2 Mart 2012 Cuma

Charles I. Glicksberg - Avrupa Edebiyatında Trajik Görünüm

Charles I. Glicksberg - Avrupa Edebiyatında Trajik Görünüm

(Henry T. Moore’un Önsöz’ü)

Charles I. Glicksberg’in Trajik Görünüm adıyla yazdığı bu eser, insanı fethetme gayretinin bir ürünüdür.

Glicksberg, araştırmasına modern felsefenin babası Kierkegaard’la başlamaktadır. Kierkegaard … inancının trajik görünümü şekillendirmediğini göstermektedir.

Steiner (The Death of the Tragedy) ve Glicksberg’in kitaplarının büyük ölçüde aynı zemini paylaştığı vurgulanmalıdır.
Her iki kitap da Greklere atıfta bulunur.
Glicksberg, ne marksizmin ne de Hristiyanlığın trajediyi besleyebileceği inancında Steiner’le aynı fikirdedir.
(Man’sa Fate hakkında) Glicksberg şöyle demektedir: “varlığın çare bulunmaz absürdlüğünün yüzeyinde insan asaletinin iradesini ve insan sorumluluğunun etiğini taşıyan trajik görünümün taşıyıcısı.”

Marksizm gibi Hristiyanlık da resmen bir iyimserlik doktrinidir. (s. 7/8/9)

Escape From Freedom’da Eric Fromm’a göre modern insan, ölüm gerçeğinin baskısıyla trajedi fikrini kaybeder.

…insan bugün de İsa’dan beş yüz yıl önce Atina’da olduğu kadar acı çekmektedir.
İnsanın, Bacon’ın zamanından beri tabiatın sırlarını araştırıp ortaya çıkarma girişimi, rasyonel kanunlara olan eski güveni paramparça etmektedir. Yirminci yüzyıl insanı gözle görülmeyen dünya gerçeğine inanmayı bırakmıştır. (s. 12)

İdeolojiler, politik gizemler ve atom çağında yaşamaktayız. İster ilahî olsun ister insani, üstün bir adalet düzeni yoktur. Eğer felaket gerçekleşirse, bu tanrıların gazabı ya da kaderin zulmü olmayacak; tarihin hatası olacaktır. (s. 13)

Otantik trajik görünüm herhangi bir sosyal programa emanet edilemez; o, zamansal ya da tarihi bütün çarelerin etkisizliğini gösterir. O insanın sadece kendisine karşı sorumlu olduğunu keşfetmiştir. (s. 14)

Malraux’nun, Sartre’ın, O’Neill’in ve Camus’nün eserlerindeki trajik görüntü sonunda aklın (insanı) kurtaramayacağı bilgisine ulaşır ve kainattaki düzen hiç de (insanın) kaderiyle ilgili değildir. (s. 15)

Malraux’nun, Camus ve Sartre’ın eserlerinde, yeryüzünde insanın son anlamı olarak tayin edilen absürd kavramı bile insanın kendisinin seçmiş olduğu değerlere dayanan bir ontolojik kararla sonuçlanır. Hayat belki bir tabii kaostur fakat trajik kahraman kendi durumuyla ilgili hiçbir şey yapmamasına rağmen kendi kişiliğini yukarda tutmaya çalışır. Onun çabası ve acısı doğrulanamasa da bir anlam taşır.

Dünyevi ebedi nihilizm insanlık durumuna karşı bir isyan gerekliliğini vurgular.
…Gottfried Benn, bir son savunma olarak sanata döner. Yirminci yüzyılda nihilizmden kaçılamayacağı sonucuna varır. Beyaz ırk sadece çökmüyor, aynı zamanda kötü bir kaderle de kaderlenmiştir.  … Benn, nihilizmi aşamaz. Ona göre edebiyat ancak hayatı dayanılabilir kılan ilaçlardan birisidir. (s. 16/17)

…modern edebiyat Gottfired Benn’in yapmada başarısız olduğu şeyi yapar: Kainatta adaletin yokluğuna karşı protestoda bulunur. Kaderi, bağımlı ve kör olarak resmeder fakat,  insanın talihi için bir evrensel şafkat motifi dile getirir. Bu, bu kitapta ele alınan yazarların söz konusu ettikleri karakteristik bir noktadır. Onlar, hayatın anlamının hayatın kendisi olduğuna inanmaktadırlar.
(Trajik kahraman) …eğer hayatın kutsallığı ve bir değeri yoksa, neyi savunur? (s. 17)

Tanrı’nın ölümünü selamlamakla Nietzsche, bütün metafizik anlamların (Tanrı’nın terk etmiş olduğu bir) dünyadan çekildiğini açıklar. (s. 18)

Yirminci Yüzyılda Trajedi Problemi
Yirminci yüzyıl edebiyatı, Promete’ce meydan okuma ile, Sisyphos’ca umutsuzluk arasında gidip gelen karmaşık bir görünüme sahiptir. (s. 23)

Nihilist kahraman isyan gururuna rağmen, yaşamaya değer hiçbir şeye sahip değildir.
The Sound of Fury’deki Quentin Compson, arzu ettiği veya acısını çektiği şeylerin yalan anlamlar taşıdığının farkındadır. (s. 23)

“Hiç umut yok. Tuzağa düşürüldün. Bütün gökyüzü üzerine çöktü ve yapabileceğin sadece bağırmak.” Jean Anouilh (s. 25)

…İnsan kendisine yabancı olan bir tabiatın önünde yalnız kaldı. …Rilke’nin dediği gibi: çünkü “o, öteki’ydi, insana karşı tarafsız olandı.” (s. 27)

Bugün, ironinin ruhu, trajik görünümün dokusuna katıştırılır. Trajik görünüm… hayatın sınırlandırmalarının ve kaçınılmaz hüsranlarının bilgisine kendi anlayışı çerçevesinde varmaya çalıştı. (s. 27)

İsyan eden kurban…

Albert Camus ölüme bir düşman olarak bakar. Ölümün zorla girdiği bu gezegen bir hapishaneye dönüşmüştür, bundan dolayı insanların mutluluk özlemi, bir sövgüye dönüşmüştür. Mademki ölümün gelişiyle hayat üzerindeki sözleşme hemen sonlandırılabilmektedir, Camus’ye göre suçların suçu, bu küçük düşürülmeye boyun eğmektir. Bu, modern insana acı veren ve trajik görünümün temelinde yatan düalizmdir: insanın sonsuz hayata karşı açlığı, öleceği bilgisiyle gölgelenmiştir. (s. 32)

Hiçliğin yüzeyinde bir hayat.
Hayat… kullanışsız bir tutkudur. (s. 38)

Kierkegaard’ın Absürd Paradoksu
Modern düşüncenin büyük bir çoşkunlukla kavradığı şey, Kierkegaard’ın doğrudan dinî iletimi değildir, daha ziyade onun hiçliğin sınırsızlığı önündeki korku ve titreme krizini yansıttığı takma isimle yazdığı (Johannes Climaticus, Anti-Climacus gibi) ve egzistansiyal ironinin ruhu etrafında düzenlemiş olduğu eserlerinin estetik katkısıdır. (s. 39)

Zamana bağımlılık ve görecelilik zavallılığı içerisinde, yeryüzündeki hayatın absürd ve boş olduğunu, dinin ışığıyla aydınlatılmadığında insan varlığının trajik kötü durumunu ortaya koydu. (s. 40)

Kierkegaard, edebiyatla ya da sanatla ilgilenmez. O, yazmayı bir çeşit dua, ibadet tarzı olarak kullanır.
İbrahim, Tanrı seslendiğinde her şeyi kurban etmeye hazırlanan bir dindar insan örneğidir.
Otantik insan, asla bir trajik figüre dönüşemez. (s. 43)

Kierkegaard, umutsuzluğun, birisinin başına gelen hastalık gibi bir şey olmadığını, insanın kendisinde bulunan bir temel olduğunu göstermeye çalışır.

Kendisini harekete sevk edecek olan bütün isteğini kaybeder; varoluşunun bütün temelleri sarsılır. Ani olarak bir anlam yokluğuyla yüzleşir fakat kendisinin dışarıda gerçekleşen keyfiyetlerden bağımsız olduğunu kavramakta başarısız olur.  (s. 46)

“Ölüm düşüncesi hayatı yoğunlaştırır.” Kierkegaard

Tanrı’nın olduğu yerde trajedi yoktur. (s. 49)

Trajik, umutsuz ya da karamsar olduğu için değil bütün dünyevi çözümleri reddettiği için trajiktir. (s. 50)

Trajiğin İki Filozofu
Birisi, herhangi bir şeye inanmadan yaşayabilir mi? (s. 51)

Trajik yazarlar aklın metodunu varlığın bütünü olarak benimsemeyi reddettikleri müddetçe, bilimsel rasyonalizm gerçeğin korkunç görüntüleri ile uğraşmaktan kaçınır. Bu, oldukça büyük bir hatadır. Nietzsche, analitik zekânın bakış açısından mite yaklaşmayı gerekli görür.  …Trajedi ortaya çıktığında mit ölür. …Mitik bilincin kaybolmasıyla trajedi yok olur. (s. 56)

…Tabiatı insanileştirmede aptalcadır, insan türünün gerçekten var olması için gereken her ne ise yapmak küstahçadır.

Trajik yazarlar söyleme cesaretine sahiptirler ki; “kuşkulu ve kötü olan her şeye evet, o Dioniziendir.” (Nietzsche) Bu yolda sadece trajik ruh nihilizmin sınırlarını aşabilir. (s. 57)

(Karl Jaspers) Modern insan, geçmişte din ve ahlak tarafından kontrol edilen, bugünse serbest bırakılmış olan hayvani içgüdülerin insafına terkedilmiştir. Bugün derinliklerden gelen bu şiddetli tutkulara, insandaki bastırılamaz ihtiyaca karşı koyabilecek tek güç, aşkınlık idealidir, kendini aşabilmedir.
İnsan… o bir hiçtir ama her şeyi yeteneğine sahiptir. Kendi sonluluğunda kendisini sonsuzluğa bağlamaya çabalar. (s. 59)

…insan ruhunun kendi otantik varlığını hür kılabilmesinden önce, nihilizm çölünü geçmek gerekmektedir.

Trajik edebiyatın yaptığı şey, dünyada ve dünyanın dışında yer alan nihaî sırları aramaktadır. Trajik görünüm, kendisini alt etmek isteyen kadere tepki gösteren ve kainata yönelen bir kahramanı dillendirir. (s. 60)

Trajedi … insanı kendi insanlık durumunun sert gerçekliği önünde gösterir.
Bu dünyada kendi evinde olma duygusunu kaybedince, trajik bilgi kendi mirasına konar. (s. 61)

Trajedi, insanın kendisini, insanlığı dünyayı ve kendisine tahsis edilmiş olan kaderi bilmediğini ortaya çıkarır. Düzen arar, fakat sadece kaosu keşfeder; ışığa doğru uzanır, fakat karanlığın derinliklerine dalar. (s. 62)

İnsan ruhu umudunu yitirmez. Bunun sebebi, tam olarak insanın büyüklük emeli beslemesidir ki onun asıl düşüşü oldukça trajiktir.

Gerçek, belirsizlikte, hayatın tahmin edilemezliğinde, korkunç çelişkilerdedir. (s. 63)

Kafka’nın nihilist dünyası, modern çağda trajik görünümün süsüz bir resmini sunar. (s. 64)

Kafka’nın Nihilist Dünyası

…hayat, basit ve olduğu gibidir.
İnsan daima bir duruşmadadır ve sonunda suçludur, anlaşılmazlığını devamlı koruyan bir “adalet” sisteminin kurbanıdır. Kierkegaard’a göre insan daima Tanrı karşısında hatalıdır, Kafka’nın eserindeki kahraman, her hangi bir sebep olmadan izlenmiş, yakalanmış ve bir tarafa atılmıştır. Kafka’nın sembolik anlam taşıyan hikâyesinde aç sanatçı, oruç tutar, çünkü asla sevdiği yiyecekleri bulamayacaktır. Kafka da sevdiği yiyecekleri bulamayan aç bir sanatçıydı – ve manevi anlamda ölüme açtı. (s. 65)

İnsan kayıp ve yabancılaşmış bir şekilde bir hedefi olmaksızın varlığın karanlıklarında dolaşır, fakat o gezinmeye bu şekilde devam ederken, hiçbir zaman yapılabilecek hiçbir şeyin bulunmadığını fark ettiğinde neyi korumuş olduğunu kafası karışık bir şekilde kendisine sormaya başlar.
Bir uyurgezer gibi sonsuz bir rüyanın, rüya içinde rüyanın, labirentvari koridorlarında el yordamıyla yolunu bulmaya çalışır. (s. 66)

Kafka’nın istediği şey yukarıda zikrettiğimiz gibi iç dünyasının marazi taraflarından kendisini kurtarmaktı. “Babama Mektup”ta yüksek bir karaktere sahip olmadığından, kendi zavallı beceriksizliğinden dolayı kendini suçlar.

…Tanrı’nın krallığından kovulmuş bir hacı olarak Kafka, trajik görünümün kutuplaşmalarını, anlamın bütünüyle boş olduğunu gösteren bir dünyadaki spiritüel anlam arayışını şekillendirmeye uygundu. (s. 67)

Kafka’yı modern tarjik görünümün önde gideni yapan şey, bir çözüm teklifi sunmaksızın ortaya koyduğu ontolojik çalışmadır; romanlarında söz konusu ettiği sorular cevaplanamaz; bir bütün olarak insanın üzerindeki hükmü bozmaya yeltenmez.
“Metafizik arzu, tamamen ölüme doğru yönelen arzudur.” (Max Brod)
Onun için gerçek, gecenin karanlığında (onun imaj dünyasında daima gece vardır) gölgelerin yabani dansının bir geçidinin şeklini almıştır ve bu gölgelerin her biri metafizik muammayı ortaya koymuştu. (s. 68)

…paralel yollar sonsuzlukta buluşmayı reddeder, iki artı iki dörde eşit değildir, mantığın kanunları, ceza muafiyeti tarafından ihlal edilmiştir ve hiçlik kesindir.

Kafka’nın kahramanı dünyadaki herhangi bir yere ait olamaz. Onun bilinci artık gerçeğin bir denenmesi olarak hizmet veremez. (s. 69)

Joseph K. … duruşmaya çağrılır.
…mahkemenin ağır mekanizması, yavaş yavaş duruşmayı uzatır, iradesini yok ederek onu ezer. O, bu durumuyla ilgili hiçbir şey yapamaz. Kendisini doğrulayamaz.
Gerçek olmayan varlığın etrafında sürüklendiğinde, oldukça anlaşılmaz ve saldırgan bu dünya ile yüzleşmede yetersiz kalır. Belirsizlik ve sürekli bir olasılıkla karşılaşma onu ürpertici bir güçsüzlük seviyesine indirir; suçlu olduğu duygusuna kapılır. (s. 71)

Kafka, Tanrı’sız bir dünyada bulunmasına rağmen, kendisini ‘dinî’ bir insan olarak kabul etmeye devam eder. Onun edebi kariyeri, bu paradoksal çatışmanın vesikasıdır. (s. 73)

Hiçliğin yüzeyindeki hayat nasıl doğrulanabilir?

Albert Camus ve Absürde Karşı İsyan
“Bu dünyanın nihai bir anlama sahip olmadığına inanmaya devam ediyorum. Fakat onun içindeki bazı şeylerin anlamlı olduğunu biliyorum ve o şey insandır.”  Camus
“Sahip olduğumuz hayat ideasini korumak istiyorsak, insanı korumalıyız.” Camus (s. 77)

Trajik görünümün varlığa doğru giden tek yolunun absürde karşı meydan okuma olduğunu Camus’nün kendi kariyeri inandırıcı bir şekilde göstermektir.
İnsan yalnızdır ve bu yüzden özgür bir ruh hali içerisinde kendi değerlerini seçmekten sorumludur.
Dünya saçmadır fakat, insanın kendisi için seçmiş olduğu kader ya da yeryüzünde gerçekleştirmek için uğraştığı idealleri saçma değildir. (s. 79)

İnsanda acının sürekli kaynağı olan bir çatışma vardır: Sonsuz bir hayat istemek, hayatın ölüm kaderiyle sonlandırılacağı bilgisiyle tezattır. (s. 80)

Hayat anlam oluşturmada başarısız olur. İnsanın trajedisi, bunun böyle olduğunun farkına varmasında yatmaktadır.
Meursault gibi absürd insan geleceğe inanmayı bırakmıştır ve bütün ümitlerinden vazgeçmiştir. (s. 82)

Bir kimse kendini yok etmeden hiçbir şeyi yok edemez. (s. 85)

Caligula ölümü kabul eder çünkü, hiç kimse sadece bütünüyle kendisini kurtaramayacağını anlar ve hiç kimse diğerlerini harcayarak özgür olamaz.
(Camus) Bir Alman Arkadaşa Mektup’ta dünyanın nihai bir anlama sahip olmadığı inancını itiraf eder.
Hiçliğe inanmak da bir şeydir, insanın değersiz oluşuna inanmak da; bütün firsatlardan vazgeçmek ve bunları ahlakın mihenk taşı yapmak da. (s. 86)

Trajik Kahraman
Çağımızın yanlışı, insanın büyüklüğüne olan inancı kaybetmiş olmasındadır.
Modern düşünce, trajik çatışmanın ihtişamını ve tutkusunu taşıyacak kahramanlar yaratmada yetersizdir.

Modern insan, tabiata ve Tanrı’ya yabancılaşmıştır. Spiritüel zayıflığıyla boyun eğdirilmiş, itibarı alçakça düşürülmüştür. Kendi zamanının ruhunun yarattığı bir durum olarak hiçbir şeye inanmama ve amaçsızlık duygusuyla tüketilmiştir. Şüpheyle kuşatılmıştır, içten bölünmüş, sürekli bir iç monologda tutulmuştur.
Kendi kendini doğrulayamayacağından kendisini öne süremez. (s. 92)

Grek trajik yazarları, insan ruhunun boyun eğmez büyüklüğünü tasdik etmişlerdir. Onlar, her şeyin bir karşılığı olduğunu ve bu dünyadan cezasız gidilemeyeceğini biliyorlardı. (s. 93)

(Trajik bilinç) Kendisini suçlu hissediyorsa, Tanrı’nın kanunlarını ihlal ettiği için değil ama, kendi iç şahsiyetinin kutsallığını bozduğu için ya da tamamı ölümün kurbanları olan insanın inançla yoldaşlığını korumada başarısız olduğu içindir ve bu gibi nedenlerden dolayı o ayrıcalıklıdır. (s. 97)

Trajik görünüm, insanın yüksek amaçları (cennetin ufku) ile nesnelerin değişebilirliği arasındaki (ölümü sembolize eden yerdeki çukur) kavgada odaklaşır. Kahraman sonunda anlamaya başlar ki hayat, ufuksuzlukta bir gemi kazasında acı çekmeye mahkûm edilmiştir. (s. 98)

Modern insan fark etmiştir ki onun iradesinden ve aklından daha güçlü şeylerin bir oyuncağı durumundadır. (s. 99)

Paul Bowles da kimliklerini kaybetmiş karakterler üzerindeki çalışmalarıyla ilgi çekmektedir. Onlar tenin yemek, içmek, keşfetmek gibi mutluluklarına rağmen –tensellik, Lawrence Durrell’in fiktif eserlerinde olduğu gibi, ölümün tehdidinin ümitsiz inkârıdır- hayatta temel amaçları yoktur.
“Hayatın bütünü, parçalarının toplamına eşit değildir. O, parçaların herhangi birine eşittir.” Bowles (s. 100)

(Bowles) İnsan bir öz değildir. O, hayatın kullandığı kadardır. (s. 101)

Yirminci yüzyılın trajik kahramanının talepleri, çok fazla hayata ve kendisine yöneliktir. Ya hep, ya hiç. Hepsine sahip olamaz ve herhangi bir şeyle uzlaşmayı reddeder. Hayat onun tek kesin değeridir fakat yine de herhangi bir anda ondan alınabilir. (s. 102)

İdeoloji ve Trajedi
Trajik Görünüm ve Bilimsel Sentez
(Birey) Bilimsel determinizm onu, iradesinin özgür olduğu güvencesinden söküp almıştır.
Sartre, derin bir ironiyle romanlarında ve oyunlarında trajedinin paradoksunda motivasyonun özünün nasıl bulunabileceğini gösterir. Eğer trajik kahraman kontrol edemeyeceği güçler tarafından kötü bir sona baştan mahkûm edildiği konusunda ikna edilirse, kendi kaderiyle kapışmaya asla girişemez. Büyük trajediler, kahramanın moral özgürlüğünü ön plana çıkarma kararıyla ortaya çıkarılmışlardır. (s. 111)

Psikanaliz ve Trajik Görünüm
“İd neredeyse ego oradadır.” Freud
…insanlar, hayatın orta yerinde ölüm tarafından kuşatılırlar. O halde hayat, ölmemek için sevgi dolu olmalıdır. Paul Federn (s. 117)

Sartre’ın sadece bilinçdışı teorisini değil, fakat gerçekte bütün Freudcu determinizmi reddetmesi, varoluşçuluğun hürriyeti içindi. İnsan kendi güdüsünü, riayet edeceği değerleri ve bunlarla şekillendireceği dünyasını kendisi seçer. (s. 118)

Bir insan, sadece her ne ise o değildir, o aynı zamanda olmadığı şeye dönüşebilecek olan, kendisini sürekli yapandır. (s. 119)

Dünyada serbest bırakılmış olan yıkıcı, şeytani güçler ve bireysel psikoloji ile dövüşülmelidir. Modern trajik görünümde, insan bilinci, kendi protestosunu dillendirir, fakat varlığın absürdlüğünü aşmak mümkün değildir. (s. 123)

Nevrozların tuzağına düşmüş olan kahraman hiçbir zaman trajik yüksekliğe ulaşamaz. Bir hayali yakalamak için kör bir şekilde koşturur… (s. 127)

Egzistansiyalizm ve Trajik Görünüm
İnsanın özgürlüğü kaçınılmazdır. (s. 129)

O, vardır fakat onun varlığı doğrulanmış değildir. O anlam yapamaz. Sartre, insanın yeryüzünde varlığının özel bir iş olmadığını tekrar tkrar vurgular. (s. 130)

(insanın) kaçmak için yaptığı her şey boşuna bir güç kaybıdır. (s. 131)

Eğer hayat sınırsız imkânları somut gerçekliklere dönüştürmenin asla kazanılamayacak olan sonsuz bir kavgasıysa, o halde çatışmanın noktası(dayanağı) nedir?

Absürd, varlığın yok edilemez saçmalığının idrakidir ki trajik görünümü yaratmanın imkânını yalanlıyor gibi görünse de hayata trajik bir boyut katar. “Eğer hiçbir şey, bir değere sahip değilse, bir değeri olmayan bilincin sahip olduğu, her hangi bir önem yoktur.” Andre Gorz (s. 132)

…evrensel belirleyicilik üstün gelirse, trajik görünümün açığa çıkmasının imkânı yoktur. (s. 136)

…insanın dünyasında gerçekten çözülmüş olarak yer alan özgürlüğün evrensel problemine değindiğinde trajik görünümü gerçekleştirmeye çok yaklaşır. (s. 137)

(Sartre, Şeytan ve Yüce Tanrı) Yeryüzünde iyi şeyler yapmaya girişmek aptallıktır; iyilik ve kötülük birbirinden ayrılamazlar. Kötülüğün iyi olmak için hareket ettiği fikrindedir.
Yalnız, boş bir gökyüzünün altında, tahammül edilmeyen gerçeği açığa çıkarmak için dövüşecektir. Onun zaferi, yalnızlık kaderiyle yüzleşme ve kozmik umutsuzluğun ağırlığını taşıma arzusundadır. (s. 140)

“Bütün yollar kapalı; daha az kötü olan bir seçenek bile yoktur.” Sartre, Antona Mahpusları
“Muhtemelen bizimkinden sonra başka yüzyıllar olmayacak. Muhtemelen bir bomba bütün ışıkları söndürecek. Her şey ölecek –gözler, hakimler, zaman…” Sartre, Antona Mahpusları (s. 141)

Trajedi ve marksist Sentez
Güneşin altındaki her şey ekonomik ihtiyaca indirgenmiştir. (s. 149)

“Bütün ekonomik sistemlerde insanın trajik varlığı, bölünmüş egosu yüyeceklerle, kaliteli giyeceklerle giderilemez; varlığındaki uyumsuzluk uluslararası düzenlemeyle çözülemez.” Gottfired Benn (s. 153)

“Despotizm olmaksızın asla ne özgürlük ne de eşitlik olabilir, eşit olmanın bağı ancak hayvan sürüsünde vardır.” Dostoyevski, Ecinniler (s. 156)

Dostoyevski’ye göre nihilizm için en son mantıklı şey intihardır. (s. 158)

“Ölmüş bir adalet uğruna etrafımda oluşan adaletsizliklere katılmayı reddediyorum.” Albert Camus (s. 161)

Egzistansiyalizm Marksizme Karşı
Nesneler dünyası anlamdan mahrum olduğunda insan hayatı anlamlıdır. (s. 164)

Varlığın anlamsızlığıyla uğraşan egzistansiyalist insan kendisinin insanlıktan bütünüyle soyutlandığını fark eder. Onun hiçlik miti takıntısı, hayata olan inancını kaybedişini de sembolize eder.
Hiçlik, kapitalist toplumun bir çöküş mitidir.” Lukacs (s. 165)

Ben’in gizemi hiçliğe bölünecektir.

…egzistansiyalist insan erdemin ruhu olmaksızın varlığın trajik olasılığıyla yüzleşir. (s. 171)

Bilinç kendi mağlubiyetine rıza gösterir.
İnsanları bir arada tutan şey sadece onların metafizik durumlarıdır, varlıklarının sonluluğudur. (s. 172)

Malraux ve Şiddet Miti
…kahramanlar kendileriyle savaşmaktadırlar; kendilik reddedilmesi gereken bıktırıcı bir yüktür.
İnsan ruhunun büyüklüğü bu şekilde tartışılmaz olarak ortaya konur: Hayat eylemine kendisini adaması, felaket getirdiğinde zarar görmüş olsa bile sadakatle bağlılığı. (s. 177)

İnsanların uğruna ölmek istedikleri her şey –kişisel çıkarların ötesinde- daha fazla ya da daha az bir belirsizlik içinde asaletin temelini kuran kaderi tasdik etmeye yöneliktir.
İnsandaki en güçlü motice edici güç, insandan daha fazla olma, insanlık durumuna yükselme, Tanrı’ya dönüşme arzusuyla kendisini tatmin etme arzusudur. (s. 183)

…birinin eliyle ölmek güzeldir. Ölmek edilgenliktir, fakat birinin kendisini öldürmesi etken bir eylemdir. Siyanür içer ve ne yaptığını bilen bir bilinç içerisinde kendisini öldürür; onun ölümü bir şahadettir.
Ölümü istemeyen bir hayatın değeri ne olabilir? (çünkü geriye kalan her şey yeryüzüne ait)

Malraux, insanın metafizik yabancılığına dikkat çeker. Ahlakî olarak yardımsız ve anlamsız bir dünya resmeder –ve o bütünüyle ihanettir. Eylem, sadece eylemin hatırı içindir. Sartre’ın içinde hiçlikle yüzleştiği özgürlük, Malraux’da ölüme giden bir koridordur. (s. 184/185)

Sonuç
Kierkegaard, yoğun bir şekilde varlık onu sonlulukla bağladığında, sonsuzluğu, yükselen zihnini kuşatan acı verici çatışkıların farkındadır ve umutsuzca iki krallığı uzlaştırmanın yollarını arar. Dolaylı bir ifadeyle; “fenomen gerçeklik değildir ama gerçeğin zıddıdır” gibi bir düşüncenin şaşırtıcı iç gerçeğinden doğan ironinin zekice ve zor olan yöntemine bel bağlamaya zorlanır. (s. 188)

İroni yoluyla romantizmin öldürücü hastalığından kendini kurtarır. (s. 189)

Acı, acı değil, başarısızlık da bütünüyle başarısızlık değildir.
…yargıların bir standardı yoktur,
Kategoriler belirsizdir, birden fazla anlama gelebilir ve paradoksal görünmektedir.
İster bir akbabanın ciğerini kemirmesine, ister dev bir yılanın onu sarmasına izin versin, hayatın ironik duygusunu, meydan okuma özgürlüğünü bırakmayacaktır.
Olaylar, gerçekleştirilmesi düşünülen beklentileri başarısızlığa uğratır. Trajik kahramanın takip ettiği ideal amaç, durumlarım keyfiyetiyle ihtimallerin etkisiyle engellenir.
Aklın hayatın efendisi değil, kölesi olduğunu fark eder. (s. 190)

Kutupluluk hayatın kanunudur, paradoks dolaylı ifadenin ruhudur, ironi anlamın kalp atışıdır. His, fikirle kontrol altına alınmıştır, sezgi akılla, ruh bedenin ihtiyaçlarının onur kırıcılığıyla, hayat ölümle, mutlaklık hiçlik gerçeğiyle. (s. 191)

Hayat önemli değildir. Sadece insanın içindekidir, ruhudur önemli olan, geriye kalan her şey yeryüzüne aittir. (s. 192)

Sanat yoluyla bir kurtuluş arayışı, sadece estetik bir aldanmaya dönüşür.
Değerlerin hiçbiri dünyayı kurtaramaz. (s. 195)

Bir şey kesindir: İnsan, kendi bilincinin, varlığın absürdlüğüne karşı çıktığı trajedi sanatının haricinde bir gerçekliğe sahip olabileceğini umamaz. (s. 196)

Hayatın anlamı / mânâlı bir hayattır

Çeviren: Yunus Balcı
Hece Yayınları, Ağustos 2004, Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder