5 Eylül 2015 Cumartesi

Bertrand Russell

Bertrand Russell (1872 - 1970)

Aristokrat bir ailenin mensubu olarak dünyaya geldi. İki yaşındayken annesini ve daha sonra da ablasını kaybetti. Dört yaşındayken de babasını, altı yaşındayken de büyükbabasını kaybetti. Gençlik yılları, yalnız ve sıkıntılı geçti. Bu yıllarda tek avuntusu matematiğe olan merakıydı.
Gottlob Frege’nin çalışmalarını incelerken, kendi adıyla anılan Russell Paradoksu’nu bulur ve bunu bir mektupla Frege’ye bildirir. 1903 yılında, matematiksel mantık alanındaki ilk önemli eseri olan The Principles of Mathematics’i yayımlar. Bu çalışmasındaki amacı, az sayıda temel ilkeden hareketle, matematiğin yapılabileceğini göstererek mantıkçı yaklaşıma destek olmaktır. 1905 yılında Mind dergisinde yayımladığı “On Denoting” adlı makalede belirli betimleyicilerin tekil adlar gibi bir bireye gönderim yapmasının gerekmediğini, bu düşüncenin dilin mantığının yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını gösterir. 1910 yılında Alfred North Whitehead ile birlikte hazırladıkları Principia Mathematica’nın ilk cildi yayımlanır. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi’nde ders vermeye başlar. Ludwig Wittgenstein, burada kendisi ile tanışır ve Russell’ın doktora öğrencisi olur.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Russell, pasifist bir görüşü benimser. Bundan dolayı ülkesiyle arası açılır.
1940’ta City College of New York’ta felsefe profesörü olarak atanır. Ancak özelikle Marriage and Morals başlıklı kitabında savunduğu bazı açık fikirli görüşler nedeniyle, kolejde eğitim vermesine ilişkin tepkiler alır ve bu ataması, bir mahkeme kararıyla iptal edilir.
1950 yılında Russell, insancıl idealleri ve düşünce özgürlüğünü savunan yazıları dolayısıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü layık görülür.
31 Ocak 1970’te İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan politikalarını eleştiren bir bildiri yazar. İki gün sonra da ölür.

Russell’ın Felsefî Görüşlerinin Etkisi
Russell felsefî çözümlemeyi, akademik felsefenin temel yöntemi haline getirmiştir.
Russell’ın en önemli özelliklerinden birisi, yaptığı çalışmaların yeni tartışma alanları oluşturmasıdır.

İdealizmin Reddiyesi
Russell, A Critical Exposition of the Philosophy of Leibniz başlıklı doktora tezinde Leibniz’in mantık ve dil felsefesinin benimsenmesi, metaiziğinin ise reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Russell ve Moore, dış dünyanın, bizden bağımsız varlığını savunmaksızın, bilimden ve bilimsel ilerlemeden söz edilemeyeceğini düşünüyorlardı.
Erken dönem gerçekçi yaklaşımlarında gerek Moore, gerekse Russell, gündelik yaşamda karşımıza çıkan nesnelerin varlığına inanmamız gerektiğini düşünüyorlardı.
Russell ilk dönemlerde savunduğu bu çokçu ve aşırı gerçekçi yaklaşımı, zaman içerisinde terk etmiştir. Mevcut olmayan nesnelere bir tür varlık atfetme zorunluluğunun, dilin mantığının doğru bir biçimde konulamamasından kaynaklandığını düşünmüş ve kendisinden sonraki analitik gelenek üzerinde, oldukça etkili olan belirli betimleyiciler kuramını geliştirmiştir.

Matematiğin Mantığa İndirgenmesi
Russell 1900 yılında Paris’te katıldığı bir kongrede, İtalyan matematikçi Giuseppe Peano (1858 - 1932) ile tanışır. Peano, o sıralarda, “sıfır”, “sayı” ve “ardışıklık bağıntısı” terimlerini ve İngilizcedeki “the” belirtecini basit (tanımsız) olarak kabul edip sayılara ilişkin tüm aksiyomları ve bunlara da dayanarak aritmetiğin teoremlerini, bir dizge içerisinde ele almayı hedeşiyordu.
Russell, bu temel terim-
lerin de mantıksal olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını merak ediyordu ve ça-
lışmalarını bu konuda yoğunlaştırdı. Aynı dönemde Frege’nin çalışmaları ile karşılaştı ve Frege’nin sayıyı tanımlamaya çalıştığını gördü. Frege’nin dizgesinde bir paradoks keşfetti ve bunu bir mektupla Frege’ye bildirdi.
The Principles of Mathematics’in ekinde bu paradoksu sundu ve bir çözüm önerisi kaleme aldı. Russell’ın önerdiği çözüm, Russell’ın öbekler konusundaki görüşlerine dayanıyordu. Russell daha sonra bu fikirlerini geliştirerek bugün, tipler kuramı olarak adlandırılan kuramını geliştirdi. Bu kuramın asıl amacı, küme kuramını söz konusu paradoksların çıkmasına engel olacak biçimde aksiyomatikleştirmekti.

Belirli Betimleyiciler Kuramı
Russell, dili nasıl kullandığımıza dair tartışmaları, felsefî tartışmaların odağına yerleştirmiştir.
Belirli betimleyiciler tek bir nesneyi betimleyen sözcük grupları olarak tanımlanabilir. Bu tür ifadelerin felsefî bir sorun teşkil etmesinin nedeni, belli bir gönderimlerinin bulunmadığı durumlarda ortaya çıkar. Frege, kendi çalışmalarında bu soruna eğilmiş ve söz konusu önermeleri anlamlı fakat ne doğru ne de yanlış olarak kabul etmiştir.
“Fransa’nın günümüzdeki kralı keldir.”
Russell söz konusu önerme biçimini Frege’nin geliştirdiği niceleme mantığının araçlarını kullanarak şu şeklide çözümler: “Bir x vardır öyle ki x Fransa’nın günümüzdeki kralıdır ve x’ten başkası Fransa’nın günümüzdeki kralı değildir ve x keldir.” Görüldüğü gibi bu ifade, bir tikel niceleyicinin etki alanında bulunan tümel evetlemeli bir önerme biçimidir. Russell, bu önerme biçiminin anlamlı fakat yanlış olduğuna karar vermiştir.
Russell’ın bu çözümlemesi, Platon’un dikkat çektiği var olmayandan bahsederken, var olmayanın var olduğuna gönderme yapmanın zorunluluğundan kaynaklanan paradoksa da bir çözüm getirmektedir.
Russell, bu çözümlemesinin tekil adlar için de geçerli olduğunu öne sürer. Russell bireylere meşru olarak gönderim yapan yegâne sözcüklerin işaret zamirleri (bu, şu, o v.b.) ve bağlamsal ifadeler (şimdi, burada, ben vb.) olduğunu öne sürer.

Mantıksal Atomculuk
Russell dünyayı bir ayna gibi yansıtan (temsil eden) ideal ve dünyayla eşbiçimli bir dilden söz eder. Bu itibarla bilgimiz, temel atomsal önermeler ve bu önermelerin doğruluk fonksiyonlarının bir araya getirilmesiyle oluşan bileşik önermelerden ibarettir. Russell’a göre her anlamlı önerme, duyu deneyiminde doğrudan bir karşılığı (gönderimi) bulunan terimlerden oluşmalıdır.
Russell’ın ideal dili içerisinde “tüm”, “bazı”, “dır” gibi yardımcı terimler yer almaz. Russell’ın dünyası, birbirinden bağımsız olguların çokluğundan oluşur.

Bilgibilim Anlayışı
Russell nesnelere ilişkin bilgi edinme kaynaklarımız ile ilgili ikili bir ayrım yapar: Tanışıklık yoluyla bilgi ve betimleme yoluyla bilgi.
Daha sonraki yıllarda Russell, hem maddî hem de zihinsel olanın yansız bir özelliğe indirgenebileceğini, dolayısıyla yapılan ayrımın rastlantısal olduğunu iddia etti. Bu konumu, yansız bircilik olarak adlandırıldı.

Bilim Felsefesi
Russell’a göre, fiziksel dünyanın sadece soyut yapısı hakkında bilgi sahibi olabiliriz. İçsel karakteri hakkında bilgi sahibi olamayız.
Algısal olanla algısal olmayan arasında bir üst üste çakışma olduğunu varsayarız. Bu itibarla da salt yapısal bilginin ötesine bu noktada geçebiliriz (yapısal gerçeklik).

Ahlâk Felsefesi
Russell, ahlâki olguların nesnel olduklarını ve bir tür görü yoluyla bilinebildiklerini düşünüyordu.
Zamanla, ahlâkî terimlerin öznel değerlerle ilgili olduğunu ve bu nedenle, olgulara ilişkin doğrular gibi doğrulanamayacaklarını düşünmeye başladı.

---
Çağdaş Felsefe I
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu: 2446
Eskişehir, Nisan 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder