Türkler, barış görüşmelerinin derhal başlıyacağına dair
Franklin-Bouillon’dan güvence aldıktan sonra bu çağrıyı kabul ederek,
konferansın 20 Ekimde İzmir’de yapılmasını ve Boğazlar sorunuyla ilgilenen
Sovyet Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın da katılmalarım öneriyor; bu devletler
katılırlarsa, daha esaslı bir anlaşmaya varılacağı ve gelecekte herhangi bir
çatışmanın önleneceği görüşünü ileri sürüyorlardı (s. 41).
Ankara’daki Sovyet diplomatik temsilcisi Aralov da, Türk
yönetimini, Sovyet Rusya ile gizli bir antlaşma imzalamaya çağırıyor, fakat
Türk yönetimi, barış imzalanmadan bu konuda herhangi bir sorumluluk altına
girmeye yanaşmıyordu
Konferansın nerede yapılacağı bir süre bazı anlaşmazlık ve
güçlüklere yol açtı (s. 42).
Lord Curzon, BMM yönetimiyle birlikte İstanbul hükümetinin
de konferansa katılmaya çağrılması görüşünde direniyor (…) Ankara, temsilci
göndermeyi kabul etmekle birlikte, İstanbul hükümetine gönderilen çağrıdan
ötürü Bağlaşıkları protesto ediyor; bu davranışın, Mudanya Bırakışmasının
“özüne ve sözüne” aykırı olduğu görüşünü ileri sürerek, İstanbul hükümeti
konferansa katılırsa, bunun BMM hükümetinin konferansa katılmasını
önleyebileceği uyarısında bulunuyordu (s. 43).
Sağlık Bakam Dr. Rıza Nur, Osmanlı imparatorluğunun
kaldırılarak yerini yeni bir Türk Devletinin aldığına dair Meclis’e bir önerge
sunuyor; Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni ve diğer milletvekillerince de
desteklenen bu önerge sonucunda, saltanatın kaldırılmasına yol açan bir kanun
tasarısı kaleme alınıyor; 1 Kasım 1922’de Meclis’te oybirliğiyle kabul edilen
kanunla saltanat kaldırılıyor (s. 44).
Osmanlı Padişahı Vahdettin, İstanbul hükümetinin
çekilmesinden hemen sonra, Türkiye’deki İngiliz İşgal Kuvvetleri Başkomutanı
Sir Charles Harington’a gönderdiği şahsî bir mektupla İngiliz hükümetinin
koruyuculuğuna sığınıyor, siyasî melce dileyordu. Bu dileği derhal kabul edilen
Vahdettin, 17 Kasım 1922’de sarayından gizlice alınarak, İngiliz “Malaya”
zırhlısıyla Malta adasına götürülüyordu.
Türk hey’etine başkanlık edecek birkaç aday üzerinde
duruluyordu. En güçlü aday olarak Başbakan Hüseyin Rauf (Orbay)’dan söz
ediliyordu. Onu Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Sağlık Bakanı Dr.
Rıza Nur izliyorlardı (s. 45).
İsmet Paşa, uluslararası diplomasi alanında deneyli
olmamakla birlikte, sabırlı, azimli ve çetin bir tartışmacıydı (s. 46).
2 Kasım 1922’de BMM, İsmet Paşa’nın baş murahhaslığını,
Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakam Haşan Bey (Saka)’in murahhaslıklarını
onaylıyor; İsmet Paşa ertesi günkü oturumda söz alarak, konferansta Misak-ı
Millî’den ve mevcut antlaşmalardan esinleneceğine dair Meclise güvence
veriyordu.
Türk hey’eti, 5 Kasımda Ankara’dan hareket ederken, BMM’nin
bu önerilerine ek olarak, Bakanlar Kurulunun kesin direktiflerini de birlikte
götürüyordu (s. 47).
Türk hey’eti Lozan’a hareket etmeden önce, konferansın
toplantı günü üzerinde bir anlaşmazlık doğmuştu. İngiliz Dışişleri Bakam Lord
Curzon, konferansın 20 Kasımdan sonra yapılması görüşünde direniyordu (s. 48).
Poincare, Bağlaşıkları güç bir durumdan kurtarmak amacıyla
İsmet Paşa’yı Paris’e çağırıyor, ama bu davranışı Lord Curzon’un hiç hoşuna
gitmiyordu
Curzon ve Musolini, Bağlaşıklar dayanışmayı sürdürürlerse,
Türklerin Bağlaşık koşullarını kabullenmek zorunda kalacaklarına inanıyorlardı.
1922 Mart ve Eylülünde yapılan önerilere dayanan ve bizzat Curzon tarafından
kaleme alman koşullara göre, Batı Trakya’da bir plebisit yapılmasıyla ilgili
Türk istekleri reddedilmeli; Trakya sının, 1915 Eylülünde imzalanan Türk-Bulgar
Antlaşmasında belirtildiği gibi olmalı, Boğazlar sorunu açıkça görüşülmeli, ama
kararlaştırılacak koşullar altında Gelibolu boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz
boğazı askerden arındırılarak denetime tabi tutulmalı; kapitülâsyonlar, 1922
Mart kararları46 gereğince ve bazı değişikliklerle yürürlükte kalmalı; Ege
Denizi’ndeki adalar Türkiye tarafından Bağlaşıklara verilmeli, (…) Suriye ve
Irak sınırlan aynen muhafaza edilmeli, ancak mandater devletler isterse yerel
değişiklikler yapılmalı; güdüm altında bulunan Suriye, Irak ve Filistin
ülkelerinde hiç bir değişiklik yapılmamalı; Bağlaşıklar, Türk ülkelerinde kendi
askerlerinin gömüldükleri mezarlıkların bulunduğu topraklara sahip olmakta
direnmeli; Türkiye’den savaş tazminatı istenmeli, Türklerin Yunanlılardan
istedikleri savaş tazminatı reddedilmeli Türkiye ile aktedilecek yeni antlaşma
onaylanmadıkça, Bağlaşık askerî kuvvetleri İstanbul’dan çekilmemek;
Türkiye’deki azınlıkların hakları güvence altına alınmak… / s. 51
Curzon, Fransızlar, Bağlaşıkların yanında yer almazlarsa,
konferansa gitmiyeceğini açıklayarak, Poincare’ye adeta ültimatom veriyor; 18
Kasımda Paris’de Poincare ile görüşerek, taslak halinde hazırlamış olduğu barış
koşullarının ana noktalan üstünde genel bir anlaşmaya varıyordu / s. 52
Rumbold’un deyimiyle, Türkler, “bir elde Misak-ı Millî, bir
elde kılıç” olduğu halde konferansa giriyorlardı / s. 53
Curzon, konferansta Türk murahhaslarına, gereken hazırlığı
yapmak fırsatını vermemeye ve onları derhal görüşlerini açıklamaya zorlayarak
bir çok güçlükler çıkarıyor, zor duruma düşürüyordu. Ankara ile Türk
delegasyonu arasında teati edilen telyazılarını yolda keserek içeriğini öğrenen
İngiliz istihbarat Servisi ve konferans süresince İstanbul ve Boğazlara egemen
olan Bağlaşık deniz ve kara gücü, İngiliz başmurahhasının görevini
kolaylaştırıyor, Türk delegasyonu üzerinde tinsel (manevî) bir etki yaratıyor,
onları, Bağlaşıklara ödün vermeye zorluyordu / s. 54
İsviçre basınının bir kısmı, özellikle Journal de Genine
adlı gazete, Türk aleyhtarı yazılar yayımlıyordu. / s. 55
Konferansın 21 Kasım oturumunda üç ana komisyon kurulmuştu:
Lord Gurzon’un başkanlığı altındaki birinci komisyon, ülkesel ve askerî
konulan; Garroni’nin başkanlık edeceği ikinci komisyon, Türkiye’deki
yabancıların ve azınlıkların statüsünü; Barrere’nin başkanlığındaki üçüncü
komisyon da malî ve ekonomik konuları ele alacaktı / s. 56
Lord Curzon, ilk olarak Türkiye’nin Avrupa’daki sınırlan
sorununu başkanı bulunduğu Arazi Komisyonu’na getiriyordu.
İsmet Paşa, Trakya’da, Karadeniz’den Meriç’in ağzına dek
uzanan ve 29 Nisan 1913 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla saptanan savaş öncesi
Türk sınırlarının iade edilmesini (…) ayrıca, sınırını kesinlikle açıklamadığı
Batı Trakya’da bir halkoyu düzenlenmesini istiyordu.
Venizelos, kaderi Neuilly Antlaşmasıyla çizilmiş bulunan bu
bölgelerle Türkiye’nin bir ilgisi olamıyacağını ileri sürüyor; Sırbistan
temsilcisi Nincic ve Romanya temsilcisi Duca, Bağlaşıklarla birleşerek Türk
tezine karşı cephe alıyorlardı. / s. 57
Lord Curzon, Türklerin Batı Trakya’da plebisit yapılmasıyla
ilgili önerisini reddediyor, Meriç sının üzerinde direniyor
Türklerin Bağlaşıklara gönderdikleri 29 Eylül ve 4 Ekim 1922
tarihli notalarda bu sınırı istememekle büyük bir hatâ işledikleri, şimdi de
konferansta Batı Trakya ve Karaağaç konularında güçlükle karşılaştıkları belli
oluyordu (s. 58).
Mecliste heyecan ve galeyan içinde bulunan milletvekilleri,
Bağlaşıkların Karaağaç’ı Türkiye’ye geri vermemekle Edirne’yi ekonomik bakımdan
boğmak istediklerine inanıyorlardı.
Dr. Rıza Nur, Batı Trakya sorununda ileri gidilirse bir
savaşın patlayabileceği yolunda uyarıda bulunuyor (s. 59).
Musul sorunuyla ilgili Türk tezi, Misak-ı Millide,
belirtilen uluslar ilkesine; etnik, coğrafî, tarihî, siyasî ve ekonomik
nedenlere dayanıyordu.
Musul ilindeki nüfusun 4/5’i aynı din ve geleneklere bağlı
Türklerle Kürtlerden, 1/5’ten azı Arap ve gayri Müslimlerden oluşuyordu.
Mondros Bırakışması imzalandıktan çok sonra İngiliz askerî
kuvvetleri tarafından Bırakışma koşullarına aykırı olarak işgal edilmiş bulunan
Musul, “Anadolu’nun güney bölgelerini birbirlerine bağlıyan yolların kavşağını
teşkil ediyor”, bu bölgelerin “ekonomik hayatı ve güvenliği için” Türkiye’ye
geri verilmesi gerekiyordu (s. 61).
Musul sorunu, ismet Paşa tarafından Lord Curzon’la yaptığı
özel bir görüşmede ilk olarak 26 Kasımda ileri sürülüyordu.
Lord Curzon, Musul sorununu 23 Ocak 1923’te, başkanı
bulunduğu Arazi Komisyonu’na getiriyordu
Lord Curzon, İngiliz görüşlerini belirterek, Musul’daki petrol
kaynaklarının İngiliz teziyle ilgili olmadığım öne sürüyor, Musul sorununun bir
hakem hey’etine havale edilmesini öneriyordu. Bu önerisi Bompard ve Garroni
tarafından destekleniyor, ama İsmet Paşa, Musul’da bir plebisit yapılmasında
direnerek Curzon’un önerisini reddediyordu (s. 64).
Boğazlar Sorunu
Romanya temsilcisi Duca, Boğazların askerden arındırılmış
bölge ilân edilerek, uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini; savaş
ve ticaret gemilerine kayıtsız şartsız açık olmasını öneriyor; diğer sözcülerce
destekleniyordu.
Curzon: Boğazlar, gerek savaş gerekse barış sırasında deniz
ulaşımına tamamen açık bulundurulmalı; Türkiye’nin güvenliği kısmen güvence
altına alınmalı; Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının Avrupa ve Asya
kıtalarındaki kıyılarında bazı bölgeler etkili bir şekilde askerden
arındırılmalı; gerekli teknik hizmetleri ve denetimi sağlıyacak uluslararası
bir komisyon kurulmalı (s. 66).
Lord Curzon, Türklere gönülsüz olarak bazı önemli ödünler
vermek zorunda kalıyordu. Bu ödünler Karadeniz’e girecek savaş gemilerinin
sayısının kesinlikle sınırlandırılması; Yunanistan’ın Boğazlar Komisyonu’ndan
çıkarılması; Komisyonun yalnız büyük devletlerin ve Türkiye’nin
temsilcilerinden kurulması; askerden arındırılmış bölgelerde kısıntı yapılması
ve İstanbul’da 12.000 kişilik bir Türk garnizonu bulundurulmasıydı (s. 67).
1 Şubat 1923 günkü oturumda İsmet Paşa, Gelibolu’ya bir Türk
garnizonu gönderilmesi ve Trakya’daki Türk askerî kuvvetlerine konan
sınırlandırmanın kaldırılması şartıyla Boğazlar Konvansiyonu’nu kabule hazır
olduğunu açıklıyor (s. 69).
İsmet Paşa, iktisat ve maliye alanlarında esaslı bilgiye
sahip olmaması yüzünden, Komisyon’da birçok güçlüklerle karşılaşıyordu (s. 72).
Aralık sonunda İsmet Paşa, Türk delegasyonunun maliye uzmanı
ve üçüncü murahhası Haşan Bey’i Ankara’ya göndermeye karar veriyordu,
Lord Curzon, kapitülâsyonların antlaşma haklarına
dayandığını, tarafların birbirlerine danışmadan ve kapitülâsyonların yerine
yeni bir sistem koymadan onları kaldıramıyacaklarını anlatmaya çalışıyor;
Curzon’un bu görüşünü yalnız Bağlaşıklar değil, Amerikan temsilcisi de
destekliyordu (s. 76).
İsmet Paşa, 18 Aralıkta Ankara’ya gönderdiği kapalı
telyazısında, Türk yönetiminin ve ordunun hazırlıklı olmasını öneriyor, “dört
bir yandan bunalımlarla çevrili bulunuyoruz” diyordu (s. 78).
Ocak ayının ikinci haftasında, Fransızların Ruhr bölgesini
işgal etmeleri üzerine, Lord Curzon, konferansı ivedilikle sona erdirmeye
çalışıyor; Türklere yeni tavizler verilmesine taraftar görünen Bompard ve
Garroni’nin geciktirme taktiklerini gözönünde tutarak, Lozan’ı terketmek
tehdidini savuruyor; bir yandan da kendi hükümetine başvurarak, İngiliz
içişleriyle uğraşmak üzere en kısa zamanda Londra’ya dönmesinin istendiğine
dair kendisine talimat gönderilmesini rica ediyordu (s. 80).
30 Ocakta Fransız ve İtalyan temsilcileri, daha önce Lord
Curzon tarafından hazırlanan antlaşma tasarısı hakkında ismet Paşa’ya
aydınlatıcı bilgi veriyorlardı.
…antlaşma tasarısı Türkler tarafından kabul edilemezdi,
Türk basını, konferansın kesintiye uğramasından İtalyanlarla
Fransızları sorumlu tutuyor,
Türk yönetimi, İzmir’deki Bağlaşık savaş gemilerinin üç güne
kadar çekilmelerini istiyor, aksi halde Bırakışmanın sona ermiş sayılacağı
uyarısında bulunuyordu.
Türklerin niyetini saptamak amacıyla, İngiliz savaş gemisi “
Curacoa”, İzmir limanına gönderiliyor, ancak Türk kıyı bataryaları hiç bir
karşılıkta bulunmuyordu (s. 89).
İsmet Paşa, İstanbul’dan Eskişehir’e hareketle orada, 19
Şubatta, Mustafa Kemal tarafından karşılanıyor; iki devlet adamı birlikte
Ankara’ya gidiyorlardı
1 Nisan 1923’te Türkiye hükümeti, iki ay içinde genel
seçimlerin yapılmasına karar veriyordu. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri
Rumbold’a göre, genel seçimlerin amacı, BMM’ni uysal bir hale getirmek, içeride
Mustafa Kemal’in etkisini arttırmak, ismet Paşa’ya, Lozan’daki görüşmelere
serbestçe devam edebilmek fırsatı vermek ve imzalayacağı antlaşmayı, Kemalist
milletvekillerin muhtemelen çoğunlukta olacakları yeni Meclise sunmaktı (s.
96).
(İngilizler) Chester imtiyazını, Amerikalıların Lozan
görüşmelerine karışarak, Musul konusunda varılacak bir anlaşmayı kendi ticarî
çıkarları için sekteye uğratmak yolunda harcadıkları sinsi bir çaba olarak
niteliyorlardı
İsmet Paşa, Yunanistan’ın Türkiye’ye savaş tazminatı ödemesi
sorumluluğunu kabullenmesi ve Karaağaç’ı geri vermesine karşılık, Yunan
tazminatının nakdî para olarak ödenmesini istemekten vazgeçiyor
Hüseyin Rauf, Yunan önerisinin kabulünden yana değildi.
İsmet Paşa ise, kendi önerisi kabul edilmezse Ankara’ya döneceğini bildiriyordu
(s. 103).
Lozan Antlaşması, dünyanın her yerinde, Kemalist Türkiye’nin
en büyük diplomatik zaferi olarak karşılanıyordu
…
Belleten dergisi, Cilt: 38, Sayı: 149, Yıl: 1974 (s. 41-116)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder