8 Haziran 2012 Cuma

Oliver Sacks – Sesleri Görmek


Oliver Sacks – Sesleri Görmek
Sağırların Dünyasına Bir Yolculuk

(keşfedilmemiş bölgeler)
Doğuştan sağırlar, nüfusun yaklaşık yüzde 0,01’ini oluşturuyor… (s. 10)

“bir ses gördüm!” Elizabeth Sacks Chase (s. 13)

(sağırlık) “insanoğlunun başına gelen en büyük felaketlerden biri.” Dr. Johnson (s. 15)

(Lucy K. ile ilgili olarak) Günün birinde konuşurken tesadüfen kafamı çevirdim ve tüm iletişim bir anda kesildi. Ancak o zaman Lucy’nin işitmediğini, dudak okuduğunu anladım… (s. 15)

“Bazen iki dünya arasında kalmışım gibi, ikisine de tam uymuyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum.” (Lucy K.)

David Wright (yedi yaşında sağır olan Güney Afrikalı şair / yazar.

“Başlangıçta söz vardı. Böyle bir durumda kavramları nasıl oluşturabilirsiniz.” (D. Wright) (s. 17)

Wright, kendisiyle konuşulduğunda, konuşanların dudaklarını ve yüzlerini görüyorsa, “hayalet sesler” duyduğunu öne sürüyor, ağaçların ya da dalların rüzgârda sallandığını görünce, onların uğultularını “işittiğini” anlatıyor. (s. 18/19)

“…sağırlığımın farkına varmam pek kolay olmadı, çünkü ilk başından beri gözlerim, bilinçsizce de olsa, hareketleri sese dönüştürmeye başlamıştı.  …annem konuştuğunda onun sesini duyar gibi oluyordum. …tanıdığım herkesin hayalet sesleri vardı. …bir gün kuzenimle konuşuyordum ve o, heyecanla bir şeyler anlatırken, eliyle ağzını örttü. Sessizlik! Görmediğim zaman işitemediğimi orada ve o zaman anladım.” (Wright)

(duyuların konsensüsü) “…anozmik hastalarımdan biri gördüğü çiçeklerin kokusunu duyuyordu.” (Sacks) (s. 19)

…sağır olanlar için dünya, “hayalet” kılığında olsa bile seslerle doludur.

Okurken ya da birini konuşurken hayal ederken iç kulağımızda bir ses duyarız. Doğuştan sağırlar ne duyarlar? Sesleri nasıl hayal ederler?

…sağırlar delirirlerse sesleri görmekten mi şikayet ederler? Eğer öyleyse bunları nasıl görürler? Havada işaret diliyle konuşan ellerle mi; yoksa görsel işaretler yapan bedenleşmiş imgelerle mi? (s. 20)

Hâkim olan görüş: (derin körlük) doğuştan sağırların sürekli, hiç kesilmeyen, koyu bir sessizlik içinde yaşarlar.
(tümüyle doğru değil) Doğuştan sağırlar sürekli “sessizlik” içinde değildirler ve bundan şikâyet etmezler (mutlak sessizlik içindeyseler, sesleri bilemezler!)
Körlerin sürekli “karanlıkta” kalmadıkları gibi, tam sağırlar (da) çeşitli biçimlerde sesler duyabilir ve her türlü titreşime karşı son derece hassas olabilirler. Titreşime karşı bu hassaslık yardımcı bir duyu oluşturabilir. Lucy K. tam sağır olduğu halde piyano tuşlarına elini koyduğunda beşli bir akoru hissedebilir ve yüksek titreşimli telefonlardaki sesleri seçebilir; büyük bir olasılıkla her iki durumda da sesleri değil titreşimleri algılamaktadır. (s. 21)

…kör çocuklar hiper-konuşkan olurlar ve görsel imgelerin yokluğunu son derece ayrıntılı sözel açıklamalarla gidermeye, görselliği reddetmeye ya da sözle ikame etmeye çalışırlar.

Doğuştan sağırlar = “deaf and dumb” (hem sağır dilsiz, hem de sağır ve budala anlamlarını içerir (tipik İngiliz aklı/yargısı) (s. 22)
Doğuştan sağırlar binlerce yıl salak ya da geri zekalı kabul edilmiş, anlayışsız yasa koyucularca “ehliyetsiz” olarak görülmüş –mal mülk edinmeleri, evlenmeleri, eğitim almaları ve doğru dürüst bir işte çalışmaları engellenmiş- temel insan haklarından mahrum bırakılmışlardır.

Masumiyet ve özgürlük yalnızca Doğa’da bulunabilir (buna karşılık olarak Aydınlanma’nın temel ilkesi; “insan kültür olmadan var olamaz.”) (s. 23)

Aveyron’un Vahçi Çocuk’u hiçbir zaman konuşmadı. (s. 24)

Önce söz vardı -> Sembollerin sözcüklerden oluşması gerektiği yönündeki yargının yaslandığı arketip düşünce / düşünce arketipi. (s. 28)

İşaretle anlaşma konuşmadan önce ortaya çıkıyorsa bunun nedeni kolaylığıdır. Konuşmada yüzlerce farklı yapının yıldırım hızıyla koordine edilmesi gerekir, bu yüzden de çocuklar ancak iki yaşında konuşmaya başlarlar. Yine de sağır bir çocuk dört aylıkken “süt” işaretini yapabildiği halde, etrafına bakınıp ağlamakla yetinir. (s. 43)

Doksan yaşlarında, son derece sağlıklı görünen (sağır) bayan, zaman zaman düşünceye dalıyor, bu sırada elleriyle örgü örer gibi karmaşık hareketler yapıyordu.
Kızı, annesinin uykusunda bile bazen yorganın üstünde el işaretleri yaptığını ekledi – yaşlı kadın işaret diliyle rüya görüyordu. (s. 47)

İnsanlık dediğimiz şey bir ölçüde dile mi dayanıyor?
Dil, kendiliğinden ve doğal olarak mı gelişir, yoksa başka insanlarla temas kurmamız mı gerekir? (s. 49)

…afazisi olan biri bir kayıp hissiyle, bir sakatlık ve eksiklik hissiyle kıvranır.
(afazi hastası) Joseph’ta eksik olan şey yalnızca dil değildi; açık seçik bir geçmiş duygusunun olmadığı, “geçen gün”ü “geçen yıl”dan ayıramadığı anlaşılıyordu. Geçmiş duygusundan yoksundu.
Hayatını yalnızca o anda, “şimdi” de yaşıyordu. (s. 51)
(Joseph) resim çizmeyi seviyordu,
Görsel kavramlara yeteneği vardı.

Doğuştan sağır ressam ve fotoğrafçı Theophilus d’Estrella
“Okula başlamadan önce resimlerle ve işaretlerle düşünürdüm.”  (s. 52)
D’Estrella’nın kozmolojik ve etik fikirleri onun yalnız başına düşünmesinin meyveleriydi.
(dil olmadan da soyut düşünce mümkündür)

“düşüncenin birimleri olarak görev yapan psişik bağlantılar, görsel ve bazen kas hareketleriyle ilintili… bazı imler ve az ya da çok berrak olan imgeler’dir. Bildiğimiz sözleri ve başka işaretleri ikinci bir safhada, bir çaba sonucu üretiriz.” (Einstein) (s. 53)

Schopenhauer: “düşünceler sözcüklerle somutlaştıkları anda ölürler.”
Kişi en derinde müzikle ya da denklemlerle düşünmez; sözcük ustaları bile dille düşünmez. Schopenhauer ve Vygotsky büyük söz ustalarıdır ve düşüncelerini sözcüklerden ayırmak imkansız gibi görünür ama her ikisi de düşüncelerinin sözcüklerin ötesinde olduğunu söylemişlerdir. “Kelimeler düşünceyi dile getirirken ölür.” Vygotsky
“Infant” konuşamayan insan yavrusu demektir.  (s. 54)

“Dil, tecrübeyi dönüştürür.” Joseph Church
Dokuz yaşında bir çingene, Manuel adında bir oğlan çocuk. Gezgin oldukları için hiçbir eğitim almamış. Parlak, içten ve duygusal açıdan normal bir çocuk. Ailesi onu çok seviyor, işlerini ona emanet ediyorlardı. Sağırlar okuluna gitmeye başladığında, o yaşta dil öğrenebileceğinden kuşku duyuyorlardı. Ama  o çok başarılı oldu, üç ay içinde derdini anlatacak kadar işaret dili ve İtalyanca öğrendi.
Manuel her zaman sevgi görmüş, hayata katılmış, ona normal biri gibi davranılmıştı. Oysa (pek çoğu) otistik ya da geri zekalı muamelesi görüyorlardı. (s. 57)

“Bir sözcük tek bir nesneye değil, bir nesneler gurubuna ya da sınıfına gönderme yapar. Bu yüzden her sözcük bir genellemedir. Genelleme düşüncenin sözel bir eylemidir ve gerçekliği duyuların ve algının yansıttığından farklı bir şekilde yansıtır.” Vygotsky (s. 61)

(sağır çocukların dil sorunları) Bu çocuklar soru kalıplarını bir ileti aracı olarak kullanmaktan acizler. Yanıtı bilmediklerinden değil, soruyu anlamıyorlar… Bir keresinde bir çocuğa, “evinizde kimler oturuyor?” diye sordum (soruyu öğretmeni işaret diline çevirdi). Çocuk boş gözlerle bana baktı. Sonra öğretmeni daha açıklayıcı ifadelerle bir dizi cümle kurdu: “evinizde sen, annen…” Çocuğun yüzünde bir anlayış kıvılcımı çaktı ve bana bütün aile üyeleri ve köpeğiyle birlikte evinin resmini çizdi… (s. 69)

…sık sık sorularını öğrencilerin boşlukları dolduracağı eksik cümleler halinde yönelttiklerine tanık oldum.

(Sağır öğrencilere özel bir okulla ilgili gözlemler)
Çocukların çoğu pasif ya da utangaçtılar, doğal değillerdi, özgüvenden, sosyal ilişkilerin getireceği rahatlıktan yoksundular –olmaları gerektiğinden daha az hareketli ve oyuncuydular. (s. 70)

…dil yalnızca bir yetenek ya da beceri değil, düşünceyi mümkün kılan şeydir; düşünceyi düşüncesizlikten, insanı insan olmayandan ayıran şeydir.

Aziz Augustine
“Büyüklerim bir nesneyi adlandırdıklarında ve ona doğru yöneldiklerinde, bunu görüyor, bu şeyin, onu bana gösterirken çıkardıkları sesle çağrıldığını kavrıyordum. (büyüklerimin) niyetleri vücut hareketlerinden anlaşılıyordu; sanki bu hareketler (yüzdeki ifade, gözlerin oynaması, bedenin başka yerlerinin oynaması, bir şeyi ararken, ona sahip olurken, onu reddederken ya da ondan uzak dururkenki zihin durumumuzu yansıtan ses tonumuz) herkesin kullandığı doğal bir dildi.” (İtiraflar I:8) (s. 72)

Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, iletişimin bozulması durumunda, entelektüel gelişimin, sosyal ilişkilerin, dil gelişiminin ve duyusal tavırların, hepsinin birden ve aynı anda bundan etkileneceğidir. (s. 75)

“Sağır çocukların çoğu, sekiz yaşlarında soruları anlamada gerilemeye başlarlar, her şeye bir etiket yapıştırmaya devam ederler, yanıtlarında “meselenin özüne” ilişkin bir yan bulmak zorlaşır. Nedensellik merakları zayıftır, gelecek hakkında pek az fikir yürütürler.” (Schlesinger) (s. 76)

“İç konuşma, neredeyse sözcükleri olmayan bir konuşmadır.” (Vygotsky)

İç konuşmada sözcükler ölür ve düşünce öne çıkar. İç konuşma büyük oranda saf anlamlarla düşünmektir. Çoğu zaman biz, konuştuğumuz diliz deriz; ama gerçek dilimiz, gerçek kişiliklerimiz, iç konuşmalarımızda, bireysel zihni oluşturan ve durmadan kendini üreten o kesintisiz anlam akışında yatar. (s. 84)

İşaret dilinde baskın olarak sol yarıkürenin kullanıldığını destekleyenlerden biri olan Helen Neville, işaretlerin sağ görsel alanda daha iyi okunduğunu …göstermiştir.
İşaret dili afazisinde diğer dil-dışı, görsel/uzamsal yetenekler kaybolmaz. İşaret dili yitirildiği halde davranışların yitirilmemesi …önemlidir. (s. 104)

(Japon bebekleri “l” ve “r” seslerini ayıramazlar)

Gerek konuşma dilinde gerekse işaret dilinde, erken yaşta dil ediniminin, sol yarıkürenin dilsel kapasitesini güçlendirdiği anlaşılmaktadır; buna karşılık, tam ya da kısmen dilden yoksun olanlarda, sol yarıkürenin yeteri kadar gelişmediği ve büyümediği gözlenmiştir. (s. 114)

Sıradan bir göz ve eğitilmemiş bir kulaktan sanat uzmanlığına ve sanatsal beceriye geçme kapasitesi, sağ yarıküredeki baskınlığın sol yarıküreye geçmesine koşut bir süreç izler.
Profesyonel müzisyenlerde ve uzman kulaklarda bir sol yarıküre işlevi olduğu görüşü güç kazanmıştır. (s. 115)

Kültürel anlamda, nasıl bir Yahudi ya da Japon zihninden söz ediyorsak, bir “sağır zihni”nden de söz edebileceğimiz aşikârdır.

Sağır anne-babaların işiten çocukları, önce işaret dilini öğrenmişlerse, şaşırtıcı bir görsel yeteneğe sahip olurlar ve işitmelerine rağmen yalnızca iki dili aynı ustalıkla konuşmakla kalmaz, iki apayrı zihin işlevselliğine ya da düşünme biçimine sahip olurlar. (s. 116)

“İşaret dili zihnin diline daha yakındır.” (Edward Klima) (s. 121)

Doğuştan sağır kişiler, olağanüstü bir dünyaya doğarlar.
Biz konuşma dünyasında yaşayanlar, onların dünyalarını hayal bile edemeyiz. (s. 126)

Schein’a göre, sağır çocukların çoğu kendi evlerinde bir yabancı gibi büyürler.
Herkes konuşup gülerken, siz çölün ortasında tek başına kalan bir Arap gibi yalnız ve etrafınızdakilerden uzaksınızdır.
Kimsenin sizi anlamadığı, pek önem de vermediği duygusuna kapılırsınız. (s. 127)

İşaret dilinin grameri, konuşma grameriyle hemen hemen aynı yaşlarda edinilir ve öğrenme süreçleri çok benzer. (s. 129)

Dil -biyolojik açıdan- aşağıdan, bireyin düşünmek ve iletişim kurmak için duyduğu bastırılmaz ihtiyaçtan türemiştir. Ama aynı zamanda –kültürel açıdan- yukarıdan, tarihsel tecrübelerden ve tarihin kaçınılmaz koşullarından, dünya görüşlerinden, insanların imgelerinden ve tutkularından yeniden türetilir ve iletilir. (s. 133)

(İşaret dili adabında) Göz hizası ve görsel temasın her zaman bilincinde olmak gerekir; gurubun arasında dolaşıp bu teması kesmek yanlıştır. Omuza vurabilir ve parmakla işaret edebilirsiniz –sesli konuşmalarda rastlanmayan bir adettir bu. Ve kendinizi üç yüz kişinin işaret dili konuştuğu bir odada bulduğunuzda, kulak misafiri olmak ya da istemeden duymak gibi huzursuzluklardan uzak, görülmesi gerekeni görürsünüz. (s. 137)

Bu dünyada yaşayan sağırların başkalarını asimile etmek ya da asimile olmak gibi bir kaygıları yoktur; aksine kendi dillerinden ve imgelerinden memnundurlar ve onları korumak isterler. (s. 138)

Sağırlar kendilerini sakat olarak değil, dilsel ve kültürel bir azınlık olarak görürler… (s. 146)

“Bizim için en önemli olan şeyler, çok basit ve alışıldık oldukları için, bizden gizlenirler.” Wittgenstein (s.)

Bizim hala bir rüyamız var. (s. 163)

Sağır çocuklar bazen, büyüyünce “işitmeye başlayacaklarını” sanırlar… (s. (s. 169)

Türkçeleştiren: Osman Yener
Yapı Kredi Yayınları
2. Baskı, Nisan 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder