek yutulmuştur. Çünkü ağız sözcüğü yemiş ama söylememiştir. (s. 15)

Yaşama katlanamadığın zamanlarda dolabını düzenle. (s. 29)

Edgar, Kurt ve Georg,
Lola’nın ölümünün intihar olmadığından kuşkulanıyorlardı. (s. 36)

Diktatörlüklerde kent yoktur, çünkü gözaltında olan her şey küçüktür. (s. 42/43)

Sevginin bir yanak ya da alın olduğu bir yüz görmek, diye düşünüyordu anneler. O yüzlerde yaşamın artık çocukluk günlerinden daha kötü geçtiğini söyleyen ilk çizgileri görmek.
Oysa bu yüzü artık okşayamayacaklarını ya da ona vuramayacaklarını unutuyorlardı. Ona dokunmanın artık olanaksız olduğunu. (s. 44)

Her birimizin arkadaşı birer parça buluttu
Korku dolu bir dünyada arkadaşlar böyle işte…
Kent öylesine sessizdi ki, ağız şapırtılarını duyuyordum. (s. 66)

…gökyüzü başıma fazla yakındı.
İntihar etmek
Kendimi ele geçirmiştim, yalnızca küçücük bir parçam katılmıyordu bana. Belki de yürek hayvanımdı. (s. 89)

Seveni ve terk edeni yalnız
Tanrı cezalandırmalı (s. 94)

…kendi kendine konuşuyordu.
Ya dua ediyordur ya küfür, demiştim. (s. 109)

Artık ülkede değildim. Almanya’daydım ve Yüzbaşı Pjele’nin ölüm tehditlerini telefonlar ve mektuplarla alıyordum. (s. 126)

Sevginin tekrar boy vermesini istiyordum, tıpkı biçilmiş otlar gibi.
Seveni ve terk edeni
Tanrı cezalandırmalı… (s. 130)

(sevgi) Bu sözcük kendine karşı dürüst değil gibi geliyor bana. (s. 131)

…niye saat kaç diye soruyorsun, dedim.
Çünkü seninle başka bir şey konuşulmuyor, dedi annem. (s. 150/151)

Polis annemi on saat süreyle bürosuna kapatmış. Pencerenin yanına oturmuş annem.
Gelip geçenler olduğunda camı tıklatmış. Yoldan geçen kimse kafasını kaldırıp bakmamış.
Ben de olsam bakmazdım, ne yararı var ki. (s. 160)

Sustuğumuzda itici oluyoruz, dedi Edgar, konuştuğumuzda ise gülünç. (s. 201)

Herta Müller, kitabın başlangıcında ve sonunda aynı ifadeye yer vermiş, anlattıklarından ziyade burada anlat(a)madıklarıdır romana konu olan. Çavuşesku Romanya’sında, baskı altında yaşamaya çalışan insanların yaşayabildikleri kadarıyla hayatlarından parçalar okuyoruz. Romanın karakterleri, kurgusu vs. değil de yazarın dili çok etkileyici; şiire benziyor (ne demek bu) biçim ve çağrışımları nedeniyle bunu şiire benzettik demek doğru olmaz, çok şeyler anlatırken bile daha fazlasından yorulmuş birinin sesini duyar gibi... Böyle okunuyor bu sayfalar. Kısa cümlelerle bunu başarmak (ki bu bir başarı mıdır) şaşırtıcı. Bu olağan bir durum/ anlatı değil, o nedenle şiir gibi demiş olduk. Şöyle bir not daha eklemek lazım; kısa parçalar, anılar anlatılıyor, bazı olayları (mesela ölümler hakkındaki anlatılar) bunu sanki günlük hayatın bir parçasıymış gibi aktarıyor. Okuyucu vurguyu hissederek, ister istemez okudukları karşısında duruyor. Ama metin durmuyor, anlatısına devam ediyor(!). Olayın vahameti çok geçmeden başka imgelerle veriliyor (yukarıdaki alıntılar arasında –özellikle belirtilmediği halde- örnekleri var). Bu ne demek oluyor; metindeki bütün bu dinamikler, tüm bu detaylar, kusursuz bir bütüne ulaştırıyor; Sustuğumuzda itici oluyoruz, dedi Edgar, konuştuğumuzda ise gülünç. Kimsenin yaşamasını istemeyeceği bir trajediyi gerçekçi bir dille anlatarak okuyucuyu o kötü atmosfere sokmadan orijinal (benzerini okumadım, o nedenle orijinal diyorum) bir dille kişisel deneyimlerini edebiyata dönüştürmüş oluyor Herta Müller.

Herztier
Türkçeleştiren: Çağlar Tanyeri
Telos Yayınları, 2. Baskı, Ekim 2009

20 Şubat 2013 Çarşamba

Kant, Schopenhauer, Heidegger - Düşüncenin Çağrısı


Kant, Schopenhauer, Heidegger  - Düşüncenin Çağrısı

Düşünmenin tek derdi hakikattir. (s. 17)

Schopenhauer – Kendi Kendine Düşünmesini Öğrenmek

…bir insan, ancak dört bir taraftan topladığı bilgiyi bir araya getirip bildiği şeyleri, bir doğruyu diğeriyle karşılaştırarak bir araya getirdiği zaman ona tamamen hâkim olur ve onu kendi gücüne – melekesine dönüştürür. (s. 27)

Okumak bir kimsenin kendi düşüncelerinin yerine bir ikameden başka bir şey değildir. Bir insan böylelikle düşüncelerinin dizginini, çekmesi için başkalarının eline verir. (s. 29)

Okumak kişinin kendi kafası yerine başka birisinin kafasıyla düşünmesidir. (s. 32)

Düşünceler de insanlar gibidir; onları canımız istediği zaman çağıramayız, teşrif edip gelinceye kadar onları beklememiz gerekir. (s. 34)

Hakiki değere sahip olan tek şey bir insanın doğrudan kendi kendisine düşündüğüdür. (s. 39)

Eğer bu dünya gerçekten düşünen insanlarla dolu olsaydı, her türden gürültü bu denli evrensel biçimde tahammül görmezdi. (s. 43)

Heidegger – Düşünmek Ne Demektir

…düşünüyorken düşünmenin ne demek olduğunu öğrenmeye başlarız.
Akıl, ratio, düşünmeyle açılır. (s. 47)

Üzerine düşünülecek ne ise ona kulak kesilerek düşünmeyi öğreniriz. (s. 48)

En çok düşünce uyandıran henüz düşünmediğimizdir. (s. 49)

Bilhassa biz bugünün insanları, ancak (öğrendiklerimizi) aynı zamanda ve daima unutursak öğrenebiliriz. (s. 54)

Mitos demek söyleyen sözcük demektir. Grekler için söylemek, açık ve yalın hale getirmek ve görünmesine izin vermektir.
Λόγος da aynısını söyler; μύτηος ve λόγος mevcut felsefe tarihçilerinin iddia ettikleri gibi felsefece karşı karşıya getirilmiş değildir; tersine erken dönem Grek düşünürleri (Parmenides, fragman VIII) μύτηος ve λόγος’u kesinlikle aynı anlamda kullanırlardı.
Modern akılcılığın Platon’dan beri benimsediği önyargıyla μύτηος’un λόγος tarafından ortadan kaldırıldığını düşünürler. Fakat dini olan hiçbir şey hiçbir zaman logosa özgü olan tarafından yok edilmemiştir; o ancak tanrının geri çekilmesiyle yok olmuştur. (s. 57)

Hafıza her yerde her şeyden önce düşünülmeyi talep edenin üzerine düşüncenin toplanmasıdır. Hafıza, hatırlamanın toplanmasıdır. (s. 58)

Öğrenmek demek, yaptığımız her şeyin bizi özsel olarak çağıran neyse ona cevap vermesini sağlamaktır. (s. 63)

Sokrates
Batı’nın en saf düşünürüdür. Bunun için bir şey yazmamıştır. Çünkü düşünce doluluğunu yazıya dökmeye başlayan birisi kaçınılmaz olarak kendileri için çok güçlü olan çekimden (cereyandan) sığınak aramak için koşup duran insanlara benzer. (s. 67)

Heidegger – Düşünmeye Çağıran Nedir?

“Düşünmek ne demektir” ilk olarak ve öncelikle şunu söyler: “düşünme” dediğimiz nedir.
İkinci olarak,
Geleneksel öğreti bizim düşünme adını verdiğimiz şeyi nasıl anlar ve tanımlar. (s. 69)

Üçüncü olarak
Tam hakkıyla düşünebiliyor olmamız için ihtiyaç duyduğumuz (ön koşullar) nelerdir?
Son olarak
Bizi düşünmeye çağıran / emreden nedir? (s. 70)

İçerisinde hakiki anlamda barınılan dilin ve onun alışıldık sözcüklerinin yeri alelade (basmakalıp) tabirler tarafından gasp edilir. Basmakalıp konuşma yaygın konuşma haline gelir. Onunla her yerde karşılaşırız.
…onu yegâne standart olarak kabul ederiz. Dilin eski alışılmış, asli konuşmasına yerleşmek için bu müştereklikten (basmakalıplıktan) ayrılan her şey derhal standarda bir saldırı olarak değerlendirilir. Boş ve saçma bir heves olarak damgalanır. (s. 77)

Kant – Kişinin Düşünerek Yönünü Tayin Etmesi Ne Anlama Gelir
(çok sıkıcıdır bu)

Schopenhauer – Düşünmenin Gereksindiği: Sükûnet

Eğer büyük bir elmas küçük küçük parçalar halinde kesilse, derhal bütün olarak sahip olduğu değeri kaybeder; yahut bir ordu birliklere parçalansa veya bölünse bütün gücünü kaybeder. (s. 107)


Çeviren ve Hazırlayan: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları, 2008



Robert Walser - Yardımcı


Robert Walser – Yardımcı

Bir sabah saat sekizde, genç bir adam şirin görünen, müstakil bir evin kapısı önünde durdu.

“Ben yeni memurum,” dedi Joseph, çünkü adamın adı buydu. (s. 9)

Bu sabah ne demişti Herr Tobler? Oldukça büyük miktarda bir para miras kalmış kendisine, ama o şimdiden bütün servetini bu ‘Reklam-Saati’ne dökmüş. (s. 18)

…İhtişam ve incelmiş yaşam tarzı var olmayı sürdürdükçe, sefaletin nesli de tükenmez. (s. 66)

(Joseph)
…İyi bir aileden geliyorum; ama öyle sanıyorum ki, biraz baştan savma bir terbiye aldım.
…ben aslında sadece şahsıma ve dünyanın bana katlanmakta güçlük çeken bir kesimine neler olduğunu anlamaya çalışıyorum.
…ama ben burada kendi değerli şahsımla meşgul olarak ne yapıyorum böyle? Yüzmeye gitmeyi tercih ederim. (s. 86)

“Mütevazı olmak” diye düşündü Yardımcı, “Bazı insanların hayattaki son sığınağı değil de nedir?” (s. 119)

Şimdi duyguların zamanı değil. İnsan durmadan gezintiye çıkamaz, bazen bir şeyler başarmak da gerekir… (s. 127)

Pazartesilemek, yatakta her zamankinden daha uzun süre yan gelip yatmak, (s. 129)

(Wirsich)
“Nasıl mıyım? Kötü,
…Hırsızlığa başlayacağım; hapse düşeceğim.
(Joseph)
…İnsan böyle şeyler söylemektense kendi ağzına bir yumruk indirir, daha iyi. (s. 181)

(Joseph)
“Benim aptalca şeyler yapmadan yaşamam mümkün mü? Ve bu evde muhteşem aptallıklar yapabiliyordum. (s. 214)

(Frau Tobler)
…Sizinle konuşulabiliyor; ama artık yatma vakti geldi. (s. 243)

(Herr Tobler)
Çabuk defolup gidin bu evden. (s. 261)

Uyuyan çocuklara benziyordu evler ve gökyüzü her şeyin üzerine dostça ve yorgun uzanmıştı. (s. 270)

Türkçeleştiren: Cemal Ener
Can Yayınları, Ocak 2013

Kitabın sonunda Cemal Ener imzasıyla, Walser ve eserleri hakkında bilgi veren kısa bir yazı var. ‘Yardımcı’ hakkında fikir edinmek için okunabilir. 

18 Şubat 2013 Pazartesi

Paul Auster & J. M. Coetzee – Şimdi ve Burada


Paul Auster & J. M. Coetzee – Şimdi ve Burada
Mektuplar 2008 / 2011

(Coetzee)
Charles Lamb, insanın görmek istemeyeceği dostları olabileceğini söylüyor. (s. 12)

Christopher Tietjens’in bir sözü: “İnsan bir kadınla konuşabilmek için onunla yatar.”
Yatmadığın bir kadınla arkadaş olmak pratikte olanaksızdır.

…dostluk olduğu gibi görünür. Dostluk saydamdır. (s. 13)

(Auster)
Erkekler duygularından söz etmemek eğilimindedirler. (s. 14)

En iyi ve uzun ömürlü arkadaşlıkların temelinde hayranlık vardır.

Joubert, “Saygımızı kaybeden kişilerin dostluğunu da kaybederiz.” (s. 16)

(Coetzee)
Şehirlerimiz yerli yerinde duruyor, tarlalarımız ürün veriyor, marketlerimiz ağzına kadar yiyecek dolu.
Öyleyse bizi yoksullaştıran ne…
Bize verdikleri cevap, birtakım sayıların değiştiği yolunda. Eskiden yüksek olan bazı rakamlar birdenbire düşmüş, bunun sonucunda da biz yoksullaşmışız. (s. 29)

(Auster)
…dünyamızın en büyük kurgusu para…
…o kâğıt parçası değer kazanmışsa nedeni çok sayıda insanın ona değer vermeyi seçmiş olmasıdır. Sistem inanç temeline oturuyor. Sistemi yürüten doğrular ya da gerçekler değil, sadece kolektif inanç. (s. 33)

Dünyada iki tür insan vardır. Para için çalışanlar ve paralarını çalıştıranlar. (s. 34)

(Auster)
…gerçek hayatımızda da kurguya benzer şeyler başımıza gelebilir demek istiyorum. Ve şayet kurgu gerçeğe dönüşürse, belki de o zaman gerçeğin ne olduğunu yeniden düşünmemiz gerekir. (s. 47)

(Auster)
…finans kapitalizminde…
…oyunun dümeni Malville’in kurnaz Üçkâğıtçı’sının elinde. (s. 59)

(Auster) Paul: Latince küçük, ufak. Auster: Latince Güney Rüzgârı. (s. 96)

(Coetzee)
…iki taraf arasında karşılıklı bir akım olduğu zaman yapılan konuşma gerçektir. Röportajlarda ise böyle bir akıma çok ender rastlanır. (s. 123)

(Coetzee)
Röportajı çok sevdim. Oturma odamızı ziyaret etmiş kadar oldun. (s. 148)

Kendi yarattığımız sefaleti yaşamayı yeğliyoruz. (s. 151)

(Auster)
…dünyanın en önemsiz insanları olan yazarlarla sahte görüşmeler yapmak zahmetine kim, niye katlanır ki? (s. 153)

(Coetzee)
Kleist’tan bir sayfayı açmak, insana çok az üyesi olan bir A ligi yazarlar grubunun varlığını anımsatır. (s. 163)

(Coetzee)
Spor,
Kazanmaktan çok kaybetmekle ilgili şeyler öğretir. (s. 180)

(Auster)
…iş siyasal iktidar mücadelesine geldi mi, fikirlerin fazla hükmü olmaz, hatta hiç hükmü yoktur. (s. 225/226)

(Coetzee)
…yaşlanmak bile/eskiyor (s. 265)

Türkçeleştiren: Seçkin Selvi
Can Yayınları, Ocak 2013

16 Şubat 2013 Cumartesi

Martin Heidegger – Düşüncenin Çağırdığı


Martin Heidegger – Düşüncenin Çağırdığı

Albert Hofstadter – Heidegger

“Düşünmek kendini bir gün gökyüzünde bir yıldız gibi sabit duran tek bir düşünceye hasretmektir.”

Martin Heidegger’in bir düşünür olarak hayatının eseri tek bir düşünceye ulaşma mücadelesiydi. (s. 13)

Bir düşünceyle ilgileniyoruz. O Varlıkla ilgili bir şeye sahip: O Varlığı düşünür. Varlık vücut bulma, huzura gelmedir; o varolanların, ister mevcut (hazır) ister namevcut (gaip), vücut buldukları haliyle vücuda gelmesine izin veren bırakan-mevcudiyettir. Heidegger bu Varlık düşüncesinin Greklerde Pre-Sokratik düşünürlerce başlatıldığını görmüştür. Ona düşüncenin konusu, düşünmeyi düşünmeye çağıran şey denilebilir. (s. 14)

Zaman da düşünmenin düşünmeye çağrıldığı düşünce konusudur. Fakat zamanı huzura gelme olarak düşünmewk de yine onu henüz hakikati içinde düşünmemektir, fakat sadece ona düşünce konusu olarak ilk kez yaklaşmaktan ibarettir. (s. 14/15)

Heidegger’in yazılarına Varlığın çobanı olarak İnsan tasavvuru egemendir. İnsanın çobanlık yaptığı şey, Varlığın sırrıdır. Bunu yapmak için o toprağın lütfunu kabul edip bu kabulün kanunu içinde yurdunda olabilmelidir.

Tek düşünce Varlığın sırrı, zamanın esrarıyla ilgiliydi. (s. 15)

O hep sağlam ve sabit kaldığı için kişinin kendisini güven içinde hasredebileceği daima aynı kalan değişmez bir düşüncedir. (s. 16)


Martin Heidegger – Varlık ve Düşünme

Oluş ve görünüş

Düşünme kendisini Varlığa karşı öyle bir şekilde koyar ki, Varlık, obje olarak onun önüne yerleşir ve dolayısıyla tam karşısında durur.

…bu ayrım bir hâkimiyet elde edebilir. (s. 21)

…o kadar ki Varlığın düşünmeden bütün yorumunu aldığı durum ortaya çıkar.

Varlık sözcüğünün hudutları kesin bir şekilde çizilmiş bir anlama sahip olduğunu gösterdik. Bu, Varlığın kendisinin belirli bir şekilde anlaşıldığını ima eder.

…sadece Varlığın belirsiz bir tarzda anlaşılmadığını, fakat Varlığa dair belirli anlayışın, önceden belirlenmiş bir perspektif içerisinde dolaştığını da göreceğiz. (s. 22)

Düşünmek ne anlama gelir? İnsan düşünür, Tanrı hükmeder deriz. Burada düşünme; şunu ve bunu kurmak, tasarlamak anlamına gelir; bir şey hakkında düşünmek; onu göz önüne getirmek, hedeflemek anlamına gelir.
Bir şeyi düşünmek; onu unutmamak anlamına gelir. Burada düşünmek, geriye doğru düşünmek, hatırlamak anlamına gelir.
Bir şey hakkında hiçbir şey düşünmemek tabirini kullanırız. Burada düşünme tahmin, tasavvur etmek anlamına gelir.
Vurgulu bir anlamda düşünmek: Tefekkür etmek, bir şey, bir durum, bir tasarı, bir hadise üzerine düşünmek (teemmül etmek) anlamına gelir. (s. 23)

Düşünme gelecekte olduğu kadar geçmiş ile de, fakat aynı zamanda şimdi ile de ilişkilidir. Düşünme bir şeyi önümüze getirir, onu tasarlar. Bu tasar(ım)lama her zaman bizden başlar. O özgür, fakat keyfi bir edim değildir, çünkü tasarlarken tasarlananı düşünür ve onu parçalara ayırarak ve tekrar bir araya koyarak düşünürüz ki (bu düşünme) onu sınırlandırır. Fakat düşünürken biz sadece bir şeyi önümüze koymaz, sadece uzuvlarına ayırmak için uzuvlarına ayırmaz, fakat tefekkür ederek tasarlanan şeyi takip ederiz. Onu sadece önümüze çıktığı (başımıza geldiği) şekliyle kabul etmeyiz; söylediğimiz gibi şeyin arkasına erişme koyuluruz.

Düşünme dediğimiz şeyin karakteristiği
1-      Kendiliğimizden tasarlama; kendine özgü, özgür bir edim olarak.
2-      Analitik (tahlili) bireşim (terkip) olarak tasarlama.
3-      Tasarlamaya evrensel (genel-geçer) olanı kavrama (s. 24)

Varlık ve düşünme arasındaki farklılaşma var olanla salt bir ilişkide daha özsel bir şeyi içerir. Farklılaşma, düşünme ile varlığın kendisi arasında başlangıçtaki bir iç bitkinlikten kaynaklanır. Varlık ve düşünme ifadesi deyiş yerindeyse bizzat Varlığın talep ettiği bir farklılaşmayı işaret eder.

Mantık düşünme bilimi, düşünmenin kurallarının ve düşüncenin biçimlerinin öğretisidir.

Mantık, bizi düşünmenin özüne dair meşakkatli bir araştırma külfetinden kurtarır.

Mantık ne anlama gelir?
İsim, episteme, logike, logos’un biliminin bir kısaltmasıdır. Ve logos burada ifade (bildirim) anlamına gelir. Mantığın düşünme öğretisi olduğu var sayılır. (s. 25)

Mantık ve mantıksal sadece düşünmeyi tanımlamanın yegâne mümkün yolları değildir. Diğer yandan düşünme öğretisinin mantık haline gelmiş olması bir tesadüf değildir.

Düşüncenin hizmetinde tam da, düşünmenin özünün belirlendiği kökene yani aletheia ve physis’e, saklılıktan sıyrılma olarak Varlığa, bizzat ‘mantık’la kaybolmuş şeye nüfuz etmeye çalışıyoruz.

Mantığın gelişimi ne zaman başlamıştır? Grek felsefesi sona doğru yaklaştığında ve okullara, örgütleme ve tekniğe ait bir iş haline geldiğinde başlamıştır. Εόγ, varolanın varlığı idea olarak tasarlanıp ve bu haliyle episteme’nin objesi haline geldiğinde başlamıştır. Mantık, Platon ve Aristoteles okullarının müfredatında ortaya çıkmıştır. Mantık filozofların değil, okul öğretmenlerinin bir icadıdır. (s. 26)

Mantık, düşüncenin biçimsel yapısı ve kurallarının bir açıklaması olarak ancak Varlık ve düşünme arasındaki ayrım gerçekleştirildikten ve hatta belli bir tarzda ve belli bir yönde gerçekleştirildikten sonra ortaya çıkabilirdi.

Dolayısıyla mantığın kendisi ve onun tarihi, asla Varlık ve düşünme arasındaki bu ayrımın özü ve kökeni üzerine yeterli ışık tutamaz. Mantığın kendisi kendi kökeni ve buyurgan düşünme yorumu sunma iddiası bakımından bir açıklamaya ve temele muhtaç durumdadır.

“Mantıksal olan hakikatin mutlak formu(dur) ve dahası o saf hakikatin kendisidir de.” (Hegel)

Hegel’in bilinçli bir şekilde o zamana kadar ‘metafizik’ diye bilinen disipline mantık adını vermesi mantığın bu baskın konumuyla uyum içindedir. (s. 27)

Düşüncenin yanlış yorumu ve onun yol açtığı kötüye kullanım, başka hiçbir şeyle değil, ancak köklerine geri dönen sahih düşünmeyle alt edilebilir. Böyle bir düşünmenin yeniden kurulması düşünmenin Varlıkla özsel ilişkisi sorusuna bir geri dönüşü gerekli kılar ve bu Varlık olarak Varlık sorusunun açılması anlamına gelir. Geleneksel mantığın aşılması düşüncenin saf dışı edilmesi ve safi hissiyatın tahakkümü anlamına gelmez; bu daha köklü, daha keskin bir düşünme, Varlığın parçası ve varlığa ait olan bir düşünme anlamına gelir. - > [Düşünce ve Varlık] (s. 28)

Logos
Λόγος konuşma, söylem anlamına gelmez. Onun temel anlamı dil ile doğrudan bir ilişki içinde durmaz.
Leg…, Legein, Latince legere, Almanca lesen (toplamak, bir araya getirmek, okumak) ile aynıdır.
Ahren lesen (başak toplamak), holz lesen (odun toplamak), die auslese (seçme, ayıkla-n-ma, şarap, antoloji, seçkin; kitap(bı) okuyup bitirme), ‘ein buch lesen (bir kitap okumak) asli anlamında ‘okuma’nın sadece bir çeşididir ki bu şudur; bir şeyi diğeriyle birlikte koymak, bir araya getirmek, kısaca toplamak; fakat aynı zamanda birinin diğerine karşı seçilip ayrılmasıdır. Grek matematikçileri sözcüğü bu şekilde kullanıyorlardı. (s. 30)

Physis (Φύσις) anlamında Varlık, ortaya çıkan güçtür. Oluştan farklı olarak kalıcı, hüküm süren mavcudiyettir. Görünüşten farklı olarak o görünen, açığa çıkmış mevcudiyettir. (s. 31)

Herakleitos’un yanlış yorumundan Hıristiyanlık sorumluydu. Bu, eski kilise babalarıyla başladı. Hegel’de bu geleneğin içindeydi. Herakleitos’un logos öğretisi, Yeni Ahit’te, Yuhanna İncili’nin öndeyişinde söze dökülmüş olan logosun öncüsü olarak kabul ediliyordu. Logos Mesih’tir. Fakat Herakleitos daha önce logostan söz etmişti ve bu, Greklerin mutlak hakikatin, yani Hıristiyanlığın vahyedilmiş hakikatinin kapılarına erişmiş oldukları anlamına geliyordu. Hakikatin, Tanrı-İnsan suretindeki gerçek tezahürü Greklerin logosun bütün mevcudat üzerindeki hakimiyeti ile ilgili felsefi kavrayışına damgasını vurmuştur. Bu pekiştirme ve damga Grek felsefesinin klasisizmini tesis eder. (s. 32)

Logos’tan şu şekilde söz edilir:
I.                    Hüküm sürme ve kalıcılık ona mahsustur;
II.                  O, varolandaki bir aradalık, bütün varolanların bir aradalığıdır ki o toplar;
III.                Olan, yani vücuda gelen her şey bu hüküm süren bir aradalıkla ayakta durur, bu hakim olan güçtür. (s. 34)

Λόγος’la karşılaştıklarında insanlar gerçekten λόγος’u anlamazlar.

İnsanlar logos’a nüfuz edemezler, hatta bunu sözcüklerle, έπεα yapmaya çalışsalar bile.

Sözcüklere ehemmiyet vermeyin fakat λόγος’a kulak kesilin. (s. 35)

Gerçek işitmenin kulak ve ağızla hiçbir ilgisi yoktur. Bilakis λόγος’u ve o ne ise onu, yani var olanın kendisinin toplanmışlığını takip etmek anlamına gelir.

İnsanlar her zaman varolanlarla ilgilendikleri için, her zaman Varlıkla ilişki içerisindedirler; Varlıktan yüz çevirdikleri için ona yabancıdırlar çünkü onu kavramaz fakat varolanların daha fazla değil sadece varolan olduklarını varsayarlar. (s. 36)

Varolanların ortasında dolaşıp dururlar, her zaman en somut (akla yatkın) olanı kavramaları gereken olduğunu varsayarlar ve böylelikle her bir insan kendisine en yakın olanı kavrar. Biri buna, biri şuna tutunur.

Λόγος, varolanın, yani Varlığın sürekli (dengeli, sağlam) toplaması, asli bir aradalığıdır. (s. 37)

Hayat / ölüm

Karşıtlar ileri geri, biri diğerine gidip gelirler; kendilerinden kendilerini toplarlar. Karşıtların çatışması bir aradalıkta kökleşmiş bir toplanmadır, o λόγος’tur.

Estetik için sanat hoş, hoşa gitme anlamında güzelin tasarlanmasıdır. Fakat sanat varolanın Varlığının açılmasıdır. Varlıkla yeniden ele geçirilmiş, asli (kökensel) bir ilişkinin gücü üzerinden ‘sanat’ sözcüğüne yeni bir muhteva kazandırmalıyız. (s. 38)

Ancak peşinen Varlığa, logos’a yöneltilmeleri halinde gerçek konuşma ve işitme (duyma) olabilir. Ancak logos’un kendisini açtığı yerde telaffuz edilen bir ses bir sözcük olabilir. Ancak varolanın Varlığının işitildiği yerde salt kayıtsız (dikkatsiz) bir dinleme, bir işitme haline gelir. Fakat logos’u kavrayamayanlar ne işitebilirler ne konuşabilirler. Onlar Dasein’larını varolanın Varlığında da durmaya götüremezler. Ancak bunu yapabilenler söze hakim olur; bunlar şairler ve düşünürlerdir. Diğerleri dikbaşlılıkları ve cahillikleriyle ortada (sersem sersem) sendeleyip dururlar. Onlar ancak önlerine çıkanı, hoşlarına gideni, tanıdık ve bildik geleni tanırlar. Onlar köpekler gibidir. Çünkü köpekler tanımadıkları herkese havlarlar. Eşekler samanı altına tercih ederler. Onlar her zaman ve her yerde varolanlarla ilgilenirler. Fakat Varlık onlardan gizli kalır.

Logos olarak Varlık temel (kökensel) toplama olduğu için, Varlıkta üstü örtülü olarak mevcut olan, her şeyin sair her şey kadar çok veya az değere sahip olduğu kitle ve karmaşa değil, mertebe ve hakimiyettir. (s. 39)

Kendisini (kolayca doğrudan) göstermeyen uyum (her zaman) aşikâr olandan daha güçlüdür.

Varlık logos (…) kendisini herkesin istediği gibi göstermez.

En güzel dünya karmaşa içinde saçılmış bir süprüntü yığınına benzer. (s.40)


Martin Heidegger – Düşünmek ve Şükretmek
(Çeviren: Hüseyin Aydoğan)

Şükür, düşünülene ve onun düşüncesine (Eski-Yüksek Almancadaki) ‘Gedanc’a aittir.

Düşünmek şükretmek midir? Burada şükretmek ne anlama gelir? (s. 58)

Başlangıçtaki kök ‘der gedanc’ sözcüğü söyler: toplanmış, her şeyi toplayan (her şeyi hatırlayan) düşünme.

Akademik felsefe bu sözcüğü budamak için elinden geleni yaptı. (s. 59)

‘der Gedanc’ sözcüğü yalnızca bir insanın gönlü veya kalbi dediğimiz ve özsel doğasının derinliğini iskandil edemeyeceğimiz şey anlamına gelmez. Hem hafıza (hatırlama) hem şükür, Gedanc’da dolaşır ve varlığına onda sahip olur. ‘Hafıza’ başlangıçta hiçbir şekilde hatırlama yetisi anlamına gelmiyordu. (s. 59/60)

Kökensel olarak hafıza, bir o kadar da sadakat anlamına gelir.

Geçmiş, mevcut ve gelecek olan kendi mevcudiyetinin birliğinde ortaya çıkar.

…hafızanın geniş ve derin biçimde kavranan özü içinde unutma ile hatırda tutma arasındaki karşıtlık ortaya çıkar…

…hatırda tutmanın anlamı, geçmişle, hafızanın sürekli yeniden çekip çıkardığı (yeniden ele geçirdiği) ile sınırlıdır. (s. 60)

Kök sözcüğü ‘Gedanc’ hafızanın kökensel doğasında hüküm sürer; gönlün mevcudiyeti içinde tuttuğu her şeyin sürekli tasavvurunun toplanmasıdır.

Hafıza bu şekilde anlaşıldığında der gedanc aynı zamanda ‘şükür’ (der Dank) sözcüğünün ifade ettiği şeydir. Şükrederken gönül sahip olduğu ve olduğu şeyi düşünür. Gönül, böyle düşünerek ve aynı zamanda hafıza olarak kendisini tuttuğu şeye düşünceye verir. (s. 61)

Düşündüğünü düşünülecek olana bağlayan (adayan), hatırlayan düşünme, (yani) şükür kökensel hafıza olarak zaten ‘gedanc’da hüküm sürer. (s. 62)

Şükran borçlu olduğumuz şeyler kendimizden sahip olduğumuz şeyler değildir. Onlar bize verilmiştir.
…bize bağışlanmış en yüksek ve gerçek anlamda en kalıcı bağış (hediye) her zaman bizim özsel doğamızdır; o bize öyle bir şekilde bağışlanmıştır ki (onunla o şekilde yetenekli kılınmışızdır) biz ne isek ancak onun sayesinde o oluruz.

Saf şükür daha ziyade bizim sadece düşünmemizdir; yani gerçekten ve yalnızca düşünmeye sevk edeni (düşünülmek için var olanı) düşünmektir.
Her türlü şükür önce ve sonra düşünmenin özsel alanına aittir. (s. 63)

En ziyade düşünce uyandıranı düşündüğümüzde asli (hakiki) mânâda şükrederiz. (s. 63/64)

Düşünülecek olana, hatırlayıcı (geriye doğru) düşünmenin toplanması hafıza dediğimiz şeydir. (s. 64)

Martin Heidegger – Geçiş

Der Gedanc: İnsanın gönlü, kalbi, kalbinin merkezi, insanın dışarıya en tam ve en dış sınırlara ve doğru düşünüldüğünde bir iç ve dış dünya tasavvuru ortaya çıkartmayacak kadar belirleyici bir şekilde ulaşan en iç özü anlamına gelir.

Temel anlamıyla ‘der gedanc’ sözcüğüne kulak verdiğimizde derhal iki sözcüğün özünü duyarız: düşünme ve hafıza, düşünme ve şükür ki bunlar kendilerini düşünmek fiilinde kolayca duyururlar.

Der Gedanc, kalbin merkezi, insan olarak var olduğumuz kadarıyla bizi ilgilendiren her şeyin, bizim ihtimama gösterdiğimiz her şeyin, bizi etkileyen her şeyin toplanmasıdır. (s. 65)

İlk (kökensel) konuşan anlamında hafıza bir o kadar da sadakat demektir. Bu sözcük dindar ve dindarlığın özel anlamına sahiptir ve ibadetin sadakatine işaret eder, bunun tek sebebi onun kutsal ve lütufkâr olanın üzerine her şeyi kuşatıcı yoğunlaşma rabıtası ifade etmesidir. Der gedanc sadakat olarak hüküm süren hafızada açılır.

Eğer hafızayı eski ‘der gedanc’ sözcüğünün ışığında anlarsak hafızayla şükür arasındaki bağ derhal uyanacaktır. Çünkü şükrederken düşünen kalp, toplanmış ve yoğunlaşmış kaldığı yeri hatırlar. Çünkü onun ait olduğu yer orasıdır. Hafızada geriye doğru düşünerek hatırlayan bu düşünme kökensel teşekkürdür.


Martin Heidegger – İnşa Etmek İskân Etmek Düşünmek

Bir şeyin özü hakkında bize konuşan dildir.
İnsan sanki dilin biçimlendiricisi ve efendisiymiş gibi hareket etmekte, hâlbuki insanın efendisi olarak kalan dildir. (s. 76)

Şimdi, ‘bauen’ inşa etmek ne demektir? İnşa etme için Eski Yüksek Almancada kullanılan sözcük ‘buan’ iskân etmek anlamına gelir.
Bu fiilin, yani ‘bauen’ iskân etmek fiilinin asli anlamı bugün bizim için kayıptır. Fakat onun örtülü izi Almanca ‘nachbar’ komşu sözcüğünde korunmuştur. ‘Nachbar’, ‘Nachgebur’, Nachgebauer’, yakın oturan, yakında oturan demektir. ‘Buri’, büren’, ‘bueren’, ‘beuron’ fiillerinin hepsi barınmak, barınma yeri anlamına gelir.
‘Bauen’, ‘buan’, ‘bhu’, ‘beo’ çeşitli biçimleriyle ‘bin’ sözcüğümüzdür: ‘ich bin’ varım, ‘du bist’, varsın, emir kipi ‘bis’, var-ol. O halde ne anlama gelir ‘ich bin’ (ben varım) demek?
Senin ve benim var-olma tarzımız, biz insanların yeryüzünde var-olma tarzı, ‘buan’, sakin olma (barınma)dır. (s. 77)

‘Vücuda getirmek’ için Grekçede kullanılan sözcük ‘titko’dur. ‘Tekhne’, teknik sözcüğü ‘tek’ kök fiiline aittir. Grekler için ‘tekhne’ ne sanat ne de zanaat anlamına geliyordu: bilakis bir şeyi mevcut olanın içinde, şu veya bu olarak, şu veya bu şekilde görünür kılmak. Grekler ‘tekhne’yi, vücuda getirmeyi, görünmeye bırakma (belirmesini sağlama) olarak anlarlar. (s. 94)


Martin Heidegger – Messkirch’in 700. Yılı
22 Temmuz 1961 Yurtakşamında Hemşehrilere Konuşma
(Çeviren: Leyla Baydar & Hasan Ünal Nalbantoğlu)

Bugünün kökü, kaynağı, hem geçmişte olmuş olanlardır hem de gelecekte olacaklara maruzdur.

…kent ve köy evlerinin çatılarında sıralandığını gördüğümüz televizyon ve radyo alıcıları… Bu işaretler neyi belirlemekte? Bunlar dıştan göründüğünde insanların oturdukları yerlerde artık evlerinde olmadıklarını gösterir. (s. 103)

Yuva yok olmak zorunda kalınca ne olur? O zaman insan için yuvaya benzemeyen de yoktur artık. Peki sonra? O zaman yalnızca, insanın sürekli çıkar oyunlarıyla uğrunda yarıştığı, yeniden en yeniye çok hızlı bir değişme var demektir. (s. 104)

Yarın düşünülürken, dünün hakkında anlaşılan ve doğru benimsenen sağınlaştırıcı kuvvetlerini uyandırırız. Böylelikle, gelecek ile köklerimiz arasında sebatla tutunmamız gereken bugüne ulaşırız. Böyle bir tutunma, değişen her şeye karşı olanı korumamıza yardım eder. (s. 111)


Graeme Nicholson – Heidegger: Düşünme Üzerine

…varlık düşüncenin unsurudur. (s. 116)

Heidegger Platon felsefesini ve devamını düşünmenin örnekleri olarak görür. Bu geleneğe “metafizik” dediği kadar “metafizik düşünme” de der. (s. 117)

…o genellikle,
“x’i düşünmek der.
Düşündüğüm x’e Almancada ‘das gedachte’ denir ve düşünülen şey ya da ‘die sache’, düşüncenin konusu-meselesi anlamına gelir. Dolayısıyla bir yapıdaki iki unsur, düşünmenin kendisi ve onun ‘sache’si arasında ayrım yapmış oluruz. (s. 119)

Heidegger düşünmeyle ‘sache’ arasındaki doğrudan ilişki üzerinde durmak ister, fakat onun düşünceler (gedanken) oluşturmaktan kendini kurtaramadığını ileri süreceğim. ‘Gedanken’ ile ‘denken’ arasındaki ilişki ‘gedicht’ (neşide / şiir) ile ‘dichten’ (inşad etmek) arasındaki ilişkiye benzer. (s. 119/120)

‘Denken’, düşünme, ‘noesis’tir; ‘das gedachte’, üzerine düşünülen şey, ‘neoton’dur; ‘der gedanke’, düşünce, ‘noema’dır.

Denken: Noesis, düşünme
Das Gedachte: Noeton, üzerine düşünülen şey
Der Gedanke: Noema, düşünce

Düşünme, daha basit söylemek gerekirse, Varlığın düşünmesidir. Buradaki –in halinin (iyeliğinin) iki anlamı vardır. Düşünme, Varlık tarafından sahiplenilerek (veya ondan yola çıkılarak) Varlığa ait olduğu ölçüde Varlığa dairdir (ona aittir). Ama aynı zamanda düşünme, Varlığa ait olarak, Varlığı dinlediği (ona kulak verdiği) ölçüde Varlığın düşünmesidir. (s. 120)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları, 2008

11 Şubat 2013 Pazartesi

Aristoteles, Augustinus, Heidegger - Zaman Kavramı

Aristoteles, Augustinus, Heidegger - Zaman Kavramı


Aristoteles: Fizik
…Ya hepten var olmadığı ya da kaygan, ele avuca gelmez bir şey olduğu şunlardan çıkartılabilir: Zamanın bir parçası varolmuştur, /artık/ yoktur; öteki parçası ise olacaktır, henüz yoktur. Hem sınırsız zaman hem de ele alınan her zaman bu parçalardan bileşiktir.
…Zaman parçalanabilir olmasına karşın parçalarının biri olup bitmiş, biri olacak, hiçbiri yok; “şimdiki an” ise zamanın bir parçası değil, çünkü parçanın bir ölçüsü vardır, bütünün parçalarından kurtulması gerekir, oysa zaman “şimdiki an”lardan bir araya gelmiş gibi görünmüyor. Kaldı ki geçmiş ile geleceği ayırır gibi görünen “şimdiki an” acaba hep bir ve aynı mı kalıyor, yoksa hep başka, hep değişik bir şey mi, bunu görmek kolay değil. Hep değişik bir şey ise ve zamanın içinde hep değişik olan hiçbir parça bir başka parçayla zamandaş olarak varolmazsa “an” daha önce varolmayan ve bir zaman zorunlu olarak ortadan kalkacak bir şey ise “an”lar birbiriyle zamandaş olmayacaktır, daha önceki “an”ların hep ortadan kalkmış olmasıysa zorunludur. (s. 11)

…çok sayıda gök çember olsaydı onların her birinin devinimi zaman olur dolayısıyla zamandaş birçok zaman olurdu.
…hızlı ile yavaş aslında zaman ile belirleniyor, kısa zaman içinde çok devinen nesne hızlı, uzun zaman içinde az devinen nesne yavaştır. (s. 13)

…devinme ve değişmeden bağımsız zaman yok, bu açık. Öyleyse yine açık ki, zaman hem bir devinim değil, hem de devinimden bağımsız değil. (s. 15)

…İmdi biz “an”ı devinimdeki önce ile sonra olarak ya da öncenin sonu, sonranın başı olan şey olarak değil de tek şey olarak algıladığımızda hiçbir zaman geçmemiş görünüyor, çünkü devinim de yok. Ama önce ile sonrayı algıladığımızda “zaman geçti” diyoruz. Aslında zaman şu: Önce ile sonraya göre devinim sayısı. (s. 17)

…Zaman olmazsa “an”da olamaz; “an” olmazsa zaman da olamaz. (s. 19)

…zamanla devinimi, devinimle zamanı ölçüyoruz. (s. 23)

…devinim olan durumu ortadan kaldırır. Dolayısıyla şu açık: Hep varolanlar, hep varolduklarından ötürü zaman içinde değiller. (s. 27)

Zaman kendi başına oluştan çok yokoluş nedeni.
…“daha önce” terimi “zaman içinde”dir, çünkü “şimdiki an”a uzaklığına göre “daha önce”, “daha sonra” deriz; “şimdiki an” ise geçmiş zaman ile gelecek zamanın sınırı. Mademki “an”lar zaman içinde, “daha önce” ile “daha sonra” da zaman içinde olacaktır, çünkü “şimdiki an”ın uzaklığı da o şeye aittir.
…her değişme ve her devinim zaman içindedir. (s. 33-35)

Augustinus: İtiraflar
Yeri göğü yaratmadan önce ne yapıyordu Tanrı?
Yukarıda olup bitenleri araştıranlar için cehennemi hazırlıyordu.
Bir yaratılan olmadan önce hiçbir yaratılan şey yoktu.
…sen yokken sürüp giden hangi zamanlar vardı? Ya da eğer hiçbir zaman olmamışlarsa ne şekilde geçmiş olabilirlerdi?
…o zamanı sen yaratmıştın demektir; sen zamanları yapmadan önce zamanlar geçmemiştir. Öte yandan gök ile yerden önce hiçbir zaman yok idiyse, o zaman ne yaptığın nasıl sorulabilir? Çünkü zamanın olmadığı yerde “o zaman” diye bir şey de yoktu. (s. 45)

Hiçbir şey olmamış olsaydı, geçmiş zaman olmazdı
Hiçbir şey olacak olmasaydı gelecek zaman olmazdı
Hiçbir şey olmasa şimdiki zaman olmazdı
O halde şu iki zaman; geçmiş ve gelecek, geçmiş artık olmadığına göre, gelecek de henüz olmadığına göre, ne biçimde vardır?
Yine şimdiki zaman eğer hep şimdi olsaydı, geçmişte kaybolmasaydı, artık “zaman” olmazdı, bengilik olurdu.
O halde “şimdi”nin “ne zaman” olması için geçmişte kaybolması gerekiyorsa, hangi anlamda ona “vardır” diyebiliriz?
Mademki varolmasının nedeni varolmayı bırakması oluyor, bu durumda varolmamaya gittikçe “zaman” olduğunu söylememiz doğru oluyor. (s. 47)

Üç zaman vardır: Geçmiştekilere ilişkin şimdiki zaman, şimdikilere ilişkin şimdiki zaman ve gelecektekilere ilişkin şimdiki zaman. (s. 55)

Martin Heidegger: Zaman Kavramı
Tanrıya gidiş yolu inanç ise ve bengiliğe kendini katmak bu inançtan başka bir şey değilse, felsefe bengiliği asla elde edemez, dolayısıyla zaman tartışması için bengilik asla yöntemsel kullanım açısından olanaklı bir bakış açısı diye alınamaz. Felsefe bu çıkmazdan hiçbir zaman kurtulamaz. (s. 59)

Filozof zaman üzerine soru sorduğunda zamanı, zamandan yola çıkarak anlamaya karar vermiştir. (s. 61)

Uzay kendi başına hiçbir şey değildir; mutlak uzay yoktur. O yalnızca içinde yer alan cisimler ve enerjilerle varolur.
Zaman da hiçbir şey değildir. Yalnızca içinde geçen olaylar sonucu vardır. Mutlak zaman yoktur, mutlak eşzamanlılık da yoktur.
Zaman, içinde olayların geçtiği şeydir.
Mademki kendisi devinim değil, devinimle bir biçimde ilgisi olsa gerek. (s. 63)

…zamanı ölçtüğümde, kendi bulunduğum durumu ölçüyorum. (s. 69)

Varolma, varolan olarak gösterilmemeli, gösterilmeye bile çalışılmamalı. Varolma ile önde gelen ilişki gözlem değil, ‘o olmak’tır. (s. 75)

…kendi ölümüne sahip olmak ne? Bu, varolanın kesinlik ve toptan belirsizlik içinde öncelik taşıyan en son olanağı olarak kendi geçmişine bir koşusudur. (s. 81)

Zamanın temel görünüşü gelecek zamandır. (s. 85)

…Varolma, şimdiki zamanıdır. Dünyada karşılaştığı her şey, şimdi de duran şey olarak onun karşısına çıkar. (s. 89)

Geri döndürülemezlik
Bu bakış gelecekten şimdiki zamana doğru bakmaktadır ve gözlem şimdiki zamandan geçmiş zamana kayan zamanın arkasından koşmaktadır.
Bağdaşıklık, zamanın uzaman, kendinde/salt şimdiliğe bir ayarlanmasıdır; her zamanı kendiliğinden bir şimdiki zamana sıkıştırma eğilimidir.
Zaman geri döndürülemez. (s. 93)

Ortadan kalkmış olan şeye bakışın sonu gelmez, o kendisi içinde kendini yitirir.
Varolma, gelecek zaman içindeki geçmiş zamandır; o yeniden “nasıl”a döner. Geri dönme tarzı, başka şeylerle birlikte vicdandır. (s. 95)

Zaman, varolmadır. (s. 97)

Varolma, sorgu konusu varlık olacaktır. (s. 101)


Türkçeleştiren: Saffet Babür
İmge Kitabevi
Ankara, Mayıs 1996