12 Mayıs 2021 Çarşamba

Süleyman Kocabaş - Türkiye'nin Canı Boğazlar

Süleyman Kocabaş - Türkiye'nin Canı Boğazlar

Milletlerin geleceklerini etkileyen en önemli unsurlardan birisi de üzerinde oturdukları coğrafi alanın özellikleri olmuştur.

 

Anadolu Yarımadası, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının "düğümlendiği" bir coğrafya parçasıdır.

 

Türk Milleti'ni de Anadolu'ya çeken onun "Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi" olmuştur.

 

"Sanayi İnkılâbı" sonucu, "dünya hâkimiyeti" dendi mi neredeyse tek başına "Boğazlar'a hâkimiyet" anlaşılmaya başlanmıştır.

 

Dünyamızda sömürgeciliğin kızıştığı XVII. Asrın sonlarından itibaren "Türk Boğazları", bu mücadelede "kader tayin edici" aktif bir “faktör” özelliği kazanmıştır.

 

İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya gibi Büyük Devletler veya Süper Güçler, bunun ancak Boğazlara sahip olmaktan geçeceğini görerek, mücadelelerini devamlı bu alana yöneltmişlerdir. Fakat, buralara birinin yerleşmesine diğerleri izin vermediğinden, "menfaatleri dengelemek" uğrunda Osmanlı Devleti'ni ister istemez "Boğazlar'ın bekçisi olarak bırakmışlardır. Boğazlarını bu özelliği olmasa idi, Osmanlı Devleti daha 1766-1774 Türk-Rus Harbi yıllarında bitmişti. 1774-1916 zaman diliminde Osmanlı'yı yaşatan "Boğazlar'ın büyük stratejik önemi olmuştur. Bu sebepten Boğazlar'a "Türkiye'nin Canı" denilmiştir.

 

Dünya'da ekonomik ve stratejik öneme haiz 30 civarında boğaz bulunmaktadır.

…boğazlar ve kanallardan geçiş, milletlerarası hukuk ve andlaşmalar çerçevesinde düzenlenmiştir.

 

İstanbul ve Çanakkale Boğazları arasında yer alan Marmara Denizi, tarih boyunca genelde bir "iç deniz" statüsünde bulunmuştur. İç deniz, bütün kıyıları tek devletin hâkimiyetinde olan deniz demektir. Bu durumda olan denize, ilgili devletin "gölü" adı da verilir. Milletlerarası hukukta, "iç deniz" veya "kapalı deniz" üzerinde, bu denizin kıyılarına bütünüyle hâkim olan devletin tam hâkimiyet hakkı vardır. Yani, yabancı gemilerin geçişini veya seyrini istediği gibi tanzim edebilir. Fakat, Marmara Denizi için bu istisna tutulmuştur.

 

Akdeniz, tarih boyunca devamlı bir "açık deniz" olarak kalmıştır.

Karadeniz 1475'de Kırım Hanlığı'nın Osmanlı Devleti'ne tâbi olması sonucu Kuzey Karadeniz kıyıları da bu devletin hâkimiyetine girince, Karadeniz bir kapalı deniz halini almış, diğer bir tâbirle "Türk gölü" olmuştur.

 

Boğazlar üzerinde Türkiye'nin mutlak hâkimiyeti 1774'e kadar sürdü. Bunun yerini 1774-1840 yılları arasında Türk hâkimiyetini ikili andlaşmalarla sınırlayan statü aldı. Boğazlar'ın statüsünde üçüncü bir devir, 1841 'den günümüze kadar devam eden "Türk hâkimiyetini çok taraflı andlaşmalarla tahdit eden" devir oldu.

 

(Rusya’nın) "Sıcak Denizler"e inme ideali ve "Bizans Varisliği" iddiası, tarihte adına "Boğazlar Meselesi" denilen meselenin ortaya çıkmasında (sebep oldu)

 

Boğazlar Meselesinin Başlaması

Daha ilk çağlarda Çanakkale Boğazı'nın Ege girişinin Truvalılar tarafından tahkim edilip, kontrol altında tutulduğu, Akdeniz'den Karadeniz'e geçiş izninin bunlara tâbi olduğunu biliyoruz. Bu durum, Boğazlar'ın kontrolü konusunda Truvalılar'la Elenler (Yunanlılar) arasında büyük ihtilâflar doğurmuştur.

 

Boğazlar Meselesi, büyük ölçüde "Rusya faktörü" sebebiyle ortaya çıktı.

 

M.S. 988'de Ruslar'ın Hristiyanlığa girmeleri, onlarla Bizans arasında ilk mânevî bağların kurulmasına sebep oluyor

 

İstanbul'un fethinden sonra Batı Katolik Dünyası da kuzeyde Türklerle mücadele edecek bir rakip ortaya çıkarmak için Ortodoks Rusya'yı Osmanlı Devleti aleyhine tahrik etti.

Papa, bunu daha da kuvvetlendirmek için III. İvan'ı son Bizans İmparatoru'nun yeğeni Sophia ile evlenmeye teşvik etti.

 

İstanbul'un fethi sırasında ölen Bizans İmparatoru XIII. Konstantin'in kardeşi Thomas Paleologos, Mora'nın desbotu (idareci başı) olarak bulunuyordu.

Fatih Sultan Mehmet 1460'da Mora'yı fethedince, Bizans Prensi bir Venedik gemisine binerek İtalya'ya kaçmış, Papa'ya sığınmıştı. Paleologos ölünce, kızı Sophia Papa'nın himâyesinde kaldı.

Papa II. Paul, III. İvan'ı Sophia ile evlenmeye teşvik etti. 1492’de evlendiler.

 

William M. Sloane'ye göre, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ni ortadan kaldırmaya yönelik "Büyük İdeal"inin temelini "Bizans Vârisliği" teşkil eder.

 

III. İvan, kendisini Bizans'ın vârisi olarak görmeye başlayınca, Roma İmparatorlarının ünvanı "Caesar"dan bozma "Tsar" (Çar) ünvanını aldı (s. 7).

 

"Şark Meselesi", Boğazlar Meselesinden neşet etmiştir.

 

Rusya için Şark Meselesi'nin hareket noktası, Boğazlar üzerinde hâkimiyet kurmak olmuştur. Batının Büyük Devletleri, ekonomik ve stratejik menfaatleri sebebiyle buna karşı çıkınca, XIX. asır ve XX. asrın ilk yarısında Türkiye üzerinde olan mücadelelerin temelini Boğazlar Meselesi teşkil etmiştir.

 

Rusya, 1480'de bağımsız devlet haline gelince, sınırlarını genişletme politikası takibe başladı.

İlkin, 1552'de Kazan Hanlığı Rusya'nın işgaline uğradı. Ardından 1556'da Nogay ve Astırhan hanlıkları, 1584'de Sibir Hanlığı Rusya'nın eline geçti. Astırhan Hanlığı'nın yıkılması sonucu Ruslar, bir "Sıcak Deniz" olan Hazar Denizi'ne inmeyi başardılar.

 

Bin yıldan beri bir "Türk Nehri" olan Volga'nın "Rus Nehri" haline gelmesi, Batı Türk Dünyası ile Doğu Türk Dünyası arasındaki irtibatı kesti. Hazar Denizi'nin güneyinde de İran yolu kapattığı için Doğu Türk Dünyası "sıkboğaz"a alındı.

 

Hristiyan Kazaklar'ı silahlandırıp, tahrik ederek Türk sınırına gerilla benzeri tecavüzlere başladı.

Kazak saldırıları, Rusya'nın bu devlete doğrudan saldırıya geçtiği 1695 yılına kadar devam etti.

 

Kazaklar, 1614'deSinop'u, 1621 'de Ahyuli'yi yaktılar. 1625'de Kazak korsanlar, İstanbul Boğazı'nda Yeniköy'ü yağmaladılar.

1637'de Azak Kalesi yeniden Kazaklar'ın saldırısına uğradı. Savunması zayıf olduğu için kale düştü. Kazaklar, bütün Müslümanları öldürdüler.

 

(Rusların Karadeniz’e girebilmesi için anahtardır Azak Kalesi)

Azak Kalesi, Karadeniz'e Kerç Boğazı ile bağlı Azak Denizi'nin kuzey ucunda stratejik önemi büyük bir kale idi.

 

Osmanlı Devleti, 1683 'de Viyana önlerinde bozguna uğrayınca, bu durum Rusya'ya ilk saldırı fırsatını verdi.

 

Azak Kalesi 26 Temmuz 1696'da Ruslar'a teslim oldu.

Ruslar Azak Kalesini aldıktan sonra Özi Kalesi üzerine de saldırdılar.

 

Ruslar, Karlofça görüşmeleri sırasında Azak yanında Kerç'i de istemişler, Osmanlı Devleti bunu reddedince, andlaşma masasından çekilmişlerdi.

Çar, tek başına Türkiye ile harbi göze alamayınca, 1700'de elçisini İstanbul'a göndererek Osmanlı Devleti ile anlaşmak zorunda kaldı.

İstanbul Antlaşmasına göre, Azak Kalesi Ruslar'a verildi.

 

Sultan II. Mustafa'nın Rus elçisi Galitzin’e buyruğu:

"Karadeniz'de diğer milletlere mensup gemiler serbest seyrüsefer selahiyetini aldıkları gün Osmanlı Devleti'nin son saati çalmış olur." "Memâlik-i Osmaniye alt üst olmadıkça Karadeniz'de hiç bir ecnebi görünemez." / s. 14

 

I. Petro Baltık Denizi'ne ulaşmak uğrunda İsveç'e saldırdı,

Haziran 1709'dan itibaren Rusya, Baltık'a kesin bir şekilde yerleşiyor, liman şehri Saint Petersburg kuruluyordu.

 

Prut Harbi / Temmuz 1711

Osmanlı ordusu, Rus ordusunu tamamen ortadan kaldırmak gibi önemli bir fırsatı yakaladığı halde, Yeniçerilerin gayretsizliği yüzünden bu fırsat kaçırıldı.

Andlaşma sonucu Ruslar, Karadeniz'den uzaklaştırılmışlardı.

 

I. Petro, Hazar Seferi'ne 1722'de Astırhan'dan başladı. Hazar Denizi'nin batı sahillerinden hareketle İran'a inmek istiyordu.

Türkiye, Çar'ın kendisini arkadan çevirme hareketine seyirci kalmadı.

I. Petro, Kafkasya'da da Türkiye ile anlaşmak zorunda kaldı. 30 Haziran 1724'deyapılan "Bölüşme Antlaşması" ile Gürcistan hakiki surette Osmanlı nüfuzuna dahil edildi.

I. Petro 1725'de öldü. Tahtı, karısı Katerina'ya kaldı.

 

Osmanlı Devleti İran'la savaşıyordu. Rusya, fırsattan istifade ile 30 Mart 1736'da

Azak Kalesi'ne saldırdı. Kale sonunda Rusların eline geçti.

 

Mareşal Münich, 100 bin kişilik ordusuyla Urkapı'dan Kırım'a girdi. Ruslar, burayı baştan başa yakıp, yıktılar.

Osmanlı ordusu Kırım'ın imdadına yetişmek için Romanya cihetinden ilerliyordu. Bu durumlar karşısında Ruslar, Temmuz 1736'da Kırım'ı boşalttılar.

 

1768'de başlayan Türk-Rus Harbi tam dört yıl sürmüştü. Rus ordusu, Türk ordusundan üstün değildi. Asker ve silah sayısı eşitti. Osmanlı yenilgisinin en önemli sebeplerini, ehliyetsiz komutan tayinleri, ordudaki disiplinsizlik ve II. Katerina'nın bağımsızlık vaatleriyle Kırım Hanı'nı Osmanlı Devleti'nden kopararak kendi safına çekmesi teşkil ediyordu.

 

Sulhü Osmanlı Devleti isteyince, Ruslar andlaşma masasında hemen hemen bütün isteklerini kabul ettirdiler. 1774'de imzalanan Küçük Kaynarca Andlaşması'nın en önemli özelliğini, Karadeniz'in bir "Türk gölü" olmaktan çıkıp, "açık deniz" haline gelmesi teşkil etti.

 

Kırım Hanlığı'nı yutmaktan ilkin çekinen II. Katerina, bu emeline bir başlangıç olarak ilkin buraya bağımsızlık verdirmiş, ardından da çevirdiği entrikalarla 1738'de Kırım'ı ilhak ederek tam bir Karadeniz devleti olmuş, bunun sonucu adı geçen deniz "açık deniz" özelliği kazanmıştı.

 

1454 ve 1479'da yapılan andlaşmalarla Venedik ve Cenevizliler'e yılda belli bir para ödemeleri karşılığı Karadeniz'de ticaret yapmak hakkı verilmişti. Bu hak, 1503'de kaldırılmış, yabancı ticaret gemilerinin Karadeniz'de ticaret yapmaları tamamen yasaklanmıştı. Küçük Kaynarca Andlaşması'nın arefesinde durum bundan ibaretti.

 

Karadeniz'in açık deniz haline gelip, serbest ticarete açılmasına bağlı olarak Boğazlar'ın mevcut statüsü de değişmeye başladı. Şimdiye kadar birer "Türk suyolu" olarak bulunan iki boğaz, milletlerarası bir statü kazanmaya başlıyor, "artık Boğazlar, iki açık denizi birleştiren tabii bir suyolu oluyordu."

 

Osmanlı Devleti, Rus ticaret gemilerine Boğazlar'dan serbest geçiş izni vermekten rahatsız olmuştu. Bunu bir düzene koymak için Küçük Kaynarca Andlaşması'na ek olarak 1779'da "Aynalı Kavak Andlaşması" imzalandı. Buna göre, Rus ticaret gemilerinin tonajı 400 tonu aşmayacak, İngiliz ve Fransız gemilerinin tıpkısı olacak, Babıâli'nin izni olmaksızın bu gemilerde Osmanlı tebaası istihdam edilemeyecekti.

 

"Rus ticaret gemileri, Boğazlar'dan 'serbest geçiş hakkı'ndan faydalanarak, Ege Denizi'ndeki adalarda yaşayan Rumlar'a ve Karadağlılar'a boyuna kaçak silah ve mühimmat taşımakta ve onları isyana kışkırtmakta idiler." (Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya)

 

Fransa, Rusya'ya verilen ticaret serbestisini ileri sürerek, aynı hakkın kendisine de tanınmasını istedi.

Osmanlı Devleti, bu imtiyazın Fransa'ya da verilirse, aynı şekilde diğer devletlerin sıraya girerek, bu hakkı istiyecekleri gerekçesiyle Fransız elçisinin teklifini reddetti.

 

İngiltere de serbest ticaret ve geçiş hakkı istemeye başlamıştı. İngiltere'nin bu istekleri, ancak Mısır'dan I. Napolyon'u çıkarmak için yapılan "1799 Türk-İngiliz

Savunma İttifakı" sonucu yerine getirildi.

 

Fransızlar ticarî serbestlik hakkına, 25 Haziran 1802'de imzalanan Türk-Fransız Barış Andlaşması sonucu sahip oldular.

 

Karadeniz'e yerleşen Ruslar için Boğalar artık "evlerinin kapısı" olmuştu. Boğazlar, Türkler'in elinde bulunduğu müddetçe Karadeniz Ruslar için "kapalı bir deniz" olarak kalacaktı. "Öyle ya! İçerisinden çıkılmayan bir denizin serbestliği neye yarar?

 

Rusya, Karadeniz'i bir "Rus gölü" veya "Rus içdenizi" haline getirmek uğrunda Küçük Kaynarca Andlaşması'nı müteakip ilk fırsatta "Bağımsız Kırım Devleti"ni yutma hazırlıklarına başladı. Çevirdiği çeşitli entrikalarla bunu 1784 yazında başardı. Mareşal Potemkin, ordusuyla Kırım'a girerek burasını işgal ediyor, Rusya'ya ilhak edildiğini açıklıyordu. Osmanlı Devleti, bu ilhakı 8 Kasım 1784'de imzalanan ve adına "Kırım Senedi" denilen üç maddelik bir andlaşma ile tanımak zorunda kaldı.

 

II. Katerina, Kırım'ı ilhak ettikten sonra Karadeniz'de donanma yapmaya karar verdi. Buna bir başlangıç olarak Kırım'da Sivastopol liman şehrini kurdu.

 

II. Katerina'nın Osmanlı Devleti'ne yönelik yeni planına "Grek Projesi" adı verildi.

(Plana göre) Osmanlı toprakları, Rusya, Avusturya, Fransa ve İngiltere arasında paylaşılacak Türkler, Avrupa'dan Anadolu'ya koğulacaktı.

 

1784'de Kırım'ın Rusya'ya ilhakı üzerine İngilizler ve Fransızlar, Rusya'yı Boğazlar'ı, giderek "Hindistan Yolu"nu tehdit edecek bir güç olarak görmeye başlamışlar, bu tehdidi bertaraf için Türkiye'nin "toprak bütünlüğü'nü savunma ve onu Rusya'ya karşı "yaşatma ve güçlendirme politikaları" takibin eşiğine gelmişlerdi.

 

Hem "Grek Projesi"ni akim bırakmak hem de Kırım'ı geri almak hedefleri uğrunda Osmanlı Devleti 17 Ağustos 1787'de Rusya'ya harp ilân etti. Ardından, Avusturya da Osmanlı Devleti'ne harp açınca, Türkiye iki cephede savaşmak zorunda kaldı.

 

1789'da Fransa'da ihtilâl olmuş, bunun kendisine sirayet edeceğinden korkan Avusturya harpten çekilmişti. Adı geçen ihtilâlden Rusya da korkmuş, üstelik, üzerinde İngiliz baskısının da ortaya çıkması sonucu, harbi bırakarak Osmanlı Devleti ile 9 Şubat 1792 'de Yaş Andlaşması'nı imzalamak zorunda kalmıştı.

 

Osmanlı Devleti, harbe hazırlıksız girmişti. "Kırım'ı kurtarayım" derken koskoca Özi eyaletini kaybetti.

 

Rusya'nın güçlenip, güneye doğru yayılmasından korkan ilk devlet Avusturya oldu.

Avusturya, 1788-1792 Türk-Rus ye Türk-Avusturya Harbi'ni müteakip, Osmanlı Devleti ile bir daha savaşmayacak, ona olan "ebedi düşmanlığını terk edip, Rus tehlikesine karşı, genelde onun "toprak bütünlüğü"nü savunan bir politika takibe başlayacaktır.

 

"XVIII. asrın son çeyreğinde Amerika'daki müstemlekelerinin büyük bir kısmını kaybeden İngiltere'nin Doğu'ya doğru döndüğü ve genel olarak Güneydoğu Asya bölgesinde geniş bir sömürge politikası takip ettiği görülür. Bundan böyle Hind ve Güneydoğu Asya yollarının emniyeti İngiliz politikası için hayatî bir önem kazanacaktır."

 

Boğazların Dünya Kuvvet Dengesine Girişi ve Tarafsızlaştırması

Napolyon'un hayalleri çok büyüktü. Avrupa'yı hegemonyasına almak istiyor, giderek İngiltere'yi de mağlup edip, onu Asya'daki sömürgelerinden çıkararak, "Batı'nın ve Doğu'nun İmparatoru" olmak istiyordu.

 

Napolyon'un Mısır Seferi üzerine Çar I. Paul, özel elçisini hemen İstanbul'a göndererek, II. Katerina gibi Osmanlı Devleti'nin düşmanı değil, artık bundan böyle dostu olduğunu, Sultan isterse Fransa'ya karşı savunma ittifakı andlaşması imzalayacağını bildiriyordu.

23 Aralık 1798'de Türk-Rus Savunma İttifakı Andlaşması imzalandı.

Andlaşmâ'nın en önemli maddelerinden birisini, Osmanlı Devleti'nin Boğazlar'ı Rusya'nın harp gemilerine açması teşkil ediyordu. Üstelik, Karadeniz'e Rusya'nın harp gemileri dışında hiçbir devletin harp gemisi geçemeyecekti.

Böylece Rusya, Karadeniz'de kendisini emniyete alıyordu.

Adı geçen Türk-Rus Andlaşması, Osmanlı Devleti'nin Boğazlarla ilgili mutlak hâkimiyet hakkını yitirmeye bir başlangıç teşkil etti.

 

Napolyon, Çar I. Paul'e 1801'de İngiltere'yi Akdeniz ve Hindistan'dan kovmak için teklifte bulundu. Çar bu teklife, Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması karşılığı olumlu cevap vermişti.

…taslağa kesin şekil verilmeden I. Paul Mart 1801'de öldü.

 

Osmanlı Devleti, devam eden Napolyon tehlikesi sebebiyle Türk-Rus İttifak Andlaşması'nı 24 Eylül 1805'de dokuz sene müddetle yeniledi.

 

Napolyon'un en sâdık generallerinden Horace Sebastiani'yi İstanbul'a büyükelçi olarak ataması ve bunun Bâbıâli'ye verdiği güven üzerine Osmanlı Devleti, Boğazlar'ı Rusya'nın harp gemilerine kapattı.

 

Rusya, Boğazlar'ı harp gemilerine yeniden açmak için 16 Ekim 1806'da Osmanlı Devleti'ne harp ilân etti.

 

Osmanlı tarihinde ilk kez yabancı bir devletin donanması Çanakkale Boğazı'm zorla geçerek 24 Şubat 1807'de İstanbul önlerine demirliyordu. Bu donanma, İngiliz donanması idi.

 

İstanbul'un müdâfaası için Fransız Büyükelçisi General Sebastiani derhal devreye girdi.

İngiliz donanması, İstanbul önlerine demirleyince şu isteklerde bulunmuştu: Sebastiani, bütün sefaret heyeti ile birlikte kovulacak; Osmanlı harp gemileri ve Çanakkale garnizonu İngilizler'e teslim edilecek

 

İngilizler, bu sert tutum karşısında 1 Mart 1807'de geri çekilmek zorunda kaldılar. İngiliz donanması, Çanakkale Boğazı'ndan Türk ateşi altında güçlükle geçerek Bozcaada önlerine demirledi.

 

Fransa'nın Rus ordusunu Haziran 1807'de Fridland'da mağlup etmesi ve Ruslar'ın anlaşma isteği, I. Napolyon ile Çar I. Aleksandr'ı Tilsit'te bir araya getirmişti. Bu sırada Türk-Rus harbi devam ediyordu.

 

Napolyon Türkiye'nin paylaşılması karşılığı, Rusya’yla İngiltere'ye yönelik ittifak yapmak istiyordu.

 

İki İmparator, İstanbul ve Boğazlar üzerinde anlaşamayınca, Türkiye'yi paylaşımı gündemden çıkararak 8 Temmuz 1807'de Tilsit Andlaşması'nı imzaladılar.

 

Paylaşımın ön görüşmeleri, Fransa'nın Petersburg Büyükelçisi Caulaincourt ile Rusya Dışişleri Bakanı Kont Rumiantsov arasında Mart 1808'de Petersburg'da başladı.

İstanbul ve Boğazlar sebebiyle, Osmanlı'nın taksim edilemeyeceği ortaya çıkmıştı.

 

Napolyon, İstanbul'un stratejik önemini en çok takdir eden devlet adamlarından birisi olmuştu. "Büyük Napolyon, İstanbul'u eline alan birinci sınıf bir devlet, bütün cihanın hâkimi olur" diyordu. Saint-Helene Adası'nda yazdığı hatıralarında ise, şunlardan bahsediyordu: "Türk İmparatorluğu'nu Rusya ile paylaşabilirdim. Mesele aramızda birkaç defa konuşuldu. İstanbul onu her defasında kurtardı. Bu başkent, büyük gaile, meselenin gerçekten mihenk taşı idi. Bu şehir, bir cevherdir. Öyle bir cevherdir ki, bir imparatorluğa değer. Ona sahip olan dünyayı idare eder." / s. 51

 

(Rus Fransız yakınlaşması) Osmanlı Devleti ile İngiltere'yi birbirine yaklaştırmıştı.

İki devlet arasında 5 Ocak 1809'da ittifak andlaşması imzalandı.

Boğazlar'ın sulh zamanlarında bütün devletlerin harp gemilerine kapatılması kararına varılıyordu.

 

1809 Türk-İngiliz Andlaşması, Boğazlar'ın statüsünde yeni bir dönüm noktası oldu. Adı geçen andlaşma ile Türkiye, Boğazlar'ın bütün devletlerin harp gemilerine kapatılmasını İngiltere'ye kabul ettiriyordu. "Şimdiye kadar sırf kendi iradesiyle, hiç kimseye danışmaksızın hareket eden İstanbul, Boğazlar'ın harp gemilerine kapalılık ilkesini İngiltere'ye taahhüt etmekle, Boğazlar Meselesi'ni sırf bir Osmanlı meselesi olmaktan çıkararak kendi isteğiyle beynelmilel bir mesele şekline dönüştürmüştür. / s. 54

 

Bu andlaşma ile Boğazlar tarihinde Osmanlı Devleti'nin mutlak hâkimiyet devri bir daha geri gelmemek üzere kapandı

 

Bükreş Andlaşması'yla, Kuzeybatı Karadeniz cihetinden Özi Nehri ile Prut Nehri arasındaki Besarabya ülkesi, Hotin, Bender, Kili, Akkerman ve İsmail kaleleri Ruslar'a bırakılmakla, Rusya'nın Karadeniz'deki konumu daha da kuvvetlenmişti. Ayrıca Ruslar, Kili Boğazı'na sahip olmakla, Tuna Nehri'ne ayak basmışlar,

 

Rusya 1812 Bükreş Andlaşması'nı müteakip Boğazlar üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için 'Yunan Meselesi"ni ihdas etti.

 

Rusya, Ortodoks cemaatleri ihya etmek mazeretini uydurarak Odesalı iki Rum ve bir Bulgar'a 'Etniki Eterya' cemiyetini kurdurmuştu. Cemiyet'in kurucusu, Rus Çarı, faal başkanı da Çar'ın yâveri Aleksandr İpsilanti idi."

Etniki Eterya, 1821'de isyanı başlattı.

 

Rusya ve İngiltere arasında 1826'da Petersburg'da Yunan istiklâlini hedef alan bir andlaşma imzalandı.

İngiltere, bundan böyle Hristiyan toplumlar ve ülkelerin Türkiye'den kopmasına destek vermeye başladı. Bunun ilk örneği, Yunanistan'ın bağımsızlığına kavuşması oldu.

 

1828'deTürk-Rus harbi başlayınca, Osmanlı Devleti yeniliyor, Rus orduları Edirne'ye kadar geliyordu.

İngilizler bir ihtiyat tedbiri olarak donanmalarını Akdeniz'e göndermişler, Ruslar, İstanbul ve Boğazlar'ı işgale kalkışırlarsa, bu donanma onlara karşı koyacaktı.

1829'da imzalanan Edirne Andlaşması'yla Yunanistan'a muhtariyet, ardından da 1830'da bağımsızlık verildi…

 

1828 Türk-Rus Harbi'nden Osmanlı Devleti iyice hırpalanmış olarak çıkmıştı. O derece zayıf düşmüştü ki, neredeyse devlet yıkılmak, imparatorluk dağılmak üzere idi. Bu sebepten Çar I. Nikola, Osmanlı Devleti'ne "ölmekte olan hasta adam" adını takmıştı.

 

II. Mahmut, Yunan İsyanı'nı bastırması karşılığı Cirit ve Mora valiliklerini Mısır valisi M. Ali Paşa'ya vererek ondan yardım istemişti. Yunanistan bağımsızlığına kavuşunca, M. Ali Paşa adı geçen valiliklere sahip olamamış, bunlara karşılık, Suriye Valiliği'ni istemişti.

 

Mısır kuvvetleri Konya'ya geldiği sırada Rusya hemen harekete geçti. Çar, özel elçisi General Mouraiev'i Sultan'ın nezdine göndererek, kendisine yardımcı olacağını bildirdi. Mouraiev, bununla da kalmadı; Mısır'a gelerek M. Ali Paşa'yı Konya'dan daha ileriye gitmemesi için uyardı.

 

M. Ali Paşa'nın İstanbul'a yerleşmesine İngiltere'de karşı idi.

İngilizler, Fransa'nın desteğindeki M. Ali Paşa'nın zaferini, kendilerinden alınmak istenen "Napolyon'un intikamı" olarak görüyorlardı.

 

Mısır kuvvetleri ilerleyip Kütahya'yı da eleğe çirince, II. Mahmut'u iyice korku sardı. Yardım için hazır olduğunu bildiren Rusya'ya evet demek zorunda kaldı. Rus filosu, 20 Şubat 1833'de İstanbul'a geldi.

 

Rus filosunun İstanbul'a gelişi, Fransa ve İngiltere'yi dehşete düşürmüştü.

M. Ali Paşa, 9 Mart 1833'de Bâbıâli'ye bir ültimatom vererek, Suriye ve Adana valiliklerinin kendisine bırakılmadığı takdirde İstanbul üzerine yürüyeceğini bildirdi.

İngiltere ve Fransa, Sultan'ı M. Ali Paşa ile anlaşmaya zorladılar. 7 Mayıs 1833'de Kütahya Andlaşması imzalandı. Suriye ve Adana valilikleri M. Ali Paşa'ya verilince ortalık yatışır gibi oldu.

 

I. Nikola, Kont A. F. Orlov'u 5 Mayıs 1833'de İstanbul'a olağanüstü elçi olarak göndermişti. Görüşmeler sonucu, 8 Temmuz 1833'de "Hünkar İskelesi Andlaşması" adıyla anılan 8 yıl süreli bir andlaşma imzalandı. Andlaşmayı müteakip Rus filosu 10 Temmuz'da İstanbul'u terketti.

Adı geçen andlaşmanın en dikkat çekici yönü gizli maddesi idi. Buna göre, Rusya ve Türkiye, bir devletin saldırısına uğramaları halinde birbirlerine yardım edeceklerdi.

Bunu duyan İngiltere ve Fransa ateş püskürüyordu. İngiltere, adı geçen andlaşmayı 1809 Türk-İngiliz Andlaşması'nın feshi olarak değerlendirdi.

 

(Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı’yı korumak üzere) İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya arasında 15 Temmuz 1840'da dörtlü bir andlaşma yapıldı.

14 Ağustos 1840'da Beyrut'a gelen İngiliz, Osmanlı ve Avusturya donanmaları karaya asker çıkarmaya başladılar.

M. Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 2 Kasım 1840'da Suriye'yi terk etti. M. Ali Paşa, Mısır valiliği ile yetinmek zorunda kaldı.

 

Mademki Rusya, Boğazlar'dan kendisi harp gemilerini geçiremeyecekti, başka devletleri de geçirmemeli, zayıf Türkiye "Boğazlar'ın bekçisi" olarak bırakılmalıydı.

Boğazlar'a yeni statüsünü veren andlaşma, 13 Temmuz 1841 'de Londra'da Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Purusya'nın katılmasıyla imzalandı. Buna göre, Türkiye sulh zamanında Boğazlar'ı bütün devletlerin harp gemilerine kapatacaktı. Böylece Boğazlar rejiminde "kadim usûl" e dönülüyordu. Harp zamanında ise, Osmanlı Devleti, Boğazlar'ı menfaati bakımından uygun gördüğü devlet veya devletlerin harp gemilerine açabilecekti. Böylece Rusya'nın Hünkar İskelesi Andlaşması ile Boğazlar üzerinde sahip olduğu "inhisar" ortadan kalkıyordu.

 

1798, 1809 ve 1833 andlaşmalarıyla Boğazlar'daki Türk hâkimiyeti iki taraflı andlaşmalarla tahdit edilmişti. 1841 Andlaşmasıyla, bu iki taraflılık "çok taraflılık" a dönüştürülerek, Boğazlar'dan geçiş, milletlerarası kaidelere bağlı hale getiriliyor, Türkiye'nin hâkimiyet hakkı iyice sınırlandırılıyordu.

 

Devlet kapamak vazifesini deruhte etmişti; fakat açmak hakkına mâlik değildi. Bu da hakikaten Padişah'ın hâkimiyet hakkına bir darbe idi.

 

Lord Palmerston, Rusya'nın tehditleri karşısında Ortadoğu'da İngiliz menfaatlerini korumak için Osmanlı Devleti'nin yaşatılmasını gerekli görüyordu. Adı geçen devletin yaşaması, ancak reformlarla güçlendirilmesi sonucu gerçekleşebilirdi. Bu sebeplerden ıslahatı esas alan "1839 Tanzimat Fermam" İngiliz etkileri sonucu ortaya çıktı.

İngiltere, 1839'dan itibaren Osmanlı ordusunu ıslah için subaylar göndermeye başlamıştı (s. 71).

 

I. Nikola, Türkiye reformlarla güçlenip, Rusya'ya kafa tutacak hale gelmeden önce onu Büyük Devletlerle pazarlık konusu yaparak paylaşmayı aklına koymuştu.

Bu uğurda ilkin Avusturya'ya açıldı.

Avusturya'dan yüz bulamayan I. Nikola'nın İngiltere'ye yaklaştığı görüldü.

 

Çar I. Nikola, 1843'den beri Büyük Devletler'e yaptığı paylaşım teklifleri sonucu şunu görmüştü: Bunlar, Osmanlı İmparatorluğumun dağılmasına asla razı değiller. Üstelik onu, reformlarla güçlendirip Rusya'nın Güney'e doğru yayılmacılığına karşı bir "sed" veya "tampon" devlet statüsünde tutmak istiyorlar.

 

Osmanlı Devleti Rusya'ya 8 Ekim 1853’te harp ilân etti.

30 Kasım 1853'de Sinop'ta Osmanlı filosunun Ruslar tarafından yakılması, Türk-Rus Harbi'nin önemli bir dönüm noktası oldu. "Bu olayın önemli yanı, bu harekete girişen Ruslar'ın barbarlığı değil, müttefik donanmasına rağmen böyle bir teşebbüse girişilmiş olmasıdır. Üstelik, müttefik donanmasının da Türk topraklarını savunma amacıyla mevzi aldıkları Ruslar'a bildirilmişti.

Bu sebepten İngiltere ve Fransa, Sinop'taki saldırıyı, aynı zamanda kendilerine yapılmış bir saldırı olarak görüyorlardı.

Viyana'da yeniden biraraya gelen İngiltere, Fransa, Avusturya ve Osmanlı devletleri, 20 Ocak 1854'de bir deklerasyon yayınla- yarak, Rusya'dan Eflak ve Boğdan'ı boşaltmasını, tarafsız bir şehirde sulh görüşmelerine başlanılmasını istediler. Reddedilince, İngiltere ve Fransa 27 Şubat'ta Rusya'ya ültimaton verdiler. 12 Mart'ta adı geçen devletler, Osmanlı Devleti ile ittifak andlaşması imzaladılar. Buna, 14 Haziran'da Avusturya da katıldı. Müttefikler, 28 Mart'ta Rusya'ya harp ilân edince “Kırım Harbi" başladı.

 

İngiltere'nin görüşüne göre, Sivastopol tabyaları yerle bir edilmedikçe, kavganın sağlam bir sonuca bağlanmasına imkan yoktu.

 

Sivastopol sonunda 10 Eylül 1855'de düştü.

 

Mustafa Reşit Paşa: “Devlet-i Aliye İstanbul'u değil, İstanbul Devlet-i Aliye'yi koruyor" sözlerini sarf etmişti.

 

30 Mart 1856'da Paris Andlaşması imzalandı. Andlaşmaya göre, 1841 Londra Boğazlar Andlaşması yeniden onaylanıyordu.

 

Andlaşma ile Besarabya Rusya'dan geri alınarak Türkiye'ye verilmiş, bu suretle Rusya Tuna'dan da uzaklaştırılmıştı.

 

Rusya, Paris Andlaşması'nı Kırım Harbi yenilgisinin ağır şartları altında istemeyerek imzalamıştı. İlk fırsatta onu bozup, lehine ortam meydana getirmenin şartlarını aramaya başladı.

 

Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde iç isyanlar çıkarıp, bunları kendi lehinde kullanmaya çalıştı.

 

1858 ve 1862'de Karadağlılar'ın Osmanlı Devleti'ne saldırıları, 1861 Sırp, 1866 Girit isyanları, hep Rusya'nın başı altından çıktı.

 

Paris Andlaşması'nın en büyük garantörlerinden Fransa'nın Almanya'ya 1 Eylül 1870'de Sedan'da yenilmesi verdi. Karadeniz'i tarafsızlıktan kurtarmak uğrunda sabırsızlanan Çar II. Aleksandr için (fırsat oldu)

Paris Andlaşması'na taraf devletler Londra'da bir araya gelerek, 13 Mart 1871'de Karadeniz'in tarafsızlığını ortadan kaldıran "Londra Andlaşmas"nı imzaladılar.

 

Rusya, Boğazlar'ı ele geçirmek uğrunda 1871 Londra Andlaşması'nı müteakip Panislavizm cereyanından azamî derecede faydalanmış, bu uğurda Bosna-Hersek İslavları ve Bulgarlar'ı Osmanlı Devleti aleyhine tahrik ederek isyanlara sebep olmuştu. Bu isyanlara bir son vermek ve adı geçen bölgelerde islahat yapmak için Aralık 1876'da Büyük Devletler'in katılmalarıyla İstanbul'da bir konferans toplanmıştı. Konferans'ta insiyatifi ele alan General İgnatiyef, Bâbıâli'yi güç durumlarda bırakıp, onu uzlaşmaz göstererek Türkiye'yi Avrupa'dan tecrit politikası takiple Osmanlı Devleti'ne karşı harp ortamı aramıştı. Nihayet bunu başarmış, Türkiye, Nisan 1877'de Rusya ile harbe tutuşmuştu.

 

Ruslar'ın Tuna'yı geçip Balkanlar'ı işgale girişmesi İngiltere'yi korkuttu.

30 Haziran'da İngiltere'nin Akdeniz donanması İzmir Körfezi'ne hareket emri aldı.

13 Aralık'ta Plevne, 20 Ocak’ta Edirne düştü.

İngiliz donanması Çanakkale Boğazı girişinde bekliyordu.

Ruslar, adı geçen donanmanın Marmara'ya girmesi halinde İstanbul'u işgal edeceklerini bildirdiler. İngilizler donanmalarını, "İstanbul'daki tebaalarını korumak" amacını ileri sürerek 12 Şubat 1878'de Marmara'ya soktular. Donanma, Sarayburnu önlerinde demirledi. Buna kızan Ruslar, Edirne'den İstanbul'un varoşu Ayastefanos'a (Yeşilköy) kadar gelmişlerdi.

 

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 3 Mart 1878'de imzalanan Ayastefanos andlaşması, harbin galibi Rusya lehine maddeler taşıyordu. Andlaşma sonucu, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlığına kavuşuyordu. Tuna'dan Ege Denizi, Karadeniz'den Sırbistan sınırına kadar uzanan, Osmanlı Devleti'ne muhtariyet idaresi ile bağlı “Büyük Bulgaristan Prensliği" kuruluyordu (s. 91).

 

Türkiye, Balkanlardaki topraklarını Arnavutluk dışında bütünüyle kaybediyor, bu cihetten Boğazlar "sıkboğaz" haline geliyordu. Doğu Anadolu'da da Batum, Kars, Ardahan ve Bayezid Ruslar'a bırakılmıştı.

 

İngiltere Rusya'ya 1 Nisan'da verdiği notada Ayastefanos Andlaşması'nı tanımadığını bildirdi.

 

Avusturya da, Rusya "Büyük Bulgaristan'la "Viyana'dan Selânik'e" yolunu kapattığı için Ayastefanos Andlaşması'na karşı çıkmıştı.

 

İngiltere ve Avusturya ile savaşı göze alamayan Rusya, Alman Başbakanı Bismark'ın teklifini kabul ederek, adı geçen andlamayı tadil için Berlin'de bir konferans toplanmasını kabul etti.

Ayastefanos Andlaşması, büyük ölçüde Rusya'nın Karadeniz ve Boğazlar üzerindeki nüfuzunu kıracak şekilde tadil edildi. Bu babtan olarak, "Büyük Bulgaristan Prensliği" üçe bölünüyordu: "Makedonya" adıyla anılan Ege Denizi ile Balkan Dağları arasındaki alan Osmanlı Devleti'ne geri veriliyordu. Böylece Rusya, Ege Denizi'nden uzaklaştırılıyordu. Yine Boğazlar'ı "sıkboğaz" olmaktan kurtarmaya yönelik olarak "Şarkî Rumeli"ye muhtariyet veriliyordu. "Muhtar Bulgaristan Prensliği", Tuna ile Balkan Dağları arasındaki alana sıkıştırılmıştı. Rusya, Doğu'da Eleşkirt ve Bayezıd'ı boşaltacaktı. Boğazlar'ın eski statüsü korunacaktı.

 

İngiltere Rusya'nın Doğu Anadolu üzerinden İskenderun ve Basra körfezlerine, Ortadoğu petrol bölgesine inmesini önlemek için nüfuzunda bağımsız bir "Ermeni Devleti" kurmak için kollarını sıvamış, bu uğurda şiddet olayları da dahil her yola başvuran faaliyetler geliştirmişti.

 

Boğazlar'ı işgal planları yapan Rusya'nın, ileride buraları rahatlıkla ele geçirebilmek için tahkim edilmesine karşı çıktığı görüldü.

İngiltere de, İstanbul Boğazı'nın tahkimine razı olduğu halde, Çanakkale Boğazı'nın tahkimine muhalefet ederdi."

 

…böylece Rusya ile büyük bir mesele çıkarmamak için Karadeniz Boğazı istihkamlarına 35 sene kadar bir müddet hemen hiç el sürülmemiştir.

 

1905 Haziran'ında Rusya'nın Karadeniz filosundan Potemkin Zırhlısı personeli isyan etmişti. Zırhlı, Odesa limanını topa tutmuş, Romanya'nın Köstence limanında görünmüştü. Karadeniz'de serserice dolaşıyordu (Padişah II. Abdülhamit ancak bunu gerekçe göstererek Boğazlara tahkimat yaptırabildi).

 

Alman tehlikesi sebebiyle, 1907'de İngiltere-Rusya İttifak Andlaşması'nın imzalanması, Rusya'yı Boğazlar'a sahip olmak uğrunda ümitlendirmeye başlamıştı.

 

Rusya Hariciye Nâzırı İsvolsky, 2.7.1908'de Avusturya hükümetine bir teklif yazısı gönderdi. Yazıda, Bosna-Hersek ve Yeni Pazar'ın (Sancak) Avusturya'ya ilhak edilmesi karşılığı Boğazlar'ın Rusya'ya bırakılması talep ediliyordu.

 

İki ülkenin hariciye nâzırları 15.16.1908'de Buchlov şehrinde bir araya gelerek müzâkerelere başladılar. Avusturya, Bosna-Hersek'i alması karşılığı Boğazlar rejiminde Rusya lehine değişiklik yapılacağına dair teminat vermişti.

 

Avusturya'nın Rusya'ya haber vermeden 6 Ekim 1908'de Bosna-Hersek'i ilhakı bu devleti kızdırdı. Sırbistan, Bosna-Hersek'te kendisinin de gözü olduğu için Avusturya'ya cephe almıştı. I. Dünya Harbi'nin ilk kıvılcımını, bu Avusturya-Sırbistan çekişmesi yakacaktır.

 

Rusya'nın Boğazlar konusunda pazarlığa oturduğu devletlerden birisi de İtalya oldu.

1909 Ekim'inde iki devlet arasında Racconiği Andlaşması imzalandı. Andlaşmaya göre, İtalya, Rusya'nın Boğazlar üzerindeki emellerini tanıyor, buna karşılık Rusya da İtalya'nın Trablusgarp'la ilgili emellerine karşı çıkmayacağını taahhüt ediyordu.

 

Rusya, Balkanlar'a daima Boğazlar'a bir atlama tahtası olarak bakmıştır. Bu babtan olarak XX. asrın başlarında Rusya, Boğazlar Meselesi'ni kendi lehine halledemeyince, yeniden Balkanlar'ı karıştırarak, bu yolla Boğazlar'a yerleşme faaliyetlerine başladı.

 

Neopanislavistler'in Balkanlar'daki hedefi, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek'i içerisine alacak şekilde bir "İslav Birliği" kurmaktı. 1912'de "Balkan Harbi"ne sebep olacak olan, bahsedilen birlik ruhundan doğan "Balkan İttifakı", Rusya'nın Belgrad Büyükelçisi N.G. Hartving'in gayretleri sonucu 13 Mart 1912'de Sırbistan ve Bulgaristan arasında imzalanan bir andlaşmayla ortaya çıkmıştı. Bu ittifaka Yunanistan 29 Mayıs 1912'de katılmış, Karadağ tarafından da gayri resmî olarak desteklenmeye başlanmıştı. Balkan İttifakı'nın birinci hedefi, Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'dan tasfiyesi idi (s. 106).

(Rusya Balkan Harbi sırasında) İstanbul'u işgal etmeye çalışacaktı. Fakat Türk ordusunun başarısızlığa uğrayarak Çatalca'ya çekilmesi ve Bulgarlar'ın da çok çabuk olarak Çatalca yakınlarına gelmeleri, hesapları alt-üst etmişti.

 

Harp, 8 Ekim 1912'de Karadağ'ın saldırısıyla başladı. Ardından Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan da Türkiye'ye harp ilân ettiler.

 

Edirne'nin Bulgarlar eline geçmesini müteakip Bulgar birliklerinin İstanbul'a doğru ilerlemesi, Rusya'yı iyice dehşete düşürmüştü.

…tehditler karşısında Bulgarlar, Çatalca'dan daha ileriye gidemediler.

 

Rusya'ya gücenen Bulgarlar, Almanya taraftarı bir politika takip etmeye başladılar.

 

Tarihte, "Almanya" adıyla anılan bir devlet 1871'de ortaya çıkmıştı. Bu tarihten önce Alman ülkesi, 39 dükalığa ayrılmıştı. Bunların en büyüğü ve güçlüsü başkenti Berlin olan "Prusya" idi.

 

Almanya, birliğini kurup sanayi ve ticarette büyük gelişme gösterince, dünyaya açılma politikası takibe başlamış, bu politika 1880'li yıllarda sarih olarak ortaya çıkmıştı.

Weltpolitik, Alman sömürgeciliğinin adı olmuş, Osmanlı İmparatorluğu da Almanya'nın ekonomik, siyasî ve askerî yayılma alanı haline gelmişti.

 

XX. asrın başlarına gelindiğinde bütün dünya sömürgeci Büyük Devletler tarafından paylaşılmış, paylaşılmayan birkaç alandan birisi olarak Osmanlı İmparatorluğu kalmıştı.

 

İtilaf ve İttifak devletleri arasında ilk çatlak Limon von Sanders'in İstanbul ve Boğazlar'ı savunmakla görevli I. Kolordu'ya komutan olarak atanması sonucu ortaya çıktı. Rusya, Boğazlar'da Almanya'nın nüfuz ve kullanımında güçlü bir Türkiye istemediği için olayı ilk protesto eden devlet oldu. İngiltere ve Fransa da ona katılınca, Osmanlı Devleti bu baskı karşısında Sanders'i yukarıdaki görevinden alarak I. Ordu Müfettişliği'ne atadı.

 

Rusya Hariciye Nâzırı Sazanof, Kasım 1913'de Çar'a verdiği bir memorandumda,

Boğazlar'ın kuvvet yoluyla işgalini istiyordu.

“Avrupa Harbi” veya "Genel Harp"in Rusya'nın işini iyice kolaylaştıracağı üzerinde duruluyordu.

 

Eylül'ün 26'sında Bir Türk torpidobotu Boğaz ağzında dolaşmakta olan İngiliz filosu tarafından çevrildi. Mürettebat içinde Alman gemicileri olduğu görülünce gemi geriye, Türkiye'ye gönderildi. Bu haber işitilince, Weber Paşa denilen ve müstahkem mevki kumandanlığı yapmakta olan bir Alman paşası, kendiliğinden Çanakkale Boğazı'nı kapattı.

Boğazlar, uluslararası bir andlaşmayla tarafsızlarca olduğu gibi, savaşan devletlerce de serbest olarak kullanılabilecekti. Burada beynelmilel nakliyata engel olma, bir harp hareketi sayılıyordu.

 

Rusya'nın hayat yolu kesilmişti. Birkaç hafta içinde Karadeniz'den gelen Rus buğdayı yüklü gemiler Haliç'te tutuldu...

 

28 Haziran 1914 / Büyük Savaşın fitili ateşlendi…

28Temmuz / Avusturya Sırbistan'a saldırıyor

1 Ağustos / Almanya Rusya'ya harp açtı, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya saldır

5 Ağustos / İngiltere Almanya'ya harp ilân etti.

 

Osmanlı donanmasına 29 Ekim 1914'de Rusya'nın Odesa ve Novorossisky limanlarını bombalaması üzerine Rusya, Osmanlı’ya harp ilân etti.

 

Müttefikler Boğazlar Meselesi'ni Eylül 1914'de gündeme getirdiler. Fransız ve İngiliz Büyükelçileri'ne Türkler'in artık Asya'ya çekilmeleri veya İstanbul'un Tanca gibi serbest bir şehir olması, Rusya'nın Büyükdere'de bir üssünün bulunması gerektiği yolunda sözler söyler ve bu iş üzerinde görüşmelere başlamak isteğini gösterirler (s. 122).

 

…bütün İngiliz ve Fransız girişimlerinde, Boğazlar'ın ancak Alman yenilgisi sonucu Ruslar'a verilebileceği üzerinde duruluyordu.

 

Ruslar Mart 1917'de İstanbul Boğazı'na ve hiç olmazsa Sakarya Irmağı ağzına yakın bir yere asker çıkarmak ister. Bunun için dokuz tümen (130 bin kişilik) bir askerî birlik hazırlanır. Hazırlıklar devam ederken 12 Mart 1917'de Komünist ayaklanma başlar ve rejim yıkılır.

 

BOĞAZLARIN BEYNELMİLELLEŞTİRİLMESİ (1918-1936)

Harbin galipleri İtilaf Devletleri'nden İngiltere ve Fransa idi. Komünistler, harp devam ederken Rusya'yı harpten çekmişlerdi.

Mondros Mütarekesi (Ateşkes Andlaşması) ile Boğazlar bu devletlere terkediliyordu.

 

"Wilson Prensipleri"nin 12. maddesinde Boğazlarla ilgili olarak şunlar yer alıyordu: "Çanakkale Boğazı devamlı surette açık tutulacak ve uluslararası garantiler altında bütün milletlerin gemileri ve ticareti için serbest bir geçit teşkil edecektir."

Bundan sonra, Batı'da Boğazlar'ın statüsünü de belirleyen Sevr ve Lozan Andlaşmaları bu prensip doğrultusunda tanzim edilecektir.

İngiltere, Boğazlar üzerinde ABD mandasının kurulmasını Başkan Wilson'a teklif etmişti. "Bunun bir tek nedeni vardı. Bu, Avrupa devletleri arasındaki büyük rekabetti." İngiliz tekliflerinde yer aldığı üzere, Boğazlar, Amerikan manda idaresinde, 18 Kasım 1901 'de kabul edilen "Panama Kanalı Prensiplerine göre yönetilecekti. Buna göre, Boğazlar "barışta ve savaşta bandıralar arasında bir fark gözetilmeksizin harp ve ticaret gemilerinin serbest geçişine" açık olacaktı. ABD, manda idaresini kabul etmeyince, İngiltere, bu sefer Boğazlar'ı "Milletler Cemiyetinin idaresine vermeyi sağladı (s. 135).

 

28 Ocak 1920'de bir "Misak-ı Millî" yayınlandı.

 

İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlarla birlikte Boğazlar'da Milletler Cemiyeti'nin manda idaresini kurmak için 20 Mart 1920'de İstanbul'u işgal ettiler.

 

Sevr Andlaşmasının 37. maddesi Boğazlarla ilgiliydi. Maddede, Boğazlar'ın barış ve savaşta, m illiyet farkı gözetilmeksizin bütün ticaret ve harp gemileri, askerî ve ticarî uçaklara açık olacağı, ablukaya alınmayacağı, Milletler Cemiyeti Meclisi kararlarının icrası haricinde Boğazlar'da harp hali hakkı kullanılmayacağı, hiç bir düşmanca harekete başvurulmayacağı hususları yer alıyordu.

 

Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul ve Boğazlar'ın Yunanistan'a verilmesi uğrunda var gücüyle çalışanlardan birisi de İstanbul'daki Fener Rum Patriği L. Dretheos olmuştu.

 

Ordumuz, 11 Eylül 1922'de de Çanakkale ve Üsküdar'a kadar gelmişti. Tam bu sırada İngiltere, T.B.M.Meclisi Hükümeti'ne bir nota vererek, Türk ordusunun Boğazlar cihetinden "Bağımsız Bölge"ye girmemesini istedi. Bu durum karşısında Sovyet Rusya da İngiltere'ye 13.9.1922'de bir nota vererek, Boğazlar rejimini düzenleyen tek milletlerarası andlaşmanını 1921 tarihli Moskova Andlaşması olduğunu hatırlatıyor, Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan işin içinde olmadan Boğazlar Meselesi'nin çözümlenemeyeceğini bildiriyordu.

 

Lord Curzon, sulh muahedesinin aktinde birinci derecede rol oynamış olan İngiliz diplomatıdır.

İngilizler, Boğazlar'ı başlıca İngiliz Meselesi olarak kabul ediyorlar ve Boğazlar'ın kendilerine, harp gemilerine açık bulunmasını istiyorlar. Cihan Harbi sonunda Boğazlar zâten tahrip edilmiş, İngilizler'in eline geçmiş, gayri askerî hale sokulmuş durumda. Bu durumun devamını İngilizler, konferansın esas şartı saymak kararında görüyorlar.

 

Sovyet Rusya'nın Boğazlar tezi:

Bu tez, daha Lozan Konferansı başlamadan Ekim 1922'de Lenin tarafından Observer ve Manchester Guardian gazeteler; muhabirlerine verdiği beyanatta açıklanmıştı.

Birincisi: Türk ulusal isteklerinin yerine getirilmesi,

İkincisi: Bizim programımız, Boğazlar'ın, gerek barışta, gerek savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması temeline dayanmaktadır.

Üçüncüsü: Boğazlar'la ilgili bizim programımız, deniz ticareti filolarının tam bir serbestliğini savunmaktır (s. 143). / Semen İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, Çev: H.A. İdiz, Birey-Toplum Yy., Ankara, 1985, s. 216

 

Sovyetler Birliği iç savaşlardan yeni kurtulmuş, dünya devrimi beklentileri boşa çıkmıştı. Devrimi Rusya'da yerleştirme çabasındaydı. En önemli amaç, gerçekleştirilen devrimi korumaktı. Bunun için kara ve deniz sınırlarında güvenliği artırmak gerekli idi.

 

Fransızlâr, Bulgarlar, Yunanlılar ve Romenler İngiliz tezini destekliyorlardı.

 

Boğazlar Meselesi, İngiltere ve Müttefiklerinin istekleri doğrultusunda çözümlendiği halde taraflarca 24.7.1923'de imzalandı. Sovyet Rusya delegeleri, adı geçen meselenin hallinin aleyhlerine olduğunu ileri sürerek imzalamadılar. İngiltere ve müttefikleri ile harp yapacak durumda bulunmadıkları için sonunda onlar da 14 Ağustos günü Lozan Andlaşması'nın "Boğazlar Sözleşmesi"ni Roma'da imzaladılar.

 

1936 MONTREUX BOĞAZLAR ANDLAŞMASI

İngiltere, Alman tehlikesi karşısında fazla direnememişti. Genelde, Türkiye'nin tezi bazı tadilâtlarla kabul edilerek onaylandı. 29 maddeden ibaret Mondreux Boğazlar Andlaşması 20 Temmuz 1936'da Türkiye, İngiltere, Fransa, S. Rusya, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalandı.

 

Sovyet Rusya: Mondreux Konferansının çalışmalarını sonuçlandıran yeni Boğazlar Andlaşması'nın imzalanması Sovyet diplomasisinin Mondreux'da, sadece S. Birliği'nin çıkarları açısından değil, aynı zamanda barış açısından da ısrarla savunulan düşüncenin bir zaferidir (s. 156).

 

29 maddeden ibaret olan adı geçen andlaşma ana hatlarıyla şöyledir: Boğazlar Komisyonu kaldırılıyor, Boğazlar'ın askersizleştirilmesi ve tahkim edilmemesi hükümleri iptal ediliyordu. Ticaret ve savaş gemilerinin geçişleri yeni esaslara bağlanmıştı.

 

II. DÜNYA HARBİ'NDE BOĞAZLAR MESELESİ VE SOVYET RUSYA'NIN ÜS İSTEĞİ

18.3.1938'de Avusturya'nın Almanya'ya ilhakı, 14 Mart 1939'da Çekoslovakya’nın Almanya'ya bağlanması, Nisan'da İtalya'nın Arnavutluk'u işgali, "Barış Cephesinin ümitlerini yok etti. 22 Mart 1939'da "İngiltere-Fransa İttifakı" kuruldu. 6 Nisan'da da İngiltere ile Polonya arasında karşılıklı yardımlaşma paktı imzalandı. 1 Eylül 1939'dâ Almanya Polonya'ya saldırınca, İngiltere ve Fransa da Almanya'ya harp ilân ettiler. Böylece II. Dünya Savaşı başlamıştı.

 

15 Mayıs 1939'da Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında üçlü ittifaka bir başlangıç olmak üzere 15 Mayıs 1939'da bir deklerasyon yayınlanmış, Almanya bunu iyi karşılamamıştı.

 

Almanya'ya karşı görünen Sovyet Rusya'nın 23.8.1939'da onunla 10 sene müddetli bir saldırmazlık paktı imzalaması, başta Türkiye olmak üzere İngiltere ve Fransa'yı şaşkına çevirmişti.

…andlaşmayı müteâkip Polanya ve Baltık ülkeleri Almanya ve Sovyet Rusya arasında paylaşılmıştır.

Sovyetler'in bu tecâvüz hattı hareketi, Dünya efkâr­ı umûmiyesinde derin akisler tevlid etmiş ve Milletler Cemiyeti Konseyi, 14 Aralık'ta Sovyet Rusya'nın Milletler Cemiyeti'nden ihracına karar vermiştir.

 

 

Sovyet Rusya: kendisini en güçlü hissettiği bir zamanda 1939 güzünde Türkiye'den Boğazlar'ın statüsünün değiştirilmesini istedi…

Rusya'ya gelen Saraçoğlu, 21 Eylül 1939'da Dışişleri Bakanı Molotov'la görüşmelere başladı.

S. Rusya ile anlaşmaya varamayan Türkiye, 19 Ekim 1939'da İngiltere ve Fransa ile bir ittifak andlaşması imzaladı.

 

Sovyet Rusya, Boğazlar üzerinde ortak savunma istemekle, 1833 Hünkar İskelesi Andlaşması'ndan daha ileri derecede şartlar elde etmek istiyor, giderek Boğazlar'ı bütünüyle kontrolüne almak emeli taşıyordu.

 

18 Aralık 1940'da Almanya Yüksek Komuta Heyeti'ne Rus Savaş Planı'nın (Barbaros Harekatı) uygulanması için gerekli emirleri vermişti.

Sovyetler, 24 Mart 1941 'de Türkiye ile "Saldırmazlık Deklerasyonu" imzaladılar.

 

Almanya'nın 22 Haziran 1941'de S. Rusya'ya harp ilânı üzerine bu devlet, Türkiye'den daha emin olmak için Boğazlar'ın mevcut rejimini değiştirmek isteğinden vazgeçtiğini Ankara'ya bir kere daha bildirdi.

 

Türkiye, harbin sonuna kadar "tarafsızlık" politikası takip etti.

 

Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Churchill'e, "50 tümenimiz var, onu donatınız savaşa girelim" dedi. İngilizler, bunu yerine getiremeyecekleri için Türkiye'yi harbe girmeye zorlamaktan vazgeçtiler (s. 173).

 

II. Dünya Harbi'nde Almanya ve Japonya'nın yenilmesi S. Rusya'nın Balkanlar ve Kuzey İran'a yerleşmesi, tarihte ikide bir bu devletin karşısına dikilen İngiltere, Fransa ve A.B.D.'nin onunla müttefik olması, üstelik, Türkiye'nin askerî yönden zayıflığı, Boğazlar'ı ele geçirmek ve Türkiye'nin Doğu sınırında tadilat yapmak uğrunda S. Rusya'yı cesaretlendirmişti.

 

S. Rusya, Türkiye'den isteklerine bir başlangıç olarak Mart 1945'de izinle Türkiye'ye dönmekte olan Moskova Büyükelçimiz Selim Sarper'i kabulü sırasında ona, "günün şartlarına ve harbin getirdiği değişikliklere uymadığı için esaslı tadilleri gerektiren 7.9.1925 tarihli Türk-Sovyet Tarafsızlık Andlaşması'nın feshedildiğini bildirdi."

 

Molotov, Sovyet dostluğunun kazanmak için Türkiye'nin gereken fiyatı ödemesi lâzım geldiğini bildirdi.

Kars ve Ardahan vilayetlerini kendisine geri vermeli idi. İkinci şart olarak, Molotov, Türkiye'nin Akdeniz'den gelebilecek bir taarruza karşı Çanakkale Boğazı'nı başarı ile savunma kudretinden şüphe göstererek Sovyet kuvvetlerine Boğazlar'da üs verilmesini ve iki taraf arasında Montreux Andlaşması'nın tadili için bir prensip mutabakatına varılmasını istedi.

Selim Sarper, Molotov'un yukarıdaki isteklerine red cevabı verdi.

 

A.B.D. Başkanı Roosvelt, İngiliz Başbakanı Churchill ve S. Rusya Diktatörü Stalin arasında Tahran, Yalta ve Potsdam'da yapılan konferanslarda, harbin gidişatı ve harpten sonra dünyaya verilecek şekil görüşülmüştü.

 

10.2.1945'de Yalta'da: Roosvelt, Stalin'e verdiği cevapta, "Rusya, hiç sıkıntıya uğramadan Sıcak Denizler'e iniş serbestisini elde etmelidir" diyordu. Churchill'in cevabında ise, Montreux'un değiştirilmesinin kabul edildiği, yalnız, Türkiye'nin egemenlik ve toprak bütünlüğünün garanti edilmesi isteniliyordu. Müttefikler, Yalta'da Boğazlar rejiminin değiştirilmesinde mutabakata varmışlardı.

 

Bu gelişmeler karşısında Türkiye, İngiliz ittifakı ile Amerikan dostluğuna büyük önem vermeye başladı.

 

5 Nisan 1946'da dünyanın en büyük harp gemisi olan A.B.D.'nin Missouri Zırlısı'nın Amerika'da vefat eden Türk Büyükelçisi Münir Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a getirmesi olayı, S. Rusya tehdidi karşısında Türkiye'nin yüreğine iyice su serpti.

Her yılın 5 Nisan'ı A.B.D.'de "Ordu Günü" olarak kutlanır. Missouri Zırhlısı'nın İstanbul'a gelişi bu güne rastlıyordu.

 

…ilk Sovyet notası Ankara'ya 7 Ağustos 1946'da ulaştı. Nota'da (…) Boğazlar rejimi için (…) şartlar ileri sürülmüştü

24.9.1946'da ikinci Sovyet notası geldi. Nota'da, 7 Ağustos tarihli notadaki istekler aynen tekrarlanıyordu.

 

Türkiye'ye yönelik S. Rusya tehdidi, onu iyice "Amerikan kampına sokmuştu.

 

İnönü, Amerika'ya dayanabilmek için, lafla olsun demokrat görünmeye çalışıyordu. Demokrasi'den yana olduğuna dış âlemi de inandırmak zorunda idi (s. 196).

 

Dünya'da 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'na kadar Osmanlı Devleti birinci devletti. Yani, bugünkü anlamda dünyanın "Süper gücü" idi.

Osmanlı'nın birinci devlet oluşu, 1453'de İstanbul'un fethiyle başlamış, 1774'e kadar tam 321 yıl sürmüştü. 1774 tarihinden itibaren birinciliği İngiltere'ye kaptırdı.

İngiltere, 1774-1945 zaman diliminde dünyanın birinci devleti oldu. Adi geçen devlet, II. Dünya Harbi'ni müteakip sömürgelerden çekilmeye başlayınca birinciliği A.B.D.'ne bıraktı.

 

Tarihte, "dünyada birinci devlet olmak"ın en önemli şartlarından birisi, Ortadoğu'ya, özellikle bunun içinde yer alan üç kıta Asya, Avrupa ve Afrika'nın düğümlendiği Anadolu Yarımadası, onun birer parçaları İstanbul ve Çanakkale Boğazları'na hâkim olmaktan geçmiştir. Osmanlı'yı 321 yıl birinci devlet yapan özellik buralara hâkim olması idi.

 

I. Dünya Harbi sonunda Ortadoğu'daki Arap ülkeleri İngiltere'nin sömürgesi haline getirilince, petrol İngiltere'nin eline geçmişti.

Türk İstiklâl Harbi, İngiltere'nin Anadolu üzerine yaptığı yukarıdaki planları akim bıraktı. Fakat, Boğazlar, 1936'ya kadar "serbest bölge" olarak kalmaya devam etti.

 

Bir "ada ve deniz devleti" olması sebebiyle, varlığının devamı ve güçlenmesini denizler üstünde gören İngiltere, 1774'de birinci devlet olduğu yıllardan beri dünya hakimiyeti ideali uğrunda kendisinden başka hiçbir devletin güçlü donanma kurmasına izin vermemiş, I. ve II. Dünya Savaşları, Almanya'nın bu kaideyi bozma girişimlerinden kaynaklanmıştı (s. 199).

 

A.B.D. Başkanı Truman, 12 Mart 1947'de Kongre'de yaptığı konuşmada, Türkiye ve Yunanistan'a askerî yardım yapılmasını istedi.

"Truman Doktrini" çerçevesinde Türkiye ile A.B.D. arasında 12.7.1947 tarihinde "Türkiye'ye yapılacak yardım hakkında Anlaşması" imzalandı.

 

A.B.D. Başkanı Lyndon Johnson, adı geçen andlaşmanın 4. maddesini ileri sürerek Amerika'nın Türkiye'ye verdiği silahların Kıbrıs'ta Rumlar'a karşı kullanılamayacağı doğrultusunda 4 Haziran 1964'de Başbakan İsmet İnönü'ye bir mektup yazdı.

 

Türkiye, sırf Boğazlar sebebiyle XIX. asrın başlarından itibaren süper güçlerin sürekli nüfuz ve hâkimiyet mücadelelerine sahne olmuş, bu güçler, Türkiye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynamışlardır.

 

S. Rusya'nın Türkiye'nin NATO'ya girmesini engellemek uğrundaki tehditleri bir netice vermemiş, Türkiye'ye adı geçen ittifaka dahil olarak Batı Blok'u içinde yerini almıştı.

 

11 Nisap 1960'da Ankara'da yayınlanan bir Türk-Sovyet ortak bildirisinde, iki ülke arasında yüksek seviyede toplantı için temasların yapıldığı bildiriliyor, Başbakan Adnan Menderes'in Temmuz 1960'da Moskova'yı resmen ziyaret edeceği, Kruşçev'in de buna karşılık olarak Ankara'ya geleceği açıklanıyordu.

27 Mayıs 1960'da Demokrat Parti yönetiminin bir ihtilâlle alaşağı edilmesi üzerine Menderes'in S. Rusya'ya planlanan ziyareti gerçekleşmedi.

 

Rusya'da Komünizm çökünce, "Büyük Güç" olma ideali varlığını korumuş, bunun itici gücü ve beslenme kaynağı olarak "Slavizm-Ortodokizm felsefesi" yeniden diriltilmiştir.

 

Rusya, tarihi boyunca hep Batı'nın hesap hataları veya yanlış politikaları sonucu büyümüştür.

 

Vatan Yayınları, Kayseri, 1994







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder