16 Ekim 2014 Perşembe

Anthony Giddens

Anthony Giddens

1938’de Londra’da doğdu. Doktorasını 1974 yılında Cambridge’de tamamladı.
1987 yılında Cambridge Üniversitesi’nde profesör oldu. Eski İngiltere Başbakanı
Tony Blair’in danışmanlığını yaptı. “Üçüncü Yol” olarak bilinen politik yaklaşımı Tony Blair’in olduğu gibi Bill Clinton’ın da politikalarında önemli bir rehber görevi görmüştür.
Toplumsal kuramını epistemolojik ve ontolojik yaklaşımlardan yola çıkarak değerlendirmiş ve toplumsal ilişkilerin analizini anlamak için ontolojik yaklaşımın önemli olduğunu belirtmiştir.
Giddens makro ve mikro kuramcıların yöntemlerinden farklılaşmış, geleneksel ve düalist yaklaşımlardan uzaklaşmaya çalışmıştır. Sosyolojide kökleşmiş karşıtlıkları reddeden bir çaba içinde olmuştur.
Düalizmlerin hiçbir teorik dönüşümü sağlamaya uygun olmadığını belirten Giddens, toplum/birey (yapı/fail) karşıtlığından söz etmek yerine aralarında karşıtlıktan oluşan devingenlikleri hesaba katmak gerektiğini savunur.
O, toplumsal yaşamın evrensel yasalarının bulunmadığını, yapının dışsal olarak ve tek faktörlü olarak davranışlarımızı belirlemediğini kabul etmekte ve aynı zamanda Parsonscu bakışın işlevselliğini de reddetmektedir.
Giddens, birey-toplum düalizmine karşı çıkan ve yeniden üretilen pratikler üzerine yoğunlaşan bir sosyolog olmuştur.
Sosyolojik Metodun Yeni Kuralları adlı kitabında Durkheim’ın metodunu eleştiriye tabi tutmuştur. Durkheimci gelenekten beslenen Giddens, Marks ve Weber’in düşüncelerine uzak kalmayıp, işlevselci, yapısalcı, anlamacı ve tarihselci perspektifleri harmanlayarak yeni bir kuram ortaya koyar. Bu inşacı kuramını reflektivist ya da düşünümsel/dönüşümsel olarak adlandırır.

Giddens, klasik sosyologların kuramlarını indirgemeci olarak niteler. Sosyolojide pozitivist varsayımlar yerine, yapı ile eylemin soyut problemlerini vurgulayan bir yaklaşımın gereğinin önemini vurgular.
Giddens’a göre, yorumsamacı/hermeneutik sosyolojilerin eksiği yapıdır, katkısı ise eylemde insan öznelerin belirleyiciliğidir. İşlevselci ve yapısalcılar ise, zorlama, güç, organizasyon gibi kavramlarla topluma vurgu yaparlar. Eksiklikleri ise aktörleri büyük güçlerin oyuncağı olarak ele almaları, insan failliğini değerlerin içselleştirilmesine indirgemeleridir.
Çifte yorumsama veya hermeneutik: Bütün sosyal bilimler hermeneutik özellik gösterirler. Betimlenecek bir olayın içinde yer almak demek, karşılıklı olarak bilgininin sıradan aktörler ve sosyal bilimciler tarafından paylaşılması anlamına gelmektedir. Sıradan aktörlerin gündelik yaşama dair atfettikleri anlamlar ile o kültürün içinden gelen sosyoloğun teorik açıklamaları örtüşünce çifte hermeneutik dediğimiz durum oluşur.

MODERN ÖNCESİ VE MODERNLİK
Giddens söz konusu iki dönemin karşılaştırmasını güven ve risk değişkenleri üzerinden yapmaktadır. Modernliği, 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve daha sonra tüm dünyayı etkisi altına alan bir toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimi olarak tanımlar.
Modern-öncesi toplumlarda geleneksel kurumlardaki güvenirlik ve rutinler, dünyanın olumsallığını gizlerdi. Akrabalık ve cemaat, zaman ve uzam boyunca güvenilir bir biçimde eylemleri yapılandıran bağlar yaratırdı. Din, deneyimi güvenilir şekilde düzenleyen bir kozmoloji oluştururdu.
Modern toplumlarda bu kurumsal ortamların hiçbiri güçlü bir güvenirlik ve ontolojik güvenlik hissi yaratmamaktadır.
Giddens, modern öncesi dönemin genel özelliklerini güven ortamı ve risk ortamı bakımından analiz eder. Güven ortamının belirleyicilerini 4 faktörle açıklar:
1. Zaman-uzam içindeki toplumsal bağları istikrarlı kılmada akrabalık ilişkileri düzenleyici bir rol üstlenir.
2. Tanıdık bir çevre sağlayan bir yer olarak yerel toplulukların varlığına/ağırlığına dikkat çeker.
3. İnsan yaşamının ve doğanın tanrısal bir yorumunu sağlayan inanç ve ritüel uygulama tarzları olarak dinsel kozmolojiler önemli bir yer tutar.
4. Bugün ile geleceği birbirine bağlayan geleneğin çevrilebilir bir özelliğe sahip olmasından dolayı geçmişe yönelik bir bağlantının söz konusu olduğunu vurgular. Bu dört faktör modern öncesi dönemin temel güvenlik durumunu sağlayan toplumsal ilişki biçimleridir.

Giddens, modern öncesi dönemin risk ortamını ise şöyle değerlendirir;
1. Bulaşıcı hastalığın yaygınlığı, iklimin güvenilmezliği ve sel baskınları gibi doğal felaketler başta olmak üzere doğadan kaynaklanan tehdit ve tehlikeler mevcuttur.
2. Yağmacı ordular, yerel beyler, haydutlar ve hırsızlardan kaynaklanan insan şiddeti tehdidinin bulunmasıdır.
3. Dinsel kayradan yoksun kalma ya da kötü bir büyünün etkisine girme riskinin varlığıdır. Bu riskleri azaltmanın yollarının başında akrabalık ilişkileri, yerelleşmiş ilişkilerin önemi, dini inançlar ve bir rutin olan gelenekler gelmektedir. Dolayısıyla bu açıklamalar, modern öncesi dönemde toplumların nasıl bir risk içinde olduklarını gösterir.

Modern Dönemde Güven ve Risk
Giddens, modernite ya da gelenek-ötesi (post-traditional) toplumu, gelenek ve alışkanlığa ait kesinliklere ilişkin rasyonel bilginin yer aldığı bir düzen olarak tanımlamaktadır.
Güven ilişkilerini üç kategoride değerlendirir:
1. Toplumsal bağları istikrarlı kılma aracı olarak dostluk ya da cinsel (akrabalık) yakınlıkla ilgili kişisel ilişkiler,
2. Belirsiz zaman aralıklarındaki ilişkileri istikrarlı kılma yolu olarak soyut sistemler (açılımlı mekanizmalar),
3. Geçmiş ile geleceği bağlantılandırma tarzı olarak karşı-olgusal, geleceğe yönelik düşünce.
Modern dünya daha önce yaşanan dönemlerden farklı değildir, aksine modernitenin ileri bir aşamasıdır. Bu özelliklerinden dolayı Giddens bu dönemi geç modern dönem olarak isimlendirir.
Modernliğin risk ortamını; modernliğin düşünümselliğinden kaynaklanan tehdit ve tehlikeler, savaşın endüstrileşmesinden kaynaklanan insan şiddeti tehdidi ve modernliğin düşünümselliğinin benliğe uygulanmasından kaynaklanan kişisel anlamlılık tehdidi olarak sıralar.

MODERNLİĞİN SÜREKSİZLİKLERİ
Giddens’ın modernliğin süreksizlikleri ile söylemek istediği, modern toplumsal kurumların birçok bakımdan benzersiz oldukları, diğer bir ifade ile geleneksel toplum düzeni anlayışını yansıtmadığıdır.
Klasik sosyologların toplumsal evrimcilik anlayışı (ister işlevselcilik isterse çatışmacı kuramcılar olsun) modernliğin süreksizlikçi karakterinin fark edilmesini, deyim yerindeyse, engelleyen bir faktör olmuştur.

Giddens & Pierson, modern toplumu endüstriyel uygarlıkla ilişkili olarak üç kategoride değerlendirmektedirler:
1. İnsan ilişkileri tarafından dünya düşüncesinin dönüşümüne açık davranışlar seti,
2. Ekonomik kurumların karmaşıklığı, endüstri üretimi ve pazar ekonomisi ve
3. Kitle demokrasisi ve ulus-devleti de içine alan politik kurumlar.

Bu çerçeveden yaklaşıldığında, Giddens modern toplumsal kurumları geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran süreksizlikleri ise üç kategoride değerlendirerek açıklamaktadır:
1. Değişim hızı: Geleneksel düzenlerin (toplumlar) kendi içlerinde devingen oldukları söylenebilir. Fakat modernliğin koşulları içinde değişimin hızı had safhadadır. Bunun önemli bir yönünü teknoloji oluştursa bile, bu hız diğer toplumsal ilişkilerde de kendini gösterir.
2. Değişim alanı: Dünyanın farklı bölgeleri birbiri ile bağlantılı hale geldikçe toplumsal dönüşümün dalgaları yerkürenin tüm yüzeyini kapsamaktadır.
3. Modern kurumların doğası: Ekonomik üretim sisteminin piyasa koşulları ve metalaşması, ulus-devletlerin sisyasal sistemi gibi ekonomi-politik güç ilişkilerinin birlikteliği, daha önceki dönemlerde hiç görülmediği kadar iç içe geçmiştir. Dolayısıyla modern kurumlar doğaları gereği yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayan bir özellik göstermektedirler.
Bu üç kategori aynı zamanda modernliğin karakterleridir.

MODERNLİĞİN DİNAMİKLERİ
Modernlik, özünde gelenek ile bir karşıtlık içindedir. Bu karşıtlık modernliğin dinamiğini oluşturur. Modernliğin baskın özelliği, yeni olana karşı açık durmak ve bir düşünümsellik beklentisi içinde olmaktır. Böylece modernlik düşünümsel olarak uygulanmış bilgiden oluşur.
Modernliğin dinamizmini yaratan dört farklı unsur vardır. Bunlar: zaman ve uzamın birbirinden ayrılması, yerinden çıkarma/edilme ve açılımlı mekanizmalar, radikal düşünümsellik ve küreselleşmedir.

Modernlik, Zaman ve Uzam
Modernlik öncesi kültürlerin zamanı hesaplama biçimleri vardır. Gündelik yaşamın temelini oluşturan zaman hesabı, sürekli zamanı uzama bağlamakta ve kesinlikten uzak olarak değişken bir durum göstermektedir. Her hangi bir kişi o günün tarihini ancak diğer toplumsal ve bölgesel işaretlere bakarak söyleyebilirdi. Mekanik saatin icadı ve nüfusun giderek yayılması zamanın uzamdan ayrılmasına yol açmış ve zaman, günün dilimlenmesine örneğin, çalışma saatinin düzenlenmesine olanak sağlamıştır.
Modern öncesi toplumlarda uzam ve yöre kavramları birbiri ile örtüşmekte ve toplumsal yaşamın uzamsal boyutları birçok bakımdan bireylerin birbirleri ile yerel etkinlikleri bakımından önem taşımaktadır. Modernliğin ortaya çıkması ile birlikte yüz yüze etkileşim durumundan uzaklaşılarak orada bulunmayanların etkileşimlerini de kapsayacak biçimde yöreden kopuşu getirmiştir.
Zaman ve uzamın nasıl boşaltıldığını anlamak için, insanların zaman-uzamla nasıl bir ilişki içinde olduğu ele alınmalıdır. Modernliğin başlangıcına kadarki dönemde zaman ve uzam doğal ortamlarla ve çevrelerle çok yakından ilişkiliydi. Fakat modern toplumlarda zaman ve uzam, daha önceden sahip oldukları doğa ile ilgili bağlarından koparılarak soyut varlıklara dönüşmüşlerdir. Dahası uzam kavramının kendisi fiziksel olmaktan çok sembolik hale gelmiştir. Bilindiği gibi modernlik, ilerlemeye duyulan inanç ile ifade edilir. İlerleme, değişim anlamına gelir ve zaman ve uzamın boşaltılması değişimi yerel alışkanlık ve pratiklerin sınırlamalarından serbest kılarak çeşitli değişme olasılıklarını başlatmaya hizmet eder.
Zaman ve uzam, doğa ilişkileri ve toplumsal ilişkilerden soyutlandığı (boşaltıldığı) için yaşamlarımız tam anlamıyla rasyonel organizasyona bağlıdır. Zaman ve uzamın boşaltılması, zaman-uzam uzaklaşmasının sınırsız biçimde arttırılabileceği anlamını taşır ve artan zaman-uzam uzaklaşması, artan düşünümsellik karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirirler ve birlikte modernliğin dinamizmini- sürekli değişim yönelimini- yaratırlar.

Yerinden Çıkarma/Edilme ve Açılımlı Mekanizmalar
Giddens kurumları açılımlı mekanizmalar açısından değerlendirirken buna mantıklı bir açıklama getirdiğini belirtir. Bu noktada ideal bir geleneksel toplum tipi kurgulayacak olursak bu toplumda toplumsal ilişki ve etkileşimin birçoğu, yerel ortamlarda kökleşmiş karşılaşımlar içerisinde gerçekleşir. Bu toplumda insanlar çevrelerindeki herkesi tanırlar ve yardıma ihtiyaç duydukları insanlara bağımlıdırlar. Mesafeli durumlar, mesafeli ötekilerle birlikte sürekli olarak değişmez kalır yani mesafe korunur. Bu bağlamda yaşamı yerel bağlamından çekip çıkaran iki temel mekanizma vardır: I. sembolik göstergeler ve II. uzmanlık sistemleri:
Sembolik göstergeler herhangi bir kişi ya da kurumla ilişkili olmaksızın dağıtılan/devreden değişim araçları açısından düşünülebilir. Birçok gösterge türü olmakla birlikte para bu türler arasında mükemmel bir örnektir. Para, her malın aynı değer sistemine göre belirlendiği evrensel bir değer sistemi yaratır. Diğer her şeyi temsil edebilmesi için kendi içinde bir değer taşımamalıdır. Paranın evrensel ve soyut doğası onu sınırlamadan özgür kılar ve uzun mesafeler ve zaman periyotları karşısında değiş tokuşu kolaylaştırır.
Uzmanlık Sistemleri: Geleneksel toplumlarda yaşayan bireyler herhangi bir ihtiyacı için bizzat tanıdığı bir yakınından yardım alabilirken, modern toplumlarda bireyler ihtiyaçları için hiç tanımadıkları uzmanların yardımına ihtiyaç duymaktadırlar. Modern yaşamın her anında soyut uzmanlık bilgi sistemlerine bağlı hareket ederiz (trafikte ışıklarda durmak dahi bunun örneğidir). Uzmanlık bilgi sistemleri, yaşamlarımızın merkezini yerel bağlamlardan soyut bilgi ve uzak ötekilere geliştirilen bağımlılığa taşıdıkları için açılımlıdırlar.

Modernliğin Düşünümselliği
İlerleme ve düşünümsellik, doğaları gereği birbirleriyle ilişkilidir. İlerleme, ulaşılmış bir amaç olmaktan ziyade motive edici bir değer, modernliğin söylemsel bir özelliğidir.
Modernliğin düşünümselliği, düşünce ve eylemin sürekli olarak birbirinin üzerine yansıtılması ile sistemin yeniden üretilmişliği üzerine kuruludur.
Modern bilgi, bilimsel bilgiye eşdeğerdir ve bilgiyi bilimsel yapan ise daimi bir irdeleme ve sistematik şüphedir.

Küreselleşme
Giddens küreselleşmeyi, yerel oluşumları millerce uzakta gerçekleşen olaylar tarafından şekillendirecek biçimde uzak yerellikleri birbiriyle bağlantılandıran dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlar. Küreselleşmeyi bu nedenle, bir arada bulunma halini zaman ve uzamın daha da ötesine taşıyan uzak ile yerel arasındaki diyalektik bir ilişki bağlamında değerlendirir.
Modernliğin yapısal olarak küreselleştirici özelliği bulunduğuna değinen Giddens kapitalizm, endüstrileşme, şiddet tekeli/zorlayıcı güç ve gözetim olgularının modernliğin dinamizmini ve zaman periyodunu biçimlendirdiğini öne sürer.
Endüstrileşme, şiddet tekeli/zorlayıcı güç ve gözetim birbirlerini besler ve genel anlamda endüstriyel-askeri kompleks olarak tanımlanan şeyi yaratırlar. Kapitalizmin farklı uluslar arasında ilişkileri mümkün kılması gibi askeri bir kompleks de uluslararası ilişkileri meydana getirir.
Giddens, küreselleşmenin boyutlarını, kapitalist dünya ekonomisi, ulus-devlet sistemi, uluslar arası işbölümü ve askeri dünya düzeni olarak dört kategoride değerlendirir.
Bugün dünyanın ekonomik örgütlenişi ana güç merkezleri olan kapitalist devletler aracılığı ile gerçekleştirilmektedir.
Ticari kuruluşlar dolayısıyla ulus aşırı şirketler ekonomik güçlerine bağlı olarak hem kendi ülkelerindeki hem de diğer ülkelerdeki politikaları etkilerler.
Küreselleşme, doğası gereği merkezileşme yönündeki dönüşümselliği ile belli devletlerin toprak egemenliği arasında bir gerginlik yaratır.
Savaşın endüstrileşmesi, silah ve askeri örgütlenme teknik ve araçlarının bir ülkeden diğerine akışı ve devletlerin birbirleri ile kurdukları ittifakları kapsayan gücün küreselleşmesi bağlamında değerlendirilmektedir.
Uluslararası işbölümü endüstriyel gelişme ile ilgilidir. Uluslararası işbölümü sermayenin maliyeti en düşük olan bölgelerde üretim yapma olanağını yaratmıştır.
Zamanın mekândan bağımsız kalışı modernleştirici bir süreçtir. Giddens’a göre, küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır. Bu sayede toplumsal ilişkiler mekâna bağımlı olmaktan kurtulmuş uzaktaki yerlerle etkileşim içine girilmiştir. Ona göre küreselleşme, modernitenin devamıdır.

GEÇ MODERNLİK VE POSTMODERLİK
Giddens çağımızın krizini kapitalimin krizi olarak görmez. Bugün ve gelecekte yaşanacak gerilimin ekolojik kriz olduğunu iddia eder. Giddens’ın işaret ettiği ekolojik kriz salt bir çevreci, fiziksel ekoloji değil, bir “yaşam ekoloji” meselesinin varlığına dikkat çekmeye çalışır.
Giddens için modernlik tanımı gereği kontrol dışıdır. Modernliğin amacı gelişmedir fakat yarattığı etki, denetimsiz bir değişim makinesine dönüşen mekanizmaların ve süreçlerin ortaya çıkmasıdır.

Giddens eski “sol” fikirlerin güncelliğini yitirdiğini “sağcı” fikirlerin ise çelişkili ve hatta tehlikeli olduklarını iddia eder. Giddens’ın sosyal demokrat (liberal) “üçüncü yol”u ise sadece bir teori değil, aynı zamanda siyasal aktivizm ve idealizmi alevlendirmeyi amaçlayan bir eylem programıdır.

GEÇ MODERNLİKTE RİSKLER
İnsanlar sürekli olarak gelecekte doğabilecek riskleri hesaplamaya çalışırlar. Hızla değişen modern toplumda, bireyler plan kurarak riski azaltmaya çabalarlar. Giddens bunu “geleceğin kolonileşmesi” olarak tanımlar.
Giddens, geç modern topluma özgü dört tip riskten bahseder:
1) Devlet eliyle ya da başka yollarla yapılan ve hiç kimsenin kaçmasının mümkün olmadığı gözetim,
2) Türlerin yaşamını sürdürememe riskiyle birlikte artan askeri güç,
3) Kapitalizmin istikrarsız nitelikleri sebebiyle, ekonomik büyümenin çökme ihtimali ve
4) Kapitalizmi sınırlayan ekolojik ve çevresel kısıtlamalar.

YAPILAŞMA KURAMI VE YAPININ İKİLİĞİ
Yapılaşma kuramına göre, toplumsal yapılar kurallar ve kaynaklardan oluşur.
Yapılaşma kuramında Giddens, sembolik etkileşimcilik, fenomenoloji ve dramaturjinin öngörüleriyle klasik sosyolojinin yapı kavramını bir araya getirir.
Yapılaşma kuramının birincil yargısı, toplumsal yapıların ve failliğin tekrar tekrar ve düşünümsel olarak yeniden üretildikleridir: aynı davranışlar yoluyla aynı anda sürekli olarak yaratılırlar.
Yapının ikiliği, yapının dönüşümlü olarak düzenlediği toplumsal eylem ya da davranışın hem aracı hem de sonucu olduğu anlamına gelir. Yapı ile eylem arasındaki bağlantı ise toplumsal pratikler aracılığı ile kurulur.
Yapılaşma teorisinde toplumsal yapılar, kurallar ve kaynaklardan oluşur. İki tür kural vardır: normatif kurallar ve anlamlama kodları/anlamlandırıcı kurallar.
Normatif kurallar davranışı yöneten kurallardır. Anlamlama kodları ise anlamın üretilmesini sağlayan kurallardır.
Her iki durumda da bu kurallar, toplumsal pratiklerle sarmalanmış vaziyettedir ve soyut ya da bağımsız olarak var olmazlar.

Yapılaşma Usulleri/ Şekilleri
Yapılaşma sisteminde üç öğe bulunmaktadır: toplumsal pratikler, usuller ve yapılar. Yapılaşma usulleri, yapı ve eylemin (failliğin) ifade edilme yollarıdır. Yapılaşmayı müziğin kendisi olarak düşünecek olursak, usuller analog ya da dijital tarzda olsun yeniden üretilme biçimidir ve toplumsal pratik de bu müziği üreten müzisyendir. Görüldüğü üzere yukarıdaki çizelgeden de anlaşılacağı üzere, Giddens bir taraftan üç toplumsal pratiğe (iletişim, güç ve yaptırım) diğer taraftan da yapılara (anlam, güç/tahakküm ve meşrulaştırma) tekabül eden üç usul ya da ifade tarzı öne sürmektedir.
Birçok sosyolog kurumları bağımsız etkileri bulunan gerçek, ayrı nesnelermiş gibi görür, fakat Giddens kurumların gerçek nesneler olarak varolmadıklarını ifade etmeye çalışır. Farklı kurumsal düzenler, aynı anlamlama, tahakküm/güç ve meşrulaştırma yapılarından (kural ve kaynaklarından) meydana gelirler.

Düşünümsel (Refleksive) Aktörler
Giddens’a göre etkileşimler dâhilinde bulunan üç önemli şey vardır:
I. eylemin düşünümsel gözetimi,
II. eylemin rasyonelleştirilmesi ve
III. eylem motivasyonu.

I. En farkında olarak yapılan davranış, düşünümsel bir gözetimdir. İnsanlar birbirleriyle etkileşim kurabilmek için birbirlerinin davranışlarını takip etmeli, konuşmanın seyrini gözetim altında tutmalı, kendi davranışlarının izlerini sürmelidirler.
II. Eylemin rasyonelleştirilmesi hususunda Giddens, söylemsel bilinç ve pratik bilinç arasında bir ayrım yapar. Söylemsel kelimesi söylem ya da konuşma ile ilişkilidir. Fakat daha derin bir anlama da sahiptir, analitik uslamlama tarafından ortaya çıkarılan bir söylemdir. Söylemsel bilinç, eylemlerimize sözlü ve mantıklı bir açıklama yapabilme yeteneğidir. Toplumsal pratikler ve durumlar hakkında bildiğimiz ve ifade edebildiklerimizdir.
Pratik bilinç ise toplumsal olarak nasıl varolacağımız ve davranacağımız konusunda sahip olduğumuz bilgiye atıfta bulunur. Fakat insanlar bu bilgiyi sözlü olarak ifade edemezler.
III. Bilinçdışı güdülenim ya da motivasyon ise alışkanlıklarımız ve rutinliklerimizdir. Pratik bilinç rutinin üretimi ile ilgilidir ve bir araba ya da bisiklet sürmeye benzer: Bu eylemin gerçekleşmesi büyük ölçüde alışkanlığımız ya da pratik bilinç dışındadır.
Giddens, kendi düşünce sistematiğini ontolojik bakışla ortaya koyar. Bireyin kendi yaşamını devam ettirmesini varoluşsal bir sorun olarak kabul eder. Bunu da ontolojik güvenlik ile bağlantılandırarak açıklamaya çalışır.

ELEŞTİRİLER
Giddens’a yönelik eleştiriler insan failliğine yaptığı vurgu ve modern dünya hakkındaki optimist bakış açısına odaklanır.
Kendisini liberal ve eleştirel bir teorisyen olarak niteleyen Giddens, kapitalizmi bir sömürü düzeni olarak gören ve yok edilmesi gerektiğini düşünen Marksist ya da başka türden herhangi bir toplumsal düşünceye karşı çıkar.
---
Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013

1 yorum: