Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ve son Denizcilik Bakanı,
Teşkilat-ı Mahsusa ve İttihat ve Terakki'nin önemli isimleri arasında yer almış
İhsan Eryavuz, yazdığı notlarda, Osmanlı Devleti'nin son dönemi ile Cumhuriyet'
in kuruluşunun ilk dönemlerine ait ciddi meselelerden bahsediyordu. Defterler,
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'ndaki Doğu Cephesi ve devletin son durumu ile
ilgili önemli bilgilerle birlikte, 1923 yılına kadar geçen sürede tartışılan
birçok konuyu da çarpıcı iddialarla tekrar gündeme getiriyor.
İHSAN ERYAVUZ KİMDİR?
1877 yılında İstanbul, Üsküdar'da doğdu
Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u (Topçu Harbiyesi)
bitirdikten sonra topçu subayı oldu.
Edirne'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kurdu
Osmanlı'nın son döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde
üyelik yaptı.
Birinci Dünya Savaşı'nda Onuncu Kolordu Topçu Kumandanı
olarak Erzurum ve civarında Ruslara karşı savaştı.
Teşkilat-ı Mahsusa ve Karakol Cemiyeti'nin önemli isimleri
arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1920 yılında Ankara'da kurulan
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 1. 2. ve 3. dönemlerde Cebelibereket
(Osmaniye) milletvekili olarak mecliste görev aldı. 1920 yılında ilk kez
kurulan İstiklal Mahkemelerinin kurucu başkanı oldu 1924'ten 1928'e kadar Fethi
Okyar ve İsmet İnönü hükümetlerinde Bahriye Vekili (Denizcilik Bakanı) olarak
görev yaptı.
İhsan Eryavuz, Yavuz Zırhlısı'nın onarımı için havuz alımı
sırasında bir Fransız şirketinden rüşvet aldığı iddiasıyla Yüce Divan'da
yargılandı ve 1928 yılında hüküm giydi. Olay tarihe "Yavuz-Havuz
Yolsuzluğu" olarak geçti; verilen karar ise, Yüce Divan'ın Cumhuriyet
tarihinde verdiği ilk mahkumiyet kararı oldu. 26 Ocak 1928 tarihinde
milletvekilliği düştü. Soyadı Kanunu ile aldığı "Eryavuz" soyadım
Yavuz-Havuz Yolsuzluğu Davası'ndan sonra "Topçu" olarak
değiştirmiştir. 1930'dan sonra balıkçılık yaparak hayatını sürdürdüğü sırada 6
Mart 1947'de İstanbul'da hayatını kaybetti.
Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ateşkes antlaşmalarının
imzalanmasının hemen arkasından Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya suikast
hazırladığı iddiasıyla idama mahkûm oldu.
Anadolu'ya kaçtı.
Mustafa Kemal eski İttihat ve Terakki Fırkası'nın ileri
gelenlerini inkılapların sürekli uygulanmasında kullanmıştır. Bu isimler
arasında hiç şüphesiz İhsan Bey de bulunuyordu.
Gazetecilerin beraat etmiş olmalarının ilk reaksiyonunu
İhsan Eryavuz İzmir'de gördü.
Milli Şefle yıldızları bir türlü barışmamıştı.
Bursa'nın Yunanlılar tarafından alınmasına sebep olan İsmet
Paşa'nın askeri hatalarını her tarafta şiddetle tenkit etmişti
Yavuz'un tamirine ait şerefi elinden kaçırmak istemedi. Bir
çocuk toyluğu ile Başvekil İsmet Paşa'nın verdiği muvafakate de güvenerek
vazifesinin bitmesine birkaç gün kala mukaveleyi imzaladı.
Meclis tahkikatı uzun sürmedi. Fakat Cumhuriyet tarihinin en
dikkate şayan hadiselerinden biri oldu. Eski binbaşı, sabık vekil bu tahkikat
esnasında, tamir işinin ihale edildiği firmaya Başvekil İsmet Paşa'nın
muvafakat ettiğini, teklif ettiği iki müesseseden birinin ismini çizerek
diğerini kabul ettiğini ispat eden vesikayı hatırlattığı zaman Başvekil,
"Çizgi benim, mesuliyet onundur. Kim bilir bana ne yalanlar söyledi ki
kabul ettim” diye siyasi mesuliyet müessesesini kökünden yıkan bir cevabı
vermekte tereddüt etmedi.
…tam iki sene hapishanede hiçbir farklı muameleye tabi
tutulmadan kaldı.
…soyadını Topçu olarak değiştirdi.
1. BÖLÜM
I. DÜNYA SAVAŞI VE KAFKAS CEPHESİ [1. DEFTER]
(s. 25 vd.)
(s. 32 vd. Türklük bilincine dair bilgiler veriyor)
İnsanları şahsi, ferdi bencilliği tersine, toplumun
kurtuluşu namına vazifeperverliğe, fedakarlığa sevk edecek ancak idealidir.
Ortak idealdir ki, milletleri kurar, orduları zafere sevk eder, bazen
"i'la-yı kelimetullah'', bazen "i'tila-yı millet" şeklinde
ortaya çıkan ortak idealden mahrum kimseler vazifeyi ancak şahsi menfaat
karşılığı olarak kabul etmişlerdir ki ümit ve bekledikleri menfaati göremeyince
ruhları bu yoksunluktan doğan ıztıraplara tahammül edemez ve kendilerini icabı
halinde ihanete bile sevk edebilir[ler]. / s. 48
YAKUP CEMİL'İ ELİMİZLE ÖLDÜRDÜK
Yakub Cemil'i İstanbul'da kurşuna dizdiler.
Ben Yakub Cemil hadisesini duymamıştım. Bu fedakâr ve
Meşrutiyet inkılabında büyük emekleri geçmiş olan arkadaşa reva görülen muamele
beni çok üzdü. "Yazık!" dedim.
…Osmanlı hükümdarlarının saltanatlarının devamlı emrinde
sürekli ve sadece Türk'ten kanca, malca vd. fedakârlık talep eden ve buna
karşılık vatanın refah, saadet ve servetinden Türk çocuğunu mahrum bırakan
hasta, milli olmayan siyasetleri (…) Anadolu'yu yalnız hükumetten değil,
canından ve dünyasından bıktırmış idi (s. 56).
Hükumet kanunlarıyla, icraatıyla halkı ne kadar düşünür,
onun haysiyet, şeref, mal ve canını aziz ve muhterem tutarsa, halk da o
hükumeti o derecede sever, kendisinden addeder ve emrine her türlü fedakârlığı
yapmaya hazır bulunur. Hükumete bu karakteri, halka bu necib hissi telkin
edecek kuvvet ise milli bir şuur ve bu şuura dayanan ortak, ahenkdar bir
terbiyedir (s. 57).
İTTİHATÇILAR VE İSTANBUL'UN İŞGALİ
Bir sabah baktık ki, memlekette saadet ve selamet müjdeleyen
bir şayia havası esiyor; Rusya'da büyük ihtilal çıkmış, çarlık ve onun
emperyalist ve istilacı hükumeti yıkılmış. İdareyi ele alan ihtilalciler harp
istemiyorlar. Tek taraflı sulh yapacaklarmış! Rus askeri daha şimdiden
silahlarını terkederek işgal ettikleri arazimizden hatta 93 Harbi sonunda
bizden tazminat karşılığı aldıkları Kars, Ardahan, Livane, Batum ve
kazalarından da çekiliyorlarmış! / s. 68
Müjdeli haberler birbirini takip ediyordu. Ordumuz ileri
harekete geçmiş, Erzurum civarında Ermenilerin direnişini kırdıktan sonra
Batum'u işgal ederek Gürcistan hududuna, Tifüs kenarlarına dayanmış. Keza diğer
bir ordumuz da müttefikimiz Almanların muhalefetlerine rağmen Azerbaycan'a
girmiş, Gence'yi Bakü'yü işgal etmiş imiş! Demek hasret çeken iki öz kardeş,
Oğuz'un evlatları, Anadolu ve Azerbaycan Türkleri birleşmişler; birbirlerine
sarılmışlar (s. 69).
Gence Eskişehir gibi, Konya gibi tamamıyla bir Anadolu
şehrine benziyordu. Yalnız sakinleri değil, binaları, taş ve toprağı, havası
her şeyi Türk idi.
“Almanya, Avusturya ve Macaristan ve Türkiye'nin Amerika
Reisicumhuru Wilson'un aleme ilan ettiği on dört maddelik prensipler üzerine
adı geçen devlete sulh teklif ettiklerini" öğrendik.
Gelecek ve Türklüğün istikbali hakkında beslediğimiz bütün ümitler
mahvolmuştu.
İngilizler, Fransızların da yardımıyla dünyanın dört
bucağından toplayıp getirdikleri çeşit çeşit insan yığınları ile aylarca
zorladıkları, milyarlarla servet, yüzbinlerle insan telef ettikleri halde bir
türlü geçemeyip nihayet mağlup ve kahrolarak çekildikleri boğazlardan ancak
bizim müsaademizle geçmiş bulunuyorlardı.
Ruslar / Ya! Bunlar ne için bu kadar seviniyorlar?
Onlar asıl ahali arasında belki de bir tane Rus bulunmadığı
halde Batum'un Türkiye'de kalmayacağını gördükleri, nihayet İngilizlerin
Türklere yani Haç'ın Hilal'e galebesini gösterdiği için Allahlarına hamd ü sena
ediyorlar, sevinçlerinden ağlıyorlardı. Bu generaller ekser Avrupa
Hıristiyanları gibi garbın kültür ve medeniyetiyle beraber ruhlarında
Hıristiyanların İslam düşmanlığı, Elizabet devrinden kalma Türk husumeti
taşıyan, yazık ki Türklüğe ve İslamlığa
hissen hasım kimseler idi. Biz Türklere isnad olunan dini
bağnazlık esefle onlarda yaşıyordu (s. 78).
Doktor Rıza Nur'un Türk Tarihi namındaki eserinin birinci cildinde
Mondros Mütarekenamesi bahsinde, "Mütarekeyi imza eden Rauf Bey, İngiliz
Amirali (Kaltrop )'un baskısıyla hükumetten talimat gelmeden müttefiklerin
verdikleri sözlü teminata inanarak imza etmişti. Bu konuda Anadolu Milli Mücadelesi
zamanında Rauf Bey'den bizzat, "Bizi aldattılar!" sözünü birkaç defa
işitmişimdir.
Yakub Cemilleri kurşuna dizen vatanperver arkadaşlar:
Talatlar, Enverler, Cemal Paşalar felaketle yüzyüze gelindiği bir zamanda
herhangi adi politikacılar gibi vatanı da milleti de terk ederek sevgili
hayatlarını kurtarmak kaygısıyla bavullarını alıp İstanbul'dan kaçmışlardı (s.
84).
"BU İTTİHATÇILAR BİR MİLYON MASUM ERMENİYİ
KESTİLER"
Damad Ferid Paşa mahza sadarete geçmek ve İttihatçılardan
intikam almak hırsı ile… yaranı Mustafa Sabri, Vasfi, Mustafa Asım, Zeynel
Abidin Hocalar, kendilerini mağdur gören bazı emekli paşalar ve Ali Kemal ve
daha buna benzer birtakım beylerle Serkil Doryan'da toplantılar düzenleyerek
Hürriyet ve İtilaf'ı yeniden ihya ediyor.
İngilizler İttihatçılardan mı kuşkulanıyor? Padişah onlara
savaş ilan etmiş, Ferid Hükumeti bütün İttihat reislerini toplayıp
hapseylemişti. İngilizler Ermeni vakasının bütün günah ve mesuliyetini Türklere
mi yükletmeye taraftar? Padişah, haktan hakikatten haya etmeden Ferid'e
söylettiriyor, "Evet! Bu İttihatçılar bir milyon masum Ermeni'yi
kestiler!" Düşman devletleri Kilikya'da Türk çoğunluğu olmadığını mı
söyletmek istiyor? Ferid Paşa itirafa(!) hazır! "Evet Toros Dağları'ndan
ötede Türk yoktur!"
Doğrusunu söylemek lazım gelirse Türk tarihinde Vahideddin
gibi bir padişah, Ferid ayarında uğursuz, kötü bir sadrazam görülemez. Ferid
Paşa memlekete hizmeti dokunmuş ne kadar milli kurum var ise yıkıyordu. Bu
cümleden Donanma Cemiyeti'ni de, "Bir İttihat ve Terakki ocağıdır"
vehmiyle kaldırdı (s. 89).
TEŞKİLAT-I MAHSUSA'NIN GİZLİ TOPLANTILARI VE MUSTAFA
KEMAL'İN GÖREVLENDİRİLMESİ
Mustafa Kemal Paşa öteden beri gerçi fazlaca işrete ve
sefahete meyyilli ve ahlaki kayıtlara o kadar riayetkar olmamakla beraber
hudutsuz bir ihtirasa da sahiptir, diye tenkit olunurdu. Fakat çok zeki idi.
Zekası, azim ve iradesindeki kuvvet ile bu işi en iyi o idare edebilirdi. Bu
zat Çanakkale Harbi'nde kendini göstermiş, Enver ve Cemal Paşalara aleyhtarlığı
ile meşhur olmakla beraber Anafartalar'daki başarısı üzerine Başkumandanlık
Vekaleti, O'nu paşalığa terfi ettirmeye mecbur kalmıştı.
Mustafa Sabri Efendi Anadolu'nun hassasiyetiyle pervasızca
eğleniyor; Mustafa Kemal Paşa ve taraftarlarıyla ağır surette alay ediyordu.
Onun fikrince bu bir "İttihat ve Terakki" oyunu idi. İşin başında
bulunanlar "Memleketi müdafaa edecek ve kurtaracağız" bahanesiyle
zaten elinde avucunda bir şeyleri kalmamış olan milleti son bir defa daha
soyacaklar (s. 99).
Ferid Paşa memleketteki bu heyecandan ancak niyet ve
öfkesini tatmin için istifade etmeyi bildi, İngilizlere müracaat ederek bir,
"Görüyorsunuz ki memlekette büyük bir heyecan var. Hükumetin istihbaratına
göre İttihatçılar Bekir Ağa Bölüğü Hapisahanesi'ne hücum ederek oradaki
tutukluları kurtaracaklardır. Bunları alın! Nereye götürekseniz, götürün!"
diyor (s. 102).
Bunlar koyun sürüleri gibi kamyonlara doldurularak rıhtıma,
oradan da bir torpido ile Malta'ya gönderiliyorlar (s. 103).
KARAKOL CEMİYETİ'NİN ANADOLU'YA SİLAH SEVKİYATI VE DAMAD
FERİD PAŞA'YA SUİKAST
s. 117 vd.
Ankara’ya geldikten birkaç gün sonra o zaman dahiliye vekili
bulunan Adnan Bey beni meselenin araştırılması için Kastamonu' ya göndermişti.
10 Ağustos [13]36'da Bereket Dağı milletvekili olarak Büyük
Millet Meclisi'ne katıldım.
Halife ve Damad Ferid Hükümeti'nin İngilizlerin maddi
yardımlarıyla "polis kuvveti" namı altında oluşturduğu kuvvetler
İzmit mıntıkasını işgal etmiş, Geyve Boğazı'na kadar ilerlemiş, Anzavur Ahmed
namında Mabeyn görevlisi bir Çerkes'in kumandasındaki bir şirzime (önemsiz küçük
cemaat) de İngiliz Muhipleri ve ya Nigehban Cemiyetleri üyeleri, Hürriyet ve
İtilaf mensupları ve daha bunlar gibi birtakım vatansızlardan oluşturulmuş
kuvvetler de Bandırma, Kirmastı taraflarında devamlı olarak melunluk
yapmakta... / s. 139
Batı Cephesi'nde binbeşyüz-ikibin mevcudunda bir Edhem Bey
halk kuvveti vardı ki, gah cephede Yunan akınını durdurmaya çalışıyor; gah
içeride ortaya çıkan isyan mıntıkalarına sevk edilerek orada ateş ve ihtilali
söndürmeye uğraşıyor idi.
Yozgat İsyanı'nın yatıştırılmasından sonra Edhem Bey
kuvvetleri Ankara'da Büyük Millet Meclisi önünden bir resmi geçit yapıyordu.
Batı Cephesi'nin cesur komutanı Ali Fuad Paşa ile
Eskişehir'den İngiliz kuvvetlerini kovduktan sonra kadro halinde zayıf kuvvetle
Geyve Boğazı'nı tutmuş, İzmit'i işgal etmiş ve kendine üs alarak Sapanca ve
Adapazarı üzerine yürümüş olan önemli Halife kuvvetlerine (Kuva-yı İnzibatiye)
karşı Eskişehir ve Ankara yolunu kapamaya çalışıyordu.
Bir gün Ali Fuad Paşa'nın Moskova'ya "sefir-i
kebir" gönderileceğini duymuştum. O ana kadar aralıksız askeri
üstünlüklerinden bahsedilen bu generalin ordunun düzenlenmesiyle Batı
Cephesi'nin takviyesi zaruri görüldüğü bir zamanda cepheden ayrılmasının doğru
olup olmayacağını Mustafa Kemal Paşa'dan sormuştum. Reis Paşa, ''Ali Fuad Paşa
da (Halk Ordusu) cereyana kapılmış, cephede apoletlerini çıkarmış, eline bir
tüf ek alarak halk kumandanları gibi gezdiğini söylüyorlar... Batı Cephesi'ne
İsmet Bey gelecek. O daha esaslı olarak bu düzenleme işini yapar" dedi. /
s. 149
İSTİKLAL MAHKEMELERİ NASIL KURULDU?
s. 150 vd.
İstanbul'dan düşman propagandasının Anadolu'ya gelmesine
engel tedbirler almak, Dürrizade fetvasını çürütecek Anadolu ulemasından karşı
fetvalar almak, harekatımızın yasallığına dair ulemadan, ağzı söz yapan
kimselerden "heyet-i irşadiye"ler oluşturup köylere göndermek...
Bunların hemen hepsine girişilmiş, fakat beklenilen fayda sağlanamamıştı.
Konuşmalar, fikir alışverişleri, nihayet bizi cephe gerisinde meclis üyesinden
fevkalade salahiyeti haiz fevkalade mahkemeler teşkili zaruretini kabule sevk
etti (s. 150).
Bu mahkemeler siyasi, askeri bilumum mevzu kanunlara bağlı
değildiler.
İstiklal Mahkemelerinin emir ve kararlarını uygulamada
bahane uyduranlar aynı mahkeme tarafından yargılanacaktı.
Birinci Büyük Millet Meclisi ilk olarak, "Birinci
İstiklal" Mahkemesi'ni oluşturdu ve üye olarak beni, Gaziantep
Milletvekili Kılıç Ali, Kütahya Milletvekili Cevdet ve Elazığ Milletvekili
Hüseyin Beyleri tayin etmişti. Bu arkadaşlar da kendilerine başkan olarak beni
seçtiler.
Birinci Dünya Harbi sonunda Anadolu yer yer eşkıyalarla
dolmuştu. Kafkas ve Suriye cephelerinden kaçanlar haydutluğa başlamışlardı.
Hayata, mala, ırza, namusa ve memleketin başına bela olmuşlardı (s. 154).
…pişmanlıkla kendi kendine teslim olacak asker kaçakları hakkında
da on günlük bir af müddeti ilan ettik. İcraatimiz akabinde etkisini gösterdi.
Asker kaçakları akın akın teslim olmaya ve taburlar halinde cepheye, kıtalarına
sevk edilmeye başlanmıştı.
ÇERKES EDHEM OLAYI
Edhem Bey'in en büyük kardeşi Reşid Bey milletvekili idi ve
Ankara'da bulunuyordu. Yapılan uyarılar ve emir tersine Edhem Bey müfrezesine
ait bir memurun Adapazarı çevresinde müfrezesi için asker topladığı görülmüş,
cephe tarafından bu memur yakalanmış ve tutuklanmıştı. Reşid Bey tarafından şikayetler
hatta tehditler başladı.
Reşid Bey: "Memleketin kurtuluşu namına silaha
sarıldığımız zaman İsmet Bey, İstanbul'da Ferit Paşa'yı Sevr için hazırlıkla,
Babıali'de askeri layiha yazmakla meşguldü. Arkadaşları kendisine Ankara'ya
geçmesini tavsiye ettikleri vakit ailesini, çocuğunu gösteriyor; mazeret
diliyordu. Edhem Bey şimdi onun emrine mi girecek? Eğer emir ve baskı altında
çalışacak insanlar olsaydık, huzurumuz mutluluk derecesinde idi. Çiftliğimizde
oturur, Yunan ile diz dize yaşar idik!" diyordu.
2. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE VE BİRİNCİ İNÖNÜ MUHAREBESİ (2. DEFTER]
…cephe karargahı hakiki vaziyetten haberdar olmadığı için
kıtalara (Beşkardeş Dağı - Zemzemiye - Otlu Yalı) hattına çekilmek emrini
veriyor. Bereket versin, bu geri çekilme tamamıyla bitmeden ve bazı kıtaların
henüz mevzilerinde veya mevzileri civarında bulundukları bir sırada düşmanın da
geri çekilmekte bulunduğu görülüyor...
Harbin ne garip cilveleri var! Mahza kıtaların hakiki
vaziyetine karşı bilgisizliği ve gafleti yüzünden karargah haksız olarak
mağlubiyeti kabul ediyor. Bütün kıtalara geri çekilme emri de veriyor. Buna
rağmen gene o muharebede kendisi galip ve muzaffer sayılıyor (s. 165).
MUSTAFA KEMAL: MECLİSTE CASUSLAR VAR!
Bugüne kadar aradan seneler geçti, bu mesele aydınlanmadı.
Filhakika, mecliste azalar arasında casus var mıydı? Kimlerdi? Reis Paşa neden
onların ajanlıklarına ait delilleri ve malumatı kesin olarak söz vermesi
hilafına meclise getiremedi? Niçin bu meselenin artık kapanmasını istiyordu?
Kanaat getirmiştim ki ortada ne casus var, ne casusluk! Mahza vaziyeti
kurtarmak için o gün, o söz orada söylemişti. Demek maksada varmak için
söylemek, isnat, iftira, ret ve inkar her vasıta mübah idi. Gerçi bu manevra
başarılı olmuş, belli takrir okutturulmamış, mecburen hükumete güven olunmakla
hükumetin hareket tarzı uygun görülmüştü (s. 179).
Londra Konferansı tabii bir İngiliz manevrası idi.
İngilizler bu daveti dünya efkar-ı umumiyesine, bilhassa İslam Alemi'ne
Türklerle Yunanlılar arasında olan son harpte güya kendilerinin tarafsız
bulunduklarını yaymak için bir vesile düşüncesiyle yapıyorlardı (s. 182).
MUSTAFA KEMAL'İN BAŞKOMUTANLIK ISRARI
Şimdi ne olacaktı? Eskişehir ve Afyon hattında birikmiş ordu
bütün yoksulluklar içerisinde bin müşkilat ve zorlukla ancak oluşturulabilmiş
bir ordu idi.
Cephe karargahına giden Mustafa Kemal Paşa dönmüş idi,
bizzat anlatıyordu, "İsmet'i pek kederli buldum. Beni görünce 'Ah Paşam!
Her şey bitti; davayı kaybettik!' diyordu. Kendisine, 'Kendine gel! Sen
istikbalin muzaffer bir kumandanısın! Biz Eskişehir veya bilmem ne hattı için
harp etmiyoruz. Şimdi tümenlere emir ver. Her tümen emir alır almaz, doğru
Sakarya'nın gerisine çekilsin! Düşmanla teması kaybetmeye çalışsınlar! Bir
yandan da Eskişehir'in tahliyesi hazırlığı yapılsın!" dedim (s. 189).
Mustafa Kemal Paşa teklifini mecliste Heyet-i Umumiye
karşısında serd ve nokta-i nazarının Meclis-i Ali'ce uygun görülürse
Başkumandanlığı kabule hazır olduğunu açıkladı. Meclis bu teklif karşısında
irkilmedi değil; fakat büyük tehlikenin yaklaştığını görerek memleketi ve
istikbali kurtarmak endişesiyle ve verdiği yetkiyi suiistimali halinde istediği
anda kaldırabileceğini de düşünerek Paşa'nın teklifini kabul eyledi (s. 191).
Mustafa Kemal Paşa başkumandan olmuş, daha o akşamdan işin
rengi değişmiş, merkezi hükumette ve bütün vilayetlere çok canlı ve takdire
şayan bir faaliyet başlamıştı. Ertesi günü Antalya, Kastamonu, Samsun ve Sivas
taraflarında birer İstiklal Mahkemesi şekillendirildi ve harekete geçildi (s.
196).
İNÖNÜ, ALİ İHSAN SABİS PAŞA'YI İSTİKLAL MAHKEMESİ'NE
ŞİKAYET EDİYOR
Sakarya Harbi'nde alınan esirler içerisinde İzmir'den,
Manisa'dan bilhassa Beyoğlu ve Tatavla yönlerinde Yunan davasını kendi davası
addederek, devlete ihanet ve isyan etmiş, bağlı oldukları aleyhine silah çekmiş
bir hayli yerli Rumlar vardı. Bunlar Türk köylerini yakmış, Türk kız ve
kadınlarını kirletmekte Yunanlılardan çok daha ileri, daha taşkın idiler (s.
201).
Ali İhsan Paşa, "Düşman karşısında ordusunu ve cephe ve
dolayısıyla Ankara aleyhine hazırlamak" töhmetiyle hakkında takibat
yapılmak üzere mahkememize verilmişti. Mesele çok mühim; mevzubahis olan fiil
bir ihanet idi (s. 205).
Doğuda Kazım Karabekir Paşa birtakım İngilizleri ve bu arada
İngiliz Hariciye Vekili'nin biraderi "Sir Robinson''u esir edip tutuklamıştı.
Ve sonradan İngilizler bunların tahliyesini istemiş biz de karşılığında
Malta'ya sürülen vatanperverlerin iadelerini talep eylemiştik. Nihayet bu
mübadele olmuş ve bu arada Ali İhsan Paşa da hürriyetine kavuşarak Anadolu'ya
gelmişti.
Ordu kumandanlarından oluşan bir askeri Divan-ı Harb-i Ali
tarafından bu davanın görülüp ve neticesi daha uygun ve adaletin gereği
olacaktır:' görüşüyle red ve iade eylemişti. Zaten mahkememiz başka türlü de
hareket edemezdi.
İstiklal Mahkemeleri –ki olağanüstü yetkilere sahip idi
salonundan içeri girenler, karşısında siyah matemi renkte bir kumaş ile
örtülmüş yüksek bir kürsü; onun üstünde başlarında büyük, siyah birer kalpak,
ortada reis olmak üzere ciddi ve sert bakışlı üç kişiden oluşan bir heyet
görür; başını kaldırınca reisin başının üstünde duvara asılmış çerçeveli bir
levhada kalın yazı ile yazılmış "İstiklal Mahkemesi mücahedesinde yalnız
Allah'tan korkar" ibaresini okur; korku ve dehşet içerisinde kalırdı (s.
209).
Yalnız hükümlerimizde bir hata ve adaletsizliğe yer
bırakmamak için kararlarımızı başlangıçta ancak birlikte alıyor; azadan biri
muhalif rey ve kararda bulunursa hüküm ve karar müzakeresi bir gün sonra bir
daha tekrar ediliyordu.
Ancak muhalif reyde bulunan aza ikinci müzakerede görüşünü
çoğunluğa kabul ettiremez, kendisi de önceki reyinde ısrar ederse; hükmün
gerçekleşmesi çaresiz çoğunlukla olurdu (s. 209-210).
Osmancık Asker Alma Şubesi Reisi asker alma işlerine fesat
karıştırmış; bazı kimseleri askere göndermemekle halktan binlerce aşırmıştı. Kendisini
içki müptelası ve eğlence düşkün biri olarak bulmuştuk. Ceza ile ıslahı
imkansız idi. Rütbesinin kaldırılması, askerlikten kovulma ve ağır hapis ile
beraber halka teşhir cezasına mahkum ettik. Binbaşı bey askerlikten kovulduktan
sonra işlediği hırsızlık suçunu ve mahkum olduğu cezayı ilan eden bir levha
boynuna takılı olduğu halde, süngülü jandarma nezaretinde şehir sokaklarında
gezdirilerek; halka teşhir ve bu cezalandırmanın türü ve tarzı tüm asker alım
daire ve şubelerine rapor edilmişti (s. 210).
Hürriyet ancak, onu güzel ve faydalı şekilde kullanmayı
bilmeyenler elinde kayda ve şarta bağlanıyorsa faydalı olabilir.
Birinci Büyük Millet Meclisi'nin varlık sebebi milli
sınırlar içerisinde memlekette tek bir düşman neferi bırakmamak idi. Anadolu'nun
bir kısmını işgal etmiş bir düşman ile diz dize oturarak hükumet sürmek değil!
Sakarya'da düşman mağlup edilip geriye atılalı aylar geçmiş, Yunanlılar
Eskişehir-Afyon Hattı'na yerleşmiş, biz de karşısında bekliyorduk.
HİNTLİ CASUS MUSTAFA SAGİR NASIL YAKALANDI? NEDEN İDAM
EDİLDİ?
On yaşından beri hususi bir surette yetiştirilmiş, Oxford
Üniversitesi'nden mezun ve "İngiliz Entelijans Servisi" Doğu işleri
şubesinde kullanılarak Afganistan hadisesinde büyük yararlılıkları, Dünya
Savaşı'nda büyük muvaffakiyetleri görülmüş Hintli Mustafa Sagir.
Türkler dini hislerden mülhem bir görüş ile Alem-i İslam'ın
kendilerine arka çıkan ve kendileriyle beraber olacağı kanaatindedirler.
"Hint Hilafet Komitesi'nin bir azası sıfatıyla ve Alem-i İslam namına
kendileriyle temasa geçmek vazifesiyle kılık değiştirerek bu Mustafa Sagir'i
Ankara'ya göndeririz" demişler (s. 230).
Muhakeme başlamış, zanlı poliste verdiği ifadesini mahkeme
önünde de aynen tekrarlamıştı. Fransızlarla Ankara İtilafnamesi'ni yaptığımız
için Ankara'ya o sırada bir Fransız kadın yazar gelmişti. Mahkemenin bir
celsesinde dinleyici sıfatıyla o da bulunmuş; medeni müttefiklerinin
haydutluklarını, kendi adamları ağzından ayrıntısıyla o da dinlemişti.
ALİ ŞÜKRÜ BEY MUSTAFA KEMAL'İN REİSİCUMHUR OLMASINI İSTEMİYOR
24 Ağustos 1922
Ağaoğlu Ahmed Bey: Ertesi günü Hakimiyet-i Milliye
"Nereye gidiyoruz?" başlıklı bir başmakale neşretti.
Rauf Bey, Ahmed Bey'i çağırıyor ve, "Hocam vaziyet
böyledir. Matbuat Umum Müdürlüğü'nden istifa et!" diyor. Ahmed Bey de bu
emre boyun eğiyor.
Bütün Türklüğü ve İslam Alemi'ni zehirlemek, öldürmek
kabiliyetinde olan cehaletin şahlanmasına sessiz kalmayacağız.
Bana gelince ben bu teceddütperverlerin hem de ön safında
bulunuyordum. "Batı Medeniyeti'ni kabul edersek milliyetimizi kaybederiz,
dinimiz elden gider" bu söz manasız bir korku; bir saf sata mahsulü idi.
Batı Medeniyeti milliyetleri yok etse Batı'da bu gün olgunlaşmış bir Almanlık,
onun yanı başında bir Fransız, biri de İngiliz vd. milliyetleri yaşar mıydı? /
s. 240-241
3. BÖLÜM
BÜYÜK TAARRUZ VE LOZAN (3. DEFTER)
Cemal Paşa'nın vurulması: Rusya Devleti'nin hüküm ve nüfuzu
altındaki bir memlekette bu cinayet yapılsın ve katiller tutulamasın, bu çok
dikkat çekicidir.
Bir aralık Mustafa Kemal Paşa'ya, "Paşam! Yunanlılar
muharebeye başladıktan sonra Trakya’daki bölüklerini ne kadar zamanda
Anadolu'ya geçirebilirler?" diye sormuştum. Bana şöyle cevap verdi,
"Endişeni anladım. Düşman Trakya’daki bölüğünü on günde Mudanya'ya
getirebilir; fakat beş altı günde cephesini parçalayacak ve onu mağlup
edeceğim:' Mustafa Kemal Paşa, nefsine fevkalade itimadı olan bir kumandan idi.
Onun bu itimadı, öyle cesaret nev'inden kuru bir itimat değil; bilakis hesap ve
bilgiye dayanan bir yiğitlik idi. Anafarta Muharebesi'nde de ordu için
fevkalade zor ve tehlikeli bir vaziyet orta ya çıkınca rütbesinin miralay
lığına bakmayarak ve her türlü sorumluluğu kabul ederek büyük bir kuvvetin emir
ve kumandasını bizzat istemiş ve başarılı olmuştu. Sakarya Muharebesi ise,
bunun en yeni ve en parlak bir eseri idi... Fakat bir senedir tahkim edilmiş
bir mevziye sahip, her türlü donanım ve araçları mükemmel, eşit ateş kuvveti
olan bir orduya taarruz edilecekti (s. 255).
Artık ordularımız için İstanbul ve Çanakkale üzerinden
geçerek milli hududumuzun en batısına erişmek, Rumeli'yi de istila vahşet ve
tecavüzden kurtarmak kalıyordu. Bu sırada İttifak Devletleri Fransa, İngiltere
ve İtalya devletleri 23 Eylül 1922 tarihli notalarıyla müracaat ve Yunan
orduları tarafından Trakya'nın tahliyesine mukabil taarruz hareketimizin
durdurulmasını, ordularımızın tarafsız addedilen mıntıkaya tecavüz etmemesini,
Marmara'dan ileri geçilmemesini, boğazların serbestisinin teminini bizden rica
ediyorlar ve Yunan ordusunun çekileceği hattı ve zamanı kararlaştırmak üzere
İzmit'te yahut Mudanya'da bir askeri konferans akdini teklif ediyorlardı (s.
261).
Hakimiyet-i Milliye'nin esası ve gayesi halkın hükumeti
teftiş edebilmesidir.
LOZAN ANTLAŞMASI'NIN PERDE ARKASI
s. 298 vd.
İsmet Bey fikir ve kararlarının isabetine kani olduğu
üstlerinin verdiği direktife bağlı kalır ve yalnız o direktif dahilinde
çalışmasını bilir ve başarılı olur...
Son zamanlarda Fikriye Hanım'ın intiharı, bir mektepli kızın
gece mektepten aldırılarak Çankaya'ya getirtilmesi söylentisi, mebus Ali Şükrü
Bey'in boğdurulması vd. meseleleri mecliste zaten bulanık olan havayı büsbütün
karartmış; mevcut endişe ve itimatsızlığı daha ziyade artırmıştı (s. 303).
Bu anlaşmanın tespit ettiği hudut ilk evvel dikkatleri
çekiyordu: Rumeli'de Yunanlılarla aramızda kararlaştırılan hudut Bulgaristan'la
olan hududumuzun bitiminde başlıyor
Bu hudut, Yunanistan'ın muteriz ve aynı zamanda mağlup
olduğunu hiç dikkate almıyor; l9l4'te Almanların sıkıştırması ile Bulgarlara
istemeyerek bıraktığımız memleket toprağını bu kere suçlu ve mağlup Yunanistan'a
terk ediyordu. Bu hudut milliyet prensiplerine de tamamıyla uymuyordu (s. 311).
Kendi kendime demiştim, "Mudanya Mütarekesi'nin
aleyhinde bulunan arkadaşların hakkı varmış; muzaffer Türk orduları yoluna
devam ve zaferini itmam etmeseydi, bu akıbetle karşılaşmazdık.
Aleyhte söz alanlar bilhassa hudutlar üzerinde durarak
Edirne minarelerinin gölgesi altından geçen sakat bir hududun Edirne'nin bize
iadesi mahiyetini göstermediğini, Akdeniz'de esasen Anadolu'dan kopmuş ve Türk
sahilleri ilerisinde Türk'ün birer sabit donanması demek olan adaların sahibine
verilmemesi, sahillerinin bir gün işgali emelinin söndüğüne işaret eder bir
vaziyet olmadığını; batıda Batı Trakya, güneyde Antakya gibi sakinleri öz Türk
ve kendisi milli Türkiye'nin asli unsurundan olan yerlerin anavatandan
ayrılması Türkleri ilelebet yaralı ve muztarip bırakacak zalimce bir karar
olduğunu ve bunlardan başka anlaşmanın umumi hükümlerinde ve bilhassa adli ve
sıhhi hükümlerinde kapitülasyonlara benzer bazı sakat kayıtların da kabul
edilmiş bulunduğunu iddia ettiler (s. 319).
Bu niçin böyle oluyor; Batılılar elinde muntazam işleyen ve
iyi randıman veren demokrasi makinesi bizim elimizde neden böyle aksıyordu?
Bunun sebebi aşikardı. Biz bu rejimi ancak şeklen almış, onu alırken -bilhassa
ve bizzat kendimiz- o rejim için yetişmediğimizden ruhunu almakta ihmal
göstermiştik. Demokrasinin esası serbest seçime dayanır. Kuvveti ancak biricik
seçmenlerinde gören vekiller onun maksatlarına, menfaatlerine göre çalışırlar;
kanunları o şekilde çıkartılır ve yürütme o noktadan kontrol eder... Biz de
inkılabın liderleri iyi niyetlerine dayanarak, gelen mebuslar yalnız bize ve
icraatımıza yardımcı olsun, bizi öyle suallerle, sorgulamalar la muhalefetler
le rahatsız etmesin istiyoruz (s. 322)…
Bize öyle şiir ve şairler lazımdı ki bir an için Türk'ün
mazisine dönsün, tarihini yaşasın. Orada gördüğü menkıbeleri, faziletleri,
güzide özellikleri terennüm etsin. Sonra Türk'ün kalbini de dinlesin. Orada
bulduğu hicranları, aşkları, elemleri, hazları hakka, doğruluğa ve fazilete
karşı duyulan taraftarlık ve muhabbette zulme, düşmanlığa, hürriyetsizliğe olan
kin ve nefreti acizlerimize, hastalarımıza, yardıma muhtaç olan dullarımıza,
yetimlerimize, çocuklarımıza karşı duyulan şefkat ve merhametimizi nazmetsin.
Bu biçarelerin ıztıraplarını bağırsın. Bize öyle bir musiki lazım idi ki ne
dilenci sesi, dilenci ilahisi gibi hüznümüzü artırsın; ruhumuzu uyuştursun; ne
de fahişe avazı gibi iffetimizi hırpalasın; ne de sarhoş narası gibi huzurumuzu
kaçırsın, vakarımızı rencide etsin. Yalnız güzelliğe, güzelliğe karşı meyi ve
cezbemizi artıracak bir musiki (s. 326).
…
Yayına Hazırlayan: Kamil Maman
Timaş Yayınları, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder