2 Kasım 2015 Pazartesi

Mehmet Sancaktutar – Ölü Beyazı

Mehmet Sancaktutar – Ölü Beyazı


Ben bir yalancıyım, çünkü ben bir yazarım.

Tamamen yazarak geçirilen bir hayat gerçekte yaşanmış bir hayat sayılabilir mi?

Toplum, güzel yalan söyleyebilen bu insanları ödüllendirmede gerçeği söyleyenlere davrandığından daha cömert davranır.

Ezberlenmiş bir hayatı yaşamak kadar can sıkıcı bir şey yoktur.

“Şemsiye” kelimesini durmadan tekrar edelim. Belli bir süre sonra hem “şemsiye” kelimesini doğru telaffuz edemediğimizi, üstelik “şemsiye” kelimesinin en azından o anda zihnimizde anlamını külliyen yitirdiğini rahatlıkla görebiliriz. Uzun süre aynı şeyleri yaşayan insan şemsiyenin durumuna düşer. (s. 11)

(Rüya)
Sokakta (…) çukurlar açılıyor.
Topraktan ölüler kalkıyor.
Hepsinin yüzünde korkutan bir beyazlık var.
Belirtisi olmayan bir hastalık,
İnsanlar bu hastalıktan ölüyor.

Gömme işi uzun sürüyor, ölüleri buzdolabına koyalım.
Bu dayanılacak gibi değil,
Ölmek istedim,

(Rüya)
Sokağa çıktığımda herkesin yüzünde rüyamda gördüğüm o korkutucu ölü beyazlığı vardı.

Köpekler, denizle kara arasında bir barikat oluşturmuştu. Hepsi de inanılması güç yüksek bir perdeden denize doğru havlamaya başladı.

Her gelen dalga sahile daha çok ölü bırakıyordu.

Kan ter içinde yataktan fırladım.

Güneş gözlüğü taktım ama bu da çare olmadı. Bütün yüzler yine ölü beyazı.

Caddenin karşı tarafında yüzünde ölü beyazlığı olmayan bir adam bana bakıyordu.

“Yüzündeki ölü beyazlığından kurtulmak istiyor musun?” dedi.

Cehennem azabından tüm dünyayı fidye olarak verse bile kimse kendini kurtaramaz.

Adı Basri olan bu adam deniz seviyesinden oldukça yüksek bir yerde bir göl kenarını mesken tutmuş kendine.
Burası bir süre benim de evim sayılır…

Elektrik yok.
Burası vahşi bir orman!

Burada zaman öldürme yok, zamanda yenilenme var.

Topluma, topluca gelen zararı toplum bireyleri neredeyse bayrama çevirmeyi başarabilir.

Yaptığım tek iş, sigara üstüne sigara içmekti.

Herhangi bir meşguliyeti bitirip zamanın boşluğuna düştüğünde zihnim, hemen yüzümdeki ölü beyazıyla doluyordu.

…dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı Hz. Âdem’dir. Çünkü dünyanın hepsi onun malıydı. Buna rağmen o dünyadan kendisine düşen nasibin boğazından geçenler kadar olduğunu gayet iyi biliyordu.

Delilerin sevgisi âşıkların sevgisinden daha üstündür. Çünkü âşıklar, gösterdikleri sevginin karşılığında aynı türden bir sevgi beklentisi içindedirler.


Tıp / o kadar ilerlemiş ki artık insan isterse huzur içinde bile ölemiyor.

Yüreğin alfabesi cümle kurmaya başladığında dilin alfabesine düşen görev sadece susmaktır.

Lokman Hekim
“Lokmanlık” “hekimlikten” öncedir. Yani Lokman Hekim önce insandır sonra hekim.

Dr. Hüsamettin ile Kaportacı Kazım Usta gibi veya lastikçi Vedat gibi kavramlar aynı mantığın ürünüdür. Yani ortada mekanizmaya benzetilen bir insan vardır. (s. 73)

Kendimi dünyada yalnız, terk edilmiş ve çok gariban hissediyordum.
Artık Aynalıgöl benim kaderim.
Bundan sonra önüme gelen her ne olursa olsun bir ödev duygusuyla üstelik coşkuyla yerine getirecektim. (s. 76)

Kalabalıklara, insanlara alışan bir kişiye ceza vermek istiyorsanız onu yalnız bırakmalısınız.

Ahıra gidip bir koyun kapar kapmaz kurtların önüne salıverdim.
Bir canlı ne yiyorsa odur.
Soyluluğu zedelenmiş kurt nesli olmaktansa biz burada huzur içinde ölümü beklemeye kararlıyız… (s. 91)

Yazı zamana direnebildiği ölçüde kalitelidir.
Popülist kitaplar kâğıt havlulara benzer. Sadece bir kez kullanabilirsin.
Akademik kitapların yazılmasını elmaların çuvaldan alınıp sepete, sepetten alınıp poşete konulmasına benzetirim hep. Yapılan bu işlemde elma sayısı hiç artmaz ama daima üretim yapılıyormuş gibi görünür. (s. 104/105)

Bir insan konuşurken yalan söyleyebilir veya yalan söylemeyi düşünebilir ama düşünürken asla yalan söyleyemez. Bunun için düşüncenin bizzat kendisi soyluluğu ifade eder.

…insan sadece tabiatla bütünleşince bu hastalığı unutuyor.
Ölü beyazına yakalanan insanlar için yegâne terapi tabiatın müşfik kucağıdır.

(pekmez olayı, s. 117)

Doğa bir ağaca yılda sadece bir kez meyve vermesi için müsaade ediyor.
Eğer insan bundan iki veya daha fazla kez ürün alırsa bir seferde alacağı faydayı ikiye, üçe bölmüş belki de tamamen yok etmiş olur.
Bunun anlamı topraktan intikam almaktır.
Toprağa küsenler aslında toprağı küstürenlerdir. (s. 119)

Gerçek bir kurt olsaydı eğer, aynen Beyaz gibi istediği verilene kadar gerekirse ölümüne bekler eğer verilmezse sağlığıyla anlatamadığı şeyi ölümüyle söylemiş olurdu.

Âdem’e göre değiştiğimiz savunulabilir ama geliştiğimiz asla.

Ben ne yapmışım bu güne kadar.

Bakırı döverken çıkan ses, ona göre aslında ustanın yüreğinden çıkan sestir. (s. 150)

Gözler, fark edemeyeceğimiz kadar geç yaşlanıyor.

Bilmediğin şeyin ardına düşme.

Ölü beyazına yakalanmak tanrısal bir lütuftur.
Ölü beyazı sayesinde bir avuç insan tüm insanların acılarını sırtında taşır.

Kutsal olanla irtibatı kesilmiş bir edebiyat olur mu?

Kelime mühendisliği / s. 199

Çok uzaklardan Beyaz’ın uluması duyuldu. Beyaz ulumaya başladığında Kara hemen havlamayı kesti. Öğrenilmiş bir korkunun doğası bu; ölümün kıyısında bile insanı terk etmiyor. (s. 206)

Baş olanlar sevinmesin,
Ne gelirse başa gelir,
Diz toprağa yaslanır da,
Baş düşerse taşa gelir,

Yazarlık; bir desise ve dedikodu mahzeninde ömür tüketmek…

Yazdıklarım sayesinde kimsenin bana bakışını değiştirmemiştim ama ben tamamen değişmiştim.

…incitmenin sonuçlarını hiçbirimiz tahmin edemeyiz.

---

Ötüken Yayınları

Ocak 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder