Michael E. Zimmermann – Heidegger
Moderniteyle Hesaplaşma – Teknoloji, Politika, Sanat
Çağımız makine çağı olduğu için teknoloji çağı değil; teknoloji çağı olduğu için makine çağıdır.
Heidegger’e göre modern teknolojinin birbiriyle bağlantılı üç anlamı vardır: İlki genellikle endüstriyalizmle şekillendirilen teknikler, aygıtlar, sistemler ve üretim süreçleri; ikincisi genellikle moderniteyle ilişkilendirilen rasyonalist, bilimsel, komersiyonalist (ticari-zihin, ticari kurumlar ve ticari yöntemler, kâr ve çıkara veya mali başarıya aşırı vurgu), faydacı, antroposentrik/insanmerkezci, seküler dünya görüşü; üçğncğsğ şeyleri, hem endüstriyel üretim süreçlerini hem de modernist dünya görüşünü mümkün kılan çağdaş anlama yahut açma/ifşa etme modu.
Bu çalışmada ‘modern teknolojinin’ en önemli anlamı şeylerin daima hammadde olarak çağdaş anlaşılması olacaktır. Fakat okur ‘modern teknolojinin’ aynı zamanda bu anlaşılmayı mümkün kılan endüstriyalizm ve modernist dünya görüşü anlamına geldiğini unutmamalıdır.
Hegel gibi Heidegger’de, insani aktivitelerin genellikle kendi kendilerine atıfta bulunmadıklarını ve kendi kendilerinden kaynaklanmadıklarını, tersine onlara dilin ve kavramların insanın kontrolü altında bulunmayan tarihsel ‘uyumun’ kılavuzluk ettiğini ve onları şekillendirdiğini iddia etmiştir.
Heidegger için ‘modernite’ denilen dünya görüşü, çağdaş durumu açıklamaktaki nihai terim değil, aksine, gözden kaçan çok daha derin bir hareketin işaretiydi. O, bu tarihsel dönemlerin deviniminin Platon’un metafiziğiyle başlayarak teknoloji çağında zirvesine yükseldiğini savunuyordu.
Aydınlanma çağı teknoloji çağı –Heidegger’e göre Batı insanlığının bir şeyin bir şey ‘olmamasının’ ne anlama geldiğine ilişkin kavrayışındaki uzun bir çöküşün aşamalarına işaret
Eder. Özellikle de teknoloji çağında bir şeyin bir şey ‘olması’, kendi kendisini-takviye eden teknolojik sistem için hammadde olması anlamına gelir.
Heidegger’e göre, Batı’nın tarihi, kadim Greklerin ‘prodüksiyonist/üretim için üretim metafiziğinin’ zamanla modern teknolojiye dönüşerek dejenere olma tarzının tarihidir.
MetafiziğinGrek kurucu babaları entitelerin varlığını önce teknolojik bir tarzda tanımlamıştı. Onlar için ‘olmak’, üretilmiş olmak demekti. Bu sebeple Heidegger’e göre, metafiziğin tarihi prodüksiyonist metafiziğin kendisini serimlemesinin tarihidir.
Heidegger Platon’u bu metafiziğin kurucusu olarak okur.
Gerçekten de Heidegger, onun ideal ‘form’ ezeli ve ebedi olarak mevcut ve nihai reel şey kavramını, kopya ya da maddenin zanaatkârın faaliyetinde oynadığı rolden türettiğini öne sürer.
Heidegger yeni dönemin, ancak insanlık şeylerin teknolojik çağında anlamsız hale gelen anlamını restore edecek bir sanat eseri ‘üretmeye’ muktedir olabilirse mümkün olabileceğine inanıyordu.
Heidegger’in modern teknoloji kavramının yalnızca endüstriyel üretim süreçlerinin meşruiyetinin değil bütünüyle modernitenin bizatihi kendisinin meşruiyetinin eleştirisi olduğu ortaya çıkar.
Heidegger’e göre teknolojik insanlık, doğanın teknolojik fethini kontrolü altında bulunduran özerk fail olmaktan çok uzak, modern teknolojinin kendi kendisine yön veren iş sürecinin ‘kölesi’ haline gelmiştir.
Heidegger için Sein, bir entitenin kendisini gösterdiği ya da ifşa ettiği eventy/olay anlamına gelir.
Bu sebeple olmak, ezeli ve ebedi bir metafizik temel ya da ilk prensip değil, bir şeyin ‘mevcudiyet kazanması’ veya ‘görünüşe çıkması’ anlamına gelir.
Heidegger için Dasein, insanlığın eşsiz entitelerin varlığını anlama kapasitesinin adıdır.
Batının ‘halkalarının kutsal kalbini’ bekleyen tehlike düşüş tehlikesi değil, ne yapacağımızı bilemez durumda olduğumuz için kendimizi modernitenin iradesine teslim etmemiz ve onu yaşatmamızdır.
Heidegger Batı’nın çöküş tarihinin Grek metafiziğiyle başladığını öne sürer.
Aydınlanma kendisini yeni bir şey olarak resmetmişti; insan aklının ve özgürlüğünün kendi kendisini sergilemesi olarak. Fakat Heidegger’e göre, Aydınlanma aslında modernitenin nihilizmine giden yoldaki bir büyük olaydı. Aydınlanmanın bizatihi kendisi, özgürlüğün faili olmak şöyle dursun, matematiksel doğa biliminin ve genelde rasyonel düşünmenin tahakkümü altındaydı.
Felsefe, otantik/hakiki sıla hastalığıdır; her zaman evde olma arzusudur.
Kişiliksizleşme
Ekonomik-maddi nedenlerin sonucu değil, (otantik olmayan) ekonomik ve maddi ilgilerin/kaygıların egemen olduğu bir dünyayı mümkün kılan insani düşmüşlüğün sonucudur. Heidegger daha sonra, insani köksüzlüğünün bireyin ya da insanlığın hakikatten kopuşunun değil, hakikatin kendisini insanlıktan gizlemesinin sonucu olduğunu öne sürecektir.
Derin/iç sıkıntı –sıla hasreti, felsefe yapmanın temel/asli modudur.
Özgürlük zorunluluğun teyididir.
Aydınlanmanın özgürleştirme retoriği ->
Doğayı, bilimsel-teknolojik vasıtalarla köleleştiren sınırsız insani güç/iktidar tutkusu…
Horkheimer ve Adorno’ya göre, Nasyonal Sosyalizm, Batı’nın tümüne musallat olan teknolojik güç tutkusunun tezahürüdür.
Heidegger’de Nasyonal Sosyalizm’i Aydınlanma metafiziğinin Alman versiyonu olarak yorumlamıştır.
Gerçekten de, Batı tarihinin ve teknolojisinin Heidegger yorumu ile Horkheimer-Adorno yorumunun örtüşmesi, özellikle de Adorno’nun Otantiste Jargonu adlı kitabında Heidegger’e saldırısı dikkate alınırsa manidardır.
Nasyonal Sosyalizm, Aydınlanmanın sonucu olmak şöyle dursun, yetersiz Aydınlanmadan doğmuştur.
Aydınlanma değerlerinin garanti altına aldığı yegâne ‘özgürlüğün’ insanları ruhsuz fabrikalarda ve ölü şehirlerde köleleştirecek hesapçı rasyonaliteyi kullanma özgürlüğü olduğu düşünülüyordu.
İlk ölü (insan), kalbin kanını katı buz kristallerine dönüştüren unutulmaz hakikat aanı.
Heidegger, insanlığın işçiye dönüştüğünü öne sürer; çünkü günümüzde ‘olmak’, üretimin buyruğuna uygun şekilde üretim adına çalışmak ve dönüşmek anlamına gelir.
Heidegger, insalığın varlığın temeli olduğu fikrini kesinlikle reddeder.
Heidegger, kriz içindeki Almanya’yı yalnızca otantik/hakiki düşünmenin ve şiirin kurtarabileceğini öne sürmüştür. Onun düşünme ile kastettiği şey rasyonel hesaplama değil, insanı şeylerin dehşet verici ve korkunç mevcudiyet kazanmasına, yani şeylerin bir şekilde varolmasına yol açan davranış modudur.
Heidegger için televizyon teknolojik öznenin kaçınılmaz icadıdır, çünkü televizyon insan türünün aynı anda aynı görüş noktasından aynı olaya tanıklık etmesini fiilen mümkün hale getirir.
Heidegger için üstün-insan, janus-yüzlü bir figürdür; bir taraftan Jünger’in çelikten insanı, diğer taraftan Hölderlin’in tanrıyı-arayan şairi.
Heidegger için şiir, entiteleri bir araya toplayan, onları kendilerini ifşa eden/etmeye bırakan ‘söyleme’dir.
Heidegger’e göre insanlık dile ya da ‘söylemeye’ bir araç olarak sahip olamaz; tersine dil insana sahip olabilir.
Dil insanlık için aynı adna hem en büyük lütuf, hem de en büyük tehlikedir; çünkü dile doğru ilişkinin kaybı, manevi ve sosyal katastrofa yol açar.
Şair tarihsel Dasein olarak Dasein’ın daha önce atıldığı alanı açar.
Heidegger’e göre Logos, Herakleitos’un bütün entiteleri aydınlatan ve bir araya getiren ‘ateş’e verdiği addı. Logos aslında ilk/asli poetik ‘söyleme’yle ‘aynı’ şey’di.
Aydınlatan ve bir araya toplayan Logos phsis’i, doğayı, kutsal vahşiliği ‘bir konuma/duruşa’ getirir. Kutsal vahşilik ya da ‘doğa’ böylece şaire bu vahşiliği her şeyin makul tasarım ve ölçüleriyle görünmelerini sağlayacak şekilde yeniden sınırların belirlenmesinde çağrısında bulunur.
Bu kendini gizleyen kutsal Açık’ın kaotik uçurumunda/yarığında duran şair tarihsel dünyanın unsurlarını bir araya getirecek sanat eserlerini doğurur.
Söz Kutsal’ın Ereignes’idir.
Batı insanlığının ihtiyaç duyduğu şey etik değil yeni bir ethos, insan davranışına yeryüzünde doğru sınırlar koyacak yeni bir ikamet tarzıdır. Bu tür bir etik yalnızca bir armağan olarak gelebilir, hiçbir şekilde insani eylemlerle tesis edilemez. Heidegger insan davranışı için sınırlar ve yasa koymanın önemini teslim eder.
Eski dünyanın teknolojik dünyanın doğuşuyla birlikte yok olma tarzıyla ilgili izahlarına rağmen Heidegger nihai noktada umudunu kaybetmez. Aksine o koruyucu bir gücün teknolojik nihilizmin derinliklerinden doğacağı umuduna sarılır. Otantik ‘üretme’ olarak sanatın doğasıyla ilgili meditasyonları teknoloji çağının karakteristik otantiklikten yoksun üretimine alternatif bir üretime işaret eder.
Heidegger insan Dasein’ın ‘ontolojik tahlili’ için fenomenolojik yöntemin kendine özel versiyonunu kullanır. O fenomenolojiyi ontoloji olarak tanımlar. Bu entiteye, kendisini entitenin kendisine uygun tarzda göstermesine imkân veren yorum türüdür.
Fenomenolojinin, şeylerin kendilerine dönelim’ çağrısını izleyen Heidegger, analizini insanların gündelik hayatta fiilen yaptığı şeylerin tasvirine/izahına dayandırmayı seçer.
İnsani varoluş dünyayı açmadıkça varlıklar hiçbir şeyi dile getiremezler.
Heidegger canlı şeylerin kendilerini hem gizlemelerini hem de ifşa etmelerini izah etmek için Grekçe dynamis ve phsis terimlerini kullanır.
1928’de Heidegger dynamis’i Ereignis, yani ‘entitenin kendini ifşa etme olayı’ olarak tercüme eder.
Alethie (hakikat) terimini entitenin kendini ifşa ettiği gizlilikten çıkma olayı diye çevirir.
Felsefi amacı Kantçı anlamda tranzendental olsa da Heidegger bu noktada durmaz; çünkü o insani varoluşun temel tranzendental yapısını keşfetmek ister.
Varolmak asla temel bir kimliğe ulaşamama umuduyla bir arada sonu-gelmez bir yorumlama süreci demektir.
Heidegger, Husserl’i bu tür yeni bir yöntemin, yani fenomonolojinin kurucusu olarak görür. Fakat Heidegger bu yöntemi basitçe ‘normalleştirmek’ yerine onu hem subjektivizm kalıntısı izlerden arındırmaya hem de onun entitelerin varlığını ifşa etme ve ‘özgürleştirme’ kapasitesini arttırmaya çalışır. Geç Heidegger otantik bilimin teknoloji çağında büsbütün imkânsız hale geldiğinden emindir.
Heidegger’in görevi insanların önemli bir şeyin unutulmuş olduğunu fark edebilmelerini sağlayacak bir söyleşiyi başlatmaktı.
Eidos şeyin görünüşünü önceleyen prototip metafizik imajdır.
Aristoteles için energia aslında telos kavramından türetilen entelecheia ile eş anlamlıdır. Telos üretme ve inşa hareketinin kendisini içinde derleyip toparladığı amaç demektir.
Hegel aklı tanrılaştırmış ve iradeyi aklın nihai amacını (mutlak kendini aşma ve özgürlük) gerçekleştiren fail olarak resmetmiştir. Aklın kendini gerçekleştirmesi/irade kılması, Hegel için, entitelerin varolması, yani aktüel olanın aktüelleşmesidir.
Heidegger’e göre hakikatin tarihinde subjektivist dönüşü/subjektife dönüşü ilk gerçekleştiren Platon’dur.
Hakikat, şeyleri gizleyen engeli temizleme anlamına gelir.
Tanrı’nın çöküşüyle birlikte insanlığın kendini tanrıvari bir entite, yani bir ‘akıllı hayvan’ haline getirme yolunda duran şey bundan böyle hiçliktir.
Her insanı kendisini kendi kapasitelerinde termellendirme, yani varlığı unutan kendini temel haline getirme, hubristir/kibirdir.
O Batılı insanlığın uzun bir çöküş dönemine maruz kaldığını onaylar, fakat bu çöküş ona göre karakteri itibarı ile biyolojik değil metafiziktir.
Logos bir zamanlar insanlığı temellük eden ifşa edici güç anlamına gelirken, teknoloji çağında insanların mülkü olan bir enstrüman/araç olarak görüldü.
Söz, insanın özsel/asli temelidir.
İnsanlık bütünüyle endüstriyel toplumdaki tümüyle sosyal varlığa indirgenmiş durumdadır.
Makineler der Heidegger, artık hiç kimsenin ya da hiçbir sınıfın sahip olmadığı global üretim sisteminin parçalarıdır; insanlığın kendisi, kendi kendini yöneten bir teknolojik sistemin hizmetindedir. Bu görüş noktasından bakıldığında, kapitalizm ve komünizm aynı sistemin iki yüzüdür sadece.
Teknoloji dünyasında dil bile üretim sürecinin hizmetinde bir enstrümana dönüşür.
Poesis terimi belirsizdir; o hem şiir hem de üretim/üretme anlamına gelir.
Poesis yalnızca sanat eseri ve üretimle değil, aynı zamanda physis’le de alakalıdır.
Dünya-kurucu şiir (techne, poiesis) canlı şeyleri yaratmaz, onları ifşa eder yalnızca)
Rilke’ye göre Cézanne (ve Van Gogh) ‘güzel’ olan şeyin resmedilmesi/tasviri olarak sanat kavramının çok ötesine geçmişlerdi. Bu tür büyük ressamlar şeylerin açık varlığını, yeni bir ontolojik algı modunun gündelik hayatın kendisini dönüştürebileceği tarzda ifşa etmeyi denemişlerdi.
Heidegger ve Rilke’ye göre sanat eseri ontolojik kavrama yetimizi dönüştürür; o bizi şeylerle yeni bir ilişkilere girmeye muktedir kılar. Sanat eseri bize zaten hep orada olan, fakat göremeyecek kadar kör olduğumuz şeyleri ifşa eder.
Teknolojik şeyleştirmenin zorbalığı ölümün sürekli inkarıdır.
…teknolojik dünyada yürürlükteki dinamiğin ışığında Heidegger’in sanatın kurtarıcı gücüne beslediği umut neredeyse saçma görünüyor. Modern çağda sanatın spiritüel gücünün yok olduğunu söylerken Hegel çok daha haklıydı.
Nietzsche ve Jünger gibi reaksiyoner Nietzschecilerden etkilenen Heidegger Aydınlanma’nın ‘ilerleme’ görüşüne hiçbir şekilde inanmaz. Bu yüzden hem Hegel’i hem de Marx’ı ilerlemeci tarih görüşlerinin en iyi çöküş ve dejenerasyonun tarihi olarak okunabilmesi anlamında kafalarının üzerine diker.
Heidegger için yegâne gerçek özgürlük, zorunluluğa boyun eğmek ve onu teslim etmektir. Onun 1930’lu yıllardaki vaziyet alışıyla ilgili ahlaki sorumluluğu konusunda yöneltilen soruları dikkate almama eğiliminin nedeni de budur.
Ereignis’in yani hem varlığı hem de zamanı, mevcudiyete çıkmayı ve zamansallığı veren olayın kendisini-gizlemesine, saklanmasına odaklanır.
Heidegger sahiden düşünmeye değer olan şeyin mevcudiyete çıkma değil bu tğr mevcudiyete çıkışı mümkün kılan görünüşten çıkma olduğunu görmeye başlar.
Böyle bir görünüşten çıkma hem mevcudiyete/görünüşe çıkmayı hem de zamansallığı ‘veren’ fakat asla kendisini mevcut, yani ‘sahih’ hale getirmeyen kendini gizleyen ve dipsiz olay olarak anlaşılan Hakikat’tir.
Çeviren: Hüsamettin Arslan
Paradigma Yayıncılık, Nisan 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder