2 Kasım 2021 Salı

Cormac McCarthy - Yol

Cormac McCarthy - Yol


Ormanda gecenin karanlığı ve soğuğunda uyandığında, yanında uyuyan çocuğa dokunmak için uzanırdı. Karanlığın da ötesinde geceler ve bir öncekinden daha kurşuni günler. Dünyayı bulanıklaştıran soğuk bir glokom hastalığı gibi.

 

…güneye uzanan araziyi inceledi. Çorak, sessiz, tanrısız.

 

…güneye yöneldiler.

 

…geceler o zamana kadar rastladığından daha uzun, karanlık ve soğuktu.  Taşları çatlatacak kadar soğuk. Canını alacak kadar.

 

Burası neresi, baba?

Burası benim büyüdüğüm ev.

 

Oğlan onunla ölüm arasında duran tek şeydi.

 

Küçük sözlerden dönersen, büyük sözlerden de dönersin.

 

Öksürerek uyandı ve uzaklaştı ki çocuğu uyandırmasın. Karanlıkta bir taş duvarı izleyerek, battaniyesine sarınmış, bir tövbekar gibi küllere çömelmiş. Ağzına kan tadı gelene kadar öksürdü ve onun adını yüksek sesle söyledi. Belki de uykusunda söylediğini düşündü. Geri döndüğünde oğlan uyanıktı. Özür dilerim, dedi.

 

Arkadaşın var mıydı hiç?

Evet. Vardı.

Çok mu?

Evet.

Onları hatırlıyor musun?

Evet. Onları hatırlıyorum.

Ne oldu onlara?

Öldüler.

Hepsi mi?

Evet. Hepsi.

Onları özlüyor musun?

Evet. Özlüyorum.

Nereye gidiyoruz?

Güneye gidiyoruz.

Tamam.

 

Sırt çantalarını omzuna atlı ve ufalanan eğrelti otlarını yararak koştular. Oğlan dehşete kapılmıştı. Koş, diye fısıldadı. Koş. Geriye haktı. Kamyon gürleyerek görüş alanına girmişti. Adamlar arka koltukta ayakta durmuş dışarı bakıyordu.

 

Kötü adamların neye benzediğini bilmek istiyordun. Artık biliyorsun. Gene olabilir. Benim işim, sana göz kulak olmak. Ben Tanrı tarafından bu iş için görevlendirildim. Sana dokunan herkesi öldürürüm. Anlıyor musun?

Evet.

 

Beş gün boyunca yiyecek hiçbir şeyleri yoktu ve az uyudular ve küçük bir kasabanın civarında vaktiyle güzel olmuş bir büyük eve geldiler.

 

…odanın döşemesinde bir kapak vardı ve istif edilmiş çelik plakalardan yapılma büyük bir asma kilitle kilitlenmiş.

Durup ona baktı.

Baba, dedi oğlan. Gitmemiz gerek baba.

Bunun kilitli olmasının bir nedeni olmalı.

 

…duvarın önüne büzülmüş çıplak insanlar vardı, erkek w kadın, hepsi saklanmaya çalışıyor, elleriyle yüzlerini örtüyorlardı. Şiltede bacakları kalçaya kadar gitmiş ve güdük yerleri kararmış ve yanmış bir adam vardı. Koku korkunçtu.

Aman Tanrım, diye fısıldadı.

Sonra birer birer döndüler ve acınacak ışıkta gözlerini kırpıştırdılar. Bize yardım edin, diye fısıldadılar. Lütfen yardım edin.

 

…oğlan pencereden dışarısını işaret ediyordu ve baktığında buz kesildi. Tarladan geçerek eve doğru dört sakallı adamla iki kadın geliyordu.

 

Geceleyin, evden gelen korkunç çığlıkları duydu ve ellerini oğlanın kulaklarına koymaya çalıştı,

 

Biz asla kimseyi yemeyiz, değil mi?

Hayır. Elbette yemeyiz.

Açlıktan ölüyor hile olsak mı?

Simdi açlıktan ölüyoruz zaten.

Ve ateşi taşıyoruz.

Ve ateşi taşıyoruz. Evet.

Tamam.

 

Yolcu dönüp geriye bakan cinsten değildi. Bir müddet onu izlediler, sonra yetiştiler.

Hiçbir şeyim yok, dedi. İsterseniz bakabilirsiniz.

Biz soyguncu değiliz.

Bir kulağını ileri uzattı. Ne? Diye seslendi.

Soyguncu değiliz dedim.

Nesiniz?

 

Bu soruya verecek cevapları yoktu.

 

Geriye baktığında ihtiyar adam bastonunu vura vura yola koyulmuştu, kadim çağlardan bir masal çerçisi gibi, karanlık ve kambur, örümcek inceliğinde ve ebediyen kaybolmak üzere, arkalarındaki kalan yolda yavaş yavaş gittikçe ufalıyordu.

 

Az uyuyordu. Sinir törpüsü öksürük uyandırdı onu. Hışırtıyla havayı emmek. Özür dilerim, dedi zifiri karanlığa. Ziyanı yok dedi oğlan.

 

Ne var?

Hiç.

Söyle bana.

Bence arkamızdan gelen biri var.

Ben de öyle düşünüyordum.

 

Sonra bir gün geç saatte kampa döndüğünde kumda çizme izleri gördü.

Durdu ve kumsaldan aşağı baktı. Ah Tanrım, dedi. Ah Tanrım.

Ne oldu, baba?

Kemerinden tabancayı çekti. Gel hadi eledi. Çabuk ol.

Branda gitmişti. Battaniyeleri. Su şişesi ve kamp yerindeki erzakları. Yelken kum tepeciklerine savrulmuştu. Ayakkabıları gitmişti. Tepecikler arasındaki deniz yulafı çukurlarından arabayı bıraktığı yere koştu ama araba gitmişti. Her şey.

 

Bizi öldürmeye çalıştın.

Açlıktan ölüyorum, adamım. Sen de olsan aynı şeyi yapardın.

Her şeyi aldın.

Hadi, adamım. Ölürüm.

Seni, bizi nasıl bıraktınsa öyle bırakacağım.

Hadi ama. Yalvarırım.

 

Günler sayılmaksızın ve kaydedilmeksizin çamurda yürür gibi geçti.

 

Devam etmen gerek, dedi. Ben seninle gelemem. Senin devam etmen gerek.

…iyileşeceksin, baba. İyileşmen gerek.

Hayır, iyileşmeyeceğim.

 

O gece babasının yamacında uyudu, ona sarıldı ama sabah uyandığında babası soğumuştu ve katıydı. Uzun süre orada oturup ağladı ve sonra kalktı, ormandan geçip yola yürüdü.

Geri geldiğinde babasının yanında diz çöktü, soğuk elini tuttu ve defalarca, defalarca adını söyledi.

 

Üç gün kaldı ve sonra yola çıktı, yoldan aşağı baktı, geriye gedikleri yöne de baktı. Biri geliyordu. Dönüp ormana gitmeye hamle etti ama yapmadı. Tabanca elinde, öylece yolda durdu ve bekledi.

 

Yanındaki adam nerede?

Öldü.

Baban mıydı?

Evet. Babamdı.

Üzüldüm.

Ne yapacağımı bilmiyorum.

Bence, benimle gelmelisin.

İyi adamlardan biri misin sen?

Senin iyi adamlardan biri olup olmadığını nasıl bileceğim?

Bilmeyeceksin. Şansını deneyeceksin.

Ateşi taşıyor musunuz?

 

Türkçeleştiren: Sevin Okyay

Kanat Yayınları, 2011

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder