Bertrand
Russell (1872 - 1970)
Aristokrat bir ailenin mensubu olarak
dünyaya geldi. İki yaşındayken annesini ve daha sonra da ablasını kaybetti.
Dört yaşındayken de babasını, altı yaşındayken
de büyükbabasını kaybetti. Gençlik yılları, yalnız
ve sıkıntılı geçti. Bu yıllarda tek avuntusu matematiğe olan merakıydı.
Gottlob Frege’nin çalışmalarını incelerken,
kendi adıyla anılan Russell Paradoksu’nu bulur ve bunu bir mektupla Frege’ye
bildirir. 1903 yılında, matematiksel mantık alanındaki ilk önemli eseri olan
The Principles of Mathematics’i yayımlar. Bu çalışmasındaki amacı, az sayıda
temel ilkeden hareketle, matematiğin yapılabileceğini göstererek mantıkçı yaklaşıma
destek olmaktır. 1905 yılında Mind dergisinde yayımladığı “On Denoting” adlı
makalede belirli betimleyicilerin tekil adlar gibi bir bireye gönderim yapmasının
gerekmediğini, bu düşüncenin dilin mantığının yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını
gösterir. 1910 yılında Alfred North Whitehead ile birlikte hazırladıkları
Principia Mathematica’nın ilk cildi yayımlanır. Aynı
yıl Cambridge Üniversitesi’nde ders vermeye başlar. Ludwig Wittgenstein, burada
kendisi ile tanışır ve Russell’ın doktora öğrencisi olur.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Russell,
pasifist bir görüşü benimser. Bundan dolayı ülkesiyle arası açılır.
1940’ta City College of New York’ta felsefe
profesörü olarak atanır. Ancak özelikle Marriage and Morals başlıklı kitabında
savunduğu bazı açık fikirli görüşler nedeniyle, kolejde eğitim vermesine
ilişkin tepkiler alır ve bu ataması, bir mahkeme kararıyla iptal edilir.
1950 yılında Russell, insancıl idealleri ve
düşünce özgürlüğünü savunan yazıları dolayısıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü layık
görülür.
31 Ocak 1970’te İsrail’in Ortadoğu’daki saldırgan
politikalarını eleştiren bir bildiri yazar. İki gün sonra da ölür.
Russell’ın
Felsefî Görüşlerinin Etkisi
Russell felsefî çözümlemeyi, akademik felsefenin
temel yöntemi haline getirmiştir.
Russell’ın en önemli özelliklerinden
birisi, yaptığı çalışmaların yeni tartışma alanları oluşturmasıdır.
İdealizmin
Reddiyesi
Russell, A Critical Exposition of the
Philosophy of Leibniz başlıklı doktora tezinde Leibniz’in mantık ve dil
felsefesinin benimsenmesi, metaiziğinin ise reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Russell ve Moore, dış dünyanın, bizden bağımsız
varlığını savunmaksızın, bilimden ve bilimsel ilerlemeden söz edilemeyeceğini
düşünüyorlardı.
Erken dönem gerçekçi yaklaşımlarında gerek
Moore, gerekse Russell, gündelik yaşamda karşımıza çıkan nesnelerin varlığına inanmamız
gerektiğini düşünüyorlardı.
Russell ilk dönemlerde savunduğu bu çokçu
ve aşırı gerçekçi yaklaşımı, zaman içerisinde terk etmiştir. Mevcut olmayan nesnelere bir tür varlık atfetme zorunluluğunun,
dilin mantığının doğru bir biçimde konulamamasından kaynaklandığını düşünmüş ve
kendisinden sonraki analitik gelenek üzerinde, oldukça etkili olan belirli
betimleyiciler kuramını geliştirmiştir.
Matematiğin
Mantığa İndirgenmesi
Russell 1900 yılında Paris’te katıldığı bir
kongrede, İtalyan matematikçi Giuseppe Peano (1858 - 1932) ile tanışır. Peano,
o sıralarda, “sıfır”, “sayı” ve “ardışıklık bağıntısı” terimlerini ve İngilizcedeki
“the” belirtecini basit (tanımsız) olarak kabul edip sayılara ilişkin tüm
aksiyomları ve bunlara da dayanarak aritmetiğin teoremlerini, bir dizge
içerisinde ele almayı hedeşiyordu.
Russell, bu temel terim-
lerin de mantıksal olarak tanımlanıp tanımlanamayacağını
merak ediyordu ve ça-
lışmalarını bu konuda yoğunlaştırdı. Aynı dönemde
Frege’nin çalışmaları ile karşılaştı ve Frege’nin sayıyı tanımlamaya çalıştığını
gördü. Frege’nin dizgesinde bir
paradoks keşfetti ve bunu bir mektupla Frege’ye bildirdi.
The
Principles of Mathematics’in ekinde bu paradoksu
sundu ve bir çözüm önerisi kaleme aldı. Russell’ın önerdiği çözüm, Russell’ın
öbekler konusundaki görüşlerine dayanıyordu. Russell daha sonra bu fikirlerini
geliştirerek bugün, tipler kuramı olarak adlandırılan kuramını geliştirdi. Bu
kuramın asıl amacı, küme kuramını söz konusu paradoksların çıkmasına engel
olacak biçimde aksiyomatikleştirmekti.
Belirli
Betimleyiciler Kuramı
Russell, dili nasıl kullandığımıza dair
tartışmaları, felsefî tartışmaların odağına yerleştirmiştir.
Belirli betimleyiciler tek bir nesneyi betimleyen
sözcük grupları olarak tanımlanabilir. Bu tür ifadelerin felsefî bir sorun teşkil
etmesinin nedeni, belli bir gönderimlerinin bulunmadığı durumlarda ortaya çıkar.
Frege, kendi çalışmalarında bu soruna eğilmiş ve
söz konusu önermeleri anlamlı fakat ne doğru ne de yanlış olarak kabul etmiştir.
“Fransa’nın günümüzdeki kralı keldir.”
Russell söz konusu önerme biçimini
Frege’nin geliştirdiği niceleme mantığının araçlarını kullanarak şu şeklide
çözümler: “Bir x vardır öyle ki x Fransa’nın günümüzdeki kralıdır ve x’ten başkası
Fransa’nın günümüzdeki kralı değildir ve x keldir.” Görüldüğü gibi bu ifade,
bir tikel niceleyicinin etki alanında bulunan tümel evetlemeli bir önerme
biçimidir. Russell, bu önerme biçiminin
anlamlı fakat yanlış olduğuna karar vermiştir.
Russell’ın bu çözümlemesi, Platon’un dikkat
çektiği var olmayandan bahsederken, var olmayanın var olduğuna gönderme yapmanın
zorunluluğundan kaynaklanan paradoksa da bir çözüm getirmektedir.
Russell, bu çözümlemesinin tekil adlar için
de geçerli olduğunu öne sürer. Russell bireylere meşru
olarak gönderim yapan yegâne sözcüklerin işaret zamirleri (bu, şu, o v.b.) ve
bağlamsal ifadeler (şimdi, burada, ben vb.) olduğunu öne sürer.
Mantıksal
Atomculuk
Russell dünyayı bir ayna gibi yansıtan
(temsil eden) ideal ve dünyayla eşbiçimli bir dilden söz eder. Bu itibarla
bilgimiz, temel atomsal önermeler ve bu önermelerin doğruluk fonksiyonlarının
bir araya getirilmesiyle oluşan bileşik önermelerden ibarettir. Russell’a göre
her anlamlı önerme, duyu deneyiminde doğrudan bir karşılığı (gönderimi) bulunan
terimlerden oluşmalıdır.
Russell’ın ideal dili içerisinde “tüm”,
“bazı”, “dır” gibi yardımcı terimler yer almaz. Russell’ın dünyası, birbirinden
bağımsız olguların çokluğundan oluşur.
Bilgibilim
Anlayışı
Russell nesnelere ilişkin bilgi edinme
kaynaklarımız ile ilgili ikili bir ayrım yapar: Tanışıklık yoluyla bilgi ve
betimleme yoluyla bilgi.
Daha sonraki yıllarda Russell, hem maddî
hem de zihinsel olanın yansız bir özelliğe indirgenebileceğini, dolayısıyla yapılan
ayrımın rastlantısal olduğunu iddia etti. Bu konumu, yansız bircilik olarak
adlandırıldı.
Bilim
Felsefesi
Russell’a göre, fiziksel dünyanın sadece
soyut yapısı hakkında bilgi sahibi olabiliriz. İçsel karakteri hakkında bilgi
sahibi olamayız.
Algısal olanla algısal olmayan arasında bir
üst üste çakışma olduğunu varsayarız. Bu
itibarla da salt yapısal bilginin ötesine bu noktada geçebiliriz (yapısal
gerçeklik).
Ahlâk
Felsefesi
Russell, ahlâki olguların nesnel olduklarını
ve bir tür görü yoluyla bilinebildiklerini düşünüyordu.
Zamanla, ahlâkî terimlerin öznel değerlerle
ilgili olduğunu ve bu nedenle, olgulara ilişkin doğrular gibi doğrulanamayacaklarını
düşünmeye başladı.
---
Çağdaş Felsefe I
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu:
2446
Eskişehir, Nisan 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder