16 Şubat 2013 Cumartesi

Martin Heidegger – Düşüncenin Çağırdığı


Martin Heidegger – Düşüncenin Çağırdığı

Albert Hofstadter – Heidegger

“Düşünmek kendini bir gün gökyüzünde bir yıldız gibi sabit duran tek bir düşünceye hasretmektir.”

Martin Heidegger’in bir düşünür olarak hayatının eseri tek bir düşünceye ulaşma mücadelesiydi. (s. 13)

Bir düşünceyle ilgileniyoruz. O Varlıkla ilgili bir şeye sahip: O Varlığı düşünür. Varlık vücut bulma, huzura gelmedir; o varolanların, ister mevcut (hazır) ister namevcut (gaip), vücut buldukları haliyle vücuda gelmesine izin veren bırakan-mevcudiyettir. Heidegger bu Varlık düşüncesinin Greklerde Pre-Sokratik düşünürlerce başlatıldığını görmüştür. Ona düşüncenin konusu, düşünmeyi düşünmeye çağıran şey denilebilir. (s. 14)

Zaman da düşünmenin düşünmeye çağrıldığı düşünce konusudur. Fakat zamanı huzura gelme olarak düşünmewk de yine onu henüz hakikati içinde düşünmemektir, fakat sadece ona düşünce konusu olarak ilk kez yaklaşmaktan ibarettir. (s. 14/15)

Heidegger’in yazılarına Varlığın çobanı olarak İnsan tasavvuru egemendir. İnsanın çobanlık yaptığı şey, Varlığın sırrıdır. Bunu yapmak için o toprağın lütfunu kabul edip bu kabulün kanunu içinde yurdunda olabilmelidir.

Tek düşünce Varlığın sırrı, zamanın esrarıyla ilgiliydi. (s. 15)

O hep sağlam ve sabit kaldığı için kişinin kendisini güven içinde hasredebileceği daima aynı kalan değişmez bir düşüncedir. (s. 16)


Martin Heidegger – Varlık ve Düşünme

Oluş ve görünüş

Düşünme kendisini Varlığa karşı öyle bir şekilde koyar ki, Varlık, obje olarak onun önüne yerleşir ve dolayısıyla tam karşısında durur.

…bu ayrım bir hâkimiyet elde edebilir. (s. 21)

…o kadar ki Varlığın düşünmeden bütün yorumunu aldığı durum ortaya çıkar.

Varlık sözcüğünün hudutları kesin bir şekilde çizilmiş bir anlama sahip olduğunu gösterdik. Bu, Varlığın kendisinin belirli bir şekilde anlaşıldığını ima eder.

…sadece Varlığın belirsiz bir tarzda anlaşılmadığını, fakat Varlığa dair belirli anlayışın, önceden belirlenmiş bir perspektif içerisinde dolaştığını da göreceğiz. (s. 22)

Düşünmek ne anlama gelir? İnsan düşünür, Tanrı hükmeder deriz. Burada düşünme; şunu ve bunu kurmak, tasarlamak anlamına gelir; bir şey hakkında düşünmek; onu göz önüne getirmek, hedeflemek anlamına gelir.
Bir şeyi düşünmek; onu unutmamak anlamına gelir. Burada düşünmek, geriye doğru düşünmek, hatırlamak anlamına gelir.
Bir şey hakkında hiçbir şey düşünmemek tabirini kullanırız. Burada düşünme tahmin, tasavvur etmek anlamına gelir.
Vurgulu bir anlamda düşünmek: Tefekkür etmek, bir şey, bir durum, bir tasarı, bir hadise üzerine düşünmek (teemmül etmek) anlamına gelir. (s. 23)

Düşünme gelecekte olduğu kadar geçmiş ile de, fakat aynı zamanda şimdi ile de ilişkilidir. Düşünme bir şeyi önümüze getirir, onu tasarlar. Bu tasar(ım)lama her zaman bizden başlar. O özgür, fakat keyfi bir edim değildir, çünkü tasarlarken tasarlananı düşünür ve onu parçalara ayırarak ve tekrar bir araya koyarak düşünürüz ki (bu düşünme) onu sınırlandırır. Fakat düşünürken biz sadece bir şeyi önümüze koymaz, sadece uzuvlarına ayırmak için uzuvlarına ayırmaz, fakat tefekkür ederek tasarlanan şeyi takip ederiz. Onu sadece önümüze çıktığı (başımıza geldiği) şekliyle kabul etmeyiz; söylediğimiz gibi şeyin arkasına erişme koyuluruz.

Düşünme dediğimiz şeyin karakteristiği
1-      Kendiliğimizden tasarlama; kendine özgü, özgür bir edim olarak.
2-      Analitik (tahlili) bireşim (terkip) olarak tasarlama.
3-      Tasarlamaya evrensel (genel-geçer) olanı kavrama (s. 24)

Varlık ve düşünme arasındaki farklılaşma var olanla salt bir ilişkide daha özsel bir şeyi içerir. Farklılaşma, düşünme ile varlığın kendisi arasında başlangıçtaki bir iç bitkinlikten kaynaklanır. Varlık ve düşünme ifadesi deyiş yerindeyse bizzat Varlığın talep ettiği bir farklılaşmayı işaret eder.

Mantık düşünme bilimi, düşünmenin kurallarının ve düşüncenin biçimlerinin öğretisidir.

Mantık, bizi düşünmenin özüne dair meşakkatli bir araştırma külfetinden kurtarır.

Mantık ne anlama gelir?
İsim, episteme, logike, logos’un biliminin bir kısaltmasıdır. Ve logos burada ifade (bildirim) anlamına gelir. Mantığın düşünme öğretisi olduğu var sayılır. (s. 25)

Mantık ve mantıksal sadece düşünmeyi tanımlamanın yegâne mümkün yolları değildir. Diğer yandan düşünme öğretisinin mantık haline gelmiş olması bir tesadüf değildir.

Düşüncenin hizmetinde tam da, düşünmenin özünün belirlendiği kökene yani aletheia ve physis’e, saklılıktan sıyrılma olarak Varlığa, bizzat ‘mantık’la kaybolmuş şeye nüfuz etmeye çalışıyoruz.

Mantığın gelişimi ne zaman başlamıştır? Grek felsefesi sona doğru yaklaştığında ve okullara, örgütleme ve tekniğe ait bir iş haline geldiğinde başlamıştır. Εόγ, varolanın varlığı idea olarak tasarlanıp ve bu haliyle episteme’nin objesi haline geldiğinde başlamıştır. Mantık, Platon ve Aristoteles okullarının müfredatında ortaya çıkmıştır. Mantık filozofların değil, okul öğretmenlerinin bir icadıdır. (s. 26)

Mantık, düşüncenin biçimsel yapısı ve kurallarının bir açıklaması olarak ancak Varlık ve düşünme arasındaki ayrım gerçekleştirildikten ve hatta belli bir tarzda ve belli bir yönde gerçekleştirildikten sonra ortaya çıkabilirdi.

Dolayısıyla mantığın kendisi ve onun tarihi, asla Varlık ve düşünme arasındaki bu ayrımın özü ve kökeni üzerine yeterli ışık tutamaz. Mantığın kendisi kendi kökeni ve buyurgan düşünme yorumu sunma iddiası bakımından bir açıklamaya ve temele muhtaç durumdadır.

“Mantıksal olan hakikatin mutlak formu(dur) ve dahası o saf hakikatin kendisidir de.” (Hegel)

Hegel’in bilinçli bir şekilde o zamana kadar ‘metafizik’ diye bilinen disipline mantık adını vermesi mantığın bu baskın konumuyla uyum içindedir. (s. 27)

Düşüncenin yanlış yorumu ve onun yol açtığı kötüye kullanım, başka hiçbir şeyle değil, ancak köklerine geri dönen sahih düşünmeyle alt edilebilir. Böyle bir düşünmenin yeniden kurulması düşünmenin Varlıkla özsel ilişkisi sorusuna bir geri dönüşü gerekli kılar ve bu Varlık olarak Varlık sorusunun açılması anlamına gelir. Geleneksel mantığın aşılması düşüncenin saf dışı edilmesi ve safi hissiyatın tahakkümü anlamına gelmez; bu daha köklü, daha keskin bir düşünme, Varlığın parçası ve varlığa ait olan bir düşünme anlamına gelir. - > [Düşünce ve Varlık] (s. 28)

Logos
Λόγος konuşma, söylem anlamına gelmez. Onun temel anlamı dil ile doğrudan bir ilişki içinde durmaz.
Leg…, Legein, Latince legere, Almanca lesen (toplamak, bir araya getirmek, okumak) ile aynıdır.
Ahren lesen (başak toplamak), holz lesen (odun toplamak), die auslese (seçme, ayıkla-n-ma, şarap, antoloji, seçkin; kitap(bı) okuyup bitirme), ‘ein buch lesen (bir kitap okumak) asli anlamında ‘okuma’nın sadece bir çeşididir ki bu şudur; bir şeyi diğeriyle birlikte koymak, bir araya getirmek, kısaca toplamak; fakat aynı zamanda birinin diğerine karşı seçilip ayrılmasıdır. Grek matematikçileri sözcüğü bu şekilde kullanıyorlardı. (s. 30)

Physis (Φύσις) anlamında Varlık, ortaya çıkan güçtür. Oluştan farklı olarak kalıcı, hüküm süren mavcudiyettir. Görünüşten farklı olarak o görünen, açığa çıkmış mevcudiyettir. (s. 31)

Herakleitos’un yanlış yorumundan Hıristiyanlık sorumluydu. Bu, eski kilise babalarıyla başladı. Hegel’de bu geleneğin içindeydi. Herakleitos’un logos öğretisi, Yeni Ahit’te, Yuhanna İncili’nin öndeyişinde söze dökülmüş olan logosun öncüsü olarak kabul ediliyordu. Logos Mesih’tir. Fakat Herakleitos daha önce logostan söz etmişti ve bu, Greklerin mutlak hakikatin, yani Hıristiyanlığın vahyedilmiş hakikatinin kapılarına erişmiş oldukları anlamına geliyordu. Hakikatin, Tanrı-İnsan suretindeki gerçek tezahürü Greklerin logosun bütün mevcudat üzerindeki hakimiyeti ile ilgili felsefi kavrayışına damgasını vurmuştur. Bu pekiştirme ve damga Grek felsefesinin klasisizmini tesis eder. (s. 32)

Logos’tan şu şekilde söz edilir:
I.                    Hüküm sürme ve kalıcılık ona mahsustur;
II.                  O, varolandaki bir aradalık, bütün varolanların bir aradalığıdır ki o toplar;
III.                Olan, yani vücuda gelen her şey bu hüküm süren bir aradalıkla ayakta durur, bu hakim olan güçtür. (s. 34)

Λόγος’la karşılaştıklarında insanlar gerçekten λόγος’u anlamazlar.

İnsanlar logos’a nüfuz edemezler, hatta bunu sözcüklerle, έπεα yapmaya çalışsalar bile.

Sözcüklere ehemmiyet vermeyin fakat λόγος’a kulak kesilin. (s. 35)

Gerçek işitmenin kulak ve ağızla hiçbir ilgisi yoktur. Bilakis λόγος’u ve o ne ise onu, yani var olanın kendisinin toplanmışlığını takip etmek anlamına gelir.

İnsanlar her zaman varolanlarla ilgilendikleri için, her zaman Varlıkla ilişki içerisindedirler; Varlıktan yüz çevirdikleri için ona yabancıdırlar çünkü onu kavramaz fakat varolanların daha fazla değil sadece varolan olduklarını varsayarlar. (s. 36)

Varolanların ortasında dolaşıp dururlar, her zaman en somut (akla yatkın) olanı kavramaları gereken olduğunu varsayarlar ve böylelikle her bir insan kendisine en yakın olanı kavrar. Biri buna, biri şuna tutunur.

Λόγος, varolanın, yani Varlığın sürekli (dengeli, sağlam) toplaması, asli bir aradalığıdır. (s. 37)

Hayat / ölüm

Karşıtlar ileri geri, biri diğerine gidip gelirler; kendilerinden kendilerini toplarlar. Karşıtların çatışması bir aradalıkta kökleşmiş bir toplanmadır, o λόγος’tur.

Estetik için sanat hoş, hoşa gitme anlamında güzelin tasarlanmasıdır. Fakat sanat varolanın Varlığının açılmasıdır. Varlıkla yeniden ele geçirilmiş, asli (kökensel) bir ilişkinin gücü üzerinden ‘sanat’ sözcüğüne yeni bir muhteva kazandırmalıyız. (s. 38)

Ancak peşinen Varlığa, logos’a yöneltilmeleri halinde gerçek konuşma ve işitme (duyma) olabilir. Ancak logos’un kendisini açtığı yerde telaffuz edilen bir ses bir sözcük olabilir. Ancak varolanın Varlığının işitildiği yerde salt kayıtsız (dikkatsiz) bir dinleme, bir işitme haline gelir. Fakat logos’u kavrayamayanlar ne işitebilirler ne konuşabilirler. Onlar Dasein’larını varolanın Varlığında da durmaya götüremezler. Ancak bunu yapabilenler söze hakim olur; bunlar şairler ve düşünürlerdir. Diğerleri dikbaşlılıkları ve cahillikleriyle ortada (sersem sersem) sendeleyip dururlar. Onlar ancak önlerine çıkanı, hoşlarına gideni, tanıdık ve bildik geleni tanırlar. Onlar köpekler gibidir. Çünkü köpekler tanımadıkları herkese havlarlar. Eşekler samanı altına tercih ederler. Onlar her zaman ve her yerde varolanlarla ilgilenirler. Fakat Varlık onlardan gizli kalır.

Logos olarak Varlık temel (kökensel) toplama olduğu için, Varlıkta üstü örtülü olarak mevcut olan, her şeyin sair her şey kadar çok veya az değere sahip olduğu kitle ve karmaşa değil, mertebe ve hakimiyettir. (s. 39)

Kendisini (kolayca doğrudan) göstermeyen uyum (her zaman) aşikâr olandan daha güçlüdür.

Varlık logos (…) kendisini herkesin istediği gibi göstermez.

En güzel dünya karmaşa içinde saçılmış bir süprüntü yığınına benzer. (s.40)


Martin Heidegger – Düşünmek ve Şükretmek
(Çeviren: Hüseyin Aydoğan)

Şükür, düşünülene ve onun düşüncesine (Eski-Yüksek Almancadaki) ‘Gedanc’a aittir.

Düşünmek şükretmek midir? Burada şükretmek ne anlama gelir? (s. 58)

Başlangıçtaki kök ‘der gedanc’ sözcüğü söyler: toplanmış, her şeyi toplayan (her şeyi hatırlayan) düşünme.

Akademik felsefe bu sözcüğü budamak için elinden geleni yaptı. (s. 59)

‘der Gedanc’ sözcüğü yalnızca bir insanın gönlü veya kalbi dediğimiz ve özsel doğasının derinliğini iskandil edemeyeceğimiz şey anlamına gelmez. Hem hafıza (hatırlama) hem şükür, Gedanc’da dolaşır ve varlığına onda sahip olur. ‘Hafıza’ başlangıçta hiçbir şekilde hatırlama yetisi anlamına gelmiyordu. (s. 59/60)

Kökensel olarak hafıza, bir o kadar da sadakat anlamına gelir.

Geçmiş, mevcut ve gelecek olan kendi mevcudiyetinin birliğinde ortaya çıkar.

…hafızanın geniş ve derin biçimde kavranan özü içinde unutma ile hatırda tutma arasındaki karşıtlık ortaya çıkar…

…hatırda tutmanın anlamı, geçmişle, hafızanın sürekli yeniden çekip çıkardığı (yeniden ele geçirdiği) ile sınırlıdır. (s. 60)

Kök sözcüğü ‘Gedanc’ hafızanın kökensel doğasında hüküm sürer; gönlün mevcudiyeti içinde tuttuğu her şeyin sürekli tasavvurunun toplanmasıdır.

Hafıza bu şekilde anlaşıldığında der gedanc aynı zamanda ‘şükür’ (der Dank) sözcüğünün ifade ettiği şeydir. Şükrederken gönül sahip olduğu ve olduğu şeyi düşünür. Gönül, böyle düşünerek ve aynı zamanda hafıza olarak kendisini tuttuğu şeye düşünceye verir. (s. 61)

Düşündüğünü düşünülecek olana bağlayan (adayan), hatırlayan düşünme, (yani) şükür kökensel hafıza olarak zaten ‘gedanc’da hüküm sürer. (s. 62)

Şükran borçlu olduğumuz şeyler kendimizden sahip olduğumuz şeyler değildir. Onlar bize verilmiştir.
…bize bağışlanmış en yüksek ve gerçek anlamda en kalıcı bağış (hediye) her zaman bizim özsel doğamızdır; o bize öyle bir şekilde bağışlanmıştır ki (onunla o şekilde yetenekli kılınmışızdır) biz ne isek ancak onun sayesinde o oluruz.

Saf şükür daha ziyade bizim sadece düşünmemizdir; yani gerçekten ve yalnızca düşünmeye sevk edeni (düşünülmek için var olanı) düşünmektir.
Her türlü şükür önce ve sonra düşünmenin özsel alanına aittir. (s. 63)

En ziyade düşünce uyandıranı düşündüğümüzde asli (hakiki) mânâda şükrederiz. (s. 63/64)

Düşünülecek olana, hatırlayıcı (geriye doğru) düşünmenin toplanması hafıza dediğimiz şeydir. (s. 64)

Martin Heidegger – Geçiş

Der Gedanc: İnsanın gönlü, kalbi, kalbinin merkezi, insanın dışarıya en tam ve en dış sınırlara ve doğru düşünüldüğünde bir iç ve dış dünya tasavvuru ortaya çıkartmayacak kadar belirleyici bir şekilde ulaşan en iç özü anlamına gelir.

Temel anlamıyla ‘der gedanc’ sözcüğüne kulak verdiğimizde derhal iki sözcüğün özünü duyarız: düşünme ve hafıza, düşünme ve şükür ki bunlar kendilerini düşünmek fiilinde kolayca duyururlar.

Der Gedanc, kalbin merkezi, insan olarak var olduğumuz kadarıyla bizi ilgilendiren her şeyin, bizim ihtimama gösterdiğimiz her şeyin, bizi etkileyen her şeyin toplanmasıdır. (s. 65)

İlk (kökensel) konuşan anlamında hafıza bir o kadar da sadakat demektir. Bu sözcük dindar ve dindarlığın özel anlamına sahiptir ve ibadetin sadakatine işaret eder, bunun tek sebebi onun kutsal ve lütufkâr olanın üzerine her şeyi kuşatıcı yoğunlaşma rabıtası ifade etmesidir. Der gedanc sadakat olarak hüküm süren hafızada açılır.

Eğer hafızayı eski ‘der gedanc’ sözcüğünün ışığında anlarsak hafızayla şükür arasındaki bağ derhal uyanacaktır. Çünkü şükrederken düşünen kalp, toplanmış ve yoğunlaşmış kaldığı yeri hatırlar. Çünkü onun ait olduğu yer orasıdır. Hafızada geriye doğru düşünerek hatırlayan bu düşünme kökensel teşekkürdür.


Martin Heidegger – İnşa Etmek İskân Etmek Düşünmek

Bir şeyin özü hakkında bize konuşan dildir.
İnsan sanki dilin biçimlendiricisi ve efendisiymiş gibi hareket etmekte, hâlbuki insanın efendisi olarak kalan dildir. (s. 76)

Şimdi, ‘bauen’ inşa etmek ne demektir? İnşa etme için Eski Yüksek Almancada kullanılan sözcük ‘buan’ iskân etmek anlamına gelir.
Bu fiilin, yani ‘bauen’ iskân etmek fiilinin asli anlamı bugün bizim için kayıptır. Fakat onun örtülü izi Almanca ‘nachbar’ komşu sözcüğünde korunmuştur. ‘Nachbar’, ‘Nachgebur’, Nachgebauer’, yakın oturan, yakında oturan demektir. ‘Buri’, büren’, ‘bueren’, ‘beuron’ fiillerinin hepsi barınmak, barınma yeri anlamına gelir.
‘Bauen’, ‘buan’, ‘bhu’, ‘beo’ çeşitli biçimleriyle ‘bin’ sözcüğümüzdür: ‘ich bin’ varım, ‘du bist’, varsın, emir kipi ‘bis’, var-ol. O halde ne anlama gelir ‘ich bin’ (ben varım) demek?
Senin ve benim var-olma tarzımız, biz insanların yeryüzünde var-olma tarzı, ‘buan’, sakin olma (barınma)dır. (s. 77)

‘Vücuda getirmek’ için Grekçede kullanılan sözcük ‘titko’dur. ‘Tekhne’, teknik sözcüğü ‘tek’ kök fiiline aittir. Grekler için ‘tekhne’ ne sanat ne de zanaat anlamına geliyordu: bilakis bir şeyi mevcut olanın içinde, şu veya bu olarak, şu veya bu şekilde görünür kılmak. Grekler ‘tekhne’yi, vücuda getirmeyi, görünmeye bırakma (belirmesini sağlama) olarak anlarlar. (s. 94)


Martin Heidegger – Messkirch’in 700. Yılı
22 Temmuz 1961 Yurtakşamında Hemşehrilere Konuşma
(Çeviren: Leyla Baydar & Hasan Ünal Nalbantoğlu)

Bugünün kökü, kaynağı, hem geçmişte olmuş olanlardır hem de gelecekte olacaklara maruzdur.

…kent ve köy evlerinin çatılarında sıralandığını gördüğümüz televizyon ve radyo alıcıları… Bu işaretler neyi belirlemekte? Bunlar dıştan göründüğünde insanların oturdukları yerlerde artık evlerinde olmadıklarını gösterir. (s. 103)

Yuva yok olmak zorunda kalınca ne olur? O zaman insan için yuvaya benzemeyen de yoktur artık. Peki sonra? O zaman yalnızca, insanın sürekli çıkar oyunlarıyla uğrunda yarıştığı, yeniden en yeniye çok hızlı bir değişme var demektir. (s. 104)

Yarın düşünülürken, dünün hakkında anlaşılan ve doğru benimsenen sağınlaştırıcı kuvvetlerini uyandırırız. Böylelikle, gelecek ile köklerimiz arasında sebatla tutunmamız gereken bugüne ulaşırız. Böyle bir tutunma, değişen her şeye karşı olanı korumamıza yardım eder. (s. 111)


Graeme Nicholson – Heidegger: Düşünme Üzerine

…varlık düşüncenin unsurudur. (s. 116)

Heidegger Platon felsefesini ve devamını düşünmenin örnekleri olarak görür. Bu geleneğe “metafizik” dediği kadar “metafizik düşünme” de der. (s. 117)

…o genellikle,
“x’i düşünmek der.
Düşündüğüm x’e Almancada ‘das gedachte’ denir ve düşünülen şey ya da ‘die sache’, düşüncenin konusu-meselesi anlamına gelir. Dolayısıyla bir yapıdaki iki unsur, düşünmenin kendisi ve onun ‘sache’si arasında ayrım yapmış oluruz. (s. 119)

Heidegger düşünmeyle ‘sache’ arasındaki doğrudan ilişki üzerinde durmak ister, fakat onun düşünceler (gedanken) oluşturmaktan kendini kurtaramadığını ileri süreceğim. ‘Gedanken’ ile ‘denken’ arasındaki ilişki ‘gedicht’ (neşide / şiir) ile ‘dichten’ (inşad etmek) arasındaki ilişkiye benzer. (s. 119/120)

‘Denken’, düşünme, ‘noesis’tir; ‘das gedachte’, üzerine düşünülen şey, ‘neoton’dur; ‘der gedanke’, düşünce, ‘noema’dır.

Denken: Noesis, düşünme
Das Gedachte: Noeton, üzerine düşünülen şey
Der Gedanke: Noema, düşünce

Düşünme, daha basit söylemek gerekirse, Varlığın düşünmesidir. Buradaki –in halinin (iyeliğinin) iki anlamı vardır. Düşünme, Varlık tarafından sahiplenilerek (veya ondan yola çıkılarak) Varlığa ait olduğu ölçüde Varlığa dairdir (ona aittir). Ama aynı zamanda düşünme, Varlığa ait olarak, Varlığı dinlediği (ona kulak verdiği) ölçüde Varlığın düşünmesidir. (s. 120)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Ahmet Aydoğan
Say Yayınları, 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder