Ahmet
Turan Alkan - İstiklal Mahkemeleri
İstiklâl Mahkemeleri hakkında, (…) yükselme eğilimi gösteren bir yorum
heyecan…
Bu heyecanı besleyen ana sebep, istiklâl Mahkemelerinin
yarattığı olağandışı hukuk düzeni ve Bu uygulamanın Türk Hukuk Tarihi içinde kapladığı
olumsuz alan değildir. Türkiye’de yakın ve uzak tarih, hâlâ gündelik siyasetin
kullanmaktan vazgeçemediği bir istismar unsuru ve bir inanç alanıdır.
Tarihi olayları istismar mevzuu olmaktan kurtarmanın bir yolu, olayları bilmek kadar anlamayı da gerektirir.
İstiklal Mahkemelerini Gerekli Kılan Şartalar
Meclisin açılmasından bir hafta sonra çıkarılan (29 Nisan
1920) Hıyanet-ı Vataniye Kanunu istiklâl Mahkemeleri fikrinin oluşmasında ilk
adımı teşkil eder.
11 Eylül 1920’de çıkarılan “Firâriler Hakkındaki Kanun”
bünyesinde istiklâl Mahkemelerinin kurulmasına karar verilmiş, bu kanunun ilk
maddesine onbeş gün sonra (26 Eylül 1920) önemli bir ilave yapılarak
Mahkeme’nin yetki ve çalışma alanı genişletilmiş (s. 15),
1922’de kabul edilen “istiklâl Mehakimi Kanunu” 4.5.1949 tarihine kadar yürürlükte kaldı.
Türkiye’de tek parti devri ile aynı zamanları paylaşmış
olması şüphesiz bir tesadüf sayılamaz (s. 15-16).
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni bir devletin yeni kurulan parlementosu değil, hâlâ yaşayan bir devletin (işgal sebebiyle) başkent dışında toplanmış meclisi hükmündeydi.
…meclise “legalite” kazandıran temel metin, hâlâ Meşrutiyet
devirlerinde muhtelif düzenlemelerle geliştirilmiş Osmanlı Kanun-ı Esasisi idi.
TBMM Hükümetinin ele almak zorunda kaldığı ilk mesele (…) asayişsizlik, eşkıyalık, iç isyanlar ve hükümet otoritesinin hakim kılınması problemi oldu.
İttihatçılar, Bolşevikler, Halifeye ve Saltanat makamına saygısızlığı bir gün bile aklından geçirmemiş dini bütün muhafazakârlar, Amerikan mandasını o gün için en mâkul çözüm tarzı olarak gören ümidi kırık aydınlar, TBMM Hükümetinin ihtiyaç duyduğu otorite ve meşruiyete destek oldukları ölçüde “ittifak ligi” içinde kabul edildiler. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk on yılı içinde Milli İttifak ligi, son derece siyasi ve hesaplı zaman aralıkları ile 1930’li yılların sonuna kadar peyderpey dağıtıldı ve tasfiye edildi (s. 18).
Hıyanet-i Vataniye Kanunu, beklenen caydırıcı tesiri gösteremedi.
Yozgat ayaklanmasını bastıran Çerkez Ethem’in zanlıları
“Kuva-yı Tedibiye” namına yargılayıp, Meclis’in tasdikini beklemeden infaza
geçmesi, kanunun çoğu yerde askeri Divan-ı Harpler vasıtasıyla tatbik edilmesi
ve sivil bidayet mahkemelerinde görülen davaların Meclis komisyonunda tasdik
için sıra beklemesi gibi sebepler yüzünden yeni bir kanun tanzim etmek fikri
belirdi (s. 19-20).
1920 yazında TBMM Hükümetini en ziyade meşgul eden husus, TBMM adına hareket etmekle beraber cephede ve cephe gerisinde etkili olabilecek silahlı birliklere sahip olmak ve bu gücü kontrol altına alabilmek olmuştu.
İstiklâl Mahkemeleri, 11 Eylül 1920 tarihinde TBMM’nin kabul ettiği 21 sayılı kanunla kuruldu.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun caydırıcı bir tesir göstermemesi üzerine Müdafaa-i Milliye Vekaleti’nce hazırlanan, “Firar Ceraimini İrtikâb Edenler Hakkında Kanun” tasarısı (gündeme geldi).
Fevzi Paşa (Çakmak) kanunun tedvinine kendisinin sebep
olduğunu belirtmektedir.
Kanun 11 Eylül 1920 tarihinde maddeleri tek tek oylanmak
suretiyle kabul edildi.
“Firariler Hakkında Kanun”un uygulaması için Hükümet, 18 Eylül günü Meclis’e bir teklif getirdi. Bu teklife göre 14 yerde İstiklâl Mahkemesi kurulması isteniyordu. Bunlar Kastamonu, Eskişehir, Konya, İsparta, Ankara, Kayseri, Sivas, Maraş, Ma’müretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Refahiye, Erzurum ve Van bölgeleriydi.
Miralay İsmet Bey (İnönü), 14 bölge içinden 7’sinin derhal teşkili hususunda ısrar gösterdi.
İstiklâl Mahkemesi üyelerinin tamamen mebuslardan seçilmesi
tenkid konusu edilmişse de, yargıda hızlı ve etkili hareket etmek gibi
gerekçelerle tenkid kaale alınmamıştı.
İstiklâl Mahkemesi üyeleri kendi aralarında toplanarak bir
beyanname neşrettiler ve asker kaçaklarına, teslim oldukları takdirde
affedileceklerini, ama aksine hareket edenlerin en küçük memurdan en büyüğüne
kadar yargılanacağını, İstiklâl Mahkemelerinin, “hiç bir kanun maddesine bağlı
olmadan ceza verme yetkisine sahip olduğunu” belirttiler. Beyanname, Saruhan
mebusu Refik Şevket Bey tarafından hazırlanmıştı / s. 28
İstiklâl Mahkemeleri Nasıl Çalıştı?
İstiklâl Mahkemesinin el koyduğu bir dâvâda istinaf (temyiz)
hükümleri işlemiyor, zanlı, savunmasını kendi başına yapmak durumunda kalıyor
ve cezalar derhal infaz ediliyordu.
Mahkemeler Meclis adına karar veriyordu
Büyük Millet Meclisi bu dönemde yargı, yasama ve yürütme
fonksiyonlarını kendi bünyesinde toplamıştı.
Ankara İstiklâl Mahkemesinin Çalışmaları
7 Ekim'1920’den 31 Temmuz 1921 tarihine kadar çalışan
mahkeme, siyasi ağırlık taşıyan önemli dâvâları karara bağladı. Bunların
başında Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın gıyabında yargılanarak idama mahkum
edilmesi gelir. Bu dâvayla birlikte Sevr Muahedesi’ni imzalayan Hâdi, Rıza
Tevfik (Bölükbaşı) ve Reşat Halis Beyler de gıyaben yargılanarak idama mahkum
edildiler. Bundan başka Gizli Komünist Partisi dâvası (Yeşil Ordu), İngiliz
casusu Hint asıllı Mustafa Sagir’in yargılanması, İngilizler’in desteği ile
kurularak Anadolu’da bozguncu faaliyetlerde bulunan Kuva-yı İnzibatiye
mensuplarının yargılanması, Çerkeş Ethem’in Yunan kuvvetlerine iltihakından
sonra kalan kuvvetlerinin tasfiyesi yanında, mıntıkada cereyan eden ve mahkemenin
yetki alanına giren diğer suçlara da bakıldı. Mahkemenin ele aldığı dâvâlar
arasında gaspdan emniyeti suistimale, askeri eşya satmaktan askerden firara,
vatana ihanetten katile, hırsızlıktan rüşvete, eşkıyalıktan isyana kadar geniş
bir suç yelpazesi görülmektedir (s. 30-31).
istiklâl Mahkemeleri, Büyük Millet Meclisi’nin 17 Şubat 1921 tarihinde aldığı bir kararla faaliyetlerini durdurdu.
1. TBMM, olağanüstü şartların bir araya getirdiği, olağanüstü yetkilerle donanmış (…)1923 Temmuz’unda ikinci defa yenilenen Meclis, eski meclisin çoğulcu manzarasına, otorite ve nüfuzuna asla erişememiştir.
Birinci İnönü muharebesinde Yunan ordusuna karşı kazanılan psikolojik üstünlük, Hükümetin iç ve dış kamuoyunda varlığını ve inisyatifini kabul ettirmesi, iç isyanların büyük çapta bastırılması ve İstanbul Hükümeti’ne karşı Ankara’nın varlığını kabul ettirmesi gibi faktörler hayli iyimser bir atmosfer doğmasına yardımcı olmuştu.
Kastamonu İstiklâl Mahkemesi üyelerinin, kanunun belirttiği çerçevenin de dışına taşarak asker kaçakları hakkında sert misilleme ve müsadere hükümleri uygulaması Meclis’te sert tartışmalara sebep oldu.
İstiklâl Mahkemelerinin tatil dönemine raslayan tarihlerde İç Anadolu’da yeniden soygun, ayaklanma ve adi suç vakalarında artış görülmesi yüzünden istiklâl Mahkemeleri’nin yeniden faaliyete geçirilmesi fikri olgunluk kazandı.
23 Temmuz 1921 Günü Heyet-i Vekile Reisi sıfatıyla Meclis
kürsüsüne gelen Fevzi Paşa (Çakmak) askeri durum hakkında tafsilatlı bilgi
verdi.
Bu tedirgin atmosfer içinde Fevzi Paşa Batı Karadeniz
bölgesi ve Konya mıntıkasında düşmanın bozguncu faaliyetlerini önlemek
gayesiyle birer İstiklâl Mahkemesi kurulmasını teklif etti.
İstiklâl Mahkemeleri’nin ikinci defa faaliyete geçmesinden sonra Meclis’in bu yolda aldığı en önemli siyasi karar, Mustafa Kemal Paşa’ya, hukuken Meclis’in uhdesinde bulunan başkumandanlık yetkisini devreden kanun olmuştur.
Bu kanunla, istiklâl Mahkemeleri, bundan böyle Meclis’e
değil, başkumandan sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına bağlanacaktır (s.
39).
Mustafa Kemal Paşa, şahsına devredilen olağanüstü yetkilerini hemen iki gün sonra kullanarak “Tekâlif-i Milliye Emirleri”ni yayınladı
İstiklâl Mahkemeleri de Tekâlif-i Milliye kararlarının yürütülmesindeki aksamaları önlemek üzere görevlendirildi.
Mahkemeler, görevli bulundukları mıntıkalarda TBMM
Hükümetinin ve Meclis’in (Başkumandanlık kanunu dolayısıyla Gazi’nin)
tam yetkili bir uzvu gibi çalışmaya başladılar.
8 Eylül 1921’de, bilhassa Koçgiri (Zara) mıntıkasında çıkan isyanı söndürmek ve Yozgat isyanının o güne kadar devreden etkilerini ortadan kaldırmak gayesiyle Yozgat İstiklâl Mahkemesi kuruldu.
Bundan böyle İstiklâl Mahkemesi üyelerini Meclis değil,
yetkisine binaen Başkumandan seçiyordu (s. 40).
Konya istiklâl Mahkemesi’nin faaliyeti esnasında zaruret sebebiyle kendi adına çalışan Tahkik Heyetleri kurması ve bu heyetleri, kendi yetkileriyle donanmış sayarak, bunları adeta ikinci bir istiklâl Mahkemesi gibi değerlendirmek istemesi hayli ilginçtir. Dahiliye Vekaleti’nin ve Meclis’in tepkisi üzerine bu kurulların faaliyeti sınırlandırıldı (s. 42-43).
Sakarya harbinden sonra istiklâl Mahkemelerinin uyguladığı olağanüstü yargılama biçiminin artık ne derece gerekli olduğu yeniden tartışılmaya başlandı.
1922’nin 20 Temmuz’unda
Reis Hüseyin Rauf Bey, Meclis’e verdiği tezkerede Amasya ve
civarında beliren lüzum üzerine yeni bir İstiklâl Mahkemesi kurulması için
yetki istedi.
Sinop mebusu Hakkı Hami Bey, (…) Amasya civarında mahkemeye
ihtiyaç duyuluyorsa normal hukuk düzeni içinde mahkemelerin takviye edilmesi
gerektiğini ileri sürdü. Hakkı Hami Bey’e göre hukuk düzeninde çifte standarta
yol açan bu uygulama artık sürmemeliydi
Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, İstiklâl Mahkemeleri’ne Meclis’in tanıdığı yetkiyi “Cenab-ı Hak Peygamberine dahi vermemişti”.
Ertesi gün yapılan gizli celsede istiklâl Mahkemeleri’nin
çalışma usullerini tahkik gayesiyle bir komisyon kurulması teklifi kabul edildi
(s. 46).
Bu komisyonun hazırladığı yeni bir kanun teklifi 31 Temmuz 1922 tarihinde kabul edilerek “istiklâl Mehakimi Kanunu” adı altında yeni bir kanun kabul edildi
Meclis, ertesi günü aldı bir kararla eski İstiklâl
Mahkemeleri’nin kaldırılmasını karara bağladı (1 Ağustos 1922).
İstiklâl Mehakimi Kanunu
Yapılan en mühim değişiklik, idam cezalarının mutlaka
Meclis’in tasdikine sunulması kararı oldu.
Yeni kanunun bir başka özelliği, mahkeme heyeti içine bir de
müddeiumumi yerleştirilmesiydi ve müddeiumumi’nin mahkeme kararlarına itiraz
hakkı vardı.
istiklâl Mehakimi Kanunu’nun kabulünden sonra hükümet 14
Ağustos 1922’de Pontusculuk cereyanına karşı mücadele etmek üzere Amasya ve
çevresinde yeniden bir İstiklâl Mahkemesi kurulması için teklifi kabul
edildiyse de bu karar fiiliyata geçirilemedi (s. 47).
Mevcut hukuki düzen içinde istiklâl Mahkemeleri’nin kuruluşunu mazur gösterecek bir boşluk bulunmamasına rağmen, “fiili durum”un “hukuki durum”u aşması sonucu istiklâl Mahkemeleri vücut bulmuş oldu.
Bu dönemde istiklâl Mahkemelerinin yaptığı iş, harp hukukunun cephe gerisinde de tatbik edilmesi olmuştur (s. 51).
Barış Döneminde istiklâl Mahkemeleri
Türkiye Cumhuriyeti, Düvel-i Muazzama ile oturduğu Lozan
hesaplaşmasında an’anevi Osmanlı statejisinin takipçisi olmayacağını siyasi ve
coğrafî platformda kabullenerek, bir bölge devleti olmakla iktifa edeceğini
deklare etmiş bulunuyordu (s. 53-54).
İstiklâl Mahkemeleri, doğrusu, siyasi muhalefeti kıpırdamaz hale getirmek için -siyâseten- çok elverişli bir araç teşkil ediyordu.
Birinci Meclis’in feshi ve seçimlerin yenilenmesi, kendisinden sonraki hadiseleri izah etmesi açısından çok önemlidir. 1923 Temmuz’unda yenilenen II. Meclis’te, II. gruba mensup olduğu farzedilen şahıslardan ancak üç kişinin bulunması, tabloyu izah eden önemli bir noktadır.
Muhalefet yapmak Hıyanet-i Vataniye kanununda 15 Nisan’da
yapılan değişiklikle (ki bu kararın Birinci Meclis’in son karan olması hayli
dikkat çekicidir) imkânsız hale gelmişti,
Milli Mücadeleyi bilfiil yürüten ve idare eden Meclis’in Türk siyasi hayatından uzaklaştırılmasıyla, en ılımlı muhalefet taraftarlarının bile varlığına tahammül gösterilmediği bir dönem başlıyordu (s. 56).
İsmet Paşa, meşhur mektubun Tanin ve İkdam da yayınlanmasının üstünden üç gün geçmeden konuyu Meclis’e getirdi. Aynı gün, İstanbul’da vazife yapmak üzere 31 Temmuz 1922’de çıkarılmış olan “İstiklâl Mehakimi Kanunu” mucibince bir istiklâl Mahkemesi teşkil edilerek, üyeler belirlendi.
Müddeiumumi Vâsıf Bey Aralık’ın 15’inde yapılan ilk duruşmada zanlıların tevkifini talep etti.
Siyasi tarihimize “Gazeteciler dâvası “ olarak geçen bu
duruşmada müddeiumumi 25 Aralık’ta iddianamesini okuyarak sanıkların Hiyanet-i
Vataniye Kanunu’nun ilk maddesi gereğince cezalandırılmalarını istedi. 2 Ocak
1924 tarihinde açıklanan karara göre yargılanan bütün gazeteciler beraat
ettiler.
Bu dâvâ, yeni Cumhuriyet rejimi ile, İstanbul basını arasındaki ilk ciddi güç gösterisi olmak gibi bir anlam taşımaktadır (. 58).
II. Grup’un seçimlerde tamamen tasfiye edilmesinden sonra Meclis, etkili bir muhalefet hareketini besleyecek sivil cihazlardan mahrum kalmış bulunuyordu.
…Halife, İstanbul istiklâl Mahkemesi’nde küçük bir gözdağı
verilmiş olmasına rağmen hâlâ ağırlığını devam ettiren İstanbul matbuatı ve
klasik değerlere bağlılığını sürdüren toplumun muhafazakâr çoğunluğu, hesaba
katılması gereken potansiyel muhalefet merkezleri olarak varlığını devam
ettirmekteydi (s. 61).
3 Mart 1924 günü kabul edilen bir kanun teklifi ile Hilâfet kaldırıldı.
Hilafetin kaldırıldığı gün Meclis’te iki önemli kanun daha
kabul edildi: Buna göre Şer’iye, Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri
de kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü ile laik devlet prensibinin
yerleştirilmesi için son derece elzem bir alan, İnkılâplar lehine
boşaltılmıştı. 3 Mart 1924 tarihi, sadece gelecek İnkılâpların zeminini teşkil
etmesi bakımından değil, Milli Mücadelenin başlangıcından beri önemli bir
sıklet merkezi durumundaki İstanbul’un maddi ve manevi itibarının da Ankara
lehine bozguna uğratılması bakımından da özel bir anlam taşımaktadır (s. 62).
17 Kasım 1924’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu.
Fırka’nın programında yer alan “dine hürmetkâr olmak”
ibaresi birçok tenkid ve demagojiye konu edilerek TCF, Meclis’te yıkıcı
tenkidlere uğratıldı.
Bursa’da yapılan ara seçimlerde CHF’ye karşı Terakkiperver Fırka adayının seçimi kazanması, mukadder bir hesaplaşmayı hızlandıran başlıca âmil oldu (s. 63).
Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu
Şeyh Sait İsyanı 13 Şubat’ta başladı.
23 Şubat’ta hükümet, 12 il ve 2 ilçede bir ay süreyle
sıkıyönetim ilan ederek isyanı bastırmaya teşebbüs etti.
…bu isyanın, İngilizler tarafından tahrik edildiği yaygın
bir kanaattir.
25 Şubat’ta yapılan Meclis toplantısında “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nun ilk maddesi tadil edilerek, “Dini veya mukaddesat-ı diniyyeyi, siyasi gayelere esas veya alet ittihaz eden cemiyetler teşkili” vatana ihanet tarifi içine alındı (556 sayılı kanun).
2 Mart 1925’de Fethi Bey (Okyar) istifa etti. 4 Mart günü
yerine, sertlik yanlısı siyasetiyle tanınan ismet Paşa atandı, ismet Paşa,
isyan suçlularını kovuşturmak için derhal istiklâl Mahkemesi teşkilini talep
ettiği gibi “Takrir-i Sükûn” adı verilen kanun teklifiyle, bir nevi olağanüstü
hal rejimi ilan ederek, ülkenin her yanında, hükümete ezici bir kudret veren
yetkilerin kanunlaşmasını istedi.
Kanun metni dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki Takrir-i Sükûn Kanunu ile baskı altına alınan tek kurum basındır.
22 Mart 1925’de Meclis’te yapılan seçim sonucu, şu mebuslar istiklâl Mahkemesi üyesi olarak seçildiler:
Ankara İstiklâl Mahkemesi;
Ali Bey (Çetinkaya)- Başkan
Necip Ali Bey (Küçüka) -Müddeiumumi
Ali Bey (Kılıç)- Üye
Ali Bey (Rize Mebusu)- Üye
Reşit Galip Bey- Yedek üye / s. 69
İsyan Bölgesi istiklâl Mahkemesi,
Duruşmalar esnasında mahkeme heyetinin, isyancılarla
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında hiç değilse “mânevi” bir ilişki araması
dikkat çekmektedir.
Gazeteciler Dâvası
Şeyh Sait’in yargılanması devam ederken bazı sanıkların,
İstanbul gazetelerinin yayını tesiri altında kaldıklarını ifade etmeleri
üzerine Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr, Vatan, Son Telgraf, Tanin, İleri ve
İstiklâl gazeteleri hakkında takibata geçti.
İsyan bahane ederek İstanbul matbuatının önemli isimlerini Elazığ’a celbetmesi ve bir müddet sonra Mustafa Kemal Paşa’nın müzaheret telgrafı üzerine sanıkları salıvermesi, bu mahkemenin siyasi kararlardan ne kadar kolayca etkilenebildiğim açıkça gösterir.
İsyan Bölgesi istiklâl Mahkemesi üyelerinden Avni Bey’in(Doğan) hâtıralarında ifade ettiğine göre, mahkeme esnasında Şeyh Said’e, bazı gazete ve yazar isimleri verilerek, bunları itham etmesi halinde cezasının hafifletileceği yolunda vaadde bulunulmuştu (s. 73).
2. Dönem Ankara İstiklâl Mahkemesi 4 Mart 1925 tarihinde kuruldu.
Mahkeme reisliğine Kel Ali lakabıyla mâruf Ali( Çetinkaya),
müddeiumumiliğe Necip Ali (Küçüka), üyeliklere Kılıç Ali ve Rize Mebusu Ali
(Zırh) Bey seçildiler. Reşit Galip Bey de yedek üye olarak seçildi.
Şeyh Sait isyanı sanıklarının TCF ile ilgisini isbat etmek için en sıradan ifadelerin bile üzerine giden mahkeme, (…) TCF İstanbul Merkez Şubesinin zabıtaca aranarak gerekli evraklara el konulması, bir başka krize yol açtı. Haberi
“Dün Gece TCF Basıldı” başlığıyla veren Tanin gazetesi, bu
haberinden dolayı 16 Nisan’da kapatıldı
3 Haziran 1925 tarihinde hükümet, TCF’yi kapattığını
açıklayarak Cumhuriyet tarihinin ilk meşru muhalefet hareketine son verdi (s.
75).
Orak-Çekiç dergisiyle birlikte sol eğilimli yayın organları kapatıldı ve 12 Ağustos’ta yapılan duruşmada 6 kişiye 7 yıl, 6 kişiye 10 yıl, aralarında Şefik Hüsnü (Değmer) ve Nazım Hikmet (Ran)’in de bulunduğu 4 kişiye 15 yıl kürek cezası verildi.
Şapka inkılâbını takib eden tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun, Türkiye’nin hayli radikal bir kültür ihtilâli içinde bulunduğunun açık göstergeleriydi.
(Gazi) 24 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da, kendisini karşılamaya gelenleri Panama türü bir şapkayla selamladı
Bunu 2 Eylül’de Hükümet’in aldığı 2413 sayılı karar izledi.
Şapka giymeyi bütün ahaliye emreden kanun 25 Kasım 1925’de
çıkarıldı.
30 Kasım’da çıkarılan 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeler kapatıldı.
Başı açık gezmeyi ya da Batı tarzda şapka giymeyi, yerleşik değerlere olduğu kadar inanca da bir müdahale sayan insanlar, Anadolu’nun pek çok yerinde tepkilerini ifade edici eylemde bulundular. Hükümet, şapka inkılâbına karşı doğan tepkileri izale etmek için istiklâl Mahkemelerini kullandı.
Mahkeme 24 Kasım’da Kayseri’ye geldi ve ertesi gün Sivas’a
geçti.
Bu dâvâ sonucunda, Sivas’ta belli başlı bütün muhaliflerin
şu veya bu sebeple mahkemeye celbedilerek cezaya çarptırılmaları ve Sivas’tan
uzaklaştırılmaları, İstiklâl Mahkemesi’nin yargı mantığını izah etmesi
bakımından ehemmiyet taşımaktadır (s. 80).
11 Aralık’ta Rize’ye geçen Mahkeme, iki gün süren duruşmada 143 kişiyi yargıladı. 14 Aralık’ta verilen kararda, elebaşı olduğu ileri sürülen 8 kişi idama, 14 kişi onbeş yıl, 22 kişi on yıl, 19 kişi beş yıl hapse mahkum edildi (s. 81).
15 Aralık’ta Giresun’a gelen mahkeme, “dini siyasete alet ederek, şapka aleyhinde bulunan ve halkı hükümete isyana teşvik ettiği” ileri sürülen 60 kişi hakkında hüküm verdi (s. 81-82).
21 Ocak’ta İstanbul’da tevkif edilen Teali-i İslam Cemiyeti mensupları, 1 Şubat’ta ise Erzurum ve Giresun hadisesi zanlıları yargılanmaya başlandı. Bu dâva bünyesinde İskilipli Atıf Hoca’nın, Şapka Kanunu’ndan çok önce yazdığı risale sebeple sanık olarak yargılanması dikkat çekicidir (s. 82).
İzmir Suikastı Davası / s. 84 vd.
İttihatçılar’ın Yargılanması / s. 91 vd.
İstiklâl Mahkemelerinin Sonu
28 Şubat 1927 tarihinde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi grup
toplantısında Başvekil İsmet Paşa, hadiselerin tamamen yatışmış olduğuna binaen
Takrir-i Sükûn Kanunu’nun iki yıl daha uzatılması ama İstiklâl Mahkemeleri’nin
7 Mart 1927’de sona erecek görev süresinin uzatılmamasını istedi. Teklif 2 Mart
günü Meclis’te kabul edildi ve istiklâl Mahkemeleri’nin fiili varlığı sona erdi
ve Mahkeme elindeki dosyaları normal mahkemelere devretti.
İstiklâl Mehakimi Kanunu ve ekleri, ancak 4 Mayıs 1949 tarihinde 5384 sayılı kanunla yürürlükten kaldırıldı (s. 95).
Yakın tarihimizde kurulmuş bulunan ilk olağanüstü mahkeme, II. Abdülhamid’in, iktidarını pekiştirdikten sonra, amcası Sultan Abdülaziz’in katlini soruşturmak üzere Yıldız Sarayı bahçesinde topladığı “Yıldız Mahkemesi” olmuştur.
31 Mart Vak’asım takib eden günlerde kurulan “Divan-ı
Harp”ler oldu.
Divan-ı Harp uygulamaları Meşrutiyet yıllarında tekrar
edildi
Divan-ı Harp ve olağanüstü mahkeme geleneğinin, I. TBMM
Hükümeti ve Cumhuriyet devrindeki uzantısı İstiklâl Mahkemeleridir.
Yassıada Mahkemelerine mensup bir hâkimin-sanıklara, “sizi
buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!” cümlesi, bir anlamda istiklâl Mahkemesi
geleneğinin, çok partili siyasi hayatta bile devam edebildiğinin açık
göstergesiydi. 12 Mart’tan sonra kurulan Sıkıyönetim ve Devlet Güvenlik
Mahkemeleri, hâlâ olağanüstü bir yargı biçimi olarak mer’i hukukumuz içindeki
yerini korumaktadır (s. 98).
1924 yılında teşkilatlanmaya başlayan legal muhalefet, sıradan bir i’tizal hareketi değil, Milli Mücadele’ye imzasını atmış komutanlardan müteşekkil bir siyasi parti görünümündeydi. Halk nazarında kredileri vardı ve fırka programlarında, iktidarın husumetini çekebilecek hiçbir inkılâp aleyhtarı madde bulunmuyordu. TCF muhaliflerince ikiyüzlülük olarak nitelendiren fırka programı, aslında son derece samimidir ve işaret ettiği temel siyasi haklar bakımından Halk Fırkası programından daha Batılı ve ilerici bir espri taşır.
TCF’nin varlığına gösterilen tahammülsüzlük, inkılâp veya
cumhuriyet aleyhtarı olmalarından değil, Halk Fırkası’nın ancak şiddet
gösterileriyle elinde tutabildiği iktidarı paylaşabilme ihtimalinden
kaynaklanıyordu (s. 102).
İstiklâl Mahkemeleri, bilhassa Şapka İnkılâbı’na bağlı dâvâlarda, Taşrada “efkâr-ı umumiye”yi şekillendirmeye kabiliyet ya da istidadı bulunan her güç odağı, İstiklâl Mahkemeleri vasıtasıyla siyâsi mücadelenin dışına itildi (s. 104).
Ergun Aybars, İstiklâl Mahkemeleri isimli eseri
İstiklâl Mahkemelerinin varlığını ve çalışma tarzını
bütünüyle “inkılâpları koruma” teorisine dayandırarak, tarih nazarında istiklâl
Mahkemelerini “ibrâ” etmek için bize göre gereksiz bir gayret sarf etmiştir.
Kronoloji
23 Nisan 1920 / Büyük Millet Meclisi’nin açılışı
29 Nisan 1920 / Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kabulü
11 Eylül 1920 / Firariler Hakkında Kanun’un kabulü
26 Eylül 1920 / Firariler Kanunu’nun ilk maddesine yapılan
zeylin kabulü, Meclis’te istiklâl Mahkemelerine üye seçilmesi
21 Ekim 1920 / Isparta istiklâl Mahkemesi’nin göreve
başlaması
6-10 Ocak 1921 / Birinci İnönü Muharebesi
20 Ocak 1921 / Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun kabulü
19 Şubat 1921 / İstiklâl Mahkemeleri’nin ilk defa tatil
edilmesi (Ankara hariç)
23 Tem. 1921 / İstiklâl Mahkemeleri’nin ikinci defa
faaliyete geçmesi
5 Ağustos 1921 / Mustafa Kemal Paşa’ya Başkumandanlık
yetkisi verilmesi
7-8 Ağustos 1921 / Tekâlif-i Milliye Kararlarının yayınlanması
31 Tem. 1922 / İstiklâl Mehâkimi Kanunu’nun kabulü
1 Ağustos 1922 / İstiklâl Mahkemelerinin kapatılışı
6 Aralık 1922 / İzmir, Kütahya ve Bursa İstiklâl
Mahkemesi’nin kurulması
1 Nisan 1923 / I. TBMM’nin yenilenmesi için seçime karar
verilmesi
15 Nisan 1923 / Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun ilk maddesinin
tâdili
8 Aralık 1923 / İstanbul istiklâl Mahkemesi’ne hâkim seçimi
24 Tem. 1923 / Lozan Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi
17 Kasım 1924 / Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
kuruluşu
19 Aralık 1924 / Asker Milletvekillerinin ordudan istifasını
emreden kanun
13 Şubat 1925 / Şeyh Sait İsyanının başlaması
4 Mart 1925 / İsmet Paşa Hükümeti’nin kurulması, Takrir-i
Sükûn Kanunu’nun kabulü, isyan Bölgesi ve Ankara istiklâl Mahkemeleri’nin
kurulması,
3 Haziran 1925 / Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
hükümetçe kapatılması
25 Kasım 1925 / Şapka İktisası Hakkında Kanun’un Kabulü
16 Haziran 1926 / Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya İzmir’de
suikast teşebbüsünün ortaya çıkması
7 Mart 1927 / Mahkeme’nin görev süresinin sona ermesi
4 Mayıs 1949 / İstiklâl Mehakimi Kanunu’nun ekleriyle beraber yürürlükten kaldırılmasını emreden kanunun kabulü
...
Ağaç Yayınları, İstanbul, 1993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder