25 Ağustos 2014 Pazartesi

Emir Kuşçu – Mitoloji ve Varoluş

Emir Kuşçu – Mitoloji ve Varoluş
Rudolf Bultmann’ın Mitolojiden Arındırma Yöntemi Üzerine


Mitolojiden arındırma kavramı, tarihselciliğin sınırlı bakışının ötesinde mitolojinin tarihsel çağrısını dile getirme çabasını ifade eder.

Tarihselcilik, insan tarihselliği ile ilgili tartışmanın sona erdiği inancına sahip çıkar…

Bultmann mit sözcüğü ile özel bir tarihsel fenomene, mitoloji sözcüğü ile de düşünmenin özel bir moduna işaret etmektedir.

Mitoloji, aşkın güçleri içkin güçlere analoji yaparak temsil ettiğinde onlardan yetersiz bir biçimde bahsetmektedir.

Ona göre mit, insana kurtuluş getiren bir imkânı taşımaktadır.

Dinler tarihi okulu mit kavramını kültür tarihinin bir fenomenine indirgerken, Bultmann, mitte günlük koşuşturmanın ötesine uzanan imana işaret edildiğini belirtir. (s. 10)

Bultmann, mitolojilerin, olayların nedenlerine ilişkin bir açıklama çabası olduğu anlayışını tamamen reddetmemekte, fakat varoluşu her türlü nedenselliğin temeline yerleştirmektedir. Zire Bultmann için varoluş, nedenselliğe dayalı her türlü açıklama biçiminden ayrı olarak tam bir özerkliğe sahiptir. (s. 12)

…modern insanın mitsel düşüncede ifade edilen varoluşsal hakikati görebilmesi için, gerek mitolojinin gerekse bilimin nesnelleştirici düşüncesinin ötesine gitmelidir.
…mitolojiden arındırma, mitin gerçek mahiyetini (…) açığa çıkarmaya çalışır. (s. 13)

Bireysel varoluş ve kolektif varoluş arasında Bultmann’ın yaptığı ayrım, temelde, insanın varlık imkânlarına işaret eder.

Bultmann kendisinden önce üstlenilen mitolojiden arındırma çabasının (…) kerigmayı (kerigma = Tanrısal kelam) da giderdikleri için (…) Hıristiyan imanı için olumsuz sonuçlara yol açmıştır. (s. 17)

Tarih, uyandırılan öz anlamlarda karşılaşılan somut durumun talep ettiğine karşı bireyin aldığı kararlar sayesinde varolur.

Tarih, dünya görüşleri tarihidir.

Hıristiyan kerigması, mitolojik bir dünya görüşüne ait olduğundan dolayı, bilimsel dünya görüşünün kültürel araçlarına yabancıdır.

Schinewend
Modern insan ve Hıristiyanlık arasındaki esas çatışma alanı, Nietzsche’nin ilan ettiği Tanrı’nın ölümü trajedisinden kaynaklanan kriz sorunudur. Ona göre bu durumda, insan sadece teknoloji sayesinde doğaya hükmeden insan değil, aynı zamanda büyüsü bozulan dünyanın nihilist insanıdır. Bu durumda, mitolojiden arındırma sayesinde, kerigmanın varoluşsal hakikati açığa çıkarılsa bile, nihilist olan modern insanın İncil’e inanması mümkün olmaz. (s. 22)

Modern dünyada amel, kökenini kaygı içindeki varoluşta, dile gelme biçimi ise bilimsel dünya görüşünde bulmaktadır.
Bultmann amel sözcüğünü daima insanın karşıtı olarak kullanmıştır.

Tanrı’nın kelamı, dünyanın ötesini unutan insanı kuşatan kaygıdan onu kurtarabilir. Kelam ona (…) hitap ettiğinde dünyadan özgürleşme imkânı sağlar.

Bultmann’a göre, gündelik kaygı, kişiyi kolektif varoluşun içinde eriteceğinden dolayı, kişi Tanrı’ya imandan uzaklaşır.
…kendi eylemlerimiz ile güvenliğe erişeceğimizi zannettiğimizde, kendi eylemlerimizin kölesi oluruz.

Özgürlük, mevcut anın sınırlarını aşan bir amilden beslendiği için, kendi egosunu öznellikle özdeşleştiren insanın keyfi özgürlüğü değildir. Hakiki özgürlük sadece öte dünyadan seslenene Tanrı’nın çağrısına itaat etme konusunda özgür olmaktır. (s. 27)

Gnostik mitoloji insanın dünyevi güvenliğini terk etmesinin öteden gelen çağrıya icabet için zorunlu olduğunu ifade ediyorsa, Bultmann da modern insanın Tanrı’nın kurtarıcı fiiliyle karşılaşabilmesi için, bilimselci dünya görüşünün ötesine geçmesinin gerektiğini vurgular. (s. 29)

Bultmann İsa’nın tarihsel mesajını duyabilmek için Sinoptik İncillere kulak vermek gerektiğini ifade etmektedir.
Sinoptiklere uyguladığı biçim tenkidinin sonunda İsa’ya atfedilen sözleri üç grupta tasnif etmektedir. Ona göre Sinoptiklerdeki apokaliptik-eskatolojik sözlerden başka İsa’nın bir kısım sözü, logia olarak bilinen (…) doğulu hikmet geleneğinin bir devamı iken diğer bir kısmı (…) Yahudi dindarlığından yükselen mevcut düzene yönelik eleştirilerdir. (s. 31)

Bultmann’a göre İsa’nın mesajının özünü Tanrı Krallığı oluşturmaktadır.

İsa insanlara almaları gereken kararın Ne olduğunu değil Nasıl olduğunu vaaz etmiştir.

…her zaman bir karar krizi içinde bulunan insan, sadece Tanrı’ya itaat etme bilinci taşıdığında gerçek kararlar almış olabilecektir. (s. 33)

Bultmann’a göre tarihsel İsa kerigmadaki gibi kelamın bizatihi kendisi değil, sadece kelamı taşıyan birisidir. (s. 37)

Pavlus’a göre İsa, Tanrı’nın affedici kelamından başka bir şey değildir.

Bultmann’a göre Yunan düşüncesi ve Yeni Ahit’teki insan anlayışı arasında en temel fark, Yunan düşüncesinde, insanın zamanla olan ilişkisinin yok sayılması ya da en azından bu konuda İncil ile aşikâr bir karşıtlık içinde olmasıdır. Yunan düşüncesinde insan, başkalarıyla karşılaşması sayesinde varolamaz. İnsan kendi gerçek doğasını kavramada zamandan bağımsız olduğu için, gelecek yeni bir şey getiremez. Yunan düşüncesinde, her insanın hayattaki rolü önceden belirlenmiştir.
Yunan düşüncesinde insan, kendi bireyselliğini (…) dünyanın rasyonelliğinde arar.

Yeni Ahit’te insan (…) temelde muvakkat bir varlıktır. (s. 40)

Bultmann’a göre ‘hayatımız Mesih’le beraber Tanrı’da saklıdır’ dendiğinde, bilinmeyen geleceğin, Kutsal Ruh sayesinde inananları niteleyen sevgide mevcut olduğu ifade edilmektedir. (s. 41)

Eski Ahit’te dünyanın sonu öğretisi anlamında hiçbir eskatoloji yoktur. (s. 42)

Pavlus, insanı sadece kararlarında özgür olabilen bir varlık olarak kabul eder.
Pavlus, mevcut durumun çağrısını Tanrı’nın çağrısıyla özdeşleştirdi.

İnanan zaten olduğu şey olmalıdır ve olacağı şeyi halihazırda olmuştur. Burada emperatif-endikatif diyalektiği, kişinin halihazırda olduğuyla olacağı şey arasındaki bir eş zamanlılıkla sağlanan bir diyalektik, paradoksal bir birlikteliktir. Zira her endikatif içinde gizli bir emperatif, her emperatifin ise içinde gizli bir endikatif mevcuttur.

Ruhla yaşarız / ruhla yürürüz. (s. 45)

Kelamla karşılaşan kimse, aynı zamanda yargılamaktadır. İsa’nın kelamını işiten herkes, hayat ve ölüm arasında bir karar vermek durumundadır.

Benim sözümü dinleyip beni gönderene iman edenin ebedi hayatı vardır ve yargılanmaz fakat ölümden hayata geçmiştir. [Yuhanna, 5:24]

Bu ona, (…) hayatın olağan vasatilikteki anlamından uzaklaşırsa, sahiciliği bulabileceğini öğretir. (s. 50)

Bultmann, kişinin sadece varoluşsal kaygılar sayesinde Mesih hadisesiyle onun kelamında karşılaşabileceğine işaret etmektedir.

…tarih, hiçbir arkaik sembolizmin yapısını radikal bir biçimde değiştiremez. Aksine tarih, ona sadece yeni anlamlar yükler.

Kilise Babalarının eserlerinde dışsallaşan dünya tarihi anlayışı, Yahudi apokaliptik tarih anlayışının bilimselci bir ilgiyle yorumlanmasından başka bir şey değildir. Augustine Tanrı Şehri adlı eserinde, tarihi, Mesih’in ve Kilise’nin gelişine kadar hazırlık safhası olan ve şeytanın hükmü altında olan kötülük çağı ve tanrısal inayetin gücü altında olan kurtuluş çağı olarak iki safhada ele alır. (s. 61)

Kant’ın tarih görüşünün Hıristiyan tarih teolojisinin ve eskatolojisinin ahlakçı bir dünyevileştirmesi olduğu söylenebilir.

Hegel tin öğretisiyle, Hıristiyan Parousia inancının sekülerleştirilmesinden başka bir şey elde edemedi. (s. 63)

Spengler, medeniyetlerin doğasının doğru bir biçimde teşhis edilmeleri halinde, gelecekte vuku bulabilecek olayların önceden kestirilebileceğinden bahsetti. (s. 68)

İncil metinlerini mitolojiden arındırma daha çok hermenötik bir meseledir.

Tarihsel hakikat, sadece tarihsel olarak varolan insanların varoluş hakikati olarak anlaşılabilir.

Bultmann insan varlığından varoluş olarak bahsettiğinde, nesne düzeyine indirgenemez olan hakikatten, sadece insana ait olan bir varlık biçiminden bahsetmektedir. (s. 74)

Doğa bilimi, varoluşun tarihselliğini anlamayı güçleştiren nesnelleştirici düşünce biçimine sahiptir.

Bir tarihçi her hangi bir olayın nasıl gerçekleştiğini anlamaya yönelir yönelmez, tarihsel olayı meydana getiren nedenleri keşfetmeye çalışacağından dolayı, tarihin nesnel bir fotoğrafını elde etmeye çalışacaktır. Bultmann, hiçbir olayın tarihsel bir neden olmaksızın gerçekleşmeyeceğine işaret ettiğinde Kant’ın etkisi altındadır.

Bultmann, tarih biliminde rastladığımız neden-sonuç bağıntısını doğa biliminde ortaya konan nedensellik anlayışından ayırt ederken Yeni Kantçı felsefeye yönelir. (s. 77)

Heidegger, tarihin temelini tarihten önce olan Dasein’ın tarihselliğinde arar.
Dasein’ın tarihselliğinin temelinde, onun ölüme-doğru-varlık olması bulunmaktadır.

İnsan ölüme-doğru-varlığında kendi varoluşunun sonluluğu-sınırlılığı ile karşılaştığında, sonsuz imkânlardan kendi yazgısının faniliğine sürüklenmektedir. (s. 78)

…tarihsel bir olayın anlamı sadece tarihin sonunda kesin olarak anlaşılabilir. Nitekim insan tarihsel bir varlık olduğu için, tarihin anlamını kesin olarak anlaması mümkün değildir. (s. 82)

Dilthey çeşitli formları içinde hayatı anlamaya çalıştı. Ona göre hermenötiğin görevi, sadece metnin yorumuna ait bir şey olmanın ötesinde, hayatın kendini eserlerde nasıl ifade ettiğine ulaşmaya çalışmaktır.

Bultmann’a göre, metni anlamak, metnin söylediği şeyi anlamaktır. Yorum daima metnin hakkında konuştuğu şey tarafından yönetilir. (s. 87)

Bultmann’a göre, yorumun koşulu metin ve yorumcunun aynı tarihsel dünyada yaşadıkları olgusuna dayanır. (s. 91)

Bultmann’ın katılımcı anlama kuramı, büyük ölçüde Aristoteles’in trajedi yorumuna dayanır.
Trejedi sayesinde izleyici, sahnede temsil edilen oyunun bir katılımcısı haline gelir.
Bultmann, Aristoteles açısından izleyicinin trajediye katılımının, trajedide temsil edilen varoluşa ya da karar krizine katılım olarak anlaşıldığını vurgular. (s. 92)

Kişi özel varoluşu ile ilgili suallerde Tanrı’yı araştırdığında, onun hayatı Tanrı’yla ilgili araştırmasının bir parçası olur. Çünkü kişinin Tanrı ve kendi hakkındaki suali özdeştir. Bir başka ifadeyle, kişi Tanrı’dan bahsettiğinde kendi varoluşundan da bahsetmiş olacaktır. Çünkü hem Tanrı hem de insan varoluşu nesnelleştirilemez bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle İnciller, kişinin varoluşuna hitap eder. (s. 95)

Bultmann’ın teolojik hermenötiği, insan varoluşunun İncil metinlerinde nasıl anlaşıldığı üzerine odaklanmaktadır. (s. 96)

Felsefe kesin özel bir nasıl sorusuyla belirlenen insan varoluşu ile ilgili olarak nasılın kendisi hakkında değil, sadece nasılın neliği hakkında konuşur.
Bir başka ifadeyle, felsefe varoluşa sadece varoluşsallık açısından ilgilenmektedir. (s. 103)

Tanrı’nın kelamı, insanın ön anlaması tarafından belirlenemez.
Tanrı konuştuğunda insana düşen, kelamı kendi ön anlaması ile özdeşleştirmek değil, dinlemektir. (s. 106)

Bultmann, Heidegger felsefesinin Yeni Ahit’in sekülerleşmiş felsefi bir biçiminden ibaret kaldığını belirtmektedir.

Heidegger’in sahici varoluş ile ilgili söyledikleri Hıristiyan’ın kendi varoluşunu kazanabilmesi için katkı sağlamaz.

Çünkü Bultmann’a göre varoluşu tamlığa kavuşturan Dasein’ın ölüme-doğru-varlık oluşu değil, Tanrı’yla sen-ben ilişkisi içinde karşılaşmasıdır. (s. 109)

Nihilist umutsuzluk, insanın gerçek anlamda tarihselliğini yitirmesiyle ilgilidir. Zira nihilizm, insan varoluşunun geleceğe açıklığını yok ettiğinden, yeni bir oluş anlamında aktüel bir imkânı ifade eden insan varoluşunun tarihselliğini imha eder.

Nihilizm, insanın tarihsel bir varlık olduğu gerçeğini inkâr etmez, sadece insanın tarihselliğinin tamamen anlaşıldığını/aşıldığını(?) savunur. (s. 112)

İnsan kendi varoluşunu Tanrı’nın hediyesi olarak kabul etmek zorundadır. Kendi varoluşunu tanrısal inayetle gerçekleşen bir hediye olarak kavramayan kimse, hayatı kötümser bir biçimde kendi istekleri karşısında kendi omuzlarına bindirilen bir yükmüş gibi anlayacaktır. (s. 113)

Tanrı’yı, gözümüzle değil, ruhumuzla tecrübe ederiz. Kişi sadece varoluşsal bir ilişki içinde Tanrı’nın bilgisine erişebilir. (s. 115)

Hıristiyan imanı için Tanrı’nın fiili, inanmayandan çok inanan kimse için gizlidir. Bu nedenle Hıristiyan imanı, Tanrı’nın fiilini gözlemlenebilen bir olayla özdeşleştiremez. (s. 121)

Mucize, sadece onda Tanrı’yı göremeyen kişi için gizlidir. Bununla birlikte, insanın tanrısızlığı, sadece kendi isteği ve iradesiyle aşabileceği bir durum değildir. Zira tanrısızlık, insanın günahı tarafından belirlenen varoluş olduğundan, insanın varolma tarzıdır. (s. 126)

Bedenden doğan bedendir, ruhtan doğan ruhtur.

Elis Yayınları
Aralık, 2006, Ankara


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder