2 Kasım 2017 Perşembe

Hasan Ali Toptaş - Heba

Hasan Ali Toptaş - Heba


Anahtar
“Kimseler fehmetmedi manâsını davamızın
Biz dahi hayranıyız davayı bî manâmızın”
Yenişehirli Avni

Ziya gitti, doksan bir numaralı kapının ziline bastı.

(Binnaz Hanım’ı görünce) göğüs kafesinin içinde küçük ve sıcak bir kuşun yavaşça kımıldadığını hissetti. (s. 17)

Bu kadar şahsi bir şey hangi kelimelerle anlatılır hiç bilmiyorum gerçi. Kelimelerin kudreti içimi göstermeye yeter mi, onu d bilmiyorum.

…apartman deyip geçiverdiğimiz bu demir ve beton yığını benim gençliğimdir aslında,

Hasılıkelam, çerden çöpten de olsa insan illaki bir baba yaratıyor Ziya Bey, başka türlü var edemiyor kendini,

Çoluğunun çocuğunun rızkı için çırpınıp duran o iyilik meleğini basit ve kirli hesaplar yüzünden, bir ikindi vakti hunharca öldürdüler çünkü. (s. 35)

(İhtiyarlar) gövdeleri günden güne genişleyen büyük bir hareketsizliğin içinde hareket ettiği için, hayat bir hayli yavaş akar onların gözünde. (s. 42)

Gelecek, geçmişin bok yemesinden başka bir şey değildir.

Rüya
Üzerine, rüyadaki gibi tuhaf bir ağırlık çökmüştü…
Sonra gördüğü rüyayı, Binnaz Hanım’ı (…) Kader’i, kaderle birlikte müdavimi oldukları kitapçıyı (…) çocukluğunu düşündü.
Aklı Suriye sınırına kaydı sonra,
Rüyadaki güvercin de geldi (aklına)

…dumana benzeyen boğuk bir sesle Suriye’ye doğru üst üste kuğurdu.
Askerlerin onu gördüğü yoktu.
…postallarının arkasından da bebek nefesi gibi küçük küçük toz bulutları havalanıyordu.
Derken çatıdaki güvercini gördü bu asker. (s. 67)

…gözetleme kulelerinin gerisinden çocukluğunu geçirdiği kasabanın tenha sokakları göründü. (s. 68)

Serinlik kutusu gibi, küçük küçük dükkânlar…

İçlerinden biri Karcı Ali’ye dağdaki kar kuyusunun nerede olduğunu sordu.

Biraz sonra görürsünüz, o cırlak sesiyle, yanmış yüreklere kar, yanmış yüreklere kar diye bağırmaya başlar.
İnsan yandığı vakit yürek gövdenin içinde değildir de, gövde yüreğin içindedir belki oğlum… (s. 73)

Atışını yaptı, hedefi vurdu,
Elindeki kuşun sıcaklığı gövdesinin sıcaklığına karıştı ve bir yol bulup kalbine kadar gitti de, orada uyuyan hassas bir noktaya dokundu sanki. (s. 77)

Küçük bir kuş (…) sessizlikten yontulmuş, yontulduktan sonra da orada unutulmuş tüylü bir heykel gibiydi neredeyse. (s. 78)

Ziya sapanını doğrultup kuşa nişan aldığını fark etti…

Her nasılsa meşini kavrayan sol eli gevşeyiverdi ve dalın üstündeki kuş yere düştü. (s. 81)

…söyle bakalım (…) niye koşuyordun az evvel,
Hiç, diye karşılık verdi Ziya,
Bunu der demez de kocaman bir ateş düştü içine ve ağzı birdenbire kurudu.
İşte tam o sırada (…) Karcı Ali de, yanmış yüreklere kaar, yanmış yüreklere kaar diye bağırmaya başladı. (s. 83)

Demem o ki şu yalan dünyada beteri beteri var…

Ölülerin arkasından konuşulmaz biliyorsun, çünkü bir ölünün sessizliği, yeryüzünde yapılan konuşmaların topundan daha fazla ve daha derin bir şeydir. (s. 97)

Yemek deyip geçmemek lazım,

Rüyalar tuhaftır zaten,

Huzur
Bu izler, diye devam etti (…) hayatımı altüst eden feci bir olayın eseri…
…bazı kişiler vardır, hiç konuşmasalar bile insan onları görünce nefesinin genişleyip zihninin açıldığını hisseder ya, (…) karımla on altı yıl önce (…) o kitapçıya gitmiştik. (s. 137)

Zihnimizde karanlık bir ezber odası vardır ve şartlar oluştuğunda orada uyuyan ezberler dilimizden yahut hareketlerimizden dökülür de biz hiç hissetmeyiz…
Müthiş bir patlama sesi duyuldu
Meğer patlamanın merkezi (…) kitapçıymış…
Birkaç gün sonra karımı morgdan bana parçalanmış halde verdiler… (s. 139)

Kayıtlara üçü kadın ikisi erkek, beş kişi öldü diye geçti; hâlbuki beş değil altıydı ölü sayısı. Kader hamileliğinin beşinci ayındaydı çünkü; bir oğlumuz olacaktı ve ben karımla birlikte o gün orada maalesef onu da kaybettim. (s.140)

…onlarla birlikte ölemedim diye ben derin bir mahcubiyet duydum sonraki yıllarda.

(Kenan anlatıyor)
Dördüncü yılın sonunda boşandık. Çocuğumuz olmadı çünkü…
Karım pılısını pırtısını toplayıp köyüne dönerken, elinde tıbbi bir rapor varmış gibi beni zürriyetsizlikle suçlayarak ortalığı birbirine kattı.
İki-üç kelimelik bir cümleyi haykırarak benim geleceğimi mahvedip gitmişti.

Şu yeryüzünde göz göze gelmenin bile bir hatırı yok mudur, dokunmanın bir hatırı yok mudur…
Sonra günün birinde karımdan evvel davranıp benzer kelimeleri köyünde ben haykırsaydım, demek ki onun geleceği mahvolacaktı diye düşündüm. İşte böyle düşününce de, ne yapsın, kadıncağız belki bu nedenle elini çabuk tuttu dedim. Sonra nasıl olduğunu ben de bilemiyorum ama ona karşı birdenbire bir merhamet uyandı içimde… …ve ikimizde de acıdım. (s. 145)

(bağ evinde)
…kalan ömrümü burada huzur içinde geçireceğimden eminim. (s. 147)

Yazıköy
Kenanların evi

Hatırlıyor musun onu?
Hatırlamıyorum diye cevap verdi Kenan…
Nasıl hatırlamazsın yahu, diye hayıflandı Ziya, hani çamaşır yıkamak için kuyudan su çektiğimiz sırada onu bana sen göstermiştin… (s. 172)

Sınır
Nasıl olduğunu bile anlayamadan kendini Silvan’dan çıkıp Malabadi Köprüsü’ne doğru giden asfalt yolun kenarında buldu.

Kuralsızlığı örtmek için kurallardan daha kalın bir örtü bulamazsınız.

Komutan
Ziya’yı var gücüyle tokatlamaya başladı.
…bir türlü akıl erdiremediği, tuhaf bir yakınlık duydu.
…aralarında inkârı mümkün olmayan kuvvetli bir bağ oluşmuş gibi geldi ona. (s. 203)

Askerlik bir an önce de bitse de kurtulsak…

Ziya’nın çektiği kâğıtta da Urfa yazıyordu.

Viranşehir’e düştük…

…daktilo kullanmayı bilen var mı?
Ben biliyorum dedi Ziya,

Tüh be, dedi Ziya kendi adını görünce; şu ile bak, ağzımdan çıkıveren birkaç kelime yıktı beni!
Ceylanpınar’a doğru yola çıktılar.

Mehmet oğlu Ziya Kul, 1958 Aydın, emret komutanım…
Komutan, Aydın’ın neresinden olduğunu sordu,

Bit denen arsız mahluk topraktan geliyor arkadaşlar,
Bu sebeple, utanmayın hiç,

Sınırda yaşadıkları hayat ikisini de serseme çevirmişti…

Bir insanın kendisine zulmedene gülümsemeye mecbur bırakılmasından daha beter bir zulüm olamazdı yeryüzünde. (s. 277)

…başka bir ülkeden geldin sen buraya, misafir sayılırsın,
Senin varlığından haberdar olsunlar ya da olmasınlar, bu ülkede yaşayan herkesin misafiri sayılırsın. (s. 311)

Sabah olduğunda da sütunun dibinden alıp elini kolunu bağlamadan Ceylanpınar’a götürerek, Suriyeli yetkililere teslim etti Mensur’u. O günden sonra bölük binasının önündeki sütunun dibinde hep geniş omuzlu bir boşluk gördü Ziya… (s. 313)

Minnet
…bana malum oluyor ağbi…
Aynı rüya…

Sevişiyorlardı…
İki kardeş arasında ilişki var diye bir şayia çıkarsa neticesi kötü olur,
Kaç kez dünürcü gittik,
Olmadı bir türlü, olmadı (…) kızın rızası yok,
Çünkü kardeşiyle ilişkisi var,

…bizim bu işi çözerse Ziya Bey çözer,

Numan, ta çocukluğundan beri Kenan’ın kardeşi Nefise’ye yanıktır. (s. 325)

Kızımız istemiyor,
Fazlaca ısrar etiğimiz için Nefise’nin ailesi iyice uzaklaştı bizden.

Velhasıl şimdi biz senden bu hayırlı iş için elçi olmanı rica ediyoruz.
…ben böyle bir işe asla karışmak istemem.
Ayrıca ben evliliğin hayırlı bir iş olduğunu da düşünmüyorum.

Ziya, köye doğru yürüdü,
Dut ağacının dibinde oturan Nefise,
Kızın duruşunda, kırk iki yıl önce vurduğu o küçük kuşu görmüştü (s. 329)

Buyurun, dedi Nefise.
Nefise ayağa kalkmış, göz kamaştırıcı bir sükûnetle, yakın bir uzaklığın gerisinden öylece bakıyordu.

Cevval Dayı’nın yanına gitmem gerek. İstersen birlikte gidelim de tanıştırayım sizi, ne dersin?
Kabul eder mi acaba, diye sordu Nefise,
Benden başka kimseyle görüşmüyor da, dedi Kenan, (s. 331)

Hakikaten tuhafmış dayın,

Elçilik yapman için (…) ağbisiyle birlikte Numan sana gelmiş, öyle mi,
Ziya, ne çabuk duyulmuş… (s. 337)

Numan iyidir hoştur,
Nefise’den vazgeçemedi bir türlü, daha doğrusu içindeki canavarla hesaplaşamadı.
…insan içindeki canavarı öldürürse çöle dönüşür,
Dilinde Nefise türküsüyle ortalıkta serseri mayın gibi gezinip duruyor. (s. 340)

Ziya Bey koş, dayımı bıçakladılar!

Fena
Körükçü Kâzım bıçaklamış,

Neden bıçakladı seni,
Münakaşa ettik,

Kenan bir türlü iyileşemediği için, o günden sonra hep Besim’le Ziya götürdü dayının yemeğini.

Kar yağdı köye,
Vakitler kuşluk vaktiydi,
İşte o gün, oracıkta düşüp öldü Kenan, (s. 356)

…elinde sigara, ne yapacağını bilemeden duy ağacının etrafında saatlarce dolanıp durdu.
Havalar ısındı sonra, ortalık yeniden yeşillendi,

Kenan’a aranızdaki mesele neydi,
Geçen yıl Kenan benden borç almıştı,
Ben ona ihtiyacı olan paranın hepsini göndermiştim zaten,
Biliyorum,
Fakat Kenan bu paranın beş binini kasabadan bulduğu bir ustaya kaptırdı.

Bunları bana neden anlatmadı.
Öderdim ben bu paranın hepsini.
Askerdeyken büyük bir iyilik etmişsin sen ona,
Ben o iyiliğin ne olduğunu bilmiyorum,
Nasıl bilmezsin yahu, insan ettiği iyiliği bilmez mi,
Sen biliyor musun,
Dediğine göre Kenan çok hastalanmış, nöbete çıkacağı sırada yere yığılmış (…) sen de o vakit, işte Kenan benim demişsin, onun yerine nöbete gitmişsin,
Üstelik o gece sabaha kadar kaçakçılarla vuruşmuşsun,

Biraz bağırdık çağırdık,
Elime imansız bir bıçak geçti,
Ben ne halt ettiğimi, ettikten nice sonra gördüm,

…kimse gelip bizi ayırmadı, herkes kavgayı seyretti.
Hicabımdan cenazesinde de gelemedim,

Köyde kalmaya devam edecek misin,
Evet, dedi Ziya,

…birazcık dinle beni, köyde nicedir birtakım laflar dolaşıyor.
Ben senin yerinde olsaydım (…) bugün bu köyü terk ederdim. (s. 367)

Bacağından bir bıçak sıyrığı almakla insan ölür müymüş, Kenan mutlaka zehirlendi diyorlar mesela. Güya sen zehirlemişsin onu, sebebi da Nefise’ymiş.

Cevriye Hanım (…) köyde birtakım laflar dolaşıyor evladım, dedi ardından da, o sebeple sen çek elini Cevval’den ona biz bakarız. (s. 369)

Birdenbire zebella gibi bir adam dikildi önüne
Utanmıyor musun lan çocuğun yaşındaki çocukla ha diyerek elindeki sopayı var gücüyle Ziya’nın başına indirdi.
Eli sopalı birkaç kişi daha fırladı,
Ziya, canını dişine takıp daha hızlı koşuyordu. Buna rağmen yine de Numan’a yakalandı…
Meşeliğe ulaştığında yorgunluktan ölecek gibiydi. (s. 373)

Ötedeki kulübeye doğru yürüdü.
Kalkıp açtım
Beni arıyorlar dedi cansız bir sesle
Kapıya dayanırlarsa beni vermezsin değil mi, dedi Ziya onları görünce
Buraya gelemezler, dedim ona…

…buldum, dedi köylülerden biri, bakın işte bakın şu kayanın dibinde top gibi büzülmüş öylece yatıyor.
Ziya başını çevirip beni orada boşuna arıyorlar dercesine yüzüme baktı.
Sonra iki adam çıktı kayanın arkasından, biri koltuklarından diğeri bacaklarından tutmuş Ziya’yı taşıyorlardı yavaş adımlarla.
Ziya başını çevirip bana baktı yeniden,
Beni buldular, dedi büyük bir şaşkınlıkla. (s. 376)

---
Everest Yayınları

Ağustos 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder