21 Mayıs 2024 Salı

William L. Randall - Bizi Biz Yapan Hikâyeler

William L. Randall - Bizi Biz Yapan Hikâyeler

Kendimizi Yaratma Üzerine Bir Deneme

 


…Randall edebiyatla yaşam arasındaki bağlantıları ele alıyor ve insanların yaşamlarını oluşturan hikâye anlatma biçemlerinin çeşitliliği üzerine düşüncelerini dile getiriyor.

 

Evren hikâyelerden oluşur, atomlardan değil

 

Giriş

…bu kitap / bir hikâyeye sahip olmak, bir hikâye olmak, anlatarak kendini yaratma, insan doğasının kurmaca yanın / hakkındadır.

 

öğrenmenin poetikası

 

…anlam oluşturmak, bir yaşam oluşturmak, kendimizi oluşturmak.

öğrendiğimiz her şeyin toplamıyız.

 

Kitabın Planı

"Yaşama Estetiği" adlı birinci bölümde / "iç hikaye"nin oynadığı rolü göstereceğim.

"Hayat ve Edebiyat" adlı ikinci bölümde / hikâye kavramına daha yakından bakacağım.

"Öğrenmenin Poetikası" adlı üçüncü bölümde / ilk iki bölümün içgörülerini bütünleştirmeye çalışacağım.

 

Yaşama Estetiği

…insanlar birbirlerine görünmezdir. Deneyim insanın insana görünmezliğidir.

Deneyime eskiden Ruh denirdi.

 

"öz yaratım" dediğim şeyin doğası

Öz yaratımı gerçekleştirmenin temel araçları

"hikaye"nin değeri

 

Yaratıcı ürünler yaratıcı süreçlerden kaynaklanır, yaratıcı süreçler de yaratıcı insanlar tarafından gerçekleştirilir ya da teşvik edilir.

May' e göre yaratıcılık yalnızca "yeni bir şeyi var etme sürecidir"

 

İki deneyim hiçbir zaman aynı olmamıştır, İnsanlar aynı şeyi asla iki kez yapmazlar.

 

…açık bir geleceğe yaslanırız. İnsanın potansiyellikleri yalnızca başta belirlenmez, hayat içinde de yaratılır.

 

inşa etmek, yaratmak…

 

"yaratma"nın en temel anlamlarından biri, "yapma"

 

başkalarının benim hakkımda anlattığı hikayeler / hayatımın yaşandığı toplumsal ortamın yaratılmasına ve hayatımı kuşatan seçenek ve fırsatların belirlenmesine yardımcı olur.

Dedikodunun gücü buradadır.

 

öz yaratımın araçları: Maddi, davranışsal ve yorumbilimsel.

Maddi alan / denetimimiz dışı

davranışsal alan / etkililiğimiz artar.

Yorumbilimsel alan / kendimiz hakkında anlattığımız hikâyelere" dayanır


Dış hikâye / iç hikâye

Anlatım her zaman anlatılanı değiştirir,

Genel olarak, dış hikâye benim başıma gelenlerse, iç hikaye de başıma gelenlerden çıkardıklarım ve kendime anlattıklarımdır.

İç-dış hikâye, başıma gelenlerden çıkardıklarım hakkında başkalarına anlattığım (ve gösterdiğim) şeyler, dış-iç hikaye ise başkalarının benim rızamla ya da (genellikle) rızam olmadan kendi başlarına benim hakkımda vardıkları yargılardır.

 

Belirli bir durumda farkına varılabilecek sonsuza yakın şey" den çok azının farkına varılır.

Düşündüklerimizi hiçbir zaman tam olarak söyleyemez ya da hissettiklerimizi tümüyle ifade edemeyiz. Mimik, söz ya da davranışlarımızın ardında her zaman daha çok şey vardır.

 

var olmamız kendimizle ilgili hayallerimizden oluşur

 

Hayat ve Edebiyat

Hikâyelerin inatçı bir cazibesi var

 

Hikâye nedir?

Bir hikaye olarak tanımlanmak için en az üç şey gerekir: Birincisi bir hikaye anlatan, yani hikayeyi yaratan kişi ve hikayenin anlatılma aracı olan bir bakış açısı (ve dolayısıyla bir ses); ikincisi bir karakter ya da bir dizi karakter, yani hikayenin gelecekleriyle ilgilendiği gerçek insanlar ya da kurgusal yaratıklar; ve üçüncüsü bir olay örgüsü, yani bu karakterlerin yaptıklarını, davranışlarını, başa çıkmak zorunda oldukları durum ve çatışmaları planlayan çerçeve.

 

(doğadaki değişim, hareket… insanları hikâye anlatmaya zorluyor)

 

Önce olaylar, sonra hikâyeler gelir.

(Oluş’ta durum farklı; önce söz sonra hareket!)

 

Dedektifin hikâyesi, / suçun hikâyesi

(Polisiye kurguyu takip eden zihin, olay akışını sürekli yeniden kurmaya çalışır, bu heyecan verici)

 

Hikâyeyi ileriye doğru okur, ama geriye doğru anlarız.

Paul Ricoeur'a göre, olay örgüsü, "herhangi bir hikâyede olaylar dizisini yöneten anlaşılır bütün(dür) ...

 

Öğrenmenin Poetikası

Hikayeleri öğretmek için kullanırız

"Otobiyografik Dürtü" / hikaye ile kişisel kimlik arasındaki ilişki

Ahlaki yaşam kategorik dürtü olmadan olanaksızsa, toplumsal yaşam da biyografik dürtü olmadan olanaksızdır.

Bir insanı tanımak istiyorsak, hikayesi nedir / diye sorarız

 

Belleksiz yaşam / yaşam değildir

 

Unutmak hayat için vazgeçilmezdir

 

"Ruhlarımızı Yeniden Hikayeleştirme" / hayat içinde de bir hikayeyle birçok hikaye / iç içe…

Bu dünyaya gelen her insan yeni bir şeyi, daha önce var olmamış bir şeyi, özgün ve benzersiz bir şeyi temsil eder

 

"Anlatmadığımız Hikâyeler" / gizlilik, unutkanlık ve kendini aldatma

bizi biz yapan hikayelerin ne kadar çok farkında olursak, başkalarıyla ilişkilerimizde o kadar çok gücümüz olur.

 

Çok fazla olaya sahip insanlar, olaylarla dolu ama görece deneyimden yoksun hayatlar sürer.

Daha çok deneyimimiz olsaydı, daha az olaya ihtiyaç olacaktı

Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.

Hikâye edemediğimiz şeyi anlatamayız ve hikayeleştirecek sözcüklerden yoksun olduğumuz şeyi hikayeleştiremeyiz.

 

Günlük diyetimizi oluşturan hikayeler, üzücü derecede dar bir mönüde toplanır

 

Var olmak, kendini aldatmada kök salmaktır

 

Hikayesizlik taşıması kolay bir yük değildir; bazıları için delilik anlamına gelir.

 

"Hikayeleştirme Üslupları" / hayatlarımızı hikayeleştirme yollarımızdaki benzerlik ve farklılıklar

"Bir kişi olmak anlatacak bir hikâyeye sahip olmaktır"

 

…dış hikâye, iç hikâye vb. zihnimde iç içe geçmiştir. Hayatımın "hikaye"sini düşündüğüm zaman aynı anda birçok şeyin bir karışımını düşünürüm

 

The Stories We Are, An Essay on Self-Creation

Türkçeleştiren: Şen Süer Kaya

Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, 2014

Camille Paglia - Cinsel Kimlikler

 Camille Paglia - Cinsel Kimlikler

Nefertiti’den Emily Dickinson’a Sanat ve Çöküş


 

Önsöz

Bu kitap, kutsal kitaptaki kurallarla belirlenen batı geleneğini kabul etmekte ve kültürün anlamsız parçalara ayrılarak çöktüğünü ifade eden modemist fikri reddetmektedir.

Musevi-Hıristiyanlığın sanatta, erotizmde, astrolojide ve pop kültürde gelişmeye devam eden paganizmi hiçbir zaman ortadan kaldıramadığını göstermeye çalışıyorum.

 

Seksi ve doğayı merhametsiz pagan güçler olarak kabul ediyorum.

 

Cinsellik ve Şiddet, ya da Doğa ve Sanat

Başlangıçta doğa vardı.

Cinsellik insanda doğal olanın ta kendisidir.

…toplum, doğanın gücü karşısındaki bir korunaktır.

İnsanî hayat, korku ve kaçışla başladı.

…feminizm, son iki yüzyılın tüm liberal hareketleri gibi, Rousseau’nun mirasçısıdır.

Sade’ın, / eserleri, hiciv tarzında yazılmış geniş kapsamlı Rousseau eleştirileridir.

Sade’e göre, doğaya dönmek dizginleri şiddet ve şehvete bırakmak demektir.

 

Cinsellik güçtür. Kimlik, güçtür. Batı kültüründe, sömürücü olmayan tek bir ilişki biçimi yoktur.

Doğada hiyerarşiler vardır ve toplumda da birbirlerinin yerine geçebilen hiyerarşiler bulunur.

 

Yunancada Olympos tanrılarından daha az tanrısallık atfedilmiş ruhsal varlıklar için kullanılan daimon kelimesi / Hıristiyanlık, daemonik kelimesini demonik, yani “şeytanî” kelimesine çevirmiştir.

 

Cinsellik yoluyla özgürlük arayışı yenilgiye mahkûmdur. (neden böyledir, çünkü) Cinselliğe, mecburiyet ve kadim Zaruret hükmeder.

 

Tanımlamak bilmek; bilmek denetlemektir. …yirminci yüzyıl fiziği, tüm maddelerin hareket halinde olduğunu kanıtlar. Bir başka deyişle, yalnızca enerjiden başka şey yoktur. Gel gelelim, Batı’nın entelektüel ve ahlâkî varsayımlarını geçersiz kıldığından, bu kavrayış, yaratıcı anlamda özümsenememiştir.

 

Tarih öncesinde kadın evrensel olarak doğa ile özdeşleştirilmişti.

Doğa bir kez kenara itilince, kadınlığın da önemi azaldı.

Hem Apollonca gelenek, hem de Musevi-Hıristiyan geleneği aşkın geleneklerdir. Yani, doğayı alt etmenin ya da sınırlarını aşmanın arayışındadırlar.

 

Batıda doğa geri plana sürüldükçe, bastırılmışın geri dönüşü olan femme fatalle daha çok karşılaşılır.

 

Dişi hayvanlar, genellikle erkeklerinden daha gösterişsizdir.

 

Bastırma, genişlemiş bilincimizin yükünün ağırlığı altında işlev göstermemize izin veren evrimsel bir uyarlanmadır. Çünkü bilincinde olduğumuz şey, bizi delirtebilir.

 

Akıl, bedenin tutsağıdır. Kusursuz nesnellik diye bir şey yoktur. Her düşünce bir parça duygusallık içerir.

 

Duygu kaostur. Her iyi duygunun bir de olumsuz tarafı söz konusudur.

 

…bebekler cam kavanozların içinde doğana dek anayla oğul arasındaki bu kavga bitmeyecektir. Yine de üremeyi kadının elinden alacak olan totaliter gelecekte, ne sanat ne de etkilenim olacaktır. Erkekler, acı çekmediği gibi haz da duyamayan birer makineye dönüşecektir. İmgelemin, hayatımızın her gününde ödediğimiz bir bedeli vardır. Bizi bağlayan biyolojik zincirlerimizden kaçış yolu yoktur (s. 32).

 

Kadın bedeni, mağara tapınaklarından kiliselere, tüm kutsal mekânların prototipidir.

 

Evlilik ve dinin güçlü olduğu dönemler, mutlu dönemlerdir. Sistem ve düzen bizi cinsellik ve doğadan esirger.

 

Hıristiyanlık Dionysoscu gizemler dininin gelişmiş bir biçimi idi ve paradoksal bir biçimde aşkın bir dünya adına doğayı baskı altında tutmaya çalışıyordu.

 

Sanat, erkeklerin kadının kendine yeterliliğini taklit etmeye en çok yaklaştıkları alandır.

 

Doğanın akışına karşı en etkili silâh sanattır.

Dionysoscu olan, doğanın kitonyen akışkanlığıdır. Öte yandan Apollon biçim vererek, bir varlığı diğerinden ayırt eder. Bütün sanat eserleri Apollon’un izini taşır. Erime ve kaynaşma Dionysoscudur, farklılaşma ve bireyselleşme ise Apollonca.

Nesnelleştirmek kavramsallaştırmaktır; yani insanın sahip olduğu en üstün yetidir.

İmgelem her zaman dinin eksiklerini tamamlamıştır. Apollonca nesne-yapımının yaptığı en zorlu nesne, edebiyata İlyada ile giren görkemli, azimli, ayrılıkçı ego; yani Batılı kişiliktir ama ben onun sanatta ilk olarak Mısır’ın Eski Krallık döneminde ortaya çıktığım göstereceğim.

Zırhlar ve silâhlar birer zanaat ürünü değil, birer sanat nesnesidir. Batı kişiliğinin sembolik ağırlığını taşırlar (s. 44).

 

Musevilik, gözden korktuğu için / imgeden çok söyleme dayanır.

 

Kapitalizm bir sanat biçimi, doğaya egemen olmak için kullanılan Apollonca bir üretimdir. Feministler ve entelektüellerin, bir taraftan eleştirirken bir yandan da kapitalizmin imkânlarını sömürmeleri, ikiyüzlülüktür.

 

Batılı Gözün Doğuşu

Toprak tapıncı, doğanın önceliğini ve üstünlüğünü kabul eder. Kabuller, bir gök tapıncı olan Musevi-Hıristiyanlık söz konusu olduğunda tersine döner

 

Kötü ruhları kovmak ve geline doğurganlık kazandırmak için nikâhtan sonra gelinle damadın üzerine pirinç taneleri atılır. Sopayla vurmak bir erginliğe geçiş âyinidir.

Vurmak, arkaik bir büyü, seçilmiş olanın cezalandırıldığına dair bir işarettir (s. 57).

 

Furialar ya da Erinyler öç alıcılardır. / Onlar toprağın acımasız kitonyen tezahürleridir.

 

Kirke’nin İbranilerdeki benzeri, adı “geceye ait” anlamına gelen Lilith,

 

Erken dönem Hıristiyan ve Bizans İsaları erkeksiydiler, fakat Kilise’nin Roma’ya yerleşmesinin ardından / İsa’nın Adonis’ten farkı kalmadı.

 

Mağara resimleri, başkalarının görmesi amacıyla çizilmemiştir.

 

Güzellik nasıl doğdu?

Doğada güzel olan bir şey olmadığında ısrar ediyorum.

Güzellik doğa karşısındaki silâhımızdır / s. 71

 

Mısır, bir devlet kurmakla güzelliği de kurdu.

Firavun devletti. Gücün yaşayan bir tanrı olarak tek bir kişide toplanması, büyük bir kültürel ilerlemeydi.

 

Mısır, güzellik ve çekiciliği güç, gücü de güzellik olarak icât etmiştir.

 

Eril sanat biçiminin inşası Mısır'da başlar.

Taş, sürekliliğin sanatını yaratır.

Taş dayanıklıdır, yeniden yaratılamayan doğadır.

 

Mısır edebiyatının zayıflığı, ana müfredata dâhil edilmemesinin nedenidir.

Düşünsel gelişmenin ölçüsü sadece sözcükler değildir. Böyle olduğunu zannetmek Batılı ya da Musevi-Hıristiyan düşüncesine özgü esaslı bir yanılsamadır.

Mısırlılar görsel materyalistlerdi.

 

Mısır’ın eski zamanlardaki adı Kem’dir; “kara toprağın ülkesi, Kitab-ı Mukaddes’in indiği topraklar”.

 

Nefertiti büstü

büst tahammül edilemez derecede keskin hatlıdır.

kayıp sol gözbebeği,

göz, çoğu zaman heykellerden ya da ölülerin resimlerinden çıkarılır ya da silinirdi.

 

Apollon ve Dionysos

Yunan dininde Tanrı insanın suretinde yaratılmıştır.

Apollon, toplum ile dini birbirine bağlar.

Kurda benzer Apollon, akademik Lyceum'a adını vermiştir: Lyceum’un kelime anlamı, “Kurtların Yeri”. (Lyceum / Lise)

Apollon ve Artemis ise çatışmanın değil, uyumun temsilcisidirler.

 

Amazonlar, uzun saçlarıyla uzaktan kadına benzeyen sakalsız Asyalı erkekler olabilir. Amazonların anavatanı İskit eliydi / s. 90

Amazonlar, Efes kentinin ve tapınağının efsanevî kurucularıydı.

 

Athena İlyada'da, dört kez erkek, bir kez akbaba olarak ve altı kez de kendi biçiminde belirir yeryüzünde. Odysseia'da, sekiz kere erkek, iki kere kız, altı kez de kendisi olur.

 

Athena nous'dan (“akıl”) çok, tekhne’dir (“sanat, hüner”). İşte bu yüzden o zanaatın himayecisidir.

Odysseus elleriyle düşünür.

 

Hermes, büyünün ve hırsızlığın piridir. Lakapları “düzenbaz”, “aldatıcı” ve “eli çabuk”tur.

 

Apollon’un karşıtı ve rakibi Dionysos

Kitonyen doğanın Ulu Ana’sının vârisi olan Dionysos, Osiris’le birlikte mistik dinin ölen tanrılarının en yücesidir.

 

Dionysos özdeşleşme, Apollon nesneleştirmedir. Dionysos, bizi başka insanlara, diğer yerlere, diğer zamanlara ulaştıran empatik ve sempatik bir duygudur. Apollon, Batılı şahsiyetin ve kategorik düşüncesinin katı, soğuk ayrılıkçılığıdır.

 

Pagan Güzellik

Mısır’ın resmî dini, sınıfları tek bir inanç sisteminde birleştirmişti.

Yunanistan’da âdeta bir ayrışma vardı.

Apollonca kültür, beşinci yüzyıl Atina’sında ulaşabileceği en son noktasındaydı.

Apollon tarafından eli kolu bağlanan Dionysos, bağlarından kurtulmayı her seferinde becerir ve öcünü almak için geri döner.

 

Aeskhilos’un Oresteia / Apollon’un kitonyen doğa üzerindeki zaferinin ilânıdır. Elli yıl sonra, Atina’nın çöküşünün ve yıkılışının ardından, Euripides Aeskhilos’un Apollonca iddialarının hepsinin karşılığını verir. Bakkhalar, Oresteia'nın tüm tezlerinin çürütülmesidir.

 

Felsefe, ansızın Sokrates öncesi fiziğin etkisiyle ortaya çıktı.

Yunan tragedyası, doğanın gayri ahlâkî arzusunu engelleyen Apollonca bir yakarıştır. Bu duanın işe yaraması, ancak toplumun sağlamlığını muhafaza edebilmesiyle mümkündür. Merkez düştüğünde tragedya çözülür (s. 116).

 

Bakkhalar, eski dinin yıkıntıları üzerinden yeni bir dinin doğuşunun tutanağını tutarken, garip biçimde Yeni Ahit’i önceden haber verir (s. 117).

 

Dionysos’un zalim ve oyunbaz, tekinsiz gülümsemesi, tragedyanın yüksek ciddiyetine yalanı katar.

 

Apollon kanun yapıcı, Dionysos yasalar ötesidir.

Tragedya / melodrama dönüşür.

Liriğin tragedyanın kapladığı alanı fethetmesi sonucunda, genelin tarzı olan tragedya biter (s. 118).

 

Apollonca nesneleştirme, faşist ama yücedir. Apollon’un Batılı gözü, bizi görünür kılarak bize kimlik verir.

 

Apollonca biçim Mısır’dan türetildi, ama Yunanistan’da mükemmelleştirildi.

 

İlyada, biçimsizliğin biçime karşı durduğu alegorik bir sahnenin kitabıdır.

Biçim, kitonyen karanlığın tufanından Homeros tarafından kurtarılır.

 

Yunan sanatı, Helenistik sanata dönüşerek doğu Akdeniz boyunca yayıldı. Ondan da, İsa, Kutsal Bâkire ve azizlerin asık yüzlü mozaik ikonlarıyla Yunanistan, Türkiye ve İtalya’daki Ortaçağ Bizans sanatı gelişti. İtalyan Rönesansı Bizans üslubunda başladı (s. 126).

 

Yunanistan’da güzel oğlan her zaman sakalsızdır…

Falan ya da filan kalosu (“güzel”i) yücelten yüzlerce çömlek, seramik parçası ve grafiti vardır, erkeklerin erkeklerce alenen ve cilveyle övülmesi.

Güzel oğlan arzulayan değil, arzulanandı (s. 128).

 

Yunan güzel oğlanı, Apollonca gözün canlı putuydu.

Güzel oğlan, doğa ananın reddedilmesidir

 

Antikiteden günümüzün kuaförlerine ve moda evlerine dek güzellik tapımları daima eşcinsel olmuştur.

 

Güzel bir şahsiyetin tahakkümü, / Romantisizimin merkezindedir (s. 135).

 

Helenistik sanat cinsellik ve şiddet ile iç içeydi. Yüksek Yunan sanatı ideal genci onurlandırırken, Helenistik sanat bebekler, zalimler ve ayyaşlarla doluydu.

 

Roma sanatı olguları gerçekliği övmek için kullanılırken, Yunan sanatı olguları savuşturmak için gerçekliği değiştiriyordu.

Yunan’ın Apolloncalığı yüce bir tasan, ışıltılı maddeden üretilmiş akıldır. Fakat Roma’nın Apolloncalığı ise bir iktidar oyunu, ulusal azametin halka bildirilmesidir (s. 141).

 

Yunan tiyatrosunun varisi Roma tiyatrosu değil. Roma cinselliğiydi.

Cumhuriyet dönemi sona ererken, Catullus, Roma sosyetesinin gözdelerinin birbirleriyle düşüp kalkmalarının kaydını tutar.

Ovidius, Yunan ve Roma efsanesini sihirli dönüşümler uğruna talan eder – insan ve tanrıyı, hayvana ve bitkiye, erkeği dişiye ve tekrar erkeğe dönüştürür.

 

Hıristiyan azizler, pagan personalann yeniden doğuşuydu. Martin Luther’in, Hristayanlığın özgünlüğünü İtalyan Kilisesinde yitirdiği teşhisi doğruydu (s. 154).

 

Rönesans’ta Biçim

Pagan imge ve biçimin yeniden doğuşu olan Rönesans, bir cinsel personalar patlamasıydı.

Orta Çağın yüce varlık zinciri, yıkıcı bir travmayla karşılaştı: 1348 Kara Ölümü, Avrupa nüfusunun yüzde 40’ını öldüren bir hıyarcıklı veba salgınıydı.

Kara Ölüm, toplumsal denetimi zayıflatacak kutupsal bir etkiye yol açtı / s. 155-156

 

Hıristiyanlığın iyiyi koruyamaması Kilisenin otoritesine zarar verdi

 

Rönesans sanatı, kibirli, ayartıcı ve hayat dolu şahsiyetlerle kaynar.

 

…dalkavukluk politik sodomizmdir. Dalkavuğa kıç yalayıcı, yalaka, kılınan, yaltaklanan, sırt üstü yatana benzer adlar takarız. Arsızca kendisini küçük düşürmesi, kafasının yerinde bir göt taşıması erkekliğe uygun değildir (s. 158).

 

Rönesans Apollonculuğu Floransa’da doğup Roma’ya yayıldı.

Floransa’mn entelektüelliği ve eşcinselliği birbiriyle bağlantılı fenomenlerdir. Floransa’da sanatında genel olarak rastlanan güzel oğlanlara, nefis kadın nülerle dolu Venedik resminde nadiren karşılaşırız.

Venedikli personalar ile Venedik’in manzarası aynı derecede heteroseksüeldir. Venedik’in kadın güzelliğine hayranlığı, doğaya direnmekten ziyade teslim olmaya yol açmıştır.

 

Spenser ve Apollon: The Faerie Queene

İngiliz edebiyatı / hem müzik hem felsefedir. Edmund Spenser’ın yaratısıdır. Spenser’ın epik şiiri Faerie Queene

 

…ozanlar esin perisini bir kez çağırdılar mı, ağızlarından ne çıkacağını kendileri bile her zaman bilmez (s. 185).

 

İngiliz edebiyatı, Chaucer’ı takip etseydi, tamamen ulusal bir edebiyat olarak kalırdı.

Faerie Queene / pastoral şiir /  pagan bir türdü,

Spenser’ın pagan gözü, Chaucer’ın içten samimiyetini İngiliz şiirinin dışına atar.

Spenser / Apollonca bir zanaatkârdır.

 

Korint tarzı Yunan savaş tolgası, dik dik bakan kafatasını andıran düzgün şekliyle ürkütücü bir üstün benliktir / Doğunun zırhı, basık, kavisli ve girintili çıkıntılıdır. Asya sanatı, katı erkek çizgiler yerine kadınsı kıvrımları temel alır. Doğunun zırhının biçimlenişi organiktir, ama Batının zırhı teknolojik olarak doğadan uzak durmakta ısrarlıdır. Batılı asker, çelikten adımlarla yürüyen bir makinadır (s. 189). 

 

Faerie Queene’de erdemin anlamı, kişinin görülebilir biçimi muhafaza etmesidir.

Güzel oğlan İtalyan Rönesansı’nın sembolüdür, İngiliz Rönesansı’nın sembolü de özgürleşmiş kadındır.

 

Şehvet, bir cinsiyetin diğerini köleleştirmesine yarayan bir araçtır.

…en ciddî iğfaller, kendi duyarlıklarımızın ürünü olanlardır.

 

Röntgencilik, Batılı saldırgan gözün gayri ahlâkî estetiğidir.

Spenser’ın en çok kullandığı erotik mecaz, yırtılmış ya da aralanmış giysisinden ancak birazını görebildiğimiz süt gibi ak kadın tenidir.

 

Shakespeare ve Dionysos

Size Nasıl Geliyorsa ile Antonius ve Kleopatra

Titus Andronicus'u (1592-94), Spenser’ın yıkıcı bir parodisi olarak görüyorum.

…ırza geçmek ve sakat bırakmak üzerine kurulmuş olan bu Roma oyunu, Spensercı tecavüz döngüsünü bir farsa dönüştürür.

 

Shakespeare’in karakterleri kendi söylemlerini yönlendirmek yerine, söylemleri onları yönlendirir.

 

Güzel oğlanın İtalyan Rönesansının sembolü olması gibi, özgürleşen kadının da İngiliz Rönesansının sembolü olduğunu söylemiştim. Shakespeare’de özgürlüğünü kazanmış kadın, sözünü sakınmadan konuşur.

 

Ulu Ana’nın Geri Dönüşü

Sade’e Karşı Rousseau

Romantisizm, modem cinsiyetin biçimlendiricisidir.

 

Aydınlanma, Avrupa kültürünü Musevi-Hıristiyan teolojisinden kurtarmak için pagan bilimciliğini kullanmıştır.

Modem dünyayı inanç değil akıl yaratmıştır.

 

Rousseau ve Wordsworth, kadınsı doğaya sevgilerinden ötürü. Aziz Augustine’in kilitlediği yasak odanın kapısını açarlar. Açılan kapıdan günümüzde kol gezen vampirler ve gecenin karanlık ruhları fırlar.

 

Romantisizm’de Amazonlar güçlerini korur.

Rousseau, Avrupalı erkek personayı kadınsılaştırır.

Rousseau ve Romantikler için kadınlık mutlaktır. Erkek, kadının cinsel yörüngesindeki bir uydudur.

 

Sade için cinsellik şiddettir. Şiddet, doğa ananın otantik ruhudur.

…cinselliği pagan eylemin bir tiyatrosuna dönüştürür.

Zalimlik doğal olandır.

 

Nietzsche gibi o da, Hıristiyanlığın zayıf ve dışlanmışlara olan eğilimine saldırır.

 

Justine Rousseau’yu, Juliette ise Sade’ı temsil etmektedir. Erdem “uyuşuk ve edilgenken”, doğa “hareket ve eyleme dönüşen bir tahriktir

 

Öğle yemeğinden önce asla Sade okumayın! Sade, insanı hammaddeye dönüştürüp yeniden doymak bilmez doğaya yem etmekle bedeni Dionysoscu bir işleme uğratır (s. 257).

 

Seri cinayetler ya da cinsellik cinayetleri, fetişizm gibi, erkek zekâsının bir sapmasıdır. Çığımdan çıkmış egoizmi ve düzensizliğinde erkekçe olan bir kriminal soyutlamadır.

 

Amazonlar, Analar, Hayaletler:

Goethe’den Gotik’e

Goethe / Alman edebî öz-bilinçliliği…

Goethe, bütün sanatlarda ve bilimlerde ustalığın peşindeydi.

 

Werther, Rousseau'nun gözü yaşlı, benzi soluk, melankolik ve duygusal kadınsı erkeğidir.

 

Werther’e göre çocukluk saf ve güzel olanken, adaleli vücut yapısıyla yetişkinlik utanılası ve sefil bir dönemdir

 

Goethe, romanının “iç benliğimin beni istediği gibi yönetmesine” ve dışarıdaki olayların içe “işlemelerine izin verme kararından” doğduğunu söylemişti.

 

Wilhelm Meister’in Çıraklığı (1796) bir cinsel sorunsallar yumağıdır.

Rousseau’nun İtiraflar'ı örnek alınarak yazılan bu romanı, / erkeksi kadınların tahakkümü altındadır.

Wilhelm Meister’m yıldız travestisi, / Mignon’dur.

“Ne kadın ne erkek” Mignon travestiliğinden ödün vermez.

 

Faust, Rönesansı Romantik döneme bağlar. Etkilenmiş olduğu Hamlet ’ten beri, Batılı bilincin ahlâkî ve cinsel müphemliğini böyle tahlil eden bir eser ortaya konmamıştı. / s. 271-272

 

Faust cinselliği, Batılı bir bilgi ve denetim tarzı olarak gösterir.

Tecavüzcü, tecavüzü kadının istediğini, kadının arandığını söyler.

Faust’ta şiiri simgeleyen iki karakter de çift cinsiyetlidir.

Goethe’nin Paris’i, Homeros’unkinden bile daha kadınsıdır. Goethe, erkeklerin kadınsılığının, onları erkeklere yabancılaştırdığını, ancak kadınları tahrik ettiğini ileri sürer.

 

En çok önem verdiği ilişkisi, kendisinden bir yaş küçük olan ve çocukluğundaki tek dostu kız kardeşi Cornelia’dır.

Goethe, anılarında Cornelia’dan ikizi olarak söz eder. O, Goethe’nin Romantik alter egosu, Jung’un deyimiyle animası, esin perisi kız kardeştir.

 

Korkunun yarattığı dehşet edilgen, mazoşist ve gizliden gizliye kadınsıdır.

Korkuyu paylaşmak, fiziksel anlamda cinsel eylemi uyarır.

Dehşet deneyimi bir saldırganlık ve tahakküm enerjisi uyandırır.

 

Kısıtlanan ve Kısıtlarından Sıyrılan Cinsiyet: Blake

William Blake, İngilizlerin Sade’i

 

“Baca Temizleyicisi” ve “Küçük Kara Çocuk” adlı şiirlerindeki çocuklar, / çürümüş sanayi toplumunun masum cinleridir.

 

Blake, dinin cinselliği ezmesinin, sefâlet ve riyakârlığa neden olduğuna inanır. Alt sınıftan fahişeler, o zaman olduğu gibi şimdi de, “adaba uygun” orta sınıf bir evlilikten kaçmak isteyen erkeklerin tesellisi olurlar.

 

Masumiyet deneyimle mahvedilir.

 

Blake’in en büyük arzusu, cinselliği doğa ananın Uranlığından azat etmektir.

Blake özgür imgelemi arzu etse de, erotizmi yüceltirken, iffeti bir sapmaya dönüştürür. Bu gerçekleşmesi imkânsız bir durumdur.

 

Kehânet kitaplarındaki sembolizm tahlil edilmeden önce Blake bir “deli” olarak görülüyordu. Bu kesinlikle doğru değildir. Bununla beraber uzun şiirlerinde, eleştirmenler tarafından fark edilmeyen bir histeri ve aşırılık söz konusudur. Sanatı huzur değil gerilim yaratır.

 

“Sonsuzlukta Kadın Erkeğin Tezahürüdür, kadının kendi iradesi yoktur, Sonsuzlukta Kadın İradesi diye bir şey yoktur”

 

Doğa Anayla Evlilik: Wordsworth

Wordsworth’ün doğadaki cinselliği ve zalimliği kabullenmeyi reddedişi, şiirini sınırlayan ve ezen, gözle görünür bastırılmışlığın kaynaklarından biridir.

Wordsworth’ün cinsellikten yoksunluğu nevrotik bir başarısızlık değil kavramsal bir stratejidir. O, doğanın sadistliğini görmemek ya da hissetmemek için cinselliği reddetmek zorundadır. Blake doğasız bir cinsellik ister,

 

Wordsworth, kitaplardan yani başka insanların sözlerinden herhangi bir şey öğrenebileceğimizi reddeder. Tek yol “Doğayı takip etmektir.” Zihin, sadece güzelliğin “biçimini bozar”: "Parçalara ayırmak amacıyla cinayet işliyoruz.” Tek gereken “izleyen ve kapsayan” bir yürektir (“The Tables Turned”).

 

Lezbiyen Vampir Olarak Daemon: Coleridge / s. 339

Istırap içinde kıvranan, kararsız Coleridge, Wordsworth’ün soğuk kendine hâkimiyetinde bir çeşit erkekçe sağlamlık gördü.

 

Christabel, Coleridgevari cinsel müphemliğin yöneldiği hedeftir. Epik bir amaç ve trajik bir kader ya da ölümcüllük olan hedef. Christabel 'de hedef, yok oluştur.

 

Neredeyse edebiyat tarihinde hiçbir şiir onun kadar Hıristiyan ahlâkına uygun bir yorumla ele alınmamıştır.

 

Şiirde erdem kötülüğe galip gelemez. Christabel'in büyüklüğü onun dehşet veren pagan görselliğiyle ilişkilidir. O, şeytanın tezahürüdür. Doğa ana kaybettiğini geri almak için döner.

Hıristiyan gerçekliğini kanıtlamak yerine, Hıristiyanlığı geçersizleştirir ve tini, kötücül ruhsal varlıklardan oluşan ilkel bir dünyaya geri götürür.

I. Bölüm, Christabel hâlâ Geraldine’in kollanndayken biter.

II. Bölüm, Christabel’in babasının onu terk etmesiyle ve aldatıcı Geraldine’in tarafına geçmesiyle kapanır.

 

Tahakküm ve ayartma

O, İngiliz Faust’udur.

 

Hız ve Mekân: Byron / s. 371

Byron, Shelley ve Keats

Bu genç adamlar, mahvolmaya yazgılı Romantik sanatçı mitini yarattı. Üçü de sürgüne gidip pagan İtalya ve Yunanistan’da genç yaşta öldüler.

…erken ölümleri Romantik ve liberal dünya görüşü içindeki dayanılmaz gerilimi gösterir. Blake ile Wordsworth kişiliksiz bir kimlik istemişlerdi: Oysa şahsiyet nihaî Batılı gerçekliktir.

 

Byron’ın tutkulu kahramanı, gizemli bir suçun vicdan azabıyla kıvranmaktadır.

…ikizi olan ölmüş kızkardeşi Astarte’yi saplantı haline getirmiştir. Byron, cinsel suçluluktan haz alır.

Yasak aşk, kahramanlarını insanüstü kılar. Her türlü toplumsal ilişkiyi reddeden Manfred’in aradığı tek şey, cinsel olarak dönüşmüş bir biçimdeki kendisidir.

 

Don Juan, Batı’nın benzersiz cinsel personalarından biridir.

…ufak tefek, çekingen, “kadınsı”dır.

 

Bir araya gelmiş enerji ve güzellik, yakıcıdır

Modem karizmatik kişilik, geniş kitlelere ulaşan sinema, televizyon ve müzik gibi araçlara sahip.

 

Işık ve Isı: Shelley ve Keats / s. 390

Babalar kazanır, oğullar para harcar.

İkinci kuşak Romantikler, ilk kuşağın cinsellikte ve doğada açığa çıkardığı daemonikliği hükümsüz kılmaya çalıştı.

Byron gibi Keats de mutlu bir “tembellik” ya da bayıltıcı bir “miskinliği”, yani “efemine durumu” yüceltir.

 

Cinsellik ve Güzellik Kültleri: Balzac / s. 415

Balzac, Goethe gibi iki yönlüdür. Romancı olarak belgesel ve analitiktir. Romantik olarak da sapkın ve gizemci.

 

Seraphita / Bir erkek ve bir kadın, yani Wilfrid ile Minna, her birinin karşı cinsten olduğunu sandığı Seraphita’ya âşık olur. Cinsiyetteki belirsizlik roman boyunca hâkimdir.

 

Cinsellik ve Güzellik Kültleri: Gautier, Baudelaire ve Huysman / 434

Théophile Gautier, Fransız ve İngiliz Dekadansının başlatıcısıdır. Estetizmi, bu yeni-pagan güzellik tapıncını yaratan odur.

 

Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri (1857) “usta”sı Gautier’ye adanmıştır.

Baudelaire, fiziksel ve zihinsel hastalığın ilk ozanıdır.

Baudelaire için cinsellik kısıtlamadır, özgürleşme değil.

Baudelaire’in kadınları yıldırıcıdır.

Cyhtera’ya Bir Yolculuk / Cythera, şairin korkunç bir dışavurum için baskı altında tutulduğu cinsel deneyim dünyasıdır.

 

Romantik Gölgeler: Emily Bronte / 465

Epikten sonra erdişiye en fazla husumet besleyen tür toplumsal romandır.

 

Uğultulu Tepeler’de nesiller gelişmezler. Onlar karşı konulmaz bir biçimde kökenlerine geri çağrılırlar, çünkü Romantik cinsellik ve duygulanımında, gelecek, sadece geçmişin sisli bir yansımasıdır…

 

Romantik Gölgeler: Swinburne ve Pater / 487

Swinburne, Batı kültürünün büyük sürekliliğini, pagan antikite ile muhteşem Hollywood arasındaki pervasız birleşmeyi gösterir.

Swinburne Dekadandır ama estet değil.

Swinburne’ün dünyası doğal güçle kaynaşır, çünkü İngiliz yüksek kültürü, anakara Avrupa’sının doğayı küçümsemesini anlayacak yetenekte değildir.

Swinburne’de de cinsellik haz değil, işkencedir.

 

Daemonikleşen Apollon: Dekadan Sanat / 517

Cinselliği geri püskürten Dekadan erdişi (…) Apolloncadır.

Sanatta (…) Üslup, daima doğa ve toplum hakkındaki öngörülerin bulanık bir tezahürü olmuştur.

 

Dekadan sanatın daemonik tezahürleri

…kadın Sade’in şiddet dolu, ilkel doğasının infazcısına dönüşür.

 

Yıkıcı Olarak Güzel Oğlan: Wilde’in Dorian Gray’in Portresi / 541

Kitle iletişiminin ustası Oscar Wilde

Wilde’in zalimliğini ve ahlâksızlığını gizlemeye ihtiyaç duymuyorum.

Dorian Gray’in Portresi (1890-91) Dekadan erotik ilkenin tam bir incelemesidir: Kişinin bir sanat nesnesine dönüşmesi.

Romantisizm sanatı toplumdan ve Hıristiyanlıktan, fotoğrafçılık ise gerçekçilikten kurtarmıştır.

Roman / Apollonca olanın daemonikleştirilmesi şeklinde ilerler. Resim, pagan prototipler üzerine kurulmuş güzel oğlan kültünün mihrabıdır.

Yunan idealizmi, duyuların doyurulması değil gözün yüceltilmesidir.

Niçin arkadaşlığın genç adamlar için bu derece ölümcül?

Çekiciliklerinin sırrı / Şımartılmışlardır

 

İngiliz Çift Cinsiyetlisi: Wilde’ın The Importance of Being Earnest’ı / 560

Bir erkekte parlaklık genellikle hermafrodit bir motiftir.

Wilde / Toplumu sadece bir sanat nesnesi ya da eğlence unsuru olarak görür.

…onun gözünde sanat, kaçınılmaz bir biçimde suçlulukla bağlantılıydı.

…çift cinsiyetli mizah içeren eserlere her zaman dedikodu hâkim olmuştur.

Batı kültürü, her zamanki gibi erotizmi sözle saldırganlıkla kaynaştırır.

 

İngiliz düzyazı geleneği Woolf’un Dalgalar'ının üzücü başarısızlığının ortaya koyduğu gibi sihirli bir üsluba sahip olamadığından Salomé Fransızcada daha iyi okunur.

 

Yunanlılar sanatçı bir milletti çünkü sonsuzluk duygusunu korumuşlardı.

 

Amerikan Dekadanlar: Poe, Hawthorne, Melville / 602

Amerikan Romantisizmi aslında Dekadan Geç Romantizmdir, bir cinsel sapkınlık, kapatılma ve parçalara ayrılma ya da çürüme üslûbu.

Klasik Amerikan edebiyatı bir cinsellik meselesinden musdariptir. Cinsiyete has davranıştan kaçınılır

 

Poe kahramanlarını kendi cinsiyetleri içinde bırakır. O, erkeğin kadının gücüne açıkça boyun eğmesini ister. Onun kadınları kara Venüs’ün çoğul yüzleri, hermafrodit tanrılardır.

 

Doğayı insanlığın içinden asla tam anlamıyla doğup çıkamayacağı düşmanca bir dölyatağı olarak gördüğü için, Poe’da karakterler diri diri gömülürler.

 

Melville ile Hawthorne arasında nasıl bir sanatsal dinamik işlemişti? Moby Dick'in The Scarlet Letter'a cinsel bir cevap olduğu görüşündeyim.

 

Venedik’te Ölüm, yüzyıl sonunun gecikmiş çiçeğidir. Uygarlık çürümektedir: Sanatın beşiği Venedik “kokuşan şeylerin kokusuyla dolu hasta” bir kenttir.

 

Amerikan Dekadanlar: Emerson, Whitman, James / 629

Babası ve ataları rahip olan Ralph Waldo Emerson, Amerikan Protestanlığıyla İngiliz Romantisizmi arasındaki çatışmaya yakalandı.

…denemelerin muğlâk yapısı, neredeyse yayımlanır yayımlanmaz anlaşmazlıklara ve çekişmelere yol açmıştı. Hiçbir Romantik çalışmanın Apollonca mantığa uymaya ihtiyacı yoktur.

 

Emerson şairleri “özgürleştiren tanrılar” diye adlandırır

(Whitman) Çimen Yaprakları edebiyatın en mükemmel Dionysoscu şiiridir.

 

Henry James, bir Dekadan Geç Romantiktir

James’in kadınlarının fıtratten gelen bir otoriteye sahiptir, buna karşılık erkekler ricat halindedir.

 

Amherst’ün Madame de Sade: Emily Dickinson / 655

Tom Sawyer ve Huckleberry Finn / Bu iki kitap, çocukluk ve alt sınıfların hayatına ilişkin burjuva fantazileridir.

Twain'inden neden bu kadar hazzetmediğimi açıklayacak bir eleştirel kuram oluşturmak yirmi yılımı aldı.

Onun halk adamlığı ve pastoralliği düzmecedir,

Wordsworthvari iyilikçiliği daima sahteydi.

Bir masal yazarını kazıdığınızda altından çıkan kadına ve doğaya duyulan korkudur.

 

Gözlerimi çıkartmadan önce / Severdim görmeyi de

 

Dickinson kana bayılır ve kırmızı paletini müsrifçe kullanır.

 

Dickinson bir yaz sabahını anlatırken, kuşların, “Benim ırzına geçilmiş yüreğimi deşmeli miydiler / Ezginin hançerleriyle” diye sorar

 

Bir mektup bende daima ölümsüzlük hissi yaratır, çünkü o bedensel bir eşlikçiden yoksun bir akıldır sadece...

 

Fotoğraf çektirmeyi reddeder, çoğu konuğunu geri çevirir, mektup adreslerini kendi yazmaz ve konuklarla sohbetini bir perdenin gerisinden ya da diğer odadan sürdürürdü. Bu durum, sabit bir toplumsal rolün yadsınması, çoğul personalan olan bir şairin kendisini tek bir personayla sınırlandırmayı reddetmesi anlamına gelir.

 

Kuşlar, anlar ve kesik eller şiirinin baş döndürücü malzemeleridir.

 

Türkçeleştiren: Anahid Hazaryan, Fikriye Demirci

Epos Yayını, 2. Basım, Şubat 2014

21.07.2024

 

Cinsel kimlik/cinsel ahlak… Konuyu sembolize eden sanat eserlerini inceliyor ve cinsel ahlakı temsil eden arketiplerin izlerini tespit ediyor. Özetle, Paglia sanat tarihini insanın cinsellik algısıyla okumayı deniyor.

 

Paglia’nin cinsel kimlikler anlatısı doğanın insanlar üzerinde tam egemen olduğu dönemlerden örneklerle başlıyor. Taş Devri'nden kalma Willendorf Venüsü adlı heykelde dolaylı herhangi bir anlatım yoktur (mesela günümüzün olmazsa olmazı seksüel motifler), doğrudan ve apaçıktır, doğurganlık sembolüdür bu heykel. Sadece bunu söyler, başka bir şey değil.

Mısır uygarlığından günümüze ulaşan Nefertiti'nin büstü ileri bir aşamadır. Heykelin yüzü belirgindir. Doğaya karşı bir duruş var karşımızda. Nefertiti güzellikle gücün buluştuğu bir semboldür.

 

Biçin/şekil yönünde biriken bilgi ve ilgi Yunan medeniyetinde olgunlaştı ve meyveler verdi. Tanrılar çoğunlukla “güzel” bedenlerle tasvir edildi. Yunan’da ortaya çıkan ürünler Roma dönemiyle sona erer, ilerlemez. Yeni bir aşama görmek için Rönesans’ı beklemek gerekiyor. Bütün bir Orta Çağ boyunca kutsal olan erişilmezdi, ama şimdi kutsal olan çok yakında, insana temas ediyor bu dönemde kutsal anlatılar (mesela Caravaggio resimleri…).

Klasik dönemde Apollon’un hakimiyetinde ya da şöyle demek gerek, klasik dönemde Apollun kılavuzluk ediyor.

Rönesans’ta ortaya çıkan cinsel kimlikler, figürler Romantik dönemde (adeta) tasnif edildi. Rousseau insana dair Apollonca kanaatlere sahip. Buna karşın Sade’ın insana dair değerlendirmeleri Dionysos’a ait.

Apollon aklı temsil ediyor ama hayat her zaman akıllıca değil hatta çoğu zaman irrasyonel yani akılla açıklanamaz durumlar ihtiva eder. Bunun için de elimizde Dionysos var. Dionysos insan deneyiminin akıldışı ve belki sadece duyguyla açıklanabilecek yönlerini temsil eder.

 

 

 

 

Harold Bloom - Batı Kanonu

Harold Bloom - Batı Kanonu

Çağların Ekolleri ve Kitapları


 

ÖNSÖZ ve GİRİŞ

Bu kitapta yirmi altı yazar, belli bir nostalji duygusuyla incelenmektedir,

 

…benim tarihsel seyrim Dante ile başlayıp Samuel Beckett ile sona erer. Bu nedenle Aristokrat ikÇağ'a Shakespeare ile başladım çünkü o Batı Kanonu'nun merkezi fıgürüdür. Diğer bütün yazarları da Shakespeare ile ilişkili olarak değerlendirdim.

 

Kanonsal bir eseri ilk kez okuduğunuzda beklentilerinizin karşılanmasından ziyade tuhaf, tekinsiz bir şaşkınlıkla karşılaşırsınız.

 

Homeros'un öğrettiği şey çatışma poetikasıdır ve bu ders ilk önce rakibi Hesiod tarafından öğrenilmiştir. Platon'un tamamı, eleştirmen Longinus'un gözüyle, onun Homeros ile olan sürekli çatışmasından ibarettir.

 

Güçlü yazarlar başlıca öncülerini seçmezler; öncüler tarafından seçilirler ama onlar öncülerini bileşik ve böylece kısmen hayali varlıklara dönüştürme zekâsına sahiptir,

 

I. KISIM

KANON ÜSTÜNE

KANON İÇİN BİR AĞIT

Tarihin bu geç döneminde hâlâ okumayı arzu eden bir birey hangi kitapları okumaya girişecek?

Ortalama bir ömür, Dünya edebiyatı bir yana dursun Batı geleneğinden seçilen büyük yazarları okumaya yetmeyecektir. Okuyan kişi seçmek zorundadır

 

Edebiyat eleştirisi çok eski bir sanattır, bu sanatı ilk kez ortaya atan da, / Aristofanes'dir.

 

Bir şiir, roman ya da tiyatro oyunu, ölüm korkusu da içinde olmak üzere insanlığın bütün marazlarını içinde barındırır.

Ölümsüzlük söylemi, aynı zamanda bir hayatta kalma psikolojisidir.

 

Vergilius’un Aeneid adlı epik destanının 6. bölümünde Aeneas’ın yolculuğu ve İncil’in 2 Corinthians l2:2’de anlatılan St Paul’un yolculuğu. Aeneas’tan Roma ortaya çıktı, Paul’den ise Musevi olmayan Hıristiyanlık…

 

Kanonun karşısında olanlar kanon oluşumuna her zaman bir ideolojinin karıştığında ısrar ederler,

Kanon karşıtlarının başkahramanı Antonio Gramsci'dir.

 

Bir sanatçı ya da eleştirmen olma özgürlüğü, mutlaka toplumsal çatışmadan ortaya çıkar.

 

(Shakespeare) Kim olursanız olun, hangi dönemde olursanız olun kavramsal ve imgesel anlamda, o her zaman sizden bir adım öndedir.

 

Milton ve Dante en büyük Batı yazarları arasında en kavgacı olanlardır.

 

Kanona sadece estetik güçle girilir

 

Shakespeare bizi daha iyi yapmaz, bizi olduğumuzdan kötü de yapmayacaktır ama bize kendi kendimizle konuşurken kendimizi duymayı öğretebilir.

 

…bütün kanonlar seçkincidir

 

II.     KISIM

ARİSTOKRATİK ÇAĞ

SHAKESPEARE: KANONUN MERKEZİ

Shakespeare'in sosyal durumu hakkında pek de bir şey bilmiyoruz.

 

Shakespeare ve Dante Kanonun merkezidir çünkü onlar diğer bütün Batılı yazarları bilişsel duyarlılık, dilbilimsel enerji ve yaratıcı güç alanın­da geçerler.

 

Shakespeare’in iç dünyasıyla ilgili elimizde hiçbir veri yok

 

Shakespeare halkın şairi olurken Dante şairlerin şairi olmuştur; her ikisi de evrenseldir ama Dante ayaktakımı için değildir.

 

Hamlet ile birlikte Lear, Shakespeare kanonunun zirvesi gibidir

 

Yunan trajik kahraman, bireysellik ve etik bir pathos ile daha yüksek bir etik Güç’le kar­şı karşıya gelmek zorundadır.

Hegel, Racine’de belirli tutkuların saf kişileştirme olarak temsil edildiği soyut stilli bir karakter sunumu bulur.

Alman trajedileri bile o kadar yüksek görülmemektedir. Goethe, önceden Shakespeareci olmasına rağmen, tutkunun yüceltilmesi adına karakterizasyondan uzaklaşır; Schiller ise şiddeti gerçeklik yerine koyduğu için reddedilmiştir. Hegel hepsinin karşısına, saygı duyulacak bir yüksekliğe, Shakespeare’de temsil üzerine şimdiye dek yazılmış en iyi eleştirel sözleri yazarak Shakespeare’i yerleştirir.

 

Shakespeare’in bu gücünün rakibi yoktur.

 

Cervantes ve Shakespeare arasında hermetik bir yakınlık vardır

 

Shakespeare’in ölümünden altı yıl sonra doğan Moliere, henüz Shakespeare’in etkisi altına girmemiş bir Fransa’da yazdı ve aktörlük yaptı.

Shakespeare ve Moliere’in özgün bir yakınlığı vardır.

 

Ibsen, Shakespeare’in adını yok etmek için çok çalışmıştır ama şansına başarılı olamamıştır.

Modern çağa kadar İspanya, Shakespeare’e pek ihtiyaç duymadı.

 

Evrensellik sadece bir avuç Batılı yazarın özgün özelliğidir: Shakespeare, Dante, Cervantes ve belki Tolstoy. Belki de kültürel değişim yüzünden Goethe ve Milton'ın ışığı körelmiştir; görünürde çok popüler olan Whitman özünde hermetiktir; Moliere ve Ibsen hâlâ sahnededir ama daima Shakespeare'den sonra gelirler. Bilişsel özgünlüğü yüzünden Dickinson hayret verici ölçüde zordur; Neruda da kendi olmak istediğinden daha da az bir şekilde Brechtci ve Shakespeareci bir popülisttir. Dante’nin aristokratik evrenselliği, Petrarcadan Hölderlin’e en büyük Batılı yazarların çağını başlatmıştır; fakat sadece Cervantes ve Shakespeare, aristokratik dönemlerin en büyüğünde popülist yazarlar olarak bütünüyle evrenselliğe ulaşabilmiştir.

 

Shakespeare, Batı Kanonu’nun kendisidir.

 

DANTENİN TUHAFLIĞI: ULYSSES VE BEATRICE

Belli başlı Batılı yazarların içinde Dante en saldırgan ve en çok polemik yaratan, bu yönüyle Milton’ı bile geride bırakan bir yazardır.

İlahi Komedya özünde sanki Aziz Augustinus’un nazım biçimine gelmiş hali gibi görünür.

…hiçbir şey, Dante’nin Beatrice'i yüceltmesinden daha yüce bir şekilde aşırı değildir. Bu rolle Beatrice bir tutku objesinden bir melek statüsüne yükseltilmiş ve kilisenin kurtuluş hiyerarşisinin önemli bir öğesi haline gelmiştir. (Bunun romantikler üzerindeki etkisini yabana atmayalım)

Beatrice, Dante’nin özgünlüğünün imzasıdır

 

Dante, özgünlüğü, yaratıcılığı ve olağandışı verimliliği açısından Shakespeare'in rakibi olabilecek tek şairdir.

Aşık olmak, hata yapabilen bir tanrısı olan bir din yaratmaktır.

 

‘‘Beatrice, Dante için sonsuza kadar var oldu; Dante, Beatrice için çok az, belki de hiç var olmadı.” Borges

Orantısızlık, Dante’yi yüceliğe götüren kraliyet yoludur.

 

Dante’nin dönüşü, Augustinus’a değil Beatrice’edir ve Beatrice de Dante’ye rehber olarak Augustinus’u değil Vergilius’u gönderir.

Beatrice, Dante’ye çok bilinmeyen bir azize olan Sicilyalı Lucia tarafından gönderilmiştir.

Dante araşturnacıları Dante’nin neden onu seçtiğine dair bir açıklama getiremezler.

 

Ölüm döşeğindeki Don Quijote,

Sancho Panza’nın şu sözlerine katılır: “Ölme! Benim sözümü dinle ve çok uzun yıllar yaşa... Belki bir çalının arkasında bir resim gibi güzel Dulcinea'yı buluruz”

 

Dante, kendisini geleneği özümseyerek değil geleneği kendi doğasına uyana kadar eğip bükerek evrenselliğe ulaştırmıştır.

Charles Williams’a göre Beatrice, Dante'nin “bilme”sidir. “Bilme”den kastı, bilen Dante’nin bilinen Tanrı’ya ulaşma yoluydu.

 

Santayana, Dante’nin hiç kimsenin olmadığı kadar Platoncu olduğunu söyler

Dante ayrıca hiç kimsenin olmadığı kadar Hıristiyandı

 

Beatrice, Dante’nin kibrinden ve ihtiyacından doğar.

 

Pygmalion gibi Petrarca da kendi yaratısına aşık olur ve sonuçta onun tarafından yaratılır.

Petrarca / şiiriyle Leydi Laura’yı yaratır, Leydi Laura da onun ününü bir Kraliyet Şairi olarak yaratır.

 

CHAUCER: BATH'LI HATUN, AFNAMECİ VE SHAKESPEARECİ KARAKTER

Ortaçağın sonlarında / tüccarlar için mal ve miras çok önemli meselelerdi

…silahlı saldırı, adam kaçırma / mal ve mi­rası ele geçirmek için çokça kullanılan yollardı.

 

Decameron / Canterbury Hikâyelerine model olarak alınan eser budur. Konusu hikâye anlatımı olan ironik hikâye anlatımı Boccacio’nun icat ettiği bir şeydi ve bu buluşun amacı, hikâyeleri didaktiklikten ve ahlakçılıktan kurtarmaktı.

 

Afnameciler kanonsal hukuka karşı gelerek ama kilisenin göz yummasıyla günahlar için af satarak seyahat eden kişilerdi

Çokbilmiş bir dini ikiyüzlüdür, sahte kutsal emanetlerle ortalıkta dolaşır

 

Afnamecinin vaazı:

“Ellerim öyle hızlı hareket eder ki ve dilim öyle çabuk,

Beni vaazda görmek bir başka zevk, bir başka mutluluk. Genellikle cimriler ve onları bekleyen lanet üstüne konuşurum, böylelikle dinleyenleri cömert Ve eli açık olmaya zorlarım, konuştukça kat kat Artar bağışlar, kâr etmekten başka bir şey değil maksat.

Umurum değil kimseyi günahlarından arındırmak,

Örttü mü bir kez üstlerini kara toprak,

Benle ilişkileri kalmaz, isterse günahtan kapkara Kesilmiş olsun ruhları giderlerken mezara”

 

CERVANTES: DÜNYANIN OYUNU

(ikisinin de aynı gün öldüğü düşünülür) Shakespeare ile ortak noktası dehasının evrenselliğidir ve Batı Kanonu’nda Dante ve Shakespeare denk olabilecek tek kişidir.

…onları geçemezsiniz çünkü onlar her zaman bir adım ilerdedirler.

 

Unamuno ona “Tanrımız Don Quijote,” demişti.

 

Birbirini seven ama sürekli kavga eden ikili, Sancho ve Don Quijote birbirlerine karşılıklı sevgi ve gerçek saygıdan daha fazlasıyla bağlıdır. En iyi hallerinde, oyunun düzeninde birbirlerine yoldaşlardır.

Unamuno, Don Quijote için gerçek baba ocağını aramak üzere yola çıktı ve onu sürgünde buldu der.

Don Quijote sürgünde ruhunun memleketini aramak için köyünü terk eder çünkü sadece sürgünde özgür olabilir.

 

MONTAIGNE VE MOLIERE: HAKİKATIN KANONSAL MUĞLAKLIĞI

Moliere’nin Hamlet’i, The Misanthrope’un (Adamcıl) başkahramanı olan Alceste'dir.

 

Eserler kanona var olan düzene uyum sağladıkları için değil tuhaflıkları yüzünden girerler.

…annesi, İspanyol Yahudi bir aileden geliyordu

Montaigne bir Katolik olarak kaldı; kardeşlerinden bazıları Kalvinist oldular.

 

…onun kuşkuculuğu sonuçta Katolik bir kuşkuculuktur. Bütün ironik alçakgönüllülüğüne rağmen Montaigne, Hamlet gibi karizmatik biri olarak yazar.

Montaigne’in İnsanı Keşfi

Montaigne 850 uzun sayfa boyunca kendinden söz eder ve biz daha çoğunu isteriz çünkü o, düşünme ve okuma fırsatı, isteği, yeteneği olan herkesi temsil eder.

 

Okuyucuların çoğu Montaigne’in en iyi denemesinin kitabının sonuna yerleştirdiği “Deneyim Üstüne" adlı denemesi olduğu konusunda aynı fikirdedirler.

 

Moliere’in komedilerinde, Montaigne’in denemelerinde olduğu gibi, hakikat daima muğlaktır, görecelidir, daima zıt gruplar, ekoller ya da bireyler tarafından tartışmalıdır.

Alceste, Montaigne’in “Deneyim Üstüne” adlı denemesinin sonunda tembihlediği şeyi yerine getirmenin doğrudan sonucudur. Eğer kendinizden dışarı çıkmak ve insanlardan kaçmak isterseniz, çıldırırsınız. Kendinizi bir melek seviyesine çıkarmaz, bir canavara indirgersiniz.

 

MILTON'IN ŞEYTANI VE SHAKESPEARE

Shakespeare, Milton’ın hakiki ama gizli şiirsel endişe kaynağıydı ve aynı zamanda paradoksal bir şekilde Milton’ın kanonsallaşmasına yol açan şeydi.

 

Christopher Marlowe, kötü kahramanı büyük ölçüde, İskitli bir çobanken dünyayı ele geçiren Tamburlaine (Timur) karakteri ile ve hatta daha fazlasıyla, Maltalı Yahudi, kötülüğün mizahçısı Barabas karakteri ile icat etmiştir.

 

Kayıp Cennet muhteşemdir çünkü epik olduğu kadar trajiktir; her ne kadar bize ışığın sahibi ve yıldızların başı sabahın oğlu Lucifer’in düşeceğini göstermeyi reddetse de Lucifer’in Şeytan'a dönüşmesinin trajedisidir.

 

Milton henüz yedi yaşında bir çocukken Shakespeare ölmüştür.

 

Hayranlık ve şaşkınlık, hakikat ve derin hürmetten çok farklıdır.

Emerson’ın Shakespeare hakkındaki gözlemi geçerliliğini sürdürür: “Onun zihni şu anda bizim ötesini göremediğimiz ufuktur.”

 

DR. SAMUEL JOHNSON: KANONSAL ELEŞTİRMEN

Johnson alışılmadık ve rahatsız edicidir, tamamen nevi şahsına münhasır bir ahlakçıdır.

İngiltere için / ulusal bir bilgedir.

…hem edebiyat hem de hayat için deneysel bir eleştirmen oldu

 

FAUST, İKİNCİ BÖLÜM GOETHE’NİN KANON KARŞITI ŞİİRİ

1749-1832 yılları arasında yaşadı

 

…her bir Goethe metni onun eşsiz ve baskın kişiliğinin izlerini taşır, ondan kaçınmak ya da onu yapıbozumuna uğratmak imkânsızdır. Goethe’yi okumak, yazarın ölümünün sadece geç kalmış bir mecaz olduğunu bilmektir.

 

Mann’ın imitatio Goethe'si bize Werther olarak Tonio Kröger'i, Wilhelm Meister olarak Castorp'u, Faust olarak Dr. Faustus’u ve Divan için de Felix Krull’u sunar.

 

Faust’u l772'de, 23 yaşındayken yazmaya başladı ve 60 yıl sonra, 1832 yılında ölmeden hemen önce bitirdi.

 

Faust, ikinci bölümde Tanrı’ya inanan tek kişi Mefısto'dur; Faust’un kendisi aşkın bir otoriden ziyade dünyayı düşünmemizi isteyerek Nietzsche'yi önceler.

 

Benlik dini, Faust, İkinci Bölüm’den daha yüce bir anıt bulamaz kendine. Birinci Bölüm de takdire şayan bir şiirdir ancak İkinci Bölüm'de üstümüze gürül gürül gelen şeyin sadece gölgeli bir tadıdır. Faust figürünün kökeni Hıristiyan inançsızlığına kadar gider.

 

Sözde ilk gnostik, Samaryalı Simon Magus, Roma’ya gidip “seçilen, tercih edilen" anlamındaki Faustus ismini almıştır. Parlak kariyerinin başlarında Simon, Tyre’de Helen adında bir fahişe buldu ve onun Tanrı’nın Düşüncesi’nin düşmüş hali olduğunu, daha önceki hayatlarından birinde de Truvalı Helen olduğunu iddia etti. Bu kafirce skandal Faust efsanesinin uzak bir kaynağıdır

 

Çağdaşları arasında şiirsel mit yaratıcısı olarak Goethe’ye rakip olabilecek tek kişi William Blake’dir.

 

Goethe normal klasizmde bulmayı umduğumuz her şeyi dışarıda bırakır: Olympos tanrıları, Homeros savaşçıları, canavarları öldüren kahramanlar hep dışarıda bırakılmıştır.

 

III.    KISIM

DEMOKRATİK ÇAĞ

ERKEN DÖNEM WORDSWORTH VE JANE AUSTEN'IN İKNA ADLI ROMANINDA KANONSAL BELLEK

Petrarca, Goethe ile son bulmuş Aristokratik Çağ’ın lirikşiirini yarattı. Wordsworth ise Demokratik/Kaos çağlarında şiirin kutsanmasını/lanetlenmesini başlattı; bu da artık şiirlerin hiçbir şey hakkında olması demektir. Konuları öznenin kendisidir, ya bir varlık ya da yokluk olarak ortaya çıkan öznenin kendisidir.

 

“Viran Kulübe" şiiri, iki yüz yıl sonra, hala üstün bir güzelliğe ve neredeyse dayanılmaz bir dokunaklılığa sahiptir.

 

“Kederden güçsüz" bir kutsama neden bahsedebilir…

 

“Michael" (1800), Wordsworth’ün büyük pastoral şiirdir ve Robert Frost ile özdeşleştirdiğimiz en iyi ve en karakteristik şiirlerinin arketipidir.

 

Michael karakteri, seksen yaşında / bir çobandır.

Tek çocuğu, yaşlılık yıllarındaki oğlu Luke, bir çoban olarak yetiştirilmiştir ve babasının varlığının merkezidir.

“…Sevginin gücünde bir rahatlık vardı Bir şeyi dayanılır hale getirir…”

 

“aşk, sevgi”den çok değer verdiği derin “muhabbet"e bağlıdır.

 

Jane Austen’ın eserlerinin dışında bıraktığı sosyoekonomik gerçekliklerden söz etmek moda haline gelmiştir. Örneğin karakterlerinin çoğunun tadını çıkardığı mali gücün mutlak kaynağının Batı Hint adalarındaki kölelik olması gibi. Fakat bütün başarılı edebi eserler bazı şeyleri dışarıda bırakma üzerine temellenmiştir

Austen'ın başlıca kadın kahramanları (Elizabeth, Emma, Fanny ve Anne) öylesine içsel bir özgürlüğe sahiptirler ki bireysellikleri bastırılamaz.

 

…umut mutluluğu genişletir, korku felaketi doğurur.

 

AMERİKAN KANONUNUN MERKEZİ OLARAK WALT WHITMAN

Whitman’ın özgünlüğü, sözde serbest nazımından çok mitolojik yaratıcılığı ve mecazi dili kullanmaktaki ustalığıyla alakalıdır.

 

Amerikan dininin İsa’sı ne çarmıha gerilmiş adamdır ne de Göğe Yükseliş’in Tanrısıdır. O, havarileriyle birlikte Yeni Ahit’in bize hakkında hiçbir şey söylemediği, kırk günü geçiren, yeniden canlanan adamdır. Kendimin Şarkısının son on beş bölümünün şairi, yeniden canlanmış insanın en geniş edebi temsilidir.

 

Geceleri, Whitman için büyülü kelime “geçmek”tir ve onun kurtuluşu gelip geçen biri olmasıdır.

…gecenin uçurumu anadır ve bu uçurumdan yaratılmak da düşüşü oluşturur.

“Sabırlı olmalısın; buraya ağlayarak geldik.”

 

Whitman'ın benliği (kendisi), onun da kolayca kabul ettiği gibi ikiye bölünmüştür. Ayrıca onun “gerçek ben” ya da “ben kendim" dediği ve güçlü gece, ölüm, anne ve deniz dörtlüsüyle özdeşleştirdiği bir dişi benlik de vardır. Whitmancı ruh, bilinmez doğadır, bir tür boşluktur ama kaba benlik bir maske ya da personadır…

En hırslı şiiri olan Kendimin Şarkısı’nda Whitman, hâlâ tam olmasa da ruhu ve iki benliğinin en iyi anlatımını sunar. “Kendimi kutluyorum,” diye başlar.

 

Emerson’ın Whitman hakkındaki ilk izlenimi olan onun bir Amerikan şamanı olduğu düşüncesi doğruydu.

 

Whitman'ın kanonsallığı, Amerikan ses imgesi denebilecek şeyi kalıcı bir şekilde değiştirme başarısına dayanır.

 

Kanonsal olanın gücü, en güçlüyazarların sessiz ısrarcılığında kendisini gösterir. Yaratıcılıkları sonsuzdur çünkü onlar bir kastın, tarikatın ya da ırkın ayrıcalıklarını değil kalbi ve kafayı temsil ederler.

 

Neruda, bütün Latin Amerikan edebiyatının kanonsal merkezidir.

 

EMILY DICKINSON: BOŞLUKLAR, KENDİNDEN GEÇİŞLER, KARANLIK

Eleştirmenlerin neredeyse daima yeterince vurgulamadıkları şey, Dickinson’ın çarpıcı entelektüel karmaşıklığıdır.

Ben hiçbir eleştirmenin onun entelektüel talepleri için yeterli olduğuna inanmıyorum

 

Dickinson, kendilerine özgü vizyonlarını bize empoze ettikleri için araştırmacılarımızın onları olduklarından daha fazla Ortodoks buldukları Dante ya da Milton kadar tuhaftır.

 

Dickinson’ın bütün arayış şiirlerinde Kafkavari labirent özelikleri vardır: onlar hiçbir yere varmayan yolculuklardır.

 

Dickinson okuyucudan öylesine aktif bir katılım talep eder ki okuyucunun zihninin çok iyi durumda olması gerekir.

 

En güçlü şairler, bütün şiirlerini okuyarak dillerini öğrenmemizi dolaylı olarak talep ederler. Dickinson’da bu talep gayet açıktır.

 

KANONSAL ROMAN: DICKENS'IN KASVETLİ EV VE GEORGE ELIOT'IN MIDDLE MARCH ROMANLARI

Dickens’ın kozmosu, onun fantazmagorik Londra ve hayali İngiltere’si, Kasvetli Ev'de diğer bütün eserlerinden daha berrak ve daha keskindir.

 

Esther, Kasvetli Ev’in çift olay örgüsünü birleştiren figürdür; sadece o Yüksek Mahkeme’nin Kafkavari labirenti ile annesi Lady Dedlock’un trajedisini bir araya getirir.

 

Esther çok zorlu bir retorikçidir ve onun karakteristik tarzı, bir şeyi olduğundan daha hafif göstermektir.

Kafka için tek günah sabırsızlıktır ve Esther Summerson’da müthiş bir Kafkacı özellik vardır.

 

Eliot’ın Middlemarch adlı romanını seçmemdeki neden sadece kitabın tartışılmaz saygıdeğerliliği değil, gelişmemiş ahlakçıların edebiyatı toplumsal değişime olanak sağlayacağını iddia ettikleri amaçlara uydurdukları bu kötü dönemde özellikle yararlı olduğunu düşünmemdir.

 

Kanonsal bir roman bilgelik edebiyatı olmak zorunda değildir ve çok azı öyledir; belki de sadece Middemarch öyledir.

 

TOLSTOY VE KAHRAMANLIK

Tolstoy, Tanrı dediği şeyi coşkudan ziyade muhtaç bir tutkuyla sevdi. Onu İsa'sı Dağdaki Vaaz’ı veren papazdı ve daha fazlası değildi; belki de Tolstoy’un kendisinden bile daha az tanrısaldı. Tolstoy’un din konusundaki görüşlerini okurken katı, bazen de vahşi bir ahlakçıya rastlarız.

 

Bir kahin ya da bir ahlakçı olarak Tolstoy hem bir epik figür hem de epiğin yaratıcısıdır.

 

Belki de onun içinde bir şey Homeros’a ya da İncil’e yetişip onları geçme isteğinden hiç vazgeçmedi

 

Tolstoy’un sesini daima anlatıcı olarak duyarsınız ve bu ses doğrudan, rasyonel, güvenilir ve iyidir.

 

“Tolstoy’un en çok kullandığı strateji, bir objeyi tanımlamayı reddetmek ve sanki ilk kez görülüyormuş gibi tarif etmektir.” Bu tuhaflık tekniği, Tolstoy’un tonlaması ile birleştiğinde ortaya çıkan sonuç Tolstoy'un, okurun her şeyi adeta ilk kez görüyormuş gibi olmasını sağlarken aynı zamanda her şeyi de gördüğü duygusunu vermesidir.

 

Hacı Murat, her şeyden önce tarihtir.

Hacı Murat’ta tarih üzerine düşünceler yoktur, safi hikayeciliktir

185l’de, Şamil ile yollarını ayıran Hacı Murat, Ruslara sığındı. Dört ay sonra, Nisan 1852’de kaçmaya çalıştı, takip edildi ve umutsuz bir karşı koyuşla savaşırken öldü.

Tolstoy bize onun yenilgisinin ağıtını değil, kahramanın ilahlaştırılmasını verir.

 

Tolstoy, Shakespeare’i absürd bir şekilde karakterlerine bireysel bir dil veremediği için suçladı. Bu adeta Bach’ın beste yapamadığını söylemek gibi bir şeydir.

Anna Karenina'da derin Shakespeare izleri görürüz ve bu yüzden Tolstoy, Anna Karenina’yı affetmeyecektir.

 

Homeros gibi Tolstoy da savaşı ne kutlar ne de kınar; her ikisi de savaşı yaşamın temel yasası olarak kabul eder.

John Bayley, Tolstoy’un ordudaki hizmetini şöyle özetler: “Neredeyse hep konuşarak, hikayeler yazarak, tavşan ve sülün avlayarak, Kazak kızlarla ilişkiye girerek geçirmiştir.”

 

Hacı Murat ölürken acıma, kızgınlık ve tutkudan arınır.

 

IBSEN: TROLLER VE PEER GYNT

Ibsen hiç kimseyi büyülemedi

Shakespeare gibi, Ibsen de gerçek bir dramatistin gizemli yeteneğine sahipti, sahip olduğundan fazla hayatı bir karaktere verebilmek yeteneğine sahipti.

Ibsen’in başkahramanları kesinlikle kendileri olmuşlardır. Peer Gynt’in dışında hepsinin sonu kederdir.

 

Goethe gibi, Ibsen de kendi daimonlarına, kendi dehasının doğaüstü kaynaklarına inanır.

 

Ibsen, Peer Gynt’i bir Norveç halk hikayesinin kahramanı olan Peer Gynt’den, yarı tarihi bir avcıdan almıştır.

Ibsen’in Peer’i bir 19. yüzyıl Norveç köylüsüdür, düşüşte olan bir ailenin çocuğudur, hayalinde yaşadıklarının dışında tekinsiz bir avcı değildir.

Peer’in sıradan anlamıyla hiçbir tutkusu, isteği yoktur; bunlar varmış gibi rol yapar.

İlk üç perde bize 20 yaşında, hayat dolu, durdurulamaz Peerr’i komşularıyla ve trollerle başa çıkarken gösterir.

annesinin ölümüyle yalnız kalan Peer sürgüne gider

dördüncü perde, Fas sahillerinde açılır, Sahra Çölü'nde devam eder ve Kahire'de bir hastanesinde sona erer.

Yunanlıların Türklere karşı ayaklanması devam ederken Peer, Byroncu kahramanlığı ters yüz eder ve Türklere finans sağlamayı önerir.

 

Peer, beşinci perdede / ölüme karşı bir Haçlı seferi başlatır

“geçmişin özünü" arar

Akıl ölmüştür ve şaşkına dönmüş Peer aklın yerine hüküm sürer.

 

Peer Gynt’in dördüncü perdesine denk olabilecek bir 20. yüzyıl oyunu düşünemiyorum.

Ibsen bir ahlakçı olmaktan çok bir / Dionysosçu'dur.

 

Peer Gynt bir anti- Faust'tur. O, Faustçu çabanın, bütün çağrışımlarıyla modern kariyercilik çabasının diğeryüzünü gösterir.

 

…trollvari Peer, Ibsen’ın hayatının anlamıdır ve yaşamalıdır. beşinci perdenin tamamı sudan, erimeden ya da arafta acı çekmekten gelen bir ölümün reddidir.

 

IV. KISIM

KAOS ÇAĞI

FREUD: SHAKESPEARECİ BİR OKUMA

İster (Amerikan Freudcuları gibi) bilinçaltının içten yanmalı bir motor olduğuna inanın, ister (Fransız Freudcuları gibi) birim seslerin bir yapısı olduğuna ya da isterseniz (benim gibi) antik bir metafor olduğuna inanın, Freud’un zihin haritasını ya da onun analitik sistemini oyunlara uygulayarak Shakespeare’i daha faydalı bir şekilde yorumlayamazsınız.

Uzun yıllar Freud’un özünde Shakespeare’in düzyazıya dönüştürülmüş hali olduğunu öğrettim: Freud’un insan psikolojisi vizyonu, onun oyunları okumasından ortaya çıkmıştır

Psikanalizin kurucusu hayatı boyunca Shakespeare’i İngilizcesinden okumuştur ve Shakespeare’in en büyük yazar olduğunun farkına varmıştır.

 

Freud, Stratfordlu bir eldivencinin oğlu aktör Shakespeare’in bir düzenbaz olduğu ile ilgili her türlü iddiaya açıktı.

Freud, Shakespeare hakkında ve ona karşı her türden acayip fikri kabul etti.

 

Kanımca Freud ümitsiz bir şekilde büyük trajedileri otobiyografik vahiyler olarak okumak istiyordu.

Shakespeare’in zihni / Freud’un da bilip ama kabul etmeyi reddettiği gibi bütün çağların zihnidir ve gelecek dönemler de ona yetişemeyecekler.

 

Shakespeare psikanalizi icat etmiştir, Freud ise onu sistemleştirmiştir. Ancak Shakespeare’in eserlerini yanlış okumak Freud için yeterli olmadı, onu tehdit eden bu öncü ifşa edilmeli, rezil edilmeliydi.

 

Hamlet’in Ödipal bir kompleksi yoktu ama Freud’un kesinlikle bir Hamlet kompleksi vardı ve belki de psikanalizin kendisi bir Shakespeare kompleksidir!

 

Şamanizm psikanalizden önce vardı ve sonrasında da devam edecek; dinamik psikiyatrinin en safhalidir Şamanizm.

 

Shakespeare’in Hamlet’i babasının hatırasına sevgi ve saygı duyar, annesi ile ilgili çekinceleri vardır. Freud’a göre Hamlet bilinç altında annesini arzular ve babası için de öldürme amaçlı düşünceler taşır, tıpkı gerçekte Claudius’un barındırdığı duygular gibi.

Oyunun hiçbir yerinde hiç kimse, ne Hamlet ne de Hayalet, karısına düşkün bu babanın, oğlunu sevdiğine dair bir şey söylemez.

 

Hamlet, Avrupa'ya ve dünyaya bundan dört yüz yıl önce duygu çelişmesinin dersini vermiştir ve Freud, Hamlet’in arkasından gelen geç kalmış biridir.

 

Hamlet bir isterik değildir ama Freud’un isterik hastaları vardır ve Hamlet’i de onlara uydurur. Daha da ilginci, kendisini de Hamlet’e, Hamlet’in duygu çelişmesine uydurur.

 

Kültürel tarihimizde çok az figür Freud’un bilincimize kavramlar yerleştirme başarısına yaklaşmıştır. Hepimiz “tabii ki, bu Oedipus kompleksi hepimizde var” diye söylemeyi öğreniriz, ama gerçekte bu Hamlet kompleksidir ve sadece yazarlar, diğer yaratıcılar bu komplekse sahiptir.

Wittgenstein’in uyardığı gibi Freud, zamanımızın büyük mit yaratıcısıdır,

 

PROUST: CİNSEL KISKANÇLIĞIN HAKİKİ İNANCI

Kayıp Zamanın izinde / kişilikleri temsil etme gücüyle Shakespeare ile boy ölçüşecek durumdadır.

Proust’ta hiçbir kıskanç aşık katil olmaz: Kayıp Zamanın komedisinin ruhu bunu yasaklar.

Gerçekleri bularak işkence, Proust'un komedi formülüdür, çünkü bu kendi kendine işkencedir ve bulunan gerçekler de özünde hayal gücünün sonuçlarıdır.

 

Mutsuzluk bitince kabalık tekrar ortaya çıkar ve bu ahlakımızın normal seviyelerine düşmesine izin verir.

 

Bu büyük romanın ele aldığı şey estetik kurtuluştur: Kaos Çağı’nın başlıca mit yaratıcısı olarak Proust, Freud ile yarışır.

 

Aşkın süresini uzatan kıskançlık, hayal gücünün ürünlerinden başka malzeme barındıramaz.

 

Anlatıcıya göre kıskançlık Marcel’in Albertine’e olan aşkından önce gelir.

 

Sadece yetersiz bir okur Proust’un Kayıp Zamanı ile ilgili ahlakçı göz¬lemler yapmaya cesaret edebilir; kitabın görkemi ve ironisi onu aptallar¬dan korur. Ama Proust’un bilgeliği çok serttir; sevgi, büyükanne ve Marcel arasında gerçektir ama diğer karakterler arasında değildir.

 

JOYCE'UN SHAKESPEARE İLE MÜCADELESİ

Genel kanıya göre, Ulysses ve Finnegans Wake'in karşısında sadece Proust'un Kayıp Zamanın izinde'si durabilir, özellikle eğer Vico ve Joyce haklıysa bizi yeni Teokratik Çağ'ın sınırına ge¬tirebilir.

 

Joyce’un Ulysses’i eşzamanlı olarak Odysseia ve Hamlet’in üzerine kur¬ması dikkat çekicidir

 

Stephen'ın amacı babalık otoritesinin kendisini ortadan kaldırmaktır.

 

Kendimiz boyunca yürürüz…

 

“Çokkültürcülük” olarak yanlış adlandırılmış akım tamamıyla entelektüel¬lik karşıtı ve edebiyat karşıtıdır

 

Finnegans Wake, Ulysses’in bittiği yerde başlar: Poldy uyur, Molly mükemmel bir şekilde düşüncelere dalar ve Everyman gecenin kitabını hayal eder.

 

“Ama ben hepsinden nefret ediyorum ve hepsinden. Delirdi içimde yalnız¬lık. Hepsi onların hatası.”

 

WOOLF'UN ORLANDO ADLI ROMANI: OKUMA AŞKI OLARAK FEMİNİZM

“feminist edebiyat eleştirisi”nin kurucusu olarak bilinir ve okunur.

 

…günümüzde Woolf, Mrs. Dalloway ve Deniz Feneri'nin yazarı olmaktan çok Kendine Ait Bir Oda’nın yazarı olarak tartışılır. Orlando’nun günümüzdeki ünü neredeyse tamamen kadın kahra¬manın cinsel dönüşümü ile ilişkilidir ve kitaptaki en önemli şeyler olan ko¬medi, karakterizasyon ve İngiliz edebiyatının başlıca dönemlerine duyulan yoğun sevgiyle ilgili değildir.

 

Babası Leslie Stephen, onun kırgınlıkla resmettiği gibi ataerkil bir ca¬navar değildi

Woolf için Leslie Stephen, Deniz Fenerindeki Mr. Ramsay’dır: kendi çocuklarına bir babadan çok bir dede olmuş son Viktorya dönemi insanı.

 

KAFKA: KANONSAL SABIR VE “YIKILMAZLIK"

Eğer yüzyılımızı en iyi temsil eden tek bir yazar seçmek isterseniz kendinizi evsiz barksızlar arasında dolaşırken bulabilirsiniz.

 

Auden’a göre Kafka zamanımızın ruhudur.

Tamamen edebi bir bakış açısından za¬manımız, Freud'un çağı olmaktan çok Kafka'nın çağıdır.

 

Kafka'nın aşk mektupları, şimdiye kadar yazılmış en endişeli aşk mektuplarıdır.

 

Kafka’ya göre sabırsızlık bütün gü­nahları içine alan tek büyük günahtı.

“Çabuk uyu! Yastıklar bize lazım;' Yahudi sabırsızlığının özüdür bu.

 

Tanrı, her zaman başka bir yerdedir, uçu¬rumun sonunda, uykudadır ya da belki de ölüdür

Sonsuz karmaşık şekillerde, Kafka’nın yazdığı her şey Ya­hudilerle ilişkisine ve Yahudi geleneğine geri döner.

Bütün inkâr etmelerine ve mükemmel kaçışlarına rağmen, Kafka, basit bir şekilde Yahudi edebiyatıdır,

 

Onun için, yıkılmazlık in­sanlar arasındaki hakiki bağdı ve onların en derin gizli benliklerini ifade ediyordu. Bu algıya bir gnosis’ten başka ne diyebilirim bilmiyorum

 

Kafka’da suçluluğun önceliği vardır çünkü o bizim “yıkılmazlığımızın" iste­diği bedeldir; gerçekten de Kafka için hepimiz suçluyuzdur çünkü en derin benliğimiz yıkılmazdır.

 

BORGES, NERUDA VE PESSOA: HİSPANİK-PORTEKİZLİ WHITMAN

Borges dikkat çekici bir edebi çocuktu; ilk eserini yedi yaşındayken ya­yınladı,

Whitman tarzı şiirler yazmaya on se­kiz yaşında başladı

Ancak zamanla İspanyolcanın Whitman’ı olmayacağını anladı çünkü bu rol Neruda tara­fından kapılmıştı. Bunun yerine, belki Kafka’nın etkisi altında Kabalistik ve gnostik deneme-meseller yazmaya başladı ve kendi karakteristik sanatı buradan yeşerdi.

“Ölüm ve Pusula” Borges’de ve Borges hakkında en değerli ve en gizemli olan şeyin bir örneğidir. Bu on iki sayfalıkhikâye, dedektif Erik Lönnrot ile gangster şefi züppe Red Scharlach’ın arasındaki kan davasının sonuçları­nın izlerini sürer.

 

Onun kozmolojik duruşu kaotiktir; hayal gücü açısından bir gnostiktir ancak entelektüel ve ahlaki açıdan kuşkucu bir hümanisttir.

Borges olduk­ça gnostiktir.

Bu üslupta mükemmelleşmesi “Teolog” adlı hikâyesinde olur.

…labirent Borges’in merke­Zi imgesi, bütün takıntılarının ve kâbuslarının bir araya geldiği yerdir.

Borges neredeyse her şeyi bir labirente dönüştürebilir: ev­ler, şehirler, manzaralar…

 

Robert Browning'in “Fears and Scruples” adlı şiiri Kafka hikâyelerinin kehaneti gibidir

 

Borges sizi yaralayabilir ama daima aynı şekilde yaralar, böylece Borges’in temel hatasına varmış oluruz: en iyi eserlerinde çeşitli­lik yoktur…

 

Borges kuşku­cudur, çok bilgilidir ve bilerek romansın aşırılığından, sınırların ötesinde dolaşma anlayışından yoksundur.

 

(Neruda) Stalinciliği, sıklıkla şiirlerinin dokusu üzerinde bir siğil gibidir ama sadece birkaç yer dışında Canto generale büyük bir zarar vermez.

Canto generarda yaklaşık 300 tane farklı şiir vardır.

 

(O. Paz) “Walt Whitman, yaşadığı dünya ile uyumsuzluk yaşamayan tek büyük mo¬dern şairdir.”

 

Lizbon'da doğmuş olan Pessoa, baba ta­rafından Yahudi dönmelerden (conversos) geliyordu.

 

BECKETT, JOYCE, PROUST, SHAKESPEARE

Beckett sessizliğe bağımlıydı, Joyce da öyleydi; birbirlerine karşı yöneltilmiş sessizliklerden oluşan sohbetleri olurdu, ikisi de hüzünlüydü: Beckett dün­ya için, Joyce da büyük ölçüde kendisi için.

 

Beckett’ın Hamlet’i, aşırı bilincin eylemi yadsıdığı Fransız modelini takip eder.

 

“Senden öğrendiğim sözcükleri kullanıyorum ben. Artık bir anlamları kalmadıysa yenile¬rini öğret. Ya da bırak susayım.”

 

V. KISIM

KANONU LİSTELEMEK

AĞITSAL SONUÇ

Edebiyat çalışmalarının bir geleceği olduğuna inanmıyorum ama bu edebiyat eleştirisinin öleceği anlamına gelmez.

 

Edebi etkilenme “ruhun politikası”dır

En büyük Ingiliz şairleri olan Chaucer ve Shakespeare yerine Milton, Anglo-Amerikan şiirsel kanonunun tarihinde merkezi figürdür.

…ide­oloji, edebi kanon oluşumunda hatırı sayılır bir rol oynar.

 

(Ekler / Listeler)

 

The Western Canon

Türkçeleştiren: Çiğdem Pala Mull

İthaki Yayınları, 2014