Martin Heidegger – Düşüncenin Çağırdığı
Albert Hofstadter – Heidegger
“Düşünmek kendini bir gün gökyüzünde
bir yıldız gibi sabit duran tek bir düşünceye hasretmektir.”
Martin Heidegger’in bir düşünür
olarak hayatının eseri tek bir düşünceye ulaşma mücadelesiydi. (s. 13)
Bir düşünceyle ilgileniyoruz. O
Varlıkla ilgili bir şeye sahip: O Varlığı düşünür. Varlık vücut bulma, huzura
gelmedir; o varolanların, ister mevcut (hazır) ister namevcut (gaip), vücut
buldukları haliyle vücuda gelmesine izin veren bırakan-mevcudiyettir. Heidegger
bu Varlık düşüncesinin Greklerde Pre-Sokratik düşünürlerce başlatıldığını
görmüştür. Ona düşüncenin konusu, düşünmeyi düşünmeye çağıran şey denilebilir. (s.
14)
Zaman da düşünmenin düşünmeye
çağrıldığı düşünce konusudur. Fakat zamanı huzura gelme olarak düşünmewk de
yine onu henüz hakikati içinde düşünmemektir, fakat sadece ona düşünce konusu
olarak ilk kez yaklaşmaktan ibarettir. (s. 14/15)
Heidegger’in yazılarına Varlığın
çobanı olarak İnsan tasavvuru egemendir. İnsanın çobanlık yaptığı şey, Varlığın
sırrıdır. Bunu yapmak için o toprağın lütfunu kabul edip bu kabulün kanunu
içinde yurdunda olabilmelidir.
Tek düşünce Varlığın sırrı, zamanın
esrarıyla ilgiliydi. (s. 15)
O hep sağlam ve sabit kaldığı için
kişinin kendisini güven içinde hasredebileceği daima aynı kalan değişmez bir
düşüncedir. (s. 16)
Martin Heidegger – Varlık ve Düşünme
Oluş ve görünüş
Düşünme kendisini Varlığa karşı öyle
bir şekilde koyar ki, Varlık, obje olarak onun önüne yerleşir ve dolayısıyla
tam karşısında durur.
…bu ayrım bir hâkimiyet elde
edebilir. (s. 21)
…o kadar ki Varlığın düşünmeden bütün
yorumunu aldığı durum ortaya çıkar.
Varlık sözcüğünün hudutları kesin bir
şekilde çizilmiş bir anlama sahip olduğunu gösterdik. Bu, Varlığın kendisinin
belirli bir şekilde anlaşıldığını ima eder.
…sadece Varlığın belirsiz bir tarzda
anlaşılmadığını, fakat Varlığa dair belirli anlayışın, önceden belirlenmiş bir
perspektif içerisinde dolaştığını da göreceğiz. (s. 22)
Düşünmek ne anlama gelir? İnsan
düşünür, Tanrı hükmeder deriz. Burada düşünme; şunu ve bunu kurmak, tasarlamak
anlamına gelir; bir şey hakkında düşünmek; onu göz önüne getirmek, hedeflemek
anlamına gelir.
Bir şeyi düşünmek; onu unutmamak
anlamına gelir. Burada düşünmek, geriye doğru düşünmek, hatırlamak anlamına
gelir.
Bir şey hakkında hiçbir şey
düşünmemek tabirini kullanırız. Burada düşünme tahmin, tasavvur etmek anlamına
gelir.
Vurgulu bir anlamda düşünmek: Tefekkür
etmek, bir şey, bir durum, bir tasarı, bir hadise üzerine düşünmek (teemmül
etmek) anlamına gelir. (s. 23)
Düşünme gelecekte olduğu kadar geçmiş
ile de, fakat aynı zamanda şimdi ile de ilişkilidir. Düşünme bir şeyi önümüze
getirir, onu tasarlar. Bu tasar(ım)lama her zaman bizden başlar. O özgür, fakat
keyfi bir edim değildir, çünkü tasarlarken tasarlananı düşünür ve onu parçalara
ayırarak ve tekrar bir araya koyarak düşünürüz ki (bu düşünme) onu sınırlandırır.
Fakat düşünürken biz sadece bir şeyi önümüze koymaz, sadece uzuvlarına ayırmak
için uzuvlarına ayırmaz, fakat tefekkür ederek tasarlanan şeyi takip ederiz.
Onu sadece önümüze çıktığı (başımıza geldiği) şekliyle kabul etmeyiz;
söylediğimiz gibi şeyin arkasına erişme koyuluruz.
Düşünme dediğimiz şeyin
karakteristiği
1- Kendiliğimizden tasarlama; kendine özgü, özgür bir
edim olarak.
2- Analitik (tahlili) bireşim (terkip) olarak tasarlama.
3- Tasarlamaya evrensel (genel-geçer) olanı kavrama (s.
24)
Varlık ve düşünme arasındaki
farklılaşma var olanla salt bir ilişkide daha özsel bir şeyi içerir.
Farklılaşma, düşünme ile varlığın kendisi arasında başlangıçtaki bir iç
bitkinlikten kaynaklanır. Varlık ve düşünme ifadesi deyiş yerindeyse bizzat
Varlığın talep ettiği bir farklılaşmayı işaret eder.
Mantık düşünme bilimi, düşünmenin
kurallarının ve düşüncenin biçimlerinin öğretisidir.
Mantık, bizi düşünmenin özüne dair
meşakkatli bir araştırma külfetinden kurtarır.
Mantık ne anlama gelir?
İsim, episteme, logike, logos’un
biliminin bir kısaltmasıdır. Ve logos burada ifade (bildirim) anlamına gelir.
Mantığın düşünme öğretisi olduğu var sayılır. (s. 25)
Mantık ve mantıksal sadece düşünmeyi
tanımlamanın yegâne mümkün yolları değildir. Diğer yandan düşünme öğretisinin
mantık haline gelmiş olması bir tesadüf değildir.
Düşüncenin hizmetinde tam da,
düşünmenin özünün belirlendiği kökene yani aletheia
ve physis’e, saklılıktan sıyrılma olarak
Varlığa, bizzat ‘mantık’la kaybolmuş şeye nüfuz etmeye çalışıyoruz.
Mantığın gelişimi ne zaman
başlamıştır? Grek felsefesi sona doğru yaklaştığında ve okullara, örgütleme ve
tekniğe ait bir iş haline geldiğinde başlamıştır. Εόγ, varolanın varlığı idea olarak tasarlanıp ve bu haliyle
episteme’nin objesi haline geldiğinde başlamıştır. Mantık, Platon ve
Aristoteles okullarının müfredatında ortaya çıkmıştır. Mantık filozofların
değil, okul öğretmenlerinin bir icadıdır. (s. 26)
Mantık, düşüncenin biçimsel yapısı ve
kurallarının bir açıklaması olarak ancak Varlık ve düşünme arasındaki ayrım
gerçekleştirildikten ve hatta belli bir tarzda ve belli bir yönde
gerçekleştirildikten sonra ortaya çıkabilirdi.
Dolayısıyla mantığın kendisi ve onun
tarihi, asla Varlık ve düşünme arasındaki bu ayrımın özü ve kökeni üzerine
yeterli ışık tutamaz. Mantığın kendisi kendi kökeni ve buyurgan düşünme yorumu
sunma iddiası bakımından bir açıklamaya ve temele muhtaç durumdadır.
“Mantıksal olan hakikatin mutlak
formu(dur) ve dahası o saf hakikatin kendisidir de.” (Hegel)
Hegel’in bilinçli bir şekilde o
zamana kadar ‘metafizik’ diye bilinen disipline mantık adını vermesi mantığın
bu baskın konumuyla uyum içindedir. (s. 27)
Düşüncenin yanlış yorumu ve onun yol
açtığı kötüye kullanım, başka hiçbir şeyle değil, ancak köklerine geri dönen
sahih düşünmeyle alt edilebilir. Böyle bir düşünmenin yeniden kurulması
düşünmenin Varlıkla özsel ilişkisi sorusuna bir geri dönüşü gerekli kılar ve bu
Varlık olarak Varlık sorusunun açılması anlamına gelir. Geleneksel mantığın
aşılması düşüncenin saf dışı edilmesi ve safi hissiyatın tahakkümü anlamına
gelmez; bu daha köklü, daha keskin bir düşünme, Varlığın parçası ve varlığa ait
olan bir düşünme anlamına gelir. - > [Düşünce ve Varlık] (s. 28)
Logos
Λόγος konuşma,
söylem anlamına gelmez. Onun temel anlamı dil ile doğrudan bir ilişki içinde
durmaz.
Leg…, Legein,
Latince legere, Almanca lesen
(toplamak, bir araya getirmek, okumak) ile aynıdır.
Ahren lesen (başak
toplamak), holz lesen (odun toplamak), die auslese (seçme, ayıkla-n-ma, şarap,
antoloji, seçkin; kitap(bı) okuyup bitirme), ‘ein buch lesen (bir kitap okumak)
asli anlamında ‘okuma’nın sadece bir çeşididir ki bu şudur; bir şeyi diğeriyle
birlikte koymak, bir araya getirmek, kısaca toplamak; fakat aynı zamanda
birinin diğerine karşı seçilip ayrılmasıdır. Grek matematikçileri sözcüğü bu
şekilde kullanıyorlardı. (s.
30)
Physis (Φύσις) anlamında Varlık, ortaya
çıkan güçtür. Oluştan farklı olarak kalıcı, hüküm süren mavcudiyettir.
Görünüşten farklı olarak o görünen, açığa çıkmış mevcudiyettir. (s. 31)
Herakleitos’un yanlış yorumundan
Hıristiyanlık sorumluydu. Bu, eski kilise babalarıyla başladı. Hegel’de bu
geleneğin içindeydi. Herakleitos’un logos öğretisi, Yeni Ahit’te, Yuhanna
İncili’nin öndeyişinde söze dökülmüş olan logosun öncüsü olarak kabul
ediliyordu. Logos Mesih’tir. Fakat Herakleitos
daha önce logostan söz etmişti ve bu, Greklerin mutlak hakikatin, yani
Hıristiyanlığın vahyedilmiş hakikatinin kapılarına erişmiş oldukları anlamına
geliyordu. Hakikatin, Tanrı-İnsan suretindeki gerçek tezahürü Greklerin
logosun bütün mevcudat üzerindeki hakimiyeti ile ilgili felsefi kavrayışına
damgasını vurmuştur. Bu pekiştirme ve damga Grek felsefesinin klasisizmini
tesis eder. (s. 32)
Logos’tan şu şekilde söz edilir:
I.
Hüküm sürme ve
kalıcılık ona mahsustur;
II.
O, varolandaki
bir aradalık, bütün varolanların bir aradalığıdır ki o toplar;
III.
Olan, yani vücuda
gelen her şey bu hüküm süren bir aradalıkla ayakta durur, bu hakim olan güçtür.
(s. 34)
Λόγος’la
karşılaştıklarında insanlar gerçekten λόγος’u anlamazlar.
İnsanlar logos’a nüfuz edemezler,
hatta bunu sözcüklerle, έπεα yapmaya çalışsalar
bile.
Sözcüklere ehemmiyet vermeyin fakat λόγος’a
kulak kesilin. (s. 35)
Gerçek işitmenin
kulak ve ağızla hiçbir ilgisi yoktur. Bilakis λόγος’u ve o ne ise onu, yani var
olanın kendisinin toplanmışlığını takip etmek anlamına gelir.
İnsanlar her zaman varolanlarla
ilgilendikleri için, her zaman Varlıkla ilişki içerisindedirler; Varlıktan yüz
çevirdikleri için ona yabancıdırlar çünkü onu kavramaz fakat varolanların daha
fazla değil sadece varolan olduklarını varsayarlar. (s. 36)
Varolanların
ortasında dolaşıp dururlar, her zaman en somut (akla yatkın) olanı kavramaları
gereken olduğunu varsayarlar ve böylelikle her bir insan kendisine en yakın
olanı kavrar. Biri buna, biri şuna tutunur.
Λόγος,
varolanın, yani Varlığın sürekli (dengeli, sağlam) toplaması, asli bir
aradalığıdır. (s. 37)
Hayat / ölüm
Karşıtlar ileri geri, biri diğerine
gidip gelirler; kendilerinden kendilerini toplarlar. Karşıtların çatışması bir
aradalıkta kökleşmiş bir toplanmadır, o λόγος’tur.
Estetik için sanat hoş, hoşa gitme
anlamında güzelin tasarlanmasıdır. Fakat sanat varolanın Varlığının
açılmasıdır. Varlıkla yeniden ele geçirilmiş, asli (kökensel) bir ilişkinin
gücü üzerinden ‘sanat’ sözcüğüne yeni bir muhteva kazandırmalıyız. (s. 38)
Ancak peşinen Varlığa, logos’a
yöneltilmeleri halinde gerçek konuşma ve işitme (duyma) olabilir. Ancak logos’un
kendisini açtığı yerde telaffuz edilen bir ses bir sözcük olabilir. Ancak
varolanın Varlığının işitildiği yerde salt kayıtsız (dikkatsiz) bir dinleme,
bir işitme haline gelir. Fakat logos’u kavrayamayanlar ne işitebilirler ne
konuşabilirler. Onlar Dasein’larını varolanın Varlığında da durmaya
götüremezler. Ancak bunu yapabilenler söze hakim olur; bunlar şairler ve
düşünürlerdir. Diğerleri dikbaşlılıkları ve cahillikleriyle ortada (sersem sersem)
sendeleyip dururlar. Onlar ancak önlerine çıkanı, hoşlarına gideni, tanıdık ve
bildik geleni tanırlar. Onlar köpekler gibidir. Çünkü köpekler tanımadıkları
herkese havlarlar. Eşekler samanı altına tercih ederler. Onlar her zaman ve her
yerde varolanlarla ilgilenirler. Fakat Varlık onlardan gizli kalır.
Logos olarak Varlık temel (kökensel)
toplama olduğu için, Varlıkta üstü örtülü olarak mevcut olan, her şeyin sair
her şey kadar çok veya az değere sahip olduğu kitle ve karmaşa değil, mertebe
ve hakimiyettir. (s. 39)
Kendisini (kolayca doğrudan)
göstermeyen uyum (her zaman) aşikâr olandan daha güçlüdür.
Varlık logos (…) kendisini herkesin
istediği gibi göstermez.
En güzel dünya karmaşa içinde
saçılmış bir süprüntü yığınına benzer. (s.40)
Martin Heidegger – Düşünmek ve Şükretmek
(Çeviren:
Hüseyin Aydoğan)
Şükür, düşünülene ve onun düşüncesine
(Eski-Yüksek Almancadaki) ‘Gedanc’a aittir.
Düşünmek şükretmek midir? Burada
şükretmek ne anlama gelir? (s. 58)
Başlangıçtaki kök ‘der gedanc’
sözcüğü söyler: toplanmış, her şeyi toplayan (her şeyi hatırlayan) düşünme.
Akademik felsefe bu sözcüğü budamak
için elinden geleni yaptı. (s. 59)
‘der Gedanc’ sözcüğü yalnızca bir
insanın gönlü veya kalbi dediğimiz ve özsel doğasının derinliğini iskandil
edemeyeceğimiz şey anlamına gelmez. Hem hafıza (hatırlama) hem şükür, Gedanc’da
dolaşır ve varlığına onda sahip olur. ‘Hafıza’ başlangıçta hiçbir şekilde
hatırlama yetisi anlamına gelmiyordu. (s. 59/60)
Kökensel olarak hafıza, bir o kadar
da sadakat anlamına gelir.
Geçmiş, mevcut ve gelecek olan kendi
mevcudiyetinin birliğinde ortaya çıkar.
…hafızanın geniş ve derin biçimde
kavranan özü içinde unutma ile hatırda tutma arasındaki karşıtlık ortaya çıkar…
…hatırda tutmanın anlamı, geçmişle,
hafızanın sürekli yeniden çekip çıkardığı (yeniden ele geçirdiği) ile
sınırlıdır. (s. 60)
Kök sözcüğü ‘Gedanc’ hafızanın
kökensel doğasında hüküm sürer; gönlün mevcudiyeti içinde tuttuğu her şeyin
sürekli tasavvurunun toplanmasıdır.
Hafıza bu şekilde anlaşıldığında der
gedanc aynı zamanda ‘şükür’ (der Dank) sözcüğünün ifade ettiği şeydir. Şükrederken
gönül sahip olduğu ve olduğu şeyi düşünür. Gönül, böyle düşünerek ve aynı
zamanda hafıza olarak kendisini tuttuğu şeye düşünceye verir. (s. 61)
Düşündüğünü düşünülecek olana
bağlayan (adayan), hatırlayan düşünme, (yani) şükür kökensel hafıza olarak
zaten ‘gedanc’da hüküm sürer. (s. 62)
Şükran borçlu olduğumuz şeyler
kendimizden sahip olduğumuz şeyler değildir. Onlar bize verilmiştir.
…bize bağışlanmış en yüksek ve gerçek
anlamda en kalıcı bağış (hediye) her zaman bizim özsel doğamızdır; o bize öyle
bir şekilde bağışlanmıştır ki (onunla o şekilde yetenekli kılınmışızdır) biz ne
isek ancak onun sayesinde o oluruz.
Saf şükür daha ziyade bizim sadece
düşünmemizdir; yani gerçekten ve yalnızca düşünmeye sevk edeni (düşünülmek için
var olanı) düşünmektir.
Her türlü şükür önce ve sonra
düşünmenin özsel alanına aittir. (s. 63)
En ziyade düşünce uyandıranı
düşündüğümüzde asli (hakiki) mânâda şükrederiz. (s. 63/64)
Düşünülecek olana, hatırlayıcı
(geriye doğru) düşünmenin toplanması hafıza dediğimiz şeydir. (s. 64)
Martin Heidegger – Geçiş
Der Gedanc: İnsanın gönlü, kalbi,
kalbinin merkezi, insanın dışarıya en tam ve en dış sınırlara ve doğru
düşünüldüğünde bir iç ve dış dünya tasavvuru ortaya çıkartmayacak kadar
belirleyici bir şekilde ulaşan en iç özü anlamına gelir.
Temel anlamıyla ‘der gedanc’
sözcüğüne kulak verdiğimizde derhal iki sözcüğün özünü duyarız: düşünme ve
hafıza, düşünme ve şükür ki bunlar kendilerini düşünmek fiilinde kolayca duyururlar.
Der Gedanc, kalbin merkezi, insan
olarak var olduğumuz kadarıyla bizi ilgilendiren her şeyin, bizim ihtimama
gösterdiğimiz her şeyin, bizi etkileyen her şeyin toplanmasıdır. (s. 65)
İlk (kökensel) konuşan anlamında
hafıza bir o kadar da sadakat demektir. Bu sözcük dindar ve dindarlığın özel
anlamına sahiptir ve ibadetin sadakatine işaret eder, bunun tek sebebi onun
kutsal ve lütufkâr olanın üzerine her şeyi kuşatıcı yoğunlaşma rabıtası ifade
etmesidir. Der gedanc sadakat olarak hüküm süren hafızada açılır.
Eğer hafızayı eski ‘der gedanc’
sözcüğünün ışığında anlarsak hafızayla şükür arasındaki bağ derhal uyanacaktır.
Çünkü şükrederken düşünen kalp, toplanmış ve yoğunlaşmış kaldığı yeri hatırlar.
Çünkü onun ait olduğu yer orasıdır. Hafızada geriye doğru düşünerek hatırlayan
bu düşünme kökensel teşekkürdür.
Martin Heidegger – İnşa Etmek İskân Etmek Düşünmek
Bir şeyin özü hakkında bize konuşan
dildir.
İnsan sanki dilin biçimlendiricisi ve
efendisiymiş gibi hareket etmekte, hâlbuki insanın efendisi olarak kalan
dildir. (s. 76)
Şimdi, ‘bauen’ inşa etmek ne
demektir? İnşa etme için Eski Yüksek Almancada kullanılan sözcük ‘buan’ iskân
etmek anlamına gelir.
Bu fiilin, yani ‘bauen’ iskân etmek
fiilinin asli anlamı bugün bizim için kayıptır. Fakat onun örtülü izi Almanca ‘nachbar’
komşu sözcüğünde korunmuştur. ‘Nachbar’, ‘Nachgebur’, Nachgebauer’, yakın
oturan, yakında oturan demektir. ‘Buri’, büren’, ‘bueren’, ‘beuron’ fiillerinin
hepsi barınmak, barınma yeri anlamına gelir.
‘Bauen’, ‘buan’, ‘bhu’, ‘beo’ çeşitli
biçimleriyle ‘bin’ sözcüğümüzdür: ‘ich bin’ varım, ‘du bist’, varsın, emir kipi
‘bis’, var-ol. O halde ne anlama gelir ‘ich bin’ (ben varım) demek?
Senin ve benim var-olma tarzımız, biz
insanların yeryüzünde var-olma tarzı, ‘buan’, sakin olma (barınma)dır. (s. 77)
‘Vücuda getirmek’ için Grekçede kullanılan
sözcük ‘titko’dur. ‘Tekhne’, teknik sözcüğü ‘tek’ kök fiiline aittir. Grekler
için ‘tekhne’ ne sanat ne de zanaat anlamına geliyordu: bilakis bir şeyi mevcut
olanın içinde, şu veya bu olarak, şu veya bu şekilde görünür kılmak. Grekler ‘tekhne’yi,
vücuda getirmeyi, görünmeye bırakma (belirmesini sağlama) olarak anlarlar. (s.
94)
Martin Heidegger – Messkirch’in 700. Yılı
22 Temmuz 1961 Yurtakşamında Hemşehrilere Konuşma
(Çeviren:
Leyla Baydar & Hasan Ünal Nalbantoğlu)
Bugünün kökü, kaynağı, hem geçmişte
olmuş olanlardır hem de gelecekte olacaklara maruzdur.
…kent ve köy evlerinin çatılarında
sıralandığını gördüğümüz televizyon ve radyo alıcıları… Bu işaretler neyi
belirlemekte? Bunlar dıştan göründüğünde insanların oturdukları yerlerde artık
evlerinde olmadıklarını gösterir. (s. 103)
Yuva yok olmak zorunda kalınca ne
olur? O zaman insan için yuvaya benzemeyen de yoktur artık. Peki sonra? O zaman
yalnızca, insanın sürekli çıkar oyunlarıyla uğrunda yarıştığı, yeniden en
yeniye çok hızlı bir değişme var demektir. (s. 104)
Yarın düşünülürken, dünün hakkında
anlaşılan ve doğru benimsenen sağınlaştırıcı kuvvetlerini uyandırırız.
Böylelikle, gelecek ile köklerimiz arasında sebatla tutunmamız gereken bugüne
ulaşırız. Böyle bir tutunma, değişen her şeye karşı olanı korumamıza yardım
eder. (s. 111)
Graeme Nicholson – Heidegger: Düşünme Üzerine
…varlık düşüncenin unsurudur. (s.
116)
Heidegger Platon felsefesini ve
devamını düşünmenin örnekleri olarak görür. Bu geleneğe “metafizik” dediği
kadar “metafizik düşünme” de der. (s. 117)
…o genellikle,
“x’i düşünmek der.
Düşündüğüm x’e Almancada ‘das
gedachte’ denir ve düşünülen şey ya da ‘die sache’, düşüncenin konusu-meselesi
anlamına gelir. Dolayısıyla bir yapıdaki iki unsur, düşünmenin kendisi ve onun ‘sache’si
arasında ayrım yapmış oluruz. (s. 119)
Heidegger düşünmeyle ‘sache’ arasındaki
doğrudan ilişki üzerinde durmak ister, fakat onun düşünceler (gedanken)
oluşturmaktan kendini kurtaramadığını ileri süreceğim. ‘Gedanken’ ile ‘denken’ arasındaki
ilişki ‘gedicht’ (neşide / şiir) ile ‘dichten’ (inşad etmek) arasındaki
ilişkiye benzer. (s. 119/120)
‘Denken’, düşünme, ‘noesis’tir; ‘das
gedachte’, üzerine düşünülen şey, ‘neoton’dur; ‘der gedanke’, düşünce, ‘noema’dır.
Denken: Noesis, düşünme
Das Gedachte: Noeton, üzerine
düşünülen şey
Der Gedanke: Noema, düşünce
Düşünme, daha basit söylemek
gerekirse, Varlığın düşünmesidir. Buradaki –in halinin (iyeliğinin) iki anlamı
vardır. Düşünme, Varlık tarafından sahiplenilerek (veya ondan yola çıkılarak)
Varlığa ait olduğu ölçüde Varlığa dairdir (ona aittir). Ama aynı zamanda
düşünme, Varlığa ait olarak, Varlığı dinlediği (ona kulak verdiği) ölçüde
Varlığın düşünmesidir. (s. 120)
Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları, 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder