Milletlerin geleceklerini etkileyen en önemli unsurlardan birisi de üzerinde oturdukları coğrafi alanın özellikleri olmuştur.
Anadolu Yarımadası, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının
"düğümlendiği" bir coğrafya parçasıdır.
Türk Milleti'ni de Anadolu'ya çeken onun "Cihan
Hâkimiyeti Mefkûresi" olmuştur.
"Sanayi İnkılâbı" sonucu, "dünya
hâkimiyeti" dendi mi neredeyse tek başına "Boğazlar'a hâkimiyet"
anlaşılmaya başlanmıştır.
Dünyamızda sömürgeciliğin kızıştığı XVII. Asrın sonlarından
itibaren "Türk Boğazları", bu mücadelede "kader tayin
edici" aktif bir “faktör” özelliği kazanmıştır.
İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya gibi Büyük Devletler
veya Süper Güçler, bunun ancak Boğazlara sahip olmaktan geçeceğini görerek,
mücadelelerini devamlı bu alana yöneltmişlerdir. Fakat, buralara birinin
yerleşmesine diğerleri izin vermediğinden, "menfaatleri dengelemek"
uğrunda Osmanlı Devleti'ni ister istemez "Boğazlar'ın bekçisi olarak
bırakmışlardır. Boğazlarını bu özelliği olmasa idi, Osmanlı Devleti daha
1766-1774 Türk-Rus Harbi yıllarında bitmişti. 1774-1916 zaman diliminde
Osmanlı'yı yaşatan "Boğazlar'ın büyük stratejik önemi olmuştur. Bu
sebepten Boğazlar'a "Türkiye'nin Canı" denilmiştir.
…
Dünya'da ekonomik ve stratejik öneme haiz 30 civarında boğaz
bulunmaktadır.
…boğazlar ve kanallardan geçiş, milletlerarası hukuk ve
andlaşmalar çerçevesinde düzenlenmiştir.
İstanbul ve Çanakkale Boğazları arasında yer alan Marmara
Denizi, tarih boyunca genelde bir "iç deniz" statüsünde bulunmuştur.
İç deniz, bütün kıyıları tek devletin hâkimiyetinde olan deniz demektir. Bu
durumda olan denize, ilgili devletin "gölü" adı da verilir.
Milletlerarası hukukta, "iç deniz" veya "kapalı deniz"
üzerinde, bu denizin kıyılarına bütünüyle hâkim olan devletin tam hâkimiyet
hakkı vardır. Yani, yabancı gemilerin geçişini veya seyrini istediği gibi
tanzim edebilir. Fakat, Marmara Denizi için bu istisna tutulmuştur.
Akdeniz, tarih boyunca devamlı bir "açık deniz"
olarak kalmıştır.
Karadeniz 1475'de Kırım Hanlığı'nın Osmanlı Devleti'ne tâbi
olması sonucu Kuzey Karadeniz kıyıları da bu devletin hâkimiyetine girince,
Karadeniz bir kapalı deniz halini almış, diğer bir tâbirle "Türk
gölü" olmuştur.
Boğazlar üzerinde Türkiye'nin mutlak hâkimiyeti 1774'e kadar
sürdü. Bunun yerini 1774-1840 yılları arasında Türk hâkimiyetini ikili
andlaşmalarla sınırlayan statü aldı. Boğazlar'ın statüsünde üçüncü bir devir,
1841 'den günümüze kadar devam eden "Türk hâkimiyetini çok taraflı
andlaşmalarla tahdit eden" devir oldu.
(Rusya’nın) "Sıcak Denizler"e inme ideali ve
"Bizans Varisliği" iddiası, tarihte adına "Boğazlar
Meselesi" denilen meselenin ortaya çıkmasında (sebep oldu)
Boğazlar Meselesinin Başlaması
Daha ilk çağlarda Çanakkale Boğazı'nın Ege girişinin
Truvalılar tarafından tahkim edilip, kontrol altında tutulduğu, Akdeniz'den
Karadeniz'e geçiş izninin bunlara tâbi olduğunu biliyoruz. Bu durum,
Boğazlar'ın kontrolü konusunda Truvalılar'la Elenler (Yunanlılar) arasında
büyük ihtilâflar doğurmuştur.
Boğazlar Meselesi, büyük ölçüde "Rusya faktörü"
sebebiyle ortaya çıktı.
M.S. 988'de Ruslar'ın Hristiyanlığa girmeleri, onlarla
Bizans arasında ilk mânevî bağların kurulmasına sebep oluyor
İstanbul'un fethinden sonra Batı Katolik Dünyası da kuzeyde
Türklerle mücadele edecek bir rakip ortaya çıkarmak için Ortodoks Rusya'yı
Osmanlı Devleti aleyhine tahrik etti.
Papa, bunu daha da kuvvetlendirmek için III. İvan'ı son
Bizans İmparatoru'nun yeğeni Sophia ile evlenmeye teşvik etti.
İstanbul'un fethi sırasında ölen Bizans İmparatoru XIII.
Konstantin'in kardeşi Thomas Paleologos, Mora'nın desbotu (idareci başı) olarak
bulunuyordu.
Fatih Sultan Mehmet 1460'da Mora'yı fethedince, Bizans
Prensi bir Venedik gemisine binerek İtalya'ya kaçmış, Papa'ya sığınmıştı.
Paleologos ölünce, kızı Sophia Papa'nın himâyesinde kaldı.
Papa II. Paul, III. İvan'ı Sophia ile evlenmeye teşvik etti.
1492’de evlendiler.
William M. Sloane'ye göre, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ni
ortadan kaldırmaya yönelik "Büyük İdeal"inin temelini "Bizans
Vârisliği" teşkil eder.
III. İvan, kendisini Bizans'ın vârisi olarak görmeye
başlayınca, Roma İmparatorlarının ünvanı "Caesar"dan bozma
"Tsar" (Çar) ünvanını aldı (s. 7).
"Şark Meselesi", Boğazlar Meselesinden neşet
etmiştir.
Rusya için Şark Meselesi'nin hareket noktası, Boğazlar
üzerinde hâkimiyet kurmak olmuştur. Batının Büyük Devletleri, ekonomik ve
stratejik menfaatleri sebebiyle buna karşı çıkınca, XIX. asır ve XX. asrın ilk
yarısında Türkiye üzerinde olan mücadelelerin temelini Boğazlar Meselesi teşkil
etmiştir.
Rusya, 1480'de bağımsız devlet haline gelince, sınırlarını
genişletme politikası takibe başladı.
İlkin, 1552'de Kazan Hanlığı Rusya'nın işgaline uğradı.
Ardından 1556'da Nogay ve Astırhan hanlıkları, 1584'de Sibir Hanlığı Rusya'nın
eline geçti. Astırhan Hanlığı'nın yıkılması sonucu Ruslar, bir "Sıcak
Deniz" olan Hazar Denizi'ne inmeyi başardılar.
Bin yıldan beri bir "Türk Nehri" olan Volga'nın
"Rus Nehri" haline gelmesi, Batı Türk Dünyası ile Doğu Türk Dünyası
arasındaki irtibatı kesti. Hazar Denizi'nin güneyinde de İran yolu kapattığı
için Doğu Türk Dünyası "sıkboğaz"a alındı.
Hristiyan Kazaklar'ı silahlandırıp, tahrik ederek Türk
sınırına gerilla benzeri tecavüzlere başladı.
Kazak saldırıları, Rusya'nın bu devlete doğrudan saldırıya
geçtiği 1695 yılına kadar devam etti.
Kazaklar, 1614'deSinop'u, 1621 'de Ahyuli'yi yaktılar.
1625'de Kazak korsanlar, İstanbul Boğazı'nda Yeniköy'ü yağmaladılar.
1637'de Azak Kalesi yeniden Kazaklar'ın saldırısına uğradı.
Savunması zayıf olduğu için kale düştü. Kazaklar, bütün Müslümanları
öldürdüler.
(Rusların Karadeniz’e girebilmesi için anahtardır Azak
Kalesi)
Azak Kalesi, Karadeniz'e Kerç Boğazı ile bağlı Azak
Denizi'nin kuzey ucunda stratejik önemi büyük bir kale idi.
Osmanlı Devleti, 1683 'de Viyana önlerinde bozguna uğrayınca,
bu durum Rusya'ya ilk saldırı fırsatını verdi.
Azak Kalesi 26 Temmuz 1696'da Ruslar'a teslim oldu.
Ruslar Azak Kalesini aldıktan sonra Özi Kalesi üzerine de
saldırdılar.
Ruslar, Karlofça görüşmeleri sırasında Azak yanında Kerç'i
de istemişler, Osmanlı Devleti bunu reddedince, andlaşma masasından
çekilmişlerdi.
Çar, tek başına Türkiye ile harbi göze alamayınca, 1700'de
elçisini İstanbul'a göndererek Osmanlı Devleti ile anlaşmak zorunda kaldı.
İstanbul Antlaşmasına göre, Azak Kalesi Ruslar'a verildi.
Sultan II. Mustafa'nın Rus elçisi Galitzin’e buyruğu:
"Karadeniz'de diğer milletlere mensup gemiler serbest
seyrüsefer selahiyetini aldıkları gün Osmanlı Devleti'nin son saati çalmış
olur." "Memâlik-i Osmaniye alt üst olmadıkça Karadeniz'de hiç bir
ecnebi görünemez." / s. 14
I. Petro Baltık Denizi'ne ulaşmak uğrunda İsveç'e saldırdı,
Haziran 1709'dan itibaren Rusya, Baltık'a kesin bir şekilde
yerleşiyor, liman şehri Saint Petersburg kuruluyordu.
Prut Harbi / Temmuz 1711
Osmanlı ordusu, Rus ordusunu tamamen ortadan kaldırmak gibi
önemli bir fırsatı yakaladığı halde, Yeniçerilerin gayretsizliği yüzünden bu
fırsat kaçırıldı.
Andlaşma sonucu Ruslar, Karadeniz'den uzaklaştırılmışlardı.
I. Petro, Hazar Seferi'ne 1722'de Astırhan'dan başladı.
Hazar Denizi'nin batı sahillerinden hareketle İran'a inmek istiyordu.
Türkiye, Çar'ın kendisini arkadan çevirme hareketine seyirci
kalmadı.
I. Petro, Kafkasya'da da Türkiye ile anlaşmak zorunda kaldı.
30 Haziran 1724'deyapılan "Bölüşme Antlaşması" ile Gürcistan hakiki
surette Osmanlı nüfuzuna dahil edildi.
I. Petro 1725'de öldü. Tahtı, karısı Katerina'ya kaldı.
Osmanlı Devleti İran'la savaşıyordu. Rusya, fırsattan
istifade ile 30 Mart 1736'da
Azak Kalesi'ne saldırdı. Kale sonunda Rusların eline geçti.
Mareşal Münich, 100 bin kişilik ordusuyla Urkapı'dan Kırım'a
girdi. Ruslar, burayı baştan başa yakıp, yıktılar.
Osmanlı ordusu Kırım'ın imdadına yetişmek için Romanya
cihetinden ilerliyordu. Bu durumlar karşısında Ruslar, Temmuz 1736'da Kırım'ı
boşalttılar.
1768'de başlayan Türk-Rus Harbi tam dört yıl sürmüştü. Rus
ordusu, Türk ordusundan üstün değildi. Asker ve silah sayısı eşitti. Osmanlı
yenilgisinin en önemli sebeplerini, ehliyetsiz komutan tayinleri, ordudaki
disiplinsizlik ve II. Katerina'nın bağımsızlık vaatleriyle Kırım Hanı'nı
Osmanlı Devleti'nden kopararak kendi safına çekmesi teşkil ediyordu.
Sulhü Osmanlı Devleti isteyince, Ruslar andlaşma masasında hemen
hemen bütün isteklerini kabul ettirdiler. 1774'de imzalanan Küçük Kaynarca
Andlaşması'nın en önemli özelliğini, Karadeniz'in bir "Türk gölü"
olmaktan çıkıp, "açık deniz" haline gelmesi teşkil etti.
Kırım Hanlığı'nı yutmaktan ilkin çekinen II. Katerina, bu
emeline bir başlangıç olarak ilkin buraya bağımsızlık verdirmiş, ardından da
çevirdiği entrikalarla 1738'de Kırım'ı ilhak ederek tam bir Karadeniz devleti
olmuş, bunun sonucu adı geçen deniz "açık deniz" özelliği kazanmıştı.
1454 ve 1479'da yapılan andlaşmalarla Venedik ve
Cenevizliler'e yılda belli bir para ödemeleri karşılığı Karadeniz'de ticaret
yapmak hakkı verilmişti. Bu hak, 1503'de kaldırılmış, yabancı ticaret
gemilerinin Karadeniz'de ticaret yapmaları tamamen yasaklanmıştı. Küçük
Kaynarca Andlaşması'nın arefesinde durum bundan ibaretti.
Karadeniz'in açık deniz haline gelip, serbest ticarete
açılmasına bağlı olarak Boğazlar'ın mevcut statüsü de değişmeye başladı.
Şimdiye kadar birer "Türk suyolu" olarak bulunan iki boğaz,
milletlerarası bir statü kazanmaya başlıyor, "artık Boğazlar, iki açık
denizi birleştiren tabii bir suyolu oluyordu."
Osmanlı Devleti, Rus ticaret gemilerine Boğazlar'dan serbest
geçiş izni vermekten rahatsız olmuştu. Bunu bir düzene koymak için Küçük
Kaynarca Andlaşması'na ek olarak 1779'da "Aynalı Kavak Andlaşması"
imzalandı. Buna göre, Rus ticaret gemilerinin tonajı 400 tonu aşmayacak, İngiliz
ve Fransız gemilerinin tıpkısı olacak, Babıâli'nin izni olmaksızın bu gemilerde
Osmanlı tebaası istihdam edilemeyecekti.
"Rus ticaret gemileri, Boğazlar'dan 'serbest geçiş
hakkı'ndan faydalanarak, Ege Denizi'ndeki adalarda yaşayan Rumlar'a ve Karadağlılar'a
boyuna kaçak silah ve mühimmat taşımakta ve onları isyana kışkırtmakta
idiler." (Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya)
Fransa, Rusya'ya verilen ticaret serbestisini ileri sürerek,
aynı hakkın kendisine de tanınmasını istedi.
Osmanlı Devleti, bu imtiyazın Fransa'ya da verilirse, aynı
şekilde diğer devletlerin sıraya girerek, bu hakkı istiyecekleri gerekçesiyle
Fransız elçisinin teklifini reddetti.
İngiltere de serbest ticaret ve geçiş hakkı istemeye
başlamıştı. İngiltere'nin bu istekleri, ancak Mısır'dan I. Napolyon'u çıkarmak
için yapılan "1799 Türk-İngiliz
Savunma İttifakı" sonucu yerine getirildi.
Fransızlar ticarî serbestlik hakkına, 25 Haziran 1802'de
imzalanan Türk-Fransız Barış Andlaşması sonucu sahip oldular.
Karadeniz'e yerleşen Ruslar için Boğalar artık
"evlerinin kapısı" olmuştu. Boğazlar, Türkler'in elinde bulunduğu
müddetçe Karadeniz Ruslar için "kapalı bir deniz" olarak kalacaktı.
"Öyle ya! İçerisinden çıkılmayan bir denizin serbestliği neye yarar?
Rusya, Karadeniz'i bir "Rus gölü" veya "Rus
içdenizi" haline getirmek uğrunda Küçük Kaynarca Andlaşması'nı müteakip
ilk fırsatta "Bağımsız Kırım Devleti"ni yutma hazırlıklarına başladı.
Çevirdiği çeşitli entrikalarla bunu 1784 yazında başardı. Mareşal Potemkin,
ordusuyla Kırım'a girerek burasını işgal ediyor, Rusya'ya ilhak edildiğini
açıklıyordu. Osmanlı Devleti, bu ilhakı 8 Kasım 1784'de imzalanan ve adına
"Kırım Senedi" denilen üç maddelik bir andlaşma ile tanımak zorunda
kaldı.
II. Katerina, Kırım'ı ilhak ettikten sonra Karadeniz'de donanma
yapmaya karar verdi. Buna bir başlangıç olarak Kırım'da Sivastopol liman
şehrini kurdu.
II. Katerina'nın Osmanlı Devleti'ne yönelik yeni planına
"Grek Projesi" adı verildi.
(Plana göre) Osmanlı toprakları, Rusya, Avusturya, Fransa ve
İngiltere arasında paylaşılacak Türkler, Avrupa'dan Anadolu'ya koğulacaktı.
1784'de Kırım'ın Rusya'ya ilhakı üzerine İngilizler ve
Fransızlar, Rusya'yı Boğazlar'ı, giderek "Hindistan Yolu"nu tehdit
edecek bir güç olarak görmeye başlamışlar, bu tehdidi bertaraf için Türkiye'nin
"toprak bütünlüğü'nü savunma ve onu Rusya'ya karşı "yaşatma ve
güçlendirme politikaları" takibin eşiğine gelmişlerdi.
Hem "Grek Projesi"ni akim bırakmak hem de Kırım'ı
geri almak hedefleri uğrunda Osmanlı Devleti 17 Ağustos 1787'de Rusya'ya harp ilân
etti. Ardından, Avusturya da Osmanlı Devleti'ne harp açınca, Türkiye iki
cephede savaşmak zorunda kaldı.
1789'da Fransa'da ihtilâl olmuş, bunun kendisine sirayet
edeceğinden korkan Avusturya harpten çekilmişti. Adı geçen ihtilâlden Rusya da
korkmuş, üstelik, üzerinde İngiliz baskısının da ortaya çıkması sonucu, harbi
bırakarak Osmanlı Devleti ile 9 Şubat 1792 'de Yaş Andlaşması'nı imzalamak
zorunda kalmıştı.
Osmanlı Devleti, harbe hazırlıksız girmişti. "Kırım'ı
kurtarayım" derken koskoca Özi eyaletini kaybetti.
Rusya'nın güçlenip, güneye doğru yayılmasından korkan ilk
devlet Avusturya oldu.
Avusturya, 1788-1792 Türk-Rus ye Türk-Avusturya Harbi'ni
müteakip, Osmanlı Devleti ile bir daha savaşmayacak, ona olan "ebedi
düşmanlığını terk edip, Rus tehlikesine karşı, genelde onun "toprak
bütünlüğü"nü savunan bir politika takibe başlayacaktır.
"XVIII. asrın son çeyreğinde Amerika'daki
müstemlekelerinin büyük bir kısmını kaybeden İngiltere'nin Doğu'ya doğru
döndüğü ve genel olarak Güneydoğu Asya bölgesinde geniş bir sömürge politikası
takip ettiği görülür. Bundan böyle Hind ve Güneydoğu Asya yollarının emniyeti
İngiliz politikası için hayatî bir önem kazanacaktır."
Boğazların Dünya Kuvvet Dengesine Girişi ve
Tarafsızlaştırması
Napolyon'un hayalleri çok büyüktü. Avrupa'yı hegemonyasına
almak istiyor, giderek İngiltere'yi de mağlup edip, onu Asya'daki
sömürgelerinden çıkararak, "Batı'nın ve Doğu'nun İmparatoru" olmak
istiyordu.
Napolyon'un Mısır Seferi üzerine Çar I. Paul, özel elçisini
hemen İstanbul'a göndererek, II. Katerina gibi Osmanlı Devleti'nin düşmanı
değil, artık bundan böyle dostu olduğunu, Sultan isterse Fransa'ya karşı
savunma ittifakı andlaşması imzalayacağını bildiriyordu.
23 Aralık 1798'de Türk-Rus Savunma İttifakı Andlaşması
imzalandı.
Andlaşmâ'nın en önemli maddelerinden birisini, Osmanlı
Devleti'nin Boğazlar'ı Rusya'nın harp gemilerine açması teşkil ediyordu.
Üstelik, Karadeniz'e Rusya'nın harp gemileri dışında hiçbir devletin harp
gemisi geçemeyecekti.
Böylece Rusya, Karadeniz'de kendisini emniyete alıyordu.
Adı geçen Türk-Rus Andlaşması, Osmanlı Devleti'nin
Boğazlarla ilgili mutlak hâkimiyet hakkını yitirmeye bir başlangıç teşkil etti.
Napolyon, Çar I. Paul'e 1801'de İngiltere'yi Akdeniz ve
Hindistan'dan kovmak için teklifte bulundu. Çar bu teklife, Osmanlı
İmparatorluğu'nun paylaşılması karşılığı olumlu cevap vermişti.
…taslağa kesin şekil verilmeden I. Paul Mart 1801'de öldü.
Osmanlı Devleti, devam eden Napolyon tehlikesi sebebiyle
Türk-Rus İttifak Andlaşması'nı 24 Eylül 1805'de dokuz sene müddetle yeniledi.
Napolyon'un en sâdık generallerinden Horace Sebastiani'yi
İstanbul'a büyükelçi olarak ataması ve bunun Bâbıâli'ye verdiği güven üzerine
Osmanlı Devleti, Boğazlar'ı Rusya'nın harp gemilerine kapattı.
Rusya, Boğazlar'ı harp gemilerine yeniden açmak için 16 Ekim
1806'da Osmanlı Devleti'ne harp ilân etti.
Osmanlı tarihinde ilk kez yabancı bir devletin donanması
Çanakkale Boğazı'm zorla geçerek 24 Şubat 1807'de İstanbul önlerine
demirliyordu. Bu donanma, İngiliz donanması idi.
İstanbul'un müdâfaası için Fransız Büyükelçisi General
Sebastiani derhal devreye girdi.
İngiliz donanması, İstanbul önlerine demirleyince şu
isteklerde bulunmuştu: Sebastiani, bütün sefaret heyeti ile birlikte kovulacak;
Osmanlı harp gemileri ve Çanakkale garnizonu İngilizler'e teslim edilecek
İngilizler, bu sert tutum karşısında 1 Mart 1807'de geri
çekilmek zorunda kaldılar. İngiliz donanması, Çanakkale Boğazı'ndan Türk ateşi
altında güçlükle geçerek Bozcaada önlerine demirledi.
Fransa'nın Rus ordusunu Haziran 1807'de Fridland'da mağlup
etmesi ve Ruslar'ın anlaşma isteği, I. Napolyon ile Çar I. Aleksandr'ı
Tilsit'te bir araya getirmişti. Bu sırada Türk-Rus harbi devam ediyordu.
Napolyon Türkiye'nin paylaşılması karşılığı, Rusya’yla
İngiltere'ye yönelik ittifak yapmak istiyordu.
İki İmparator, İstanbul ve Boğazlar üzerinde anlaşamayınca,
Türkiye'yi paylaşımı gündemden çıkararak 8 Temmuz 1807'de Tilsit Andlaşması'nı
imzaladılar.
Paylaşımın ön görüşmeleri, Fransa'nın Petersburg Büyükelçisi
Caulaincourt ile Rusya Dışişleri Bakanı Kont Rumiantsov arasında Mart 1808'de
Petersburg'da başladı.
İstanbul ve Boğazlar sebebiyle, Osmanlı'nın taksim
edilemeyeceği ortaya çıkmıştı.
Napolyon, İstanbul'un stratejik önemini en çok takdir eden
devlet adamlarından birisi olmuştu. "Büyük Napolyon, İstanbul'u eline alan
birinci sınıf bir devlet, bütün cihanın hâkimi olur" diyordu. Saint-Helene
Adası'nda yazdığı hatıralarında ise, şunlardan bahsediyordu: "Türk
İmparatorluğu'nu Rusya ile paylaşabilirdim. Mesele aramızda birkaç defa konuşuldu.
İstanbul onu her defasında kurtardı. Bu başkent, büyük gaile, meselenin
gerçekten mihenk taşı idi. Bu şehir, bir cevherdir. Öyle bir cevherdir ki, bir
imparatorluğa değer. Ona sahip olan dünyayı idare eder." / s. 51
(Rus Fransız yakınlaşması) Osmanlı Devleti ile İngiltere'yi
birbirine yaklaştırmıştı.
İki devlet arasında 5 Ocak 1809'da ittifak andlaşması
imzalandı.
Boğazlar'ın sulh zamanlarında bütün devletlerin harp
gemilerine kapatılması kararına varılıyordu.
1809 Türk-İngiliz Andlaşması, Boğazlar'ın statüsünde yeni
bir dönüm noktası oldu. Adı geçen andlaşma ile Türkiye, Boğazlar'ın bütün
devletlerin harp gemilerine kapatılmasını İngiltere'ye kabul ettiriyordu.
"Şimdiye kadar sırf kendi iradesiyle, hiç kimseye danışmaksızın hareket eden
İstanbul, Boğazlar'ın harp gemilerine kapalılık ilkesini İngiltere'ye taahhüt
etmekle, Boğazlar Meselesi'ni sırf bir Osmanlı meselesi olmaktan çıkararak
kendi isteğiyle beynelmilel bir mesele şekline dönüştürmüştür. / s. 54
Bu andlaşma ile Boğazlar tarihinde Osmanlı Devleti'nin
mutlak hâkimiyet devri bir daha geri gelmemek üzere kapandı
Bükreş Andlaşması'yla, Kuzeybatı Karadeniz cihetinden Özi
Nehri ile Prut Nehri arasındaki Besarabya ülkesi, Hotin, Bender, Kili, Akkerman
ve İsmail kaleleri Ruslar'a bırakılmakla, Rusya'nın Karadeniz'deki konumu daha
da kuvvetlenmişti. Ayrıca Ruslar, Kili Boğazı'na sahip olmakla, Tuna Nehri'ne
ayak basmışlar,
Rusya 1812 Bükreş Andlaşması'nı müteakip Boğazlar üzerindeki
emellerini gerçekleştirmek için 'Yunan Meselesi"ni ihdas etti.
Rusya, Ortodoks cemaatleri ihya etmek mazeretini uydurarak
Odesalı iki Rum ve bir Bulgar'a 'Etniki Eterya' cemiyetini kurdurmuştu.
Cemiyet'in kurucusu, Rus Çarı, faal başkanı da Çar'ın yâveri Aleksandr
İpsilanti idi."
Etniki Eterya, 1821'de isyanı başlattı.
Rusya ve İngiltere arasında 1826'da Petersburg'da Yunan
istiklâlini hedef alan bir andlaşma imzalandı.
İngiltere, bundan böyle Hristiyan toplumlar ve ülkelerin
Türkiye'den kopmasına destek vermeye başladı. Bunun ilk örneği, Yunanistan'ın bağımsızlığına
kavuşması oldu.
1828'deTürk-Rus harbi başlayınca, Osmanlı Devleti yeniliyor,
Rus orduları Edirne'ye kadar geliyordu.
İngilizler bir ihtiyat tedbiri olarak donanmalarını
Akdeniz'e göndermişler, Ruslar, İstanbul ve Boğazlar'ı işgale kalkışırlarsa, bu
donanma onlara karşı koyacaktı.
1829'da imzalanan Edirne Andlaşması'yla Yunanistan'a
muhtariyet, ardından da 1830'da bağımsızlık verildi…
1828 Türk-Rus Harbi'nden Osmanlı Devleti iyice hırpalanmış
olarak çıkmıştı. O derece zayıf düşmüştü ki, neredeyse devlet yıkılmak,
imparatorluk dağılmak üzere idi. Bu sebepten Çar I. Nikola, Osmanlı Devleti'ne
"ölmekte olan hasta adam" adını takmıştı.
II. Mahmut, Yunan İsyanı'nı bastırması karşılığı Cirit ve
Mora valiliklerini Mısır valisi M. Ali Paşa'ya vererek ondan yardım istemişti.
Yunanistan bağımsızlığına kavuşunca, M. Ali Paşa adı geçen valiliklere sahip
olamamış, bunlara karşılık, Suriye Valiliği'ni istemişti.
Mısır kuvvetleri Konya'ya geldiği sırada Rusya hemen
harekete geçti. Çar, özel elçisi General Mouraiev'i Sultan'ın nezdine
göndererek, kendisine yardımcı olacağını bildirdi. Mouraiev, bununla da
kalmadı; Mısır'a gelerek M. Ali Paşa'yı Konya'dan daha ileriye gitmemesi için
uyardı.
M. Ali Paşa'nın İstanbul'a yerleşmesine İngiltere'de karşı
idi.
İngilizler, Fransa'nın desteğindeki M. Ali Paşa'nın
zaferini, kendilerinden alınmak istenen "Napolyon'un intikamı" olarak
görüyorlardı.
Mısır kuvvetleri ilerleyip Kütahya'yı da eleğe çirince, II.
Mahmut'u iyice korku sardı. Yardım için hazır olduğunu bildiren Rusya'ya evet
demek zorunda kaldı. Rus filosu, 20 Şubat 1833'de İstanbul'a geldi.
Rus filosunun İstanbul'a gelişi, Fransa ve İngiltere'yi
dehşete düşürmüştü.
M. Ali Paşa, 9 Mart 1833'de Bâbıâli'ye bir ültimatom
vererek, Suriye ve Adana valiliklerinin kendisine bırakılmadığı takdirde
İstanbul üzerine yürüyeceğini bildirdi.
İngiltere ve Fransa, Sultan'ı M. Ali Paşa ile anlaşmaya
zorladılar. 7 Mayıs 1833'de Kütahya Andlaşması imzalandı. Suriye ve Adana
valilikleri M. Ali Paşa'ya verilince ortalık yatışır gibi oldu.
I. Nikola, Kont A. F. Orlov'u 5 Mayıs 1833'de İstanbul'a
olağanüstü elçi olarak göndermişti. Görüşmeler sonucu, 8 Temmuz 1833'de
"Hünkar İskelesi Andlaşması" adıyla anılan 8 yıl süreli bir andlaşma
imzalandı. Andlaşmayı müteakip Rus filosu 10 Temmuz'da İstanbul'u terketti.
Adı geçen andlaşmanın en dikkat çekici yönü gizli maddesi
idi. Buna göre, Rusya ve Türkiye, bir devletin saldırısına uğramaları halinde
birbirlerine yardım edeceklerdi.
Bunu duyan İngiltere ve Fransa ateş püskürüyordu. İngiltere,
adı geçen andlaşmayı 1809 Türk-İngiliz Andlaşması'nın feshi olarak
değerlendirdi.
(Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı’yı korumak üzere)
İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında 15 Temmuz 1840'da dörtlü bir
andlaşma yapıldı.
14 Ağustos 1840'da Beyrut'a gelen İngiliz, Osmanlı ve
Avusturya donanmaları karaya asker çıkarmaya başladılar.
M. Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 2 Kasım 1840'da Suriye'yi
terk etti. M. Ali Paşa, Mısır valiliği ile yetinmek zorunda kaldı.
Mademki Rusya, Boğazlar'dan kendisi harp gemilerini
geçiremeyecekti, başka devletleri de geçirmemeli, zayıf Türkiye
"Boğazlar'ın bekçisi" olarak bırakılmalıydı.
Boğazlar'a yeni statüsünü veren andlaşma, 13 Temmuz 1841 'de
Londra'da Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Purusya'nın
katılmasıyla imzalandı. Buna göre, Türkiye sulh zamanında Boğazlar'ı bütün
devletlerin harp gemilerine kapatacaktı. Böylece Boğazlar rejiminde "kadim
usûl" e dönülüyordu. Harp zamanında ise, Osmanlı Devleti, Boğazlar'ı
menfaati bakımından uygun gördüğü devlet veya devletlerin harp gemilerine
açabilecekti. Böylece Rusya'nın Hünkar İskelesi Andlaşması ile Boğazlar
üzerinde sahip olduğu "inhisar" ortadan kalkıyordu.
1798, 1809 ve 1833 andlaşmalarıyla Boğazlar'daki Türk
hâkimiyeti iki taraflı andlaşmalarla tahdit edilmişti. 1841 Andlaşmasıyla, bu
iki taraflılık "çok taraflılık" a dönüştürülerek, Boğazlar'dan geçiş,
milletlerarası kaidelere bağlı hale getiriliyor, Türkiye'nin hâkimiyet hakkı
iyice sınırlandırılıyordu.
Devlet kapamak vazifesini deruhte etmişti; fakat açmak
hakkına mâlik değildi. Bu da hakikaten Padişah'ın hâkimiyet hakkına bir darbe
idi.
Lord Palmerston, Rusya'nın tehditleri karşısında Ortadoğu'da
İngiliz menfaatlerini korumak için Osmanlı Devleti'nin yaşatılmasını gerekli
görüyordu. Adı geçen devletin yaşaması, ancak reformlarla güçlendirilmesi
sonucu gerçekleşebilirdi. Bu sebeplerden ıslahatı esas alan "1839 Tanzimat
Fermam" İngiliz etkileri sonucu ortaya çıktı.
İngiltere, 1839'dan itibaren Osmanlı ordusunu ıslah için
subaylar göndermeye başlamıştı (s. 71).
I. Nikola, Türkiye reformlarla güçlenip, Rusya'ya kafa
tutacak hale gelmeden önce onu Büyük Devletlerle pazarlık konusu yaparak
paylaşmayı aklına koymuştu.
Bu uğurda ilkin Avusturya'ya açıldı.
Avusturya'dan yüz bulamayan I. Nikola'nın İngiltere'ye
yaklaştığı görüldü.
Çar I. Nikola, 1843'den beri Büyük Devletler'e yaptığı
paylaşım teklifleri sonucu şunu görmüştü: Bunlar, Osmanlı İmparatorluğumun
dağılmasına asla razı değiller. Üstelik onu, reformlarla güçlendirip Rusya'nın
Güney'e doğru yayılmacılığına karşı bir "sed" veya "tampon"
devlet statüsünde tutmak istiyorlar.
Osmanlı Devleti Rusya'ya 8 Ekim 1853’te harp ilân etti.
30 Kasım 1853'de Sinop'ta Osmanlı filosunun Ruslar
tarafından yakılması, Türk-Rus Harbi'nin önemli bir dönüm noktası oldu.
"Bu olayın önemli yanı, bu harekete girişen Ruslar'ın barbarlığı değil,
müttefik donanmasına rağmen böyle bir teşebbüse girişilmiş olmasıdır. Üstelik,
müttefik donanmasının da Türk topraklarını savunma amacıyla mevzi aldıkları
Ruslar'a bildirilmişti.
Bu sebepten İngiltere ve Fransa, Sinop'taki saldırıyı, aynı
zamanda kendilerine yapılmış bir saldırı olarak görüyorlardı.
Viyana'da yeniden biraraya gelen İngiltere, Fransa,
Avusturya ve Osmanlı devletleri, 20 Ocak 1854'de bir deklerasyon yayınla-
yarak, Rusya'dan Eflak ve Boğdan'ı boşaltmasını, tarafsız bir şehirde sulh
görüşmelerine başlanılmasını istediler. Reddedilince, İngiltere ve Fransa 27
Şubat'ta Rusya'ya ültimaton verdiler. 12 Mart'ta adı geçen devletler, Osmanlı
Devleti ile ittifak andlaşması imzaladılar. Buna, 14 Haziran'da Avusturya da
katıldı. Müttefikler, 28 Mart'ta Rusya'ya harp ilân edince “Kırım Harbi"
başladı.
İngiltere'nin görüşüne göre, Sivastopol tabyaları yerle bir
edilmedikçe, kavganın sağlam bir sonuca bağlanmasına imkan yoktu.
Sivastopol sonunda 10 Eylül 1855'de düştü.
Mustafa Reşit Paşa: “Devlet-i Aliye İstanbul'u değil,
İstanbul Devlet-i Aliye'yi koruyor" sözlerini sarf etmişti.
30 Mart 1856'da Paris Andlaşması imzalandı. Andlaşmaya göre,
1841 Londra Boğazlar Andlaşması yeniden onaylanıyordu.
Andlaşma ile Besarabya Rusya'dan geri alınarak Türkiye'ye
verilmiş, bu suretle Rusya Tuna'dan da uzaklaştırılmıştı.
Rusya, Paris Andlaşması'nı Kırım Harbi yenilgisinin ağır
şartları altında istemeyerek imzalamıştı. İlk fırsatta onu bozup, lehine ortam
meydana getirmenin şartlarını aramaya başladı.
Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde iç isyanlar çıkarıp,
bunları kendi lehinde kullanmaya çalıştı.
1858 ve 1862'de Karadağlılar'ın Osmanlı Devleti'ne
saldırıları, 1861 Sırp, 1866 Girit isyanları, hep Rusya'nın başı altından
çıktı.
Paris Andlaşması'nın en büyük garantörlerinden Fransa'nın
Almanya'ya 1 Eylül 1870'de Sedan'da yenilmesi verdi. Karadeniz'i tarafsızlıktan
kurtarmak uğrunda sabırsızlanan Çar II. Aleksandr için (fırsat oldu)
Paris Andlaşması'na taraf devletler Londra'da bir araya
gelerek, 13 Mart 1871'de Karadeniz'in tarafsızlığını ortadan kaldıran
"Londra Andlaşmas"nı imzaladılar.
Rusya, Boğazlar'ı ele geçirmek uğrunda 1871 Londra
Andlaşması'nı müteakip Panislavizm cereyanından azamî derecede faydalanmış, bu
uğurda Bosna-Hersek İslavları ve Bulgarlar'ı Osmanlı Devleti aleyhine tahrik
ederek isyanlara sebep olmuştu. Bu isyanlara bir son vermek ve adı geçen
bölgelerde islahat yapmak için Aralık 1876'da Büyük Devletler'in katılmalarıyla
İstanbul'da bir konferans toplanmıştı. Konferans'ta insiyatifi ele alan General
İgnatiyef, Bâbıâli'yi güç durumlarda bırakıp, onu uzlaşmaz göstererek
Türkiye'yi Avrupa'dan tecrit politikası takiple Osmanlı Devleti'ne karşı harp
ortamı aramıştı. Nihayet bunu başarmış, Türkiye, Nisan 1877'de Rusya ile harbe
tutuşmuştu.
Ruslar'ın Tuna'yı geçip Balkanlar'ı işgale girişmesi
İngiltere'yi korkuttu.
30 Haziran'da İngiltere'nin Akdeniz donanması İzmir
Körfezi'ne hareket emri aldı.
13 Aralık'ta Plevne, 20 Ocak’ta Edirne düştü.
İngiliz donanması Çanakkale Boğazı girişinde bekliyordu.
Ruslar, adı geçen donanmanın Marmara'ya girmesi halinde
İstanbul'u işgal edeceklerini bildirdiler. İngilizler donanmalarını,
"İstanbul'daki tebaalarını korumak" amacını ileri sürerek 12 Şubat
1878'de Marmara'ya soktular. Donanma, Sarayburnu önlerinde demirledi. Buna
kızan Ruslar, Edirne'den İstanbul'un varoşu Ayastefanos'a (Yeşilköy) kadar
gelmişlerdi.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 3 Mart 1878'de imzalanan
Ayastefanos andlaşması, harbin galibi Rusya lehine maddeler taşıyordu. Andlaşma
sonucu, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlığına kavuşuyordu. Tuna'dan Ege
Denizi, Karadeniz'den Sırbistan sınırına kadar uzanan, Osmanlı Devleti'ne
muhtariyet idaresi ile bağlı “Büyük Bulgaristan Prensliği" kuruluyordu (s.
91).
Türkiye, Balkanlardaki topraklarını Arnavutluk dışında
bütünüyle kaybediyor, bu cihetten Boğazlar "sıkboğaz" haline
geliyordu. Doğu Anadolu'da da Batum, Kars, Ardahan ve Bayezid Ruslar'a
bırakılmıştı.
İngiltere Rusya'ya 1 Nisan'da verdiği notada Ayastefanos
Andlaşması'nı tanımadığını bildirdi.
Avusturya da, Rusya "Büyük Bulgaristan'la
"Viyana'dan Selânik'e" yolunu kapattığı için Ayastefanos
Andlaşması'na karşı çıkmıştı.
İngiltere ve Avusturya ile savaşı göze alamayan Rusya, Alman
Başbakanı Bismark'ın teklifini kabul ederek, adı geçen andlamayı tadil için
Berlin'de bir konferans toplanmasını kabul etti.
Ayastefanos Andlaşması, büyük ölçüde Rusya'nın Karadeniz ve
Boğazlar üzerindeki nüfuzunu kıracak şekilde tadil edildi. Bu babtan olarak,
"Büyük Bulgaristan Prensliği" üçe bölünüyordu: "Makedonya"
adıyla anılan Ege Denizi ile Balkan Dağları arasındaki alan Osmanlı Devleti'ne
geri veriliyordu. Böylece Rusya, Ege Denizi'nden uzaklaştırılıyordu. Yine
Boğazlar'ı "sıkboğaz" olmaktan kurtarmaya yönelik olarak "Şarkî
Rumeli"ye muhtariyet veriliyordu. "Muhtar Bulgaristan
Prensliği", Tuna ile Balkan Dağları arasındaki alana sıkıştırılmıştı.
Rusya, Doğu'da Eleşkirt ve Bayezıd'ı boşaltacaktı. Boğazlar'ın eski statüsü
korunacaktı.
İngiltere Rusya'nın Doğu Anadolu üzerinden İskenderun ve
Basra körfezlerine, Ortadoğu petrol bölgesine inmesini önlemek için nüfuzunda
bağımsız bir "Ermeni Devleti" kurmak için kollarını sıvamış, bu
uğurda şiddet olayları da dahil her yola başvuran faaliyetler geliştirmişti.
Boğazlar'ı işgal planları yapan Rusya'nın, ileride buraları
rahatlıkla ele geçirebilmek için tahkim edilmesine karşı çıktığı görüldü.
İngiltere de, İstanbul Boğazı'nın tahkimine razı olduğu
halde, Çanakkale Boğazı'nın tahkimine muhalefet ederdi."
…böylece Rusya ile büyük bir mesele çıkarmamak için
Karadeniz Boğazı istihkamlarına 35 sene kadar bir müddet hemen hiç el
sürülmemiştir.
1905 Haziran'ında Rusya'nın Karadeniz filosundan Potemkin
Zırhlısı personeli isyan etmişti. Zırhlı, Odesa limanını topa tutmuş,
Romanya'nın Köstence limanında görünmüştü. Karadeniz'de serserice dolaşıyordu (Padişah
II. Abdülhamit ancak bunu gerekçe göstererek Boğazlara tahkimat yaptırabildi).
Alman tehlikesi sebebiyle, 1907'de İngiltere-Rusya İttifak
Andlaşması'nın imzalanması, Rusya'yı Boğazlar'a sahip olmak uğrunda
ümitlendirmeye başlamıştı.
Rusya Hariciye Nâzırı İsvolsky, 2.7.1908'de Avusturya
hükümetine bir teklif yazısı gönderdi. Yazıda, Bosna-Hersek ve Yeni Pazar'ın
(Sancak) Avusturya'ya ilhak edilmesi karşılığı Boğazlar'ın Rusya'ya bırakılması
talep ediliyordu.
İki ülkenin hariciye nâzırları 15.16.1908'de Buchlov
şehrinde bir araya gelerek müzâkerelere başladılar. Avusturya, Bosna-Hersek'i
alması karşılığı Boğazlar rejiminde Rusya lehine değişiklik yapılacağına dair
teminat vermişti.
Avusturya'nın Rusya'ya haber vermeden 6 Ekim 1908'de
Bosna-Hersek'i ilhakı bu devleti kızdırdı. Sırbistan, Bosna-Hersek'te
kendisinin de gözü olduğu için Avusturya'ya cephe almıştı. I. Dünya Harbi'nin
ilk kıvılcımını, bu Avusturya-Sırbistan çekişmesi yakacaktır.
Rusya'nın Boğazlar konusunda pazarlığa oturduğu devletlerden
birisi de İtalya oldu.
1909 Ekim'inde iki devlet arasında Racconiği Andlaşması
imzalandı. Andlaşmaya göre, İtalya, Rusya'nın Boğazlar üzerindeki emellerini
tanıyor, buna karşılık Rusya da İtalya'nın Trablusgarp'la ilgili emellerine
karşı çıkmayacağını taahhüt ediyordu.
Rusya, Balkanlar'a daima Boğazlar'a bir atlama tahtası
olarak bakmıştır. Bu babtan olarak XX. asrın başlarında Rusya, Boğazlar
Meselesi'ni kendi lehine halledemeyince, yeniden Balkanlar'ı karıştırarak, bu
yolla Boğazlar'a yerleşme faaliyetlerine başladı.
Neopanislavistler'in Balkanlar'daki hedefi, Bulgaristan,
Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek'i içerisine alacak şekilde bir "İslav
Birliği" kurmaktı. 1912'de "Balkan Harbi"ne sebep olacak olan,
bahsedilen birlik ruhundan doğan "Balkan İttifakı", Rusya'nın Belgrad
Büyükelçisi N.G. Hartving'in gayretleri sonucu 13 Mart 1912'de Sırbistan ve
Bulgaristan arasında imzalanan bir andlaşmayla ortaya çıkmıştı. Bu ittifaka
Yunanistan 29 Mayıs 1912'de katılmış, Karadağ tarafından da gayri resmî olarak
desteklenmeye başlanmıştı. Balkan İttifakı'nın birinci hedefi, Osmanlı
Devleti'nin Balkanlar'dan tasfiyesi idi (s. 106).
(Rusya Balkan Harbi sırasında) İstanbul'u işgal
etmeye çalışacaktı. Fakat Türk ordusunun başarısızlığa uğrayarak Çatalca'ya
çekilmesi ve Bulgarlar'ın da çok çabuk olarak Çatalca yakınlarına gelmeleri,
hesapları alt-üst etmişti.
Harp, 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın saldırısıyla başladı.
Ardından Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan da Türkiye'ye harp ilân ettiler.
Edirne'nin Bulgarlar eline geçmesini müteakip Bulgar
birliklerinin İstanbul'a doğru ilerlemesi, Rusya'yı iyice dehşete düşürmüştü.
…tehditler karşısında Bulgarlar, Çatalca'dan daha ileriye
gidemediler.
Rusya'ya gücenen Bulgarlar, Almanya taraftarı bir politika
takip etmeye başladılar.
Tarihte, "Almanya" adıyla anılan bir devlet
1871'de ortaya çıkmıştı. Bu tarihten önce Alman ülkesi, 39 dükalığa ayrılmıştı.
Bunların en büyüğü ve güçlüsü başkenti Berlin olan "Prusya" idi.
Almanya, birliğini kurup sanayi ve ticarette büyük gelişme
gösterince, dünyaya açılma politikası takibe başlamış, bu politika 1880'li
yıllarda sarih olarak ortaya çıkmıştı.
Weltpolitik, Alman sömürgeciliğinin adı olmuş, Osmanlı İmparatorluğu
da Almanya'nın ekonomik, siyasî ve askerî yayılma alanı haline gelmişti.
XX. asrın başlarına gelindiğinde bütün dünya sömürgeci Büyük
Devletler tarafından paylaşılmış, paylaşılmayan birkaç alandan birisi olarak
Osmanlı İmparatorluğu kalmıştı.
İtilaf ve İttifak devletleri arasında ilk çatlak Limon von
Sanders'in İstanbul ve Boğazlar'ı savunmakla görevli I. Kolordu'ya komutan
olarak atanması sonucu ortaya çıktı. Rusya, Boğazlar'da Almanya'nın nüfuz ve
kullanımında güçlü bir Türkiye istemediği için olayı ilk protesto eden devlet
oldu. İngiltere ve Fransa da ona katılınca, Osmanlı Devleti bu baskı karşısında
Sanders'i yukarıdaki görevinden alarak I. Ordu Müfettişliği'ne atadı.
Rusya Hariciye Nâzırı Sazanof, Kasım 1913'de Çar'a verdiği
bir memorandumda,
Boğazlar'ın kuvvet yoluyla işgalini istiyordu.
“Avrupa Harbi” veya "Genel Harp"in Rusya'nın işini
iyice kolaylaştıracağı üzerinde duruluyordu.
Eylül'ün 26'sında Bir Türk torpidobotu Boğaz ağzında
dolaşmakta olan İngiliz filosu tarafından çevrildi. Mürettebat içinde Alman
gemicileri olduğu görülünce gemi geriye, Türkiye'ye gönderildi. Bu haber
işitilince, Weber Paşa denilen ve müstahkem mevki kumandanlığı yapmakta olan
bir Alman paşası, kendiliğinden Çanakkale Boğazı'nı kapattı.
Boğazlar, uluslararası bir andlaşmayla tarafsızlarca olduğu
gibi, savaşan devletlerce de serbest olarak kullanılabilecekti. Burada
beynelmilel nakliyata engel olma, bir harp hareketi sayılıyordu.
Rusya'nın hayat yolu kesilmişti. Birkaç hafta içinde
Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu...
28 Haziran 1914 / Büyük Savaşın fitili ateşlendi…
28Temmuz / Avusturya Sırbistan'a saldırıyor
1 Ağustos / Almanya Rusya'ya harp açtı, 3 Ağustos'ta da
Fransa'ya saldır
5 Ağustos / İngiltere Almanya'ya harp ilân etti.
Osmanlı donanmasına 29 Ekim 1914'de Rusya'nın Odesa ve
Novorossisky limanlarını bombalaması üzerine Rusya, Osmanlı’ya harp ilân etti.
Müttefikler Boğazlar Meselesi'ni Eylül 1914'de gündeme
getirdiler. Fransız ve İngiliz Büyükelçileri'ne Türkler'in artık Asya'ya
çekilmeleri veya İstanbul'un Tanca gibi serbest bir şehir olması, Rusya'nın Büyükdere'de
bir üssünün bulunması gerektiği yolunda sözler söyler ve bu iş üzerinde
görüşmelere başlamak isteğini gösterirler (s. 122).
…bütün İngiliz ve Fransız girişimlerinde, Boğazlar'ın ancak Alman
yenilgisi sonucu Ruslar'a verilebileceği üzerinde duruluyordu.
Ruslar Mart 1917'de İstanbul Boğazı'na ve hiç olmazsa
Sakarya Irmağı ağzına yakın bir yere asker çıkarmak ister. Bunun için dokuz
tümen (130 bin kişilik) bir askerî birlik hazırlanır. Hazırlıklar devam ederken
12 Mart 1917'de Komünist ayaklanma başlar ve rejim yıkılır.
BOĞAZLARIN BEYNELMİLELLEŞTİRİLMESİ (1918-1936)
Harbin galipleri İtilaf Devletleri'nden İngiltere ve Fransa
idi. Komünistler, harp devam ederken Rusya'yı harpten çekmişlerdi.
Mondros Mütarekesi (Ateşkes Andlaşması) ile Boğazlar bu
devletlere terkediliyordu.
"Wilson Prensipleri"nin 12. maddesinde Boğazlarla ilgili
olarak şunlar yer alıyordu: "Çanakkale Boğazı devamlı surette açık
tutulacak ve uluslararası garantiler altında bütün milletlerin gemileri ve
ticareti için serbest bir geçit teşkil edecektir."
Bundan sonra, Batı'da Boğazlar'ın statüsünü de belirleyen
Sevr ve Lozan Andlaşmaları bu prensip doğrultusunda tanzim edilecektir.
İngiltere, Boğazlar üzerinde ABD mandasının kurulmasını
Başkan Wilson'a teklif etmişti. "Bunun bir tek nedeni vardı. Bu, Avrupa
devletleri arasındaki büyük rekabetti." İngiliz tekliflerinde yer aldığı
üzere, Boğazlar, Amerikan manda idaresinde, 18 Kasım 1901 'de kabul edilen
"Panama Kanalı Prensiplerine göre yönetilecekti. Buna göre, Boğazlar
"barışta ve savaşta bandıralar arasında bir fark gözetilmeksizin harp ve ticaret
gemilerinin serbest geçişine" açık olacaktı. ABD, manda idaresini kabul
etmeyince, İngiltere, bu sefer Boğazlar'ı "Milletler Cemiyetinin idaresine
vermeyi sağladı (s. 135).
28 Ocak 1920'de bir "Misak-ı Millî" yayınlandı.
İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlarla birlikte Boğazlar'da
Milletler Cemiyeti'nin manda idaresini kurmak için 20 Mart 1920'de İstanbul'u
işgal ettiler.
Sevr Andlaşmasının 37. maddesi Boğazlarla ilgiliydi. Maddede,
Boğazlar'ın barış ve savaşta, m illiyet farkı gözetilmeksizin bütün ticaret ve
harp gemileri, askerî ve ticarî uçaklara açık olacağı, ablukaya alınmayacağı,
Milletler Cemiyeti Meclisi kararlarının icrası haricinde Boğazlar'da harp hali
hakkı kullanılmayacağı, hiç bir düşmanca harekete başvurulmayacağı hususları
yer alıyordu.
Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul ve Boğazlar'ın Yunanistan'a
verilmesi uğrunda var gücüyle çalışanlardan birisi de İstanbul'daki Fener Rum
Patriği L. Dretheos olmuştu.
Ordumuz, 11 Eylül 1922'de de Çanakkale ve Üsküdar'a kadar
gelmişti. Tam bu sırada İngiltere, T.B.M.Meclisi Hükümeti'ne bir nota vererek,
Türk ordusunun Boğazlar cihetinden "Bağımsız Bölge"ye girmemesini
istedi. Bu durum karşısında Sovyet Rusya da İngiltere'ye 13.9.1922'de bir nota vererek,
Boğazlar rejimini düzenleyen tek milletlerarası andlaşmanını 1921 tarihli
Moskova Andlaşması olduğunu hatırlatıyor, Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan işin
içinde olmadan Boğazlar Meselesi'nin çözümlenemeyeceğini bildiriyordu.
Lord Curzon, sulh muahedesinin aktinde birinci derecede rol oynamış
olan İngiliz diplomatıdır.
İngilizler, Boğazlar'ı başlıca İngiliz Meselesi olarak kabul
ediyorlar ve Boğazlar'ın kendilerine, harp gemilerine açık bulunmasını
istiyorlar. Cihan Harbi sonunda Boğazlar zâten tahrip edilmiş, İngilizler'in
eline geçmiş, gayri askerî hale sokulmuş durumda. Bu durumun devamını
İngilizler, konferansın esas şartı saymak kararında görüyorlar.
Sovyet Rusya'nın Boğazlar tezi:
Bu tez, daha Lozan Konferansı başlamadan Ekim 1922'de Lenin
tarafından Observer ve Manchester Guardian gazeteler; muhabirlerine verdiği
beyanatta açıklanmıştı.
Birincisi: Türk ulusal isteklerinin yerine getirilmesi,
İkincisi: Bizim programımız, Boğazlar'ın, gerek barışta, gerek
savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması temeline dayanmaktadır.
Üçüncüsü: Boğazlar'la ilgili bizim programımız, deniz ticareti
filolarının tam bir serbestliğini savunmaktır (s. 143). / Semen İvanoviç
Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Çev: H.A. İdiz,
Birey-Toplum Yy., Ankara, 1985, s. 216
Sovyetler Birliği iç savaşlardan yeni kurtulmuş, dünya
devrimi beklentileri boşa çıkmıştı. Devrimi Rusya'da yerleştirme çabasındaydı.
En önemli amaç, gerçekleştirilen devrimi korumaktı. Bunun için kara ve deniz
sınırlarında güvenliği artırmak gerekli idi.
Fransızlâr, Bulgarlar, Yunanlılar ve Romenler İngiliz tezini
destekliyorlardı.
Boğazlar Meselesi, İngiltere ve Müttefiklerinin istekleri doğrultusunda
çözümlendiği halde taraflarca 24.7.1923'de imzalandı. Sovyet Rusya delegeleri,
adı geçen meselenin hallinin aleyhlerine olduğunu ileri sürerek imzalamadılar.
İngiltere ve müttefikleri ile harp yapacak durumda bulunmadıkları için sonunda
onlar da 14 Ağustos günü Lozan Andlaşması'nın "Boğazlar Sözleşmesi"ni
Roma'da imzaladılar.
1936 MONTREUX BOĞAZLAR ANDLAŞMASI
İngiltere, Alman tehlikesi karşısında fazla direnememişti.
Genelde, Türkiye'nin tezi bazı tadilâtlarla kabul edilerek onaylandı. 29 maddeden
ibaret Mondreux Boğazlar Andlaşması 20 Temmuz 1936'da Türkiye, İngiltere,
Fransa, S. Rusya, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya
arasında imzalandı.
Sovyet Rusya: Mondreux Konferansının çalışmalarını
sonuçlandıran yeni Boğazlar Andlaşması'nın imzalanması Sovyet diplomasisinin Mondreux'da,
sadece S. Birliği'nin çıkarları açısından değil, aynı zamanda barış açısından
da ısrarla savunulan düşüncenin bir zaferidir (s. 156).
29 maddeden ibaret olan adı geçen andlaşma ana hatlarıyla şöyledir:
Boğazlar Komisyonu kaldırılıyor, Boğazlar'ın askersizleştirilmesi ve tahkim
edilmemesi hükümleri iptal ediliyordu. Ticaret ve savaş gemilerinin geçişleri
yeni esaslara bağlanmıştı.
II. DÜNYA HARBİ'NDE BOĞAZLAR MESELESİ VE SOVYET RUSYA'NIN
ÜS İSTEĞİ
18.3.1938'de Avusturya'nın Almanya'ya ilhakı, 14 Mart
1939'da Çekoslovakya’nın Almanya'ya bağlanması, Nisan'da İtalya'nın
Arnavutluk'u işgali, "Barış Cephesinin ümitlerini yok etti. 22 Mart
1939'da "İngiltere-Fransa İttifakı" kuruldu. 6 Nisan'da da İngiltere
ile Polonya arasında karşılıklı yardımlaşma paktı imzalandı. 1 Eylül 1939'dâ
Almanya Polonya'ya saldırınca, İngiltere ve Fransa da Almanya'ya harp ilân
ettiler. Böylece II. Dünya Savaşı başlamıştı.
15 Mayıs 1939'da Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında
üçlü ittifaka bir başlangıç olmak üzere 15 Mayıs 1939'da bir deklerasyon
yayınlanmış, Almanya bunu iyi karşılamamıştı.
Almanya'ya karşı görünen Sovyet Rusya'nın 23.8.1939'da
onunla 10 sene müddetli bir saldırmazlık paktı imzalaması, başta Türkiye olmak
üzere İngiltere ve Fransa'yı şaşkına çevirmişti.
…andlaşmayı müteâkip Polanya ve Baltık ülkeleri Almanya ve
Sovyet Rusya arasında paylaşılmıştır.
Sovyetler'in bu tecâvüz hattı hareketi, Dünya efkârı
umûmiyesinde derin akisler tevlid etmiş ve Milletler Cemiyeti Konseyi, 14
Aralık'ta Sovyet Rusya'nın Milletler Cemiyeti'nden ihracına karar vermiştir.
Sovyet Rusya: kendisini en güçlü hissettiği bir zamanda 1939
güzünde Türkiye'den Boğazlar'ın statüsünün değiştirilmesini istedi…
Rusya'ya gelen Saraçoğlu, 21 Eylül 1939'da Dışişleri Bakanı
Molotov'la görüşmelere başladı.
S. Rusya ile anlaşmaya varamayan Türkiye, 19 Ekim 1939'da İngiltere
ve Fransa ile bir ittifak andlaşması imzaladı.
Sovyet Rusya, Boğazlar üzerinde ortak savunma istemekle, 1833
Hünkar İskelesi Andlaşması'ndan daha ileri derecede şartlar elde etmek istiyor,
giderek Boğazlar'ı bütünüyle kontrolüne almak emeli taşıyordu.
18 Aralık 1940'da Almanya Yüksek Komuta Heyeti'ne Rus Savaş Planı'nın
(Barbaros Harekatı) uygulanması için gerekli emirleri vermişti.
Sovyetler, 24 Mart 1941 'de Türkiye ile "Saldırmazlık
Deklerasyonu" imzaladılar.
Almanya'nın 22 Haziran 1941'de S. Rusya'ya harp ilânı üzerine
bu devlet, Türkiye'den daha emin olmak için Boğazlar'ın mevcut rejimini
değiştirmek isteğinden vazgeçtiğini Ankara'ya bir kere daha bildirdi.
Türkiye, harbin sonuna kadar "tarafsızlık" politikası
takip etti.
Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Churchill'e,
"50 tümenimiz var, onu donatınız savaşa girelim" dedi. İngilizler, bunu
yerine getiremeyecekleri için Türkiye'yi harbe girmeye zorlamaktan vazgeçtiler
(s. 173).
II. Dünya Harbi'nde Almanya ve Japonya'nın yenilmesi S. Rusya'nın
Balkanlar ve Kuzey İran'a yerleşmesi, tarihte ikide bir bu devletin karşısına
dikilen İngiltere, Fransa ve A.B.D.'nin onunla müttefik olması, üstelik, Türkiye'nin
askerî yönden zayıflığı, Boğazlar'ı ele geçirmek ve Türkiye'nin Doğu sınırında
tadilat yapmak uğrunda S. Rusya'yı cesaretlendirmişti.
S. Rusya, Türkiye'den isteklerine bir başlangıç olarak Mart
1945'de izinle Türkiye'ye dönmekte olan Moskova Büyükelçimiz Selim Sarper'i
kabulü sırasında ona, "günün şartlarına ve harbin getirdiği değişikliklere
uymadığı için esaslı tadilleri gerektiren 7.9.1925 tarihli Türk-Sovyet
Tarafsızlık Andlaşması'nın feshedildiğini bildirdi."
Molotov, Sovyet dostluğunun kazanmak için Türkiye'nin
gereken fiyatı ödemesi lâzım geldiğini bildirdi.
Kars ve Ardahan vilayetlerini kendisine geri vermeli idi.
İkinci şart olarak, Molotov, Türkiye'nin Akdeniz'den gelebilecek bir taarruza
karşı Çanakkale Boğazı'nı başarı ile savunma kudretinden şüphe göstererek
Sovyet kuvvetlerine Boğazlar'da üs verilmesini ve iki taraf arasında Montreux
Andlaşması'nın tadili için bir prensip mutabakatına varılmasını istedi.
Selim Sarper, Molotov'un yukarıdaki isteklerine red cevabı verdi.
A.B.D. Başkanı Roosvelt, İngiliz Başbakanı Churchill ve S.
Rusya Diktatörü Stalin arasında Tahran, Yalta ve Potsdam'da yapılan
konferanslarda, harbin gidişatı ve harpten sonra dünyaya verilecek şekil görüşülmüştü.
10.2.1945'de Yalta'da: Roosvelt, Stalin'e verdiği cevapta,
"Rusya, hiç sıkıntıya uğramadan Sıcak Denizler'e iniş serbestisini elde
etmelidir" diyordu. Churchill'in cevabında ise, Montreux'un değiştirilmesinin
kabul edildiği, yalnız, Türkiye'nin egemenlik ve toprak bütünlüğünün garanti
edilmesi isteniliyordu. Müttefikler, Yalta'da Boğazlar rejiminin
değiştirilmesinde mutabakata varmışlardı.
Bu gelişmeler karşısında Türkiye, İngiliz ittifakı ile Amerikan
dostluğuna büyük önem vermeye başladı.
5 Nisan 1946'da dünyanın en büyük harp gemisi olan A.B.D.'nin
Missouri Zırlısı'nın Amerika'da vefat eden Türk Büyükelçisi Münir Ertegün'ün
cenazesini İstanbul'a getirmesi olayı, S. Rusya tehdidi karşısında Türkiye'nin
yüreğine iyice su serpti.
Her yılın 5 Nisan'ı A.B.D.'de "Ordu Günü" olarak
kutlanır. Missouri Zırhlısı'nın İstanbul'a gelişi bu güne rastlıyordu.
…ilk Sovyet notası Ankara'ya 7 Ağustos 1946'da ulaştı.
Nota'da (…) Boğazlar rejimi için (…) şartlar ileri sürülmüştü
24.9.1946'da ikinci Sovyet notası geldi. Nota'da, 7 Ağustos
tarihli notadaki istekler aynen tekrarlanıyordu.
Türkiye'ye yönelik S. Rusya tehdidi, onu iyice
"Amerikan kampına sokmuştu.
İnönü, Amerika'ya dayanabilmek için, lafla olsun demokrat görünmeye
çalışıyordu. Demokrasi'den yana olduğuna dış âlemi de inandırmak zorunda idi
(s. 196).
Dünya'da 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'na kadar Osmanlı
Devleti birinci devletti. Yani, bugünkü anlamda dünyanın "Süper gücü"
idi.
Osmanlı'nın birinci devlet oluşu, 1453'de İstanbul'un
fethiyle başlamış, 1774'e kadar tam 321 yıl sürmüştü. 1774 tarihinden itibaren
birinciliği İngiltere'ye kaptırdı.
İngiltere, 1774-1945 zaman diliminde dünyanın birinci
devleti oldu. Adi geçen devlet, II. Dünya Harbi'ni müteakip sömürgelerden
çekilmeye başlayınca birinciliği A.B.D.'ne bıraktı.
Tarihte, "dünyada birinci devlet olmak"ın en
önemli şartlarından birisi, Ortadoğu'ya, özellikle bunun içinde yer alan üç
kıta Asya, Avrupa ve Afrika'nın düğümlendiği Anadolu Yarımadası, onun birer
parçaları İstanbul ve Çanakkale Boğazları'na hâkim olmaktan geçmiştir. Osmanlı'yı
321 yıl birinci devlet yapan özellik buralara hâkim olması idi.
I. Dünya Harbi sonunda Ortadoğu'daki Arap ülkeleri
İngiltere'nin sömürgesi haline getirilince, petrol İngiltere'nin eline
geçmişti.
Türk İstiklâl Harbi, İngiltere'nin Anadolu üzerine yaptığı yukarıdaki
planları akim bıraktı. Fakat, Boğazlar, 1936'ya kadar "serbest bölge"
olarak kalmaya devam etti.
Bir "ada ve deniz devleti" olması sebebiyle, varlığının
devamı ve güçlenmesini denizler üstünde gören İngiltere, 1774'de birinci devlet
olduğu yıllardan beri dünya hakimiyeti ideali uğrunda kendisinden başka hiçbir
devletin güçlü donanma kurmasına izin vermemiş, I. ve II. Dünya Savaşları,
Almanya'nın bu kaideyi bozma girişimlerinden kaynaklanmıştı (s. 199).
A.B.D. Başkanı Truman, 12 Mart 1947'de Kongre'de yaptığı
konuşmada, Türkiye ve Yunanistan'a askerî yardım yapılmasını istedi.
"Truman Doktrini" çerçevesinde Türkiye ile A.B.D.
arasında 12.7.1947 tarihinde "Türkiye'ye yapılacak yardım hakkında Anlaşması"
imzalandı.
A.B.D. Başkanı Lyndon Johnson, adı geçen andlaşmanın 4.
maddesini ileri sürerek Amerika'nın Türkiye'ye verdiği silahların Kıbrıs'ta
Rumlar'a karşı kullanılamayacağı doğrultusunda 4 Haziran 1964'de Başbakan İsmet
İnönü'ye bir mektup yazdı.
Türkiye, sırf Boğazlar sebebiyle XIX. asrın başlarından
itibaren süper güçlerin sürekli nüfuz ve hâkimiyet mücadelelerine sahne olmuş,
bu güçler, Türkiye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynamışlardır.
S. Rusya'nın Türkiye'nin NATO'ya girmesini engellemek uğrundaki
tehditleri bir netice vermemiş, Türkiye'ye adı geçen ittifaka dahil olarak Batı
Blok'u içinde yerini almıştı.
11 Nisap 1960'da Ankara'da yayınlanan bir Türk-Sovyet ortak
bildirisinde, iki ülke arasında yüksek seviyede toplantı için temasların
yapıldığı bildiriliyor, Başbakan Adnan Menderes'in Temmuz 1960'da Moskova'yı
resmen ziyaret edeceği, Kruşçev'in de buna karşılık olarak Ankara'ya geleceği
açıklanıyordu.
27 Mayıs 1960'da Demokrat Parti yönetiminin bir ihtilâlle alaşağı
edilmesi üzerine Menderes'in S. Rusya'ya planlanan ziyareti gerçekleşmedi.
Rusya'da Komünizm çökünce, "Büyük Güç" olma ideali
varlığını korumuş, bunun itici gücü ve beslenme kaynağı olarak "Slavizm-Ortodokizm
felsefesi" yeniden diriltilmiştir.
Rusya, tarihi boyunca hep Batı'nın hesap hataları veya
yanlış politikaları sonucu büyümüştür.
…
Vatan Yayınları, Kayseri, 1994
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder