…bir filozof, şiirsel imgelem sorunlarını incelemek
istediğinde o güne kadar edindiği bilgilerin tümünü
unutmak, felsefi araştırma alışkanlıklarının tümünü bir yana bırakmak zorundadır. (s. 7)
unutmak, felsefi araştırma alışkanlıklarının tümünü bir yana bırakmak zorundadır. (s. 7)
(Şiirsel imge) kendine özgü bir dinamizmdir. Bir tür
dolaysız varlıkbilim alanına girer.
Şair bana imgesinin geçmişini açıklayacak ipuçlarını vermez;
buna karşılık yarattığı imge benim içimde bir anda kök salar. (s. 8)
Şiir okurundan, imgeyi bir nesne gibi, dahası, bir nesne aracısı
gibi algılamaması, bu imgenin özgül gerçekliğini yakalaması istenmektedir. Bunu
yapabilmek için verici, üretici bilinç edimini, bilincin en ele avuca sığmaz
ürünüyle, şiirsel imgeyle bir araya getirebilmek gerekir. (s. 10)
(İmge, duyguların
ilkel formuna/diline hitap eder, bu yüzden kategorize edilmesi kolay olmuyor)
(İmge) bilgiye gereksinme duymaz. Yapmacıksız bir bilincin
ürünüdür.
…imgenin düşünme eyleminden önce geldiğini gösterebilmek
için, şiirin daha çok bir tin fenomenolojisi, bir ruh fenomenolojisi olduğunu
ileri sürebiliriz. (s. 11)
Ortaya konan yapıtın, tutkulu bir ruhun kefaretini ödemesi
gerekir. (s. 12)
Ruh, şiirsel imgeyle varlığını ortaya koyar.
(Pierre-Jean Jouve) “Şiir, yeni bir biçim yaratan ruhtur.” Ruh burada ilksel güçtür.
…ruh biçimini yaratır, onu giydirir, onu tad alınır kılar.
İçimizde bir titreşimin doğduğu an, onu duyduğumuz andır,
yankılanma gerçekleştiğindeyse artık dilimizdedir, artık bizim. Yankılanma,
varlığımızda bir dönüşe, bir sapmaya neden olur. Şairin varlığı bize kendi
varlığımızmış gibi gelir. (s. 13)
Dilden önce
gelen bir alanda akıl yürütemeyiz.
Şiirsel imgeyi hazırlayan hiçbir şey yoktur. İmgeyi
hazırlayan şey, -yazınsal kipte- özellikle kültür olmadığı gibi, -ruhsal kipte-
algılama hiç değildir. (s. 15)
Yazın eleştirmeni acımasız bir okur olmak zorundadır. (s.
16-17)
…sevdiği bir yapıtı okuyan bir okur, sevdiği sayfaların
kendisini ilgilendirdiğini, kendisi için yazıldığını bilir.
[Jean-Pierre Richard, Poésie et profondeur] (s. 17)
Sözün anlamını önceden kestirilemez kılmak, özgürlük
deneyimi edinmek değil midir? (s. 18)
Pierre-Jean Jouve’unki kadar ruhçözümcü düşüncelerle
beslenmiş yapıtlara az rastlanır. Şiirin alevi onda zaman zaman o ölçüde
yükselir ki, insan bundan böyle kendi kabında sıkışıp kalmayı sürdüremez. (s.
21)
Şiirde, bilgiden vazgeçme başta gelen koşuldur.
Bu durumda, ortaya konan yapıt, yaşamı o ölçüde aşan bir
özgünlük kazanır ki, yaşam artık onu açıklayamaz.
(Jean Lescure) “Sanatçı yaşadığını yaratmaz, yarattığını
yaşar.” (s. 24)
İmgelem, canlı edimleriyle bizi geçmişten de gerçeklikten de
koparıp alır. Kapılarını geleceğe açar. (s. 25)
…evimiz bizim dünya köşemizdir. İlk evrenimizdir. (s. 32)
Ev, insan yaşamında, kazanılmış şeylerin korunmasını sağlar.
(s. 34)
Geçmişin tiyatrosu olan belleğimizin dekoru, kişileri baskın
rolleriyle korur. İnsan bazen zaman içinde kendini tanıdığını sanır, oysa
tanıdığını sandığı şey, varlığın durağanlık kazandığı mekânlar içindeki bir
dizi bağlanmalardır yalnızca; geçip gitmek istemeyen varlığın, geçmişte bile,
yitirilen zamanın peşine düştüğünde, zamanın akışını “durdurmak” isteyen
varlığın. Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak
tutar. Mekân bu işe yarar. (s. 36)
…tutkulu yalnızlık içinde sürekli pişer. Tutkulu kişi,
patlamalarını ya da serüvenlerini kendi yalnızlığına kapanmış olarak hazırlar. (s.
37)
İnsan belki de, uykunun labirentlerinin sonuna vardığında,
derin uyku bölgelerinin sınırına yaklaştığında, insan-öncesi dinginlikleri
tanır. İnsan burada, anımsanmayacak kadar eski zamanlara dokunur.
…bilinçdışı kendi mutluluk mekânında barınmaktadır. (s. 38)
İnsan, şeylere, bu
şeylerin esinlediği hareketlerin tümünü yükleyebilseydi, gerçeklikle simgeleri
birbirine bağlayan binlerce aracı bulabilir. (s. 39)
Mekân eylemi çağırıyor, bu arada imgelem eylemden önce
çalışmaya başlıyor. (s. 40)
…içinde doğduğumuz ev, anıların ötesinde, fiziksel olarak
içimizde kaydedilmiştir. (s. 42)
Yalnızlıklarına sahip olmuş, gerçekten sahip
olmuş çocuk mutludur! (s. 44)
Şairleri okumak, aslında düş kurmaktır.
(çatı) …insanın üstünü örter. (s. 45)
(Edgar Allan Poe’nun öyküleri) Bu öyküler, çocuklara özgü
korkuların tamamlanmasıdır. (s. 47)
(Mahzen /= bilinçaltı)
Mahzen …toprağa gömülmüş deliliktir, çevresine duvar örülmüş
dramdır. (s. 48)
Paris’te ev yoktur. Büyük kentin oturanları, üst üste konmuş
kutuların içinde yaşar.
Benim evim denen yar artık basit bir yataklıktan başka bir
şey değildir. (s. 54)
Kendimize gerçek bir sığınak bulmak amacıyla
düşüncelerimizin içine kaçıp gideriz.
Düşlerimizin imgelerini tüm içtenliğimizle yaşayacak
olsaydık, dağılıp gitmiş ne çok değeri bir araya getirebilirdik! (s. 58)
Her büyük imgenin ulaşılmaz bir düşsel temeli vardır ve
kişisel geçmişimiz işte bu düşsel temel üstüne kendine özgü renklerini koyar.
Mutlak imgelem evreninde …gerçek yaşam sürebilmek için,
kendi imgelerinin gerçeğinde, tüm tutkuları aşan mutlak yücelik içinde
yaşayabilmek için, insanın dünya cennetini yitirmesi gerekir. (s. 60)
İmge, gerçeğin işleviyle gerçekdışının işlevinin bir araya
gelmesi sonucu gerçek ile gerçekdışının işbirliğinden doğar. (s. 82)
Geçicilik içinde yaşamak, kesinlik içinde yaşamaktan daha
iyidir. (s. 84)
…arsız çocuklar gibi, gözleri midesinden daha büyük… (aşırı
imge)
İstemsiz bir edimin yeniden gerçek öznesi haline gelmek ne
kadar büyüleyici! Böylece bir şair bir mobilyayı silerken / parlatırken yeni
bir eşya yaratır. (s. 89)
Her şeyi yapmak, her şeyi yeniden yapmak, her eşyaya
“fazladan bir jest” katmak… bunlar imgelemimizi genişleten edimlerdir. (s. 92)
Görkemli yalnızlık
İnsanın gerçek her eylemin, yapmaya zorunlu olmadığı her
eylemin başlangıcında olduğu kadar yalnız. (her şeyi yeniden yapmak/ilk defa
olarak bütün hareketleri keşfetmek) (s. 93)
Françoise Minkowska / Ev ruhbilimcisi (s. 95)
Eğretileme olsa olsa, derin hakiki, gerçek kökleri olmayan
üretilmiş bir imgedir.
(Eğretileme) üstünde gereğinden çok düşünmemek için insan
kendini sakınmalıdır.
Kavramlar, bilgileri sınıflandırmaya yarayan çekmecelerdir.
Kavram, bir ölü düşüncedir, çünkü tanım olarak
sınıflandırılmış bir düşüncedir. (s. 97)
(Dolabın anahtarı yok)
Kapalı mobilyanın içinde ne iyilikler saklıdır! (s. 102)
…kasa, belleğimize girmeyecek kadar eskide kalmış şeylerin
belleği haline gelir. (si 106)
Bir hazineyi gömen, onunla birlikte kendini de gömer. Giz,
bir mezardır ve ağzı sıkı kişinin gizlerin mezarı olduğunu söylemesi boşuna
değildir.
(Joë Bosquet) “Kendi kendimin gizlendiği yerim ben.” (s.
109)
…eski yuva, nesneler kategorisine girer. Nesneler
çeşitlendiği oranda, kavram basitleşir. Biriken yuvaların sayısı arttıkça,
imgelemimizi rahatlatmış oluruz. (s. 115)
(Van Gogh) “Saz damlı kulübe bana bir çalıkuşu yuvasını
düşündürdü.” Kuş yuvası resmi yaparken kulübeyi düşünüyor, kulübe yaparken de
kuş yuvasını… (s. 118)
En yalın imge ikiye katlanıyor; hem kendisi hem de
kendisinden başka bir şey. (s. 119)
Bir imgeyi sevdiğimiz andan başlayarak, o imge artık bir
olgunun kopyası olarak kalamaz. (s. 120)
“Kuş, hiç aleti olmayan bir işçidir.” Michelet
Onun kullandığı tek gerçek alet kendi bedenidir.
“Ortaya çıkan ev kuşun kendisidir, kendi biçimi ve dolaysız
çabasıdır; çektiği acıdır, diyebilirim. Bu sonuç kuşun, göğsüyle sürekli basınç
yapmasıyla ortaya çıkar. O ot saplarının her biri, o kıvrımı edinmek ve
sürdürmek için, binlerce ve binlerce kez onun göğsüyle, yüreğiyle, kuşkusuz
soluğu kesilerek, belki de yüreği daralarak itilip sıkıştırılmıştır.”
(Michelet) (s. 121)
Güzellik, genel olarak, içtenlik düşüncesini dışlaştırır,
karıştırır. (s. 127)
Bir şeyi tam olarak aşabilmek için, onu önce büyütmek
gerekir.
Düş kuran düşünceler vardır. (bütün kavramlar, düşünce üretirler) (s. 132)
(her biçim, içinde
hayat/yaşanmışlık barındırır, birbirine benzeyen evler = birbirine benzeyen
hayatlar…)
…salyangoz kabuğu, ev sahibiyle birlikte büyüyen o ev,
evrenin bir harikasıdır. Kabuklu hayvanlar, tinin, üstünde derin düşüncelere
dalmasını gerektiren en yüce konudur. (s. 138)
Uzak olan her şey birbirine karışmaktadır.
(salyangozlar) …hangi ülkeye yolculuk yaparsa yapsın hep
kendi evindedir. (s. 140)
Kabuğumuza çekildiğimizde sürdürmek istediğimiz dinginlik
düşü… (s. 143)
“Gizini açığa vuran ağız, boşboğaz dinleyicisinin insafına
kalır.” (Leonardo da Vinci) (s. 144)
(Sarmal kabuklar) bunların bu özelliği yalnızca bir güzellik
yaratmak için değildir. (korunmak) (s. 147)
…şato, onun kabuğu… (s. 149)
“Bulunduğum yerin
mekânıyım ben.” Rilke (s. 155)
Düşler, tarihsiz geçmişin büyük alanına girer.
…uzak derinliklerde çocukluk yeniden belirir. (s. 159)
Düşçü, çekildiği köşede, dünyadaki tüm nesneleri tek tek yok
eden titiz bir düş kurmayla dünyayı silip atmıştır. (s. 161)
Dünyaya ilişkin bir felsefenin özünü yakalamak istiyorsanız
ona ilişkin sıfatı araştırın.
…nesnelerin çizgisini dinlerken işte bir açı, işte düşçüyü
yakalayan bir tuzak. (s. 162)
İmgeler… hiçbir gerçekliği karşılamaz. (s. 172)
…tüm küçük şeyler, ağır çalışma gerektirir. Dingin bir
odanın içinde dünyayı minyatürleştirmek için, insanın büyük bir zaman ayırması
gerekir. (s. 176)
“Ellerim var seni koparmak için.” Andre Breton (s. 180)
“Bir ot sapının ardında gizleniyordu
Gökyüzünü büyütmek için.” Noël Bureau (s. 186)
Bir şair ister teleskopla, ister mikroskopla baksın, hep
aynı şeyi görür. (s. 188)
Ruh, düş görür ve düşünür ve sonra düş kurar. Şair, bizi bir
sınır-duruma götürmüştür, delilik ile us arasındaki, canlılar ile ölü
arasındaki, aşamaya korktuğumuz bir sınıra.
Bu sınırlar kozmosunda her şey, olgu haline gelmeden önce
belirtidir. Belirti ne kadar zayıfsa, o ölçüde anlam yüklüdür, çünkü bir kökeni
belirtir. (s. 192)
(René-Guy Cadou) “Paravananın üstündeki çiçeklerin şakıdığı
duyuluyor”
Böyle der, çünkü çiçeklerin hepsi konuşur, şarkı söyler;
çizilmiş çiçekler bile. Bir çiçeğin, bir kuşun resmini suskun kalarak
yapamayız.
(Claude Vigée)
“onun gizi
…
Rengini eskiten
Çiçeği dinlemekti.” (s. 193)
Sözcükler, ses veren kabuktur.
…büyük sessizlik dalgaları, şiirlerde titreşir.
(Pericle Patocchi) “uzaklarda yeryüzünün köklerinin dua
ettiğini duyuyorum.”
(Victor Hugo / Les Djinns) Şairi dinlemeye zorlayan daha çok
sessizliğin kendisidir.
Sessizliğin nerede olduğunu bilmeyiz: koca dünyada mı, yoksa
sınırsız geçmişte mi? Sessizlik, durulan rüzgârdan , yumuşayan yağmurdan daha
uzaklardan gelir. (s. 195)
Sessizlik derindir. Peki derinliğin kökü nerede?
Gözlerimi kapatıp açtığımı duyuyorum (s. 196)
Sonsuz -> İmgelem felsefesinin bir kategorisi… (s. 198)
Sonsuz büyüklük, bizim içimizdedir.
Sonsuz, hareketsiz
insanın hareketidir. (s. 199)
Orman, bir ruh halidir.
Şairler bilirler;
“içimizdeki ormanların incelikli sakinleri” Jules Superville
(s. 202)
Bir sözcüğün içsel şiirini, onun içerdiği sonsuz büyüklüğü
yaşayabilmek için, derin düşünmeyi son derece yavaşlatmasını öğrenmek gerekir.
Bütün büyük sözcükler, şairin büyüklük kazanmaya çağırdığı bütün sözcükler,
evrenin birer anahtarıdır, kozmosun ve insan ruhunun derinliklerinin
oluşturduğu çifte evrenin anahtarlarıdır. (s. 212/213)
…ağaç her zaman büyümeye yazgılıdır. Bu yazgıyı çevresine
yayar. Ağaç, çevresini saran şeyi de büyütür. (s. 215)
…içtenlik mekânı ve dünya mekânı “sonsuz büyüklükleri”
aracılığıyla birbirine uyarlı hale geliyor. İnsanın büyük yalnızlığı
derinleştiğinde, iki sonsuz büyüklük birbirine dokunuyor, birbiriyle
kaynaşıyor. (s. 216)
Varlık görülemez. Ona kulak verilebilir belki (belli ki) (s.
228)
“Büyük mekân bizi, yeteri kadar büyük olmayan mekânlardan
daha çok boğar.” (Superville)
İçerinin sonsuz büyüklüğü… (s. 234)
Dil, anlamla
kapanır, şiirsel ifadeyle açılır. (s. 235)
“Her eşik, kutsal bir nesnedir.” (Porphurios) (s. 236)
…bir kapıyı açan kişi ile kapayan kişi aynı varlık mıdır?
(s. 237)
Yaşam, yuvarlaktır… (s. 244)
Düş kurma çağındayken, nasıl ve neden düş kurduğumuzu
açıklayamayız. Nasıl düş kurduğumuzu açıklayabileceğimiz çağdaysa, artık düş
kuramayız. Dolayısıyla eriştiğimiz olgunluktan sıyrılmamız gerekiyor. (İlkel düşünce / ilkel algı…) (s. 248)
Varlık, yuvarlaktır…
La Poétique de l’espace
Türkçeleştiren: Aykut Derman
Kesit Yayıncılık, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder