27 Ekim 2014 Pazartesi

David Vann – Keçi Dağı

David Vann – Keçi Dağı


Havayı kalın bir tabaka halinde kaplayan toz zerrecikleri günü kızıl bir hayalete çevirmişti.

Kuzey California, 1978

Bartlett Kaynarcası’nda durduk (Anlatıcı, babası, babasının en iyi arkadaşı Tom ve anlatıcının dedesi).

Dedem devasa bir adam.

…gördüğümüz her geyiği avlayabilirdik ve kendimi bir hedefe kilitlemeye hazırdım.

Atları düşündüm derelerin atlarla geçildiği (…) zamanları göremediğime içerledim. Modern dünyanın tümü bir saptırmaydı. At yerine televizyonun verildiği korkunç bir aldatmaca. (s. 17)

Babam, kahrolası kaçak avcılar, dedi.
Yanlarına gidip bakınca uzakta, kayalık bir çıkıntının üstündeki turuncu avcı yeleğini ben de seçtim.

Babam, gel sen de bir bak, dedi.

…silah tam olması gerektiği gibiydi ve onu bir uzvum gibi kolayca benimseyebilirdim.

…dürbününü kaldırdı ve iri koyu gözlerle dosdoğru bana baktı.
Kabzayı kavrayan elim gerilirken nefesimi tuttum.
Bana öğretildiği gibi yavaşça, dikkatle nefesimi verdim ve tetiği ağır ağır kavramaya başladım. Düşünce yoktu, bundan eminim. Sadece kendi doğam vardı; anlayışın ötesinde, kendi varlığım.

Dünya bir çekirdekten çıkmış gibi infilak etti… (s. 25)

…o an her şey aynı noktada birleşmişti. Öldürdüğümüzde var olan her şey yönünü bize çevirir.

Kabil başlangıcımızdı, cennette başlamayan herkesti.
Nasıl bir güçtü o tüfekteki?
Beni iki seksek yere sermişti.

Bir daha eline silah almayacaksın, dedi babam.

Babam, Hâlâ hayatta olabilir, dedi. Gidip adamı kontrol etmeliyiz.

Cesedin yanına varıp ona bakabildim ve bir geyiğin leşine bakmaktan daha fazla rahatsız olmadım.

Adam yüzüstü düşmüştü. Sırtının orta kısmı büyük ölçüde yoktu.

Tıpatıp ölü bir geyik gibi kokuyordu.

Bir insan vurduğumu anlıyor ama atışımın mükemmel olduğunu düşünmeden de edemiyordum.

Vurduğum geyik olsaydı, herkesin ağzı kulaklarına varırdı.

Ya insan öldürmenin kötü olduğu bize hiç söylenmeseydi? Onun karşısında da aynı şeyleri hissediyor olmaz mıydık? (s. 34)

Dedem, Kimseye haber vermeyeceğiz, dedi.

Babam (…) Hayatının geri kalanını mahvettin, dedi. Bunu anlayacak kadar büyüdün mü? Seksen yıl daha yaşayabilirsin; ama o yılların hepsini zehirleyecek bu yaptığın.

Gülümsedim.

Babam birden hamle yaptı. …yumruklarıyla beni dövüyordu.

Babam (…) adamın ellerini ve tüfeğini tuttu, onu yamaçtan aşağı sürüklemeye başladı.

Kabil’i hep kardeşini öldüren kişi olarak düşünürüz, peki ama etrafta öldürecek başka biri var mıydı ki?
Kabil karşısında bulduğunu öldürdü. Yoksa hikâyenin kardeşlerle bir ilgisi yok. (s. 38)

Tom ona yardım ediyordu. Cesedi aralarında sürükleyerek kamyonete doğru yürüdüler. 

O bir et parçası değil, dedi Tom.

Babam, Artık öyle, dedi.

Onu ağaçların dibine bıraktı. Vurduğumuz bütün geyiklerin asıldığı yere.

Uzun süre hapis yatacağız, dedi Tom.

Neden avlanırız? Daha eski olan bir şeye dönmek için değil mi? Ve her eski zamanda bizi bekleyen Kabil değil mi? (s. 52)

Av, binlerce nesil geriye götürülebilen bir gelenekti.

Öldürmek kadar eksiksiz ve dolaysız bir sevinç yoktu.

Tüfeğin kabzasından tutup namluyu omzumun üstüne atmak güzeldi.
Silahı o şekilde tuttuğunuzda devleşirsiniz.

Kutsal Kitap’taki her hikâyenin Kabil’den mi geldiğini merak ediyorum.
İnsanın değeri, öldürmeye hazır olmasıyla mı imtihan ediliyor?

Her şey sessizdi. O boşlukta en ufak bir çıtırtı yoktu. Ve sesin yokluğunda mesafeler alabildiğine uzayabiliyordu.

(Tetiği neden çektiğini düşünürken) Aldığımız kararların, bilinçli aklımızla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Nasıl hiçbir şey hissetmeden öldürebiliyordum?
Dövüş bitmiş babam yenilmişti (Dedesi, babasını dövdü).

Kocaayakları severiz çünkü onlar çok da uzak olmayan bir geçmişte kim olduğumuzu bize hatırlatır.

Golyat bir Kocaayak, insanın daha erken ve daha canavarca bir halidir.
…kendimizin canavarlara benzeyen ilk örneğidir. Kaçak avcıyı öldüren ben, Davut gibi ailemi, toprağımızı ve yasalarımızı koruyordum. (s. 89)

Her yürüyüşün başında umuda benzer bir duygu, başlamakla ilgili bir şey, bir zevk vardır.

Tetiği çektim,
Hayvanın arka yarısı (…) büyük bir sarsıntı geçirdi.

…ilk içgüdülerimizden biri öldürmektir. On Emir, bizi hiçbir zaman bırakmayacak içgüdülerimizin bir dökümüdür. (s. 135)

Kaçak avcıyı öldürürken bir şey hissetmemiştim ama bu başkaydı. Geyiğin ne hissettiğini görebiliyordum: felaket, dönüş umudu olmadan her şeyin kaybedilmesi, bir hayatın sonu. O sonu hissedebiliyordum.

Babam, geyiğin boynuzlarına bir tekme savurdu.

(Tom) Geyiği tekmeleyerek öldüremezsin.

Tanrı, Kabil’in adağını yetersiz bulmuştu.
Tanrı’yı memnun etmek imkânsızsa ne yapılabilir?

Öldürmekle hayvanın her şeyini alacaktım.
Bunu bilerek bıçağıma uzandım.
Buraya öldürmek için gelmiştik. Bu değişmez bir şeydi.
…öldürecektim ve bu beni insanlaştıracaktı.
Bıçağı geyiğin boğazına dayayıp yana asıldım.

Diz çöktüm ve karaciğeri ağzıma götürdüm.
Tekrar ısırıp kaçak avcıyı, onun ciğerini yediğimi düşündüm.
O tat oradan bir daha gider mi bilmiyordum.
Yüreği bir elimle kavradım. (…) çekip çıkardım.
Bir yüreği hâlâ sıcakken havada tutup onu ısırmak.
…ağzıma kanın ve etin tadı gelirken tekrar hayvan olmuştum.
Dedem, Artık erkek oldun, dedi.
Babam, Artık erkek oldun, diye yineledi.
…artık hayatımın başladığını hissediyordum. (s. 151)

Kamyonetin sesi giderek yitiyordu.
Beni bırakıyorlardı. Babam, dedem ve Tom, kampa ben ve geyiğim olmadan dönüyorlardı.

Avımı kampa taşımam gerekecekti.

Geyik benden ağırdı.

Ama denemekten vazgeçmedim.

İçi oyulmuş olduğu halde postu, toynakları ve boynuzlarıyla insanoğlunun çıplaklığını ve zayıflığını örtüyordu.

Gövdesinin inceldiği, göğüs kafesinin bittiği yerdeki post ve eti kesmeye başladım.

Ağırlığının yarısı gitmiş fakat hâlâ yeterince ağırdı.

Kesik bir kafa.

Kayboldum.

Olduğum yerde kalıp yol konuşabilirmiş gibi kulak kabarttım ve bir iç pusulası bulmaya, sağa mı sola mı saptığımı anlamaya çalıştım. Daima şaşırtan, daima yanıltan hava beni kıvrım kıvrım kuşatıyordu. Şeytanın hilelerini yürüttüğü yerdi hava. (s. 173)

Yolda yaşadıklarımdan sonra kendimi tuhaf şekilde güçlü, neredeyse yenilmez hissediyordum.

Babam beni tekmeleyerek uyandırdığında hâlâ karanlıktı.

Babam,
Bunların hepsi senin yüzünden. O yüzden de cesedi yukarıdaki açıklığa kadar sen taşıyacak ve uygun şekilde gömeceksin.

Onu gömeceksin ve bu konuyu bir daha ağzımıza almayacağız.

Babam namlunun ucunu enseme bastırdı. Sen benim oğlumsun, dedi. Sana yardım etmek için buradayım. Senin ne olduğunu anlamaya ve boktan bir şeye dönüşmene engel olmaya çalışıyorum. Ama o bilekleri hemen şimdi tutmazsan tetiği çekerim.

Soğuk ve nemli bilekleri çaresizce kavradım.

Çekince cesedin parçalanacağından, ortadan ayrılıvereceğinden korktum ama tek parça halinde geldi, üstelik ne şikâyet etti ne de bir şey dedi. (s. 192)

Babam orada beni ceset ve kürekle bıraktı.

Burada her yer kaya.
Bu adama bir mezar borçlusun ve istediğin kadar vaktin var.

Babam sonunda, Pekâlâ, dedi.
Küreği bırakıp kollarını dizlerine dayayarak iyice çömeldi.
…avcıyı ayak bileklerinden yakaladı ve kenara kadar koşup onu fırlattı.
…olanca sertliğiyle yere çarptı.

(Tom, guruptan ayrılır)
…her şeyi anlatacak.
Dedem Tom’a nişan alıyordu.

Tüfeği elime tutuşturdu.
Vur, dedi.

Dürbünün yukarı doğru seğirdiği ânı zamanlayarak usulca tetiği çektim.
Tom’un ilerisindeki kayadan toz kalktı…
Dedem, Onu öldürmezsen ben seni öldürürüm, dedi.

Bırak o bizi öldürsün, dedi babam. En iyisi bu. Ayağa kalkıp bekleyin yeter.

Sonra elin kendi başına hareket etmeye karar vermiş gibi yerden sekti: vurulmuştum.

Dedem, Odaklan, dedi.

Nişan çaprazı sarhoşçasına Tom’un ve ağacın üstünde geziniyordu.
…tetiği çektim.
…mermi hiçbir iz bırakmadan kayboldu.
Sonra Tom ateş etti.
…o an bacağımdaki sarsıntıyı hissettim.

Dedem elini yüzüme kapattı ve parmaklarıyla gözlerimin kenarından ezmeye başladı. Bunların hepsi senin yüzünden, dedi. (s. 224)

Tüfek ellerimdeydi ve dedem namluya bir mermi daha sürdü.
Bu sefer öldüreceksin, dedi.

Babam yaklaşmıştı.
Dedem azman bir ayı gibi kalkarak onu karşıladı; babamı mahvedeceğini biliyordum.

…tüfeği yukarı çevirip namlusunu yanına yaslamayı başardım ve ardından tetiği çektim.

Dedemin akciğerinin söndüğünü, soluğunun böğründen çıktığını işittim ve bir an neredeyse onun insan olduğunu düşündüm.

Dev cüssesi yıkılırken parlak metalik bir gri olan gözleri bana kilitlenmişti.

Sonu olmayan Tanrı. (s. 227)

Teşekkür
Bu romanla beni ilk kez yazmaya yönelten şeyi, şiddetle dolu aile geçmişimin son parçasını yakmış oldum. Chrokee yerlisi atalarımın, İsa karşısında nasıl bir tavır alınması gerektiği sorunuyla karşı karşıya kalmalarını da anmak istedim.

Goat Mountain
Türkçeleştiren: Suat Ertüzün
Can Yayınları

Eylül 2014

1 yorum:

  1. http://www.aksam.com.tr/ekler/oldurmenin-arkeolojisi/haber-352039

    YanıtlaSil