Paul Hühnerfeld – Heidegger-Bir Filozof Bir Alman
Aristoteles üzerine bir dersinde Martin Heidegger, büyük Grek için şöyle demişti: “O doğdu, çalıştı ve öldü.” (s. 11)
Belki Heidegger, öğrencilerini bu biyografiyi çok iyi bilmeleri için kışkırtmıştır. (s. 13)
Kant gibi Heidegger de çok basit ve sıradan yaşamıştır. …gençliği Güney Almanya’nın katolik dindarlığı içinde geçmiştir. …felsefe okumalarının etkisiyle teolojiyi terketmiştir. …doğup büyüdüğü yöreden kopmamıştır. (s. 14)
İnsanın yaşamı ve eyleminin birbirinden ayrılmazlığı…
Dasein,
Yapıp ettiği, düşündüğü, bildiği ne varsa, zaten hep dünyada-olma’nın damgasını baştan yemiştir. (s. 15)
İnsan, dünya karşısında bir tavır alır.
İnsanın ne olduğu, ne yaptığı, ne düşündüğü; dünyayı kavramanın bu ilksel edimlerine bağlıdır. (s. 16)
Düşünme ancak, yüzyıllardan beri yüceltilmiş olan aklın, aslında düşünmenin en inatçı hasmı olduğunu deneyimlemiş olmamızdan sonra başlar. (s. 19)
Messkirch’li ünlüler; Conrad Gröber, Abraham a Santa Clara, Conradin Kreutzer, Martin Heidegger.
Masskirch’de 26 Eylül 1889’da doğdu. Zangoçluk ve aynı zamanda fıçı ustalığı yapan bir köylünün büyük oğluydu.
Cizvit olmak üzere Konstanz’a gönderildi. (s. 24)
(Brentano) 1838’de Ren kıyısında Boppard’da doğdu.
Katolik papazı oldu. (s. 25)
1917’de Zürih’de öldü.
Brentano, Kant’ın amansız bir muhalifiydi. Yeni Skolastikçiydi ve döneminin en büyük Aristoteles uzmanıydı. (s. 26)
Hölderlin’in antik dünya kültürünü özümseyerek geliştirdiği özgül üslup Heidegger’i derinden etkiler. (s. 30)
1914’de Psikolojizmin Yargı Öğretisi, Mantığa Eleştirel Olumlu Bir Katkı adlı çalışmasıyla 25 yaşında felsefe doktoru oldu. (s. 33)
Asistan olarak girdiği Freiburg üniversitesi 1460’da faaliyete geçmişti. (s. 35)
Akademik çevre
Bir kısım felsefe hocası, (için felsefe) doğa bilimlerinin artıklarından beslenen bir konuma sokuluyordu.
Başka bir filozof gurubu, büyük idealist filozofların hatalarını göstermekle meşguldüler. Bu filozoflar, Yeni Kantçılar, hiç olmazsa bilgeleri Kant’a dayanarak, felsefeyi kurtarmaya çalışıyorlardı.
Küçük bir gurup, Aristoteles ve Aquino’lu Thomas’dan hareketle Kant’a, Yeni Kantçılara ve psikolojistlere karşı bir muhalefet içinde yavaş yavaş ön plana çıkmaya başlamıştı. Heidegger lisedeyken kitaplarını okumaya başladığı Brentano da bunlar arasındaydı. (s. 39/40)
Gençliği boyunca sporla uğraşan, kayak sporunu hakkında ders verecek kadar seven ve iyi bir kayakçı olan bu sağlıklı adam, cephede savaşmak için nedense pek zayıf bulunmuştu.
Akranları doktora öğrencileri ve diğer genç meslekdaşları cephede savaşırlarken, o çalışmalarına devam edebilmiş ve 1916 yılında Duns Scotus’un Kategorileri ve Anlam Öğretisi adlı doçentlik tezini tamamlamış, Alman üniversiteleri için çok kısa sayılabilecek bir süre içerisinde, doktorasından iki yıl sonra Freiburg’da privat doçent olmuştu. (s. 42)
Doktora tezi için yazdığı biyografisi
Ben, Martin Heidegger, Masskrich’de (Baden) 26 Eylül 1889’da doğdum. Her ikisi de katolik mezhebi mensubu olan zangoç ve fıçı ustası Friedrich Heidegger ve eşi Kempf doğumlu bayan Johanna’nın oğluyum. İlk ve ortaokulu doğduğum yerde okudum. 1903’den 1906’ya kadar önce Konstanz lisesinde, ikinci sınıftan itibaren Freiburg’daki Berthold Lisesi’nde lise öğrenimi gördüm. Olgunluk diplomasını aldıktan sonra (1909) başladığım Freiburg üniversitesindeki yüksek öğrenimimi, sözlü doktora sınavına kadar sürdürdüm. İlk sömestrelerde teoloji ve felsefe derslerine katıldım. 1911’den itibaren öncelikle felsefe, matematik ve doğa bilimleri derslerini izledim. Son sömestrede tarih derslerine de katıldım.
Heidegger, Husserl’i ilk kez tanıdığında 27 yaşındaydı ve doktora ve doçentlik tezlerini vermiş bulunuyordu. (s. 44/45)
Husserl’de, Brentano ve Rickert gibi, felsefenin kuruluşunu epistemolojik bir refleksiyon içinde özneye yönelmekte buluyordu. Onun fenomenolojisinin özünü iki düşünsel adım belirler: 1. Deneyim dünyasının paranteze alınması (indirgeme), 2. Bilincin paranteze alınması. Böylece geriye sadece bilincin çeşitli edimlerinin salt özü kalır. İşte fenomenolojinin görevi salt öz halindeki bu bilinç edimlerinin analizidir.
Buna göre fenomenoloji, şeylerin kendilerinin, bunların ontolojik varoluşlarının üzerinden geçilerek paranteze alındığı yerde, bir evrensel refleksiyon tarzıdır. (s. 50/51)
(Oswald Spengler – Batının Çöküşü) Heidegger de modern yaşam karşısında gittikçe artan bu horgörüye katılıyordu. (s. 55)
Marburg’da felsefe profesörü olduğu sırada 34 yaşındaydı. (s. 59)
Varlık ve Zaman, Marburg’lu genç felsefe profesörünü bir anda dünya çapında üne kavuşturdu. (s. 64)
Varlık ve Zaman’ın birinci cildi, ilk kez, Husserl’in yayımladığı Felsefe ve Fenomenoloji Araştırma Yıllığı’nın 8. Cildinde yayımlanır. Bu eserin konusu, insan ve insan yaşamıdır. Heidegger insanı, Varlık’a atılmış, Varlık’a terkedilmiş insan olarak tanımlar. İnsan Hiç içine düşmüş bir Nelik’tir ve bunu kendisi seçmemiştir.
Kitapta Heidegger, bildiğinden emin olduğu Varolan’dan yola çıkarak Varlık’ı düşünen, dikkate alan, ona yönelen bir konum içindeydi. (s. 68/69)
Batı metafiziği, Platon’un idealar öğretisini kendisine rehber edinmişti.
Düşünüre en önemli görünen şey, Varolan’ın Varlık’la ilişkisini açıklamaktır.
Varolan, insana sadece Varlık’ın ışığı sayesinde görünür. Varlık’ın Varolan içinde “ne’leştiği” ve onu görünür kıldığı kadarıyla. Fakat Varlık Varolan’ı görünür kılmakla, kendisini, Varolan içinde “saklayarak geri çeker.” (s. 70)
Varolan’ın sınırlılığına karşı, Varlık tam bir karşıtlıkla hep sınırsız olandı. Tam da bu nedenle, Varlık aynı zamanda kendisini “hiç” olarak gösteriyordu; çünkü onu kavramak mümkün değildi. Bu nedenle Varlık’tan söz etmek, Vardır demek mümkün olamazdı.
Dil aracılığıyla yapılan her Varlık tanımı, zorunlu olarak yanlış olacaktır. Zaten Heidegger’e göre dilimiz de Varolan içine düşer; yani o ancak tekil şeylere işaret edebilir, fakat Varlık’a asla. (s. 71)
Heidegger’de Ekzistens-olmak, dünyada-olma’nın dışına çıkmak, Varlık’a yönelmek anlamına gelir. Bu dışarıya çıkış, Kaygı (sorge) adı altında deneyimlenir.
Kaygı, Ekzistens olarak insanın yaşadığı bir psişik süreç değildir; tersine bizzat Ekzistens olma halidir. (s. 72)
Kaygı’nın üç yapısal yönü vardır: 1. Dünyayı önünde bulma, 2. Henüz içinde olma, 3. Çevresinde olma. (s. 75)
İnsan (Dasein) daima dünyanın içinde ve dünyayla birlikte bulunmaklık’ı yaşar.
Heidegger, temel heyecanların çoğunu Varlık’ı unutmak’tan sorumlu tutar.
Heidegger, düşmüş insanın Varlık’a Dönüş’ünü mümkün kılan sadece tek bir temel heyecan bulur; Korku. (s. 76)
Korku, Hiç’i açığa çıkarır. (s. 78)
İnsan zamansız olamaz; fakat zaman da insansız olamaz. (s. 80)
Gerçek yaşam ölüme ilişkin yaşamdır. (s. 81)
Heidegger’in felsefi üslubu, herşeyden önce kelimeyi kendi gizli kaynağında kucaklamak üzere, onun etimolojisine dalmakla, kelimeyi etimolojik kaynağına uygun kullanmakla gelişmiştir. (s. 91)
Heidegger neden taşrada kalmıştı? O taşrada kalmıştı; çünkü Kara Orman bölgesine yakın olmak istemişti. Çünkü o kırsal alandan sadece hoşlanan ve onu seyreden kentlileri hor görmektedir. Heidegger eski bir masalı hatırlatıyor: Karla kaplı tepenin kenarında tarlasını süren bir çiftçi, bu dağın güzelliğini göremez. Çünkü o bu dağla özdeşleşmiştir; çünkü o doğayı hiç de kırsal alan olarak küçük görmez, çünkü o kendisiyle ve çevresiyle birlik içindedir. (s. 110)
Çeviren: Doğan Özlem
Gündoğan Yayınları
Kasım 1994, Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder