2 Kasım 2021 Salı

Wolfgang Borchert - Bu Salı

Wolfgang Borchert - Bu Salı


Borchert 26 Kasım 1947'de yirmi altı yaşındayken öldü. Yaşı yirmi değilken savaşın içindeydi. Savaş bittiğinde o da bitmişti. Bu haldeyken yazdı bir şeyler. Onca felaket görmesine rağmen hâlâ daha anlatılmaya değer gördüğü şeyler nelerdir? 

Bowling Oyunu (s. 15-16)

Biz bowling oyuncuları

Ama gülleler de biziz

Devrilen kukalar da

Ve gümbür gümbür öten

Oyun yeri, yüreklerimiz.

 

İki adam bir çukur açmıştı yere. Pek geniş ve neredeyse rahat bir çukurdu. Bir mezar gibi.

Önlerinde bir tüfek vardı. Biri bulmuştu tüfeği insanlara ateş edilebilsin diye. Çokluk hiç tanınmazdı insanlar. Dilleri bile bilinmezdi. Ve kimseye de bir şeycik yapmamışlardı. Ama işte tüfekle üzerlerine ateş etmek gerekiyordu. Öyle buyurmuştu herhangi biri.

İki adam pek çok aydan beri çukurdaydı. Çok başlar dağıtmışlardı.

Ve ne zaman bir insan görseler ateş ediyorlardı. Hep de hiç tanımadıkları bir insandı bu. Kendilerine bir şeycik yapmamış bir insan. Ama ateş ediyorlardı. Bunun için tüfeği bulmuştu biri. Ve karşılığında kendisine ödül verilmişti.

Ve biri - biri de öyle buyurmuştu.

 

Dört Asker (s. 14-18)

Dört asker. Ve tahtadan ve açlıktan ve topraktan yapılmışlardı. Tipiden ve sıla özleminden ve saç sakaldan. Dört asker.

 

Kucak Kucak Kar (s. 19-21)

Karlar sarkıyordu dallardan. Makineli tüfek nişancısı şarkı söylüyordu.

Ve içinde dikildiği kar tehlikeyi bir sessizleştiriyordu ki.

 

O anda bir dal kırıldı ansızın. Ve makineli tüfek nişancısı sustu. Ve birden arkasına döndü. Ve hemen tabancasına sarıldı. İleriden Başçavuş karlar içinde kocaman adımlarla kendisine doğru geliyordu.

Artık kurşuna dizerler beni, diye düşündü makineli tüfek nişancısı. Nöbette şarkı söyledim. Artık kurşuna dizerler beni.

Derken Başçavuş geldi. Ve sarıldı makineli tüfek nişancısına. Ve çevresine bakındı. Ve sallanıyordu. Ve soluyarak dedi ki:

Aman Tanrım! Tut beni, bırakma. Aman Tanrım! Ve sonra gülmeye başladı. Elleri titriyordu. Ve gülüyordu yine de.

Noel şarkıları işitiyoruz artık. Noel şarkıları bu Allahın belası Rus ormanında. Noel şarkıları. Şubatta değil miyiz? Herhalde şubattayız artık. Oysa Noel şarkıları işitiyoruz. Hep bu korkunç sessizlikten. Noel şarkıları. Aman Tanrım! Tut, sakın bırakma beni.

Sonra her ikisi birden güldüler. Rus ormanında. Şubat ayında.

 

Saz Benizli Kardeşim (s. 22-25)

Daha hiçbir şey bu kar kadar beyaz olmamıştı. Kar neredeyse maviye çalıyordu beyazlığından.

Ama gene de bir leke vardı bir yerde. Leke karda yatan bir insandı, kıvrılmış, yüzükoyun, üniformalı.

Kim ah, içimizden kim suskun çığlıklarına dayanabilir ölülerin? Yalnızca kar buna göğüs gerebilir…

Ölü askerin başında diri bir asker dikiliyordu.

 

Jesus "Benden Paso Artık" Diyor (s. 26-29)

Alçacık mezarda rahatsız yatıyordu.

Buzsu soğuğu duyuyordu sırtında. Küçük bir ölümü duyar gibi. Gökyüzü çok, çok uzaklardaydı. Bir müthiş uzak ki, iyi mi, güzel mi söylenemezdi hiç artık. İşte öylesine uzaktı…

Jesus. Hadi, çık şu çukurdan. Daha beş mezar var açılacak.

 

Kedi Donmuştu Karda (s. 30-31)

Geceleyin adamlar yürüyordu yolda. Bir şarkı mırıldanıyorlardı. Arkalarında bir kızıl leke gecenin koynunda. Çirkin bir kızıl lekeydi. Leke bir köydü de. Köy mü, o yanıyordu. Adamlar kundaklamışlardı. Çünkü askerdi adamlar. Savaş vardı da.

 

Bülbül Şakıyor (s. 32-34)

Biz yalınayak, gömlekleyiz gecede ve bülbül, şakıyor.

Bay Hinsch hasta. Bay Hinsch öksürüyor. Pencere sağlam değildi de ciğerlerini üşüttü kışın.

…Timm, çavuşa bakmıştı. Ve bakışları çavuşun içinden geçip sonuna dek uzanmıştı dünyanın.

 

Üç Kara Kral (s. 35-37)

Kentin karanlık kenar mahallelerinde paldır küldür yürüyordu adam.

Ay yoktu ve kaldırım bu vakitsiz adımlardan ürkmüş gibiydi.

Kentin kenar mahallelerinde paldır küldür yürüyüp geri döndü adam. Gökte yıldız yoktu.

 

Adam kemikli dizini büküp kırdı tahtayı. Tahta inildedi. Gevrek ve tatlı bir koku saldı dört bir yana. Adam tahtadan bir parça alıp burnuna tuttu. Neredeyse pasta gibi kokuyordu mübarek; usulca güldü.

 

Adam, tatlı ve gevrek tahta parçalarını küçük sac sobaya attı. Birden tutuştu, parıldadı tahtalar ve bir avuç sıcaklık ışık saçtı odanın içine.

Işık minik toparlak bir yüz üzerine düştü pırıl pırıl ve bir an öylece kaldı. Yüz henüz bir saatlikti,

Yaşıyor, diye geçirdi içinden kadın. Ve küçük yüz uyuyordu.

Derken birileri belirdi kapıda. Pencereden ışığı gördük de, şöyle bir on dakika oturalım, dedik.

Ama bir çocuk var evde, diye yanıtladı adam. O vakit adamlar bir şey demediler, ama yine de girdiler odaya.

Üç kişiydiler. Eski üniformalar giymişlerdi.

Birinin elinde bir karton kutu vardı, birinin elinde bir torba. Ve üçüncüsünün elleri yoktu. Dondular da, dedi ve elsiz kollarını yukarı kaldırdı.

 

Birinin sarılıp sarmalanmış tombul ayaklan vardı. Torbasından bir tahta parçası çıkardı. Bir eşek, dedi, oyayım diye yedi ay uğraştım. Çocuk için. Böyle deyip adama verdi eşeği. Ayaklarınıza ne oldu, diye sordu adam. Ödem, dedi eşeği oyan, açlıktan. Peki onun, üçüncü arkadaşın nesi var, diye sordu adam bunun üzerine ve karanlıkta elini eşeğin üzerinde gezdirdi. Üçüncüleri üniformasının altında titriyordu. Oh, bir şey yok, diye fısıldadı. Sinir sadece. Bu kadar çok korkulara uğrarsa insan.

 

Neredeyse pasta gibi, dedi adam ve elindeki tahta parçasını kokladı. Pasta gibi. Pek tatlı.

Bugün Noel zaten, dedi kadın.

Evet, Noel, diye homurdandı adam ve sobadan bir tutam ışık uyuyan minik yüzün üzerine düştü ışıl ışıl.

 

Radi (s. 38-41)

Bu gece Radi vardı yanımda. Her vakit ki gibi sarışındı ve yumuşak, yayvan yüzü gülüyordu.

Ama sen öldündü, Radi, dedim.

Evet. diye yanıtladı, gülme bak.

Öleli çok oldu mu, Radi, diye sordum.

Yo, dedi.

…ama Rusya'da ölüp gömülmek güzel değil. Her şey öyle yabancı ki bana. Ağaçlar öyle yabancı ki. Öyle kasvetli ki, sorma.

 

Bu Salı (s. 42-46)

Haftada bir salı var.

Yılda elli.

Ve savaşta bir sürü.

 

 

Bu salı

Büyük harfler üzerinde çalışıldı okulda

Bu salı

Ulla akşamleyin oturmuş, yazı defterine büyük harflerle aşağıdaki cümleyi yazıyordu:

SAVAŞTA HERKESİN BABASI ASKERDİR.

SAVAŞTA HERKESİN BABASI ASKERDİR.

On defa yazdı cümleyi. Büyük harflerle. Ve Krieg'i (savaş) g ile, Grube (çukur) yazar gibi.

 

Ne İdiği Belirsiz Kahve (s. 49-55)

Sandalyelerde asılıydılar. Masalar üzerine asılmışlardı. Müthiş bir yorgunluk tarafından asılmışlar. Bu yorgunluğu giderecek bir uyku yoktu.

Dört kişi masada oturuyor ve tren bekliyordu.

İntihar etmem gerekiyor. Başımda arın yok. İntihar etmem gerekiyor. Ve bunu öylesine söyledi ki, sanki saat –on bir-treniyle gidiyorum der gibi.

 

Savaş boyunca hep özleyip durdum bunu. Sabahleyin balkonda oturmayı, anne babamla kahve içmeyi. Anlaşıldı mı! Şimdi de yoldayım işte. Ve derken bu kaçık kız geliyor, düpedüz intihar edeceğim diyor. Biri böyle düpedüz intihar edeceğim derse, kim katlanır buna ha?

 

Mutfak Saati (s. 56-58)

Daha uzaktan kendilerine doğru geldiğini gördüler, dikkati çekiyordu çünkü.

Elinde ileriye doğru tabak beyazı yuvarlak bir saat tutuyor…

Sonra biri dedi ki:

Neyiniz varsa yitirdiniz anlaşılan?

Evet, evet, dedi sevinçle. Düşünün bir, neyim varsa hepsini! Bir tek bu, bir bu kaldı geriye.

Yo, yo, işlemiyor, orası öyle. Bozuk, bilmiyor değilim.

Demek evinize saat iki buçukta bomba düşmüş…

 

Belki Pembedir Gömleği (s. 59-61)

İki arkadaş köprünün korkuluğu üzerinde oturuyordu…

Pantolonları inceydi ve buz gibiydi korkuluk. Ama insan alışıyordu soğuğa. Ve demirlerin batmasına.

 

Küçük Mozart'ımız (s. 62-69)

Sabah dört buçuktan gece yanına değin. Her üç dakikada bir geçerdi tren. Her seferinde hoparlörden perona doğru bir kadın sesi: Lehrter caddesi. Lehrter caddesi. Ses bize kadar uzanırdı.

 

Bir aynamız yoktu

Aynayla bilek damarlan kesilebilirdi de. Bunu da bize çok görüyorlardı işte. Böylesine masum sessiz bir bilek daman ölümünü bak etmemiştik.

 

…Kaşıkla yemek kaplarının üzerinde saatlerce caz müziği çalardı. Bunun için de ona Mozart adını takmıştık…

 

Kanguru (s. 70-73)

Sabah. Nöbetçiler pinekliyordu…

 

Ama Fareler Uyurlar Gece (s. 74-77)

…Fareler geceleri sahiden uyuyorsa…

 

 

O da Az Sıkıntı Çekmemişti Savaşlarda (s. 78-84)

İlk zamanlar bir babası vardı insanın. Ortalık karardı mı. Mor alacakaranlıkta görülmese bile artık. Sesi işitilirdi yine. (…) Ve bu da yeterdi işte. O zaman mor akşamlara katlanılabilirdi.

Her vakit temizdir bizim kaldırımlar. Otuz yedi yıldır sakaldan süpürürüm. Her taşı tanırım.

 

Mayıs'ta, Mayıs'ta Ötüyordu Guguk (s. 86-105)

Yaman olur ırmak boyunda mart sabahları,

Ama guguk, mayıs ayında guguk kuşu, kim katlanabilir aramızdan bunaltıcı mayıs gecelerinde, mayıs öğlelerinde guguk kuşunun o yaman tembelsi telaşlı ötüşüne?

...Ve sonra koşarız guguklu yazgılarımızla, ah bu guguklu alınyazılarımızı, bu bizler için önceden belirlenmiş felaketi üzerimizden atamayız,

Sokak bizimdir. Üstümüzdeki yıldızlar, altımızdaki güneşten sıcak taşlar. Şarkılı türkülü rüzgâr ve toprak kokulu yağmur. Sokak bizimdir. Bizler kalbimizi, masumluğumuzu, annemizi, evimizi ve savaşı yitirdik - ama sokağımızı, sokağımızı yitirmeyiz asla. O bizimdir.

 

Uzun, Uzun Yollar Uzunluğunca (s. 106-128)

Sol iki üç dört sol iki üç dört sol iki yürü, Fischer!

Demin biri: Günaydın, Bay Fischer, dedi. Ben Bay Fischer miyim? Bay Fischer olabilir miyim, basbayağı yine Bay Fischer. Teğmen Fischer'dim oysa. Yine Bay Fischer olabilir miyim? Ben Bay Fischer miyim?

57 kişiyi toprağa verdiler Woronesch'de. Ben Teğmen Fischer. Beni unuttular. Ben henüz büsbütün ölmemiştim.

 

Türkçeleştiren: Kâmuran Şipal

Afa Yayınları, 1994

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder