Alberto Manguel 1964-1968 yılları arasında Borges’e kitap
okuyan kişiler arasında yer aldı.
Borges’le ilk defa, Buenos Aires’in Anglo-Alman kitapçısı
Pygmalion’da karşılaşmış. Manguel o sırada burada çalışmaktaymış. Yazarın
daveti üzerine okuma teklifini kabul etmiş.
Borges fiziksel dünyayla kesinlikle ilgilenmiyordu (zaten
görmüyordu), onu yalnızca okumalarının bir temsili olarak görüyordu.
Borges’in evi… oldukça karanlıktı. Annesiyle (Dona Lenor)
birlikte yaşıyordu. (s. 11)
Borges’in 30. Yaşından sonra başlayan ve 58 yaşına
geldiğinde tamamen yerleşen körlüğü genetikti: Büyük-büyükbabası ve büyükannesi
de aynı durumu yaşamıştı. Babası da aynı yaşlarda kör olmuştu. Kendi
körlüğünden yazınsal bir merakla söz edermiş Borges. Ayrıca batıl inançları
vardı; kör olan üçüncü ulusal kütüphane yöneticisiydi.
Kör olduğu halde siyahı görememekten yakınıyor, mutlak bir
grilik içinde yaşıyor, görebildiği tek renk sarı.
Körlük ve yaşlılık için yalnızlığın farklı biçimleri diye
söz ediyor.
Satırları kafasında kuruyor ve sonra yanında kim varsa ona
yazdırıyordu.
Yazdırdığı kâğıdı alıyor katlıyor, cüzdanının ya da bir
kitabın arasına koyuyor. Paraya da aynı şeyi yapıyor, kâğıt parayı alıp, ince
bir şerit olana kadar katlıyor ve kitaplığındaki ciltlerden birinin arasına
yerleştiriyor. (s. 12)
Dünyası tamamen özeldi.
Psycho, Borges bu filmi çok beğenirdi (annesine dönüşen
katil). (s. 18)
Borges için gerçeğin çekirdeği kitaplardaydı…
Binlerce yıl önce başlamış olan ve asla bitmeyeceğine
inandığı bir diyaloğu sürdürdüğünü, derinlerde bir yerde biliyordu. Kitaplar
geçmişi yeniden kuruyordu. “Zamanla,” demişti bana, “her şiir bir ağıta
dönüşür.” (s. 28)
Her şeyi anımsardı. Yazdığı kitapların nüshalarına ihtiyacı
yoktu: unutulmasında sakınca olmayan bir geçmişe aitlermiş gibi davransa da,
kendi yazdığı her şeyi ezberden okuyabilir, düzeltebilir ve değiştirebilirdi…
Tümüyle unutulmak, sık sık yinelediği bir dilekti, unutmak
da benimsediği pozlardan biriydi. (s. 31)
Detektif romanlarına bayılırdı. (detektif hikâyesine)
bütünlüğü sağlayan şey, gizemin kendisiydi. (s. 35)
Borges Bioy’la 1930’da tanıştı. (s. 50)
Yaşamı boyunca iki karabasandan kurtulamadı: aynalar ve
labirent. İlk kez küçük bir çocukken, dünyanın yedi harikasının bakır bir
gravüründe keşfettiği labirent, merkezinde bir canavarın beklediği “kapısız bir
ev”in korkusuyla dolduruyordu içini; aynalar ise bir gün onun olmayan bir yüzü
yansıtacakları, daha da kötüsü hiçbir yüz yansıtmayacakları kuşkusuyla onu
dehşete düşürüyordu. (s. 52)
14 Haziran 1986’da Cenevre’de öldü.
Fotoğraflar: Sara Facio
Türkçeleştiren: Cem Akaş
YKY, Eylül 2002
Sıklıkla alıntılarınızdan yola çıkarak, kitap seçtiğim oldu. Bazan da ulaşma sıkıntısı çektiğimde, tadımlık batışlarım oldu seçkilerinize. Bunun için bir teşekkür etmek istedim; elimden bu gelir.
YanıtlaSilBir de çeviri 'Cem Akaş' olmalıydı şeklinde ufak bir klavye sürçmesine dikkatinizi çekmek istedim-ki ne denli titiz olduğunuzu bilmekten alınmış bir cüretledir bu.
tashih için teşekkür ederim
YanıtlaSil