14 Mart 2012 Çarşamba

Florence Dupont – Edebiyatın Yaratılışı

Florence Dupont – Edebiyatın Yaratılışı
Yunan Şarhoşluğundan Latin Kitabına

…coğrafi yolculukların bizi ulaştırabileceği başka yerler kalmadı. Ben’in bir Başkası olduğunu gözlemlememiz için, bir süre sonra, zamanda yapılacak yolculuklardan başka bir şey kalmayacak elimizde. (s. 13)

Bu kitap, Eskiler’in tuhaflığını yeniden ortaya koymaya ve böylece bastırılmış kendi çeşitliliğimiz içinde kendi kendimizi bulmaya yönelik bir çağrı amacı taşımaktadır.

Eskiler’e göre ölümden sonra bir başka dünyada yaşamaya inanmak, barbar Galyalılara uygun bir boş inanç, savaşçıların ölümden korkmaması için rahiplerinin bu saf yürekli insanlar arasında yaydıkları bir masaldır.

Birey, yasa karşısında kendini tek başına tanımlayamadığından Roma bizim kabul ettiğimiz anlamda bir hukuk devleti değildi. Uyuşturucu ve eşcinselliğin kültürün en üst biçimleri ve seçkin kesimlerin ayrıcalığı olduğu (yer ise Atina’dır). (s. 14)

Yazı aracılığıyla insanlar … akla ulaşabileceklerdi. Yazı, böylece Yunanistan’ı, sonra Roma’yı söylenden, usdışından, dinden, boyun eğmişlikten, barbarlıktan, ortaçağdan söküp alabilecekti. Uygarlığın kökenindeki bu mucizenin anıtları da Ilyada ve Odysseia, Sofokles’in tragedyaları, Horatius’un Odlar’ı Vergilius’un Bucolia’sı, Terentitus’un güldürüleri olacaktı. (s. 15)

…eski Yunanistan’da sözsellik ve yazı üzerine düşünmek için Homeros şiirlerinin, özellikle de Odysseia’nın seçilmesi belki de en iyi seçim değildi. Çünkü elimizde bulunan metin, gerçek bir yorumun yazıya aktarımı değil, törenlerde söylenmek üzere yazılı bir metnin ortaya çıkarılabilmesi için ozanların yaptığı yorumlardan oluşan bir kurgudur. (s. 17)

Dilsiz şeyleri, nesneleri, ölüleri, halkı konuşturmaya yarayan yazıt-yazısıyla canlı sözleri saptayıp korumaya yarayan çeviriyazı-yazısını birbirine karıştırmamak gerekir. (s. 18)

Yunan sözlü geleneği nereye kadar uzanmaktaydı? Şiirin çok ötesine. Sözlü gelenek “Yunan Mucizesi”nin merkezindedir. Felsefe, sözlü olarak öğretiliyordu. Pythagoras hiçbir yazı biçimini kabul etmiyordu. Sokrates konuşur, yazmazdı.

Yunan demokrasisi de, temelde sözlü dile dayalı siyasal bir söz üzerine kurulmuştur: Yazı, yalnızca elçi mektuplarında, davalarda tanıklık belgelerinde ve yasaların yayınlanmasında kullanılır. Burada da. Yazılı ve insanoğluna özgü yasalarla sözlü ve ilahi yasalar arasındaki ünlü tarihsel ayrım, düşler ülkesine gönderilmesi uygun olan hoş bir masaldan başka bir şey değildir. (s. 19)

Yazmak ilk eylemdir, amacı da genellikle içerdiği ikinci eylemde, okuma eyleminde ortaya çıkar ve birçok türü vardır. Kötülüklerden korunmak üzere oluşturulmuş bir metin, bir edebiyat metni gibi okunamaz; yoksa bu metnin tarihsel gerçekliği karanlıkta kalmış olur.
Martialis’in Epigramlar’ının 13. Kitabı Roma kitapçılardında çok satılmışsa, bunun nedeni, armağanların xenia’ların eşlik ettiği kısa şiirler derlemesi olmasıdır; Romalılar, Martialis’in kitabını okumak için değil, gerek Martialis’in dizelerini olduğu gibi doğrudan alıntılayıp, gerekse duruma göre değişen öykünmeler yaparak birbirlerine gönderdikleri armağanları şiirsel bir dille ithaf edebilecek gereci buldukları için alıyorlardı. (s. 20/21)

…edebiyat, ufukta bir edebiyat kurumunun sözkonusu olması durumunda vardır. (s. 21)

(Michael Charles) Okumanın, metnin bir parçası olduğunu, onun içinde yer aldığını belirtir. (s. 21/22)

Edebiyat kurumu, kendini göstermeyen yazar ile okuru arasında toplumsal bir sözleşme gerçekleştirir; metne ulaşılmasını yalnızca bu sözleşme sağlar. (s. 22)

Eneides’i yazmak, Vergilius için kuşkusuz Homeros’u edebi olarak yeniden okumanın, kendisini sözcelem öznesi konumuna yerleştirmenin tek yoluydu. (s. 24)

(Symposion) her zaman bir sahiplenme ayini biçiminde gerçekleşir. (s. 39)

Sym-posion: “birlikte içmek”
Dionysos şölenlerinde her çey birlikte yapılır… (s. 40)

…bizim ‘dilsel parça’mız, en önemli bölümü kaybolmuş olan bir şölen sözünden arta kalan her şeydir. (s. 46)

…symposion’u başlatmaya yarayan … bir dizi od vardır.… (proposis) Bu eylem, sözcüğü sözcüğüne “ilk içen olmak, kadehinin yarısını başkasına sunarak içmek” anlamına gelir. (s. 47)

Proposis, kendiliğinden, ilk iki içici arasında son derece sıkı bir yakınlık oluşturur. (s. 50)

Eros, belli bir kişiyi hedeflemeden, gençlerden taşan arzu tanrısıysa, Afrodit de çiftlerin, toplumsallaşmış aşkların, bir başka deyişle salt insanlara özgü olası aşkların tanrıçasıdır: Katıksız şarap gibi, katıksız arzu da insanları şaşkına çevirir, onları hayvanlara dönüştürür. Afrodit, delikanlıların arzusuna bir amaç katar, onları aşka dönüştürür; şölene katılan kadınlardan ya da erkeklerden birisine duyulan bu aşk, kuşkusuz geçicidir. Katılanlar çift olarak içtikleri gibi, çift olarak arzu duyarlar.

Nymphe / nymphio: “çılgına dönmek”  (s. 52)

Symboulos: “Birlikte istemek”

Symposion’a katılan tanrıların birleşmesi, şölenlerin kategorilerine göre sympaizousin: “oynuyorlar, çocuklar yapıyorlar” –sözcüğü sözcüğüne, (birlikte) “erkek çocuk yapıyorlar” eylemiyle dile getirilir. (s. 62)

“Resim, sessiz bir şiir, şiir de konuşan bir resimdir.” Simonides

(Symposion şarkısı, sıcak kültür olarak adlandırmayı önerdiğimiz şeyi e üst derecede örneklendirir. Bu nedenle …bu şarkıyı anlamak son derece güçtür.) Ölü harflerin sessizliği içinde sarhoşluğu kavramak olanaksızdır. (s. 66)

Şölen / flamenko
…birden ortaya çıkan şarkı şöleni başlatır, başkaları da ona katılır. …Burada sözcükler pek önem taşımaz, çünkü şölenin özü sözcüklerde yatmaz. (s. 70)

Symposion şarkısıyla flamenko arasındaki bu benzerlik, sözlü bir kültürün, kendini doğrudan yazılı bir kültürle karşıtlaştıracak dilbilimsel bir tanım içine kapatılamayacağına ilişkin ipuçları verir: Symposion kültürü bir beden, toplumsallık ve haz kültürüdür; bu üçü birbirlerinden ayrılmaz. Bu şölen şiiri, anlam değil, eylemdir. Dolayısıyla, hiçbir yazı-okuma, içinden çıktığı kültürü ne koruyabilir, ne de gelecek kuşaklara aktarabilir. (s. 74)

Yunanlılarda ortak olan kurumlardan yola çıkarak bir Helen toplumu yaratır; bunların en eski şiirleri Delphoi bilicileri, Olimpiyat oyunları ve Homeros şiirleridir. Tarihçiler, bu hareketi Panhelenizm diye adlandırır. (s. 82)

Rhapsodos: “şarkı dikişçileri” ya da “dikiciler.” 

(Tiyatronun Yunanistan’da ortaya çıkması)
Her şey, geleneksel olarak kıyılarda kutlanan Dionysos şölenleri olan Dionysiler’in yer değiştirmesiyle başlamıştır. Peisistratos, bunlar ıkente taşır ve bu kentli Dionysiler, Büyük Dionysiler’e dönüşür. Bu şölenler, Dionysos’un onuruna söylenen bir koro şarkısı olan dithyrambus festivalidir.  (s. 104)

…her tragedya, destan şarkıcısının her ediminde olduğu gibi her zaman tek, her zaman türdeş her zaman ilktir. (s. 110)

Eflatun’un İon başlıklı diyaloğunda, rhapsodos’ların uygulamalarından yola çıkarak, şarkıcı-ozan yerine şiiri metnin çevresine yerleştiren ayrıksı bir kuramla karşılaşılır. Olayın kahramanı Sokrates’in, bu kuramı yeni Atina kültürünü canlandırmak amacıyla mı yoksa yadsımak amacıyla mı geliştirdiğini bilmek güçtür.
Diyaloğa adını veren İon,doğuştan bir rhapsodos, bir Homeros uzmanıdır.
İom, destan ödülünü kazanmıştır.
Sokrates… onu sorgular.
Sokrates, tüm Yunanlıların benimsediği bir görüşten yola çıkar: Ozanlar, şiir zanaatçıları değildir, bir yapım tekniğine sahip olmaksızın Musalar’ın esini altında şarkı söylerler. (s. 119)

Sözcükler, şeylerin sunumudur –mimesis- ve şeyler üzerindeki değerlerini kitle üzerindeki eylemlerinden alırlar.
…tiyatronun ideali de eylemleri sahnelemektir. Gerçeğe benzerle olağanüstüyü birbirine karıştırarak, böylelikle de “korku ve acıma” duygusu uyandırarak iyi bir tragedyayı oluşturacak olan şey, iyi bir öyküdür. (s. 125)

…ölçü, müzikten yoksun, bir metne indirgenmiş şiirin sınıflandırılması amacıyla İskenderiyeli filologların bir buluşudur. (s. 133)

Toprağa ya da kitaplara kök salma arasında bir seçim yapmak gerekir. (s. 138)


Çeviren: Necmettin Sevil
Ayrıntı Yayınları, 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder