Michael
Ende - Bitmeyecek Öykü
Bu yazı küçük bir dükkânın camlı kapısının üstündeydi; ama
kuşkusuz, yalnızca loş mekânın içinden, kapının arkasından sokağa bakarken
böyle görünüyordu.
"Hayranlığınızı ya içerde, ya
dışarda sürdürün, ama kapıyı örtün. Soğuk geliyor."
Çocuk söz dinleyip kapıyı yavaşça kapattı.
"Dinle oğlum, ben çocuklardan hoşlanmam. Gerçi
bugünlerde moda ki bütün dünya ölesiye pohpohluyor sizi- ama ben değil!
"Adım Bastian," dedi çocuk, "Bastian
Balthasar Bux."
Benim adım Kari Konrad Koreander.
...kitaba dokundu - aynı anda da içinde bir şey
"klik!" etti, bir kilit kapanmıştı sanki. Bu dokunuşla geri dönülmez
bir şey başlamış da, artık kendi yolunu izleye-çekmiş gibi bir duygu uyandı
içinde.
İnsan tutkuları bilmecemsi şeylerdir
ve bu, çocuklarda da yetişkinlerdekinden daha farklı değildir. Buna
yakalananlar ne olduğunu açıklayamazlar; benzeri bir şeyi hiç yaşamamış
olanlarsa kavrayamazlar. Bir dağ doruğuna ulaşmak
uğruna hayatlarını tehlikeye atan insanlar vardır. Nedendir; hiç kimse,
kendileri bile açıklayamaz. Kimisi, onun adını bile
duymak istemeyen birinin gönlünü fethetmek için kendini harap eder. Bir
başkası, damak zevklerine -ya da şişeninkine-karşı duramadığı için kendini
mahveder. Bazısı, şans oyunlarında kazanmak uğruna bütün varını yoğun verir ya
da her şeyini asla gerçek olmayacak bir saplantıya feda eder. Kimisi, ancak olduğundan başka türlü olursa mutlu
olabileceğine inanır ve hayatı boyunca dünyayı dolaşır. Bazısı da güç
sahibi olmadan huzur bulamaz. Kısacası, ne kadar değişik
insan varsa, o kadar da değişik tutku vardır.
Bastian Balthasar Bux için bu,
kitaplardı.
Bu kitap mutlaka onun olmalıydı, neye mal olursa olsun!
Bir anda hiç farkında olmadan kitabı çarçabuk paltosunun
altına sokmuştu
Bastian kitaba baktı.
"Bilmek isterdim," dedi
kendi kendine, "kapalı olduğu sürece bir kitabın içinde ne olur
aslında? Doğal olarak yalnızca kâğıdın üstüne basılmış harfler var içinde, ama
buna karşın - bir şey oluyordur mutlaka, çünkü ben kitabı açınca birden ortaya
koskoca bir öykü çıkı-veriyor. Önceden tanımadığım kişiler oluyor, her tür
serüven, olaylar, kavgalar oluyor - kimi zaman da deniz fırtınaları çıkıyor ya
da yabancı ülkelere, yabancı kentlere gidiliyor. Yine de bunların hepsi bir
biçimde kitabın içinde. Okunmalı ki yaşansın, bu belli. Ama bunlar kitabın
içinde önceden oluyor. Bilmek isterdim, nasıl oluyor bu?"
Doğrulup düzgünce oturdu, kitabı kavradı, ilk sayfayı açtı
Ve bitmeyecek okumaya başladı.
Aşka Çağrı Ormanı'ndaki tüm
hayvanlar kovuklarına, yuvalarına ve sığınaklarına sinmişlerdi.
Gece kâbusları çeşitli biçim ve boylarda, Fantazya'nın her
yerinde bulunurdu,
Çocuk İmparatoriçe -unvanının da gösterdiği gibi— sınırsız
Fantazya İmparatorluğu'nun sayılara sığmaz ülkelerinin hepsinde hükümdar
biliniyorduysa da, gerçekte bir hükümdardan çok daha ileriydi o; daha doğrusu
bambaşka bir şeydi.
“Bizler hepimiz Çocuk İmparatoriçe'nin hastalığı karşısında
çaresiz kaldık. Bir tek, Fantazya'nın yokoluşunun bu hastalıkla aynı zamana
denk geldiğini biliyoruz. Daha fazlasını bilmiyoruz…”
Kurtuluş umudu nerede bulunacak olursa olsun, bir şey açık
seçik ortada: Bunun aranması, ulaşılamazdaki yolları keşfetmeyi başaracak ve
hiçbir tehlike, hiçbir zorluk karşısında gerilemeyecek bir izbulucuyu
gerektirmektedir, tek kelimeyle: Bir kahramanı. Ve Çocuk İmparatoriçe,
kendisinin ve hepimizin yazgısını emanet ettiği bu kahramanın adını bana
açıkladı: Ona Atreju diyorlar,
…aşağı yukarı on yaşlarında bir erkek çocuğu içeri girdi.
Atreju benim, başkası yok.
Cairon ağır ağır başını salladı, sonra da altın tılsımlı
zinciri boynundan çıkarıp Atreju'ya taktı.
"AURYN sana büyük güç verir," dedi törensel bir
tavırla, "ama onu kullanmamalısın. Çünkü Çocuk İmparatoriçe de onun
gücünden asla yararlanmaz. AURYN seni koruyacak, sana kılavuzluk edecektir, ama
ne görürsen gör, ona asla el atmamalısın, yoksa o andan sonra kendine ait
görüşün kalmaz. Onun için de silahsız çıkmalısın yola. Olanı biteni oluruna
bırakmak zorundasın.
Kötü ve iyi, güzel ve çirkin, budala ve bilge herkesi, Çocuk
İmparatoriçe'nin önünde oldukları gibi eşit tutmak zorundasın. Yalnızca arayıp
sorabilirsin, ama kendi yargılarına göre asla karar vermemelisin. Bunu hiç
unutma Atreju!"
Kabuk cinleri
…Yoluna buradan devam edemezsin,
yoksa kaybolursun."
"Sonra bize olanların aynısı
senin başına gelir," diyerek iç geçirdi yarım olanı. "Bak
bize! Bunu ister misin?"
"Size ne oldu peki?" diye sordu Atreju.
"Yokoluş yayılıyor,"
diye inledi birincisi. "Büyüyor, büyüyor, her gün biraz daha genişliyor -
eğer hiçlikten genişliyor diye söz edilebilirse tabii. Ötekilerin hepsi tam
zamanında kaçtılar ormandan. Ama biz yurdumuzu terk
etmek istemedik. Hiçlik de bizi uykuda yakalayıp karşında gördüğün
duruma getirdi."
"Çok acıyor mu?"
diye sordu Atreju.
"Yoo," dedi ikinci kabuk
cini, göğsü delik olan, "hiçbir şey hissedilmiyor. Yalnızca bir tarafın
eksiliyor işte. Buna bir kez yakalanınca da her gün biraz daha eksiliyorsun.
Yakında hiç kalmayacağız."
…bir sabah, donuk loşlukta tüm zaman durmuş gibi görünürken,
bir tepenin üstünden Keder Bataklıklarını gördü.
Boynuz Dağı’nda Kadim Morla:
Yeteri kadar yaşadık. Çok şey
gördük. Bizim kadar çok bilenler için hiçbir şey önemli değildir artık. Her
şey durmadan yinelenir, gece gündüz, yaz kış. Dünya boş ve anlamsızdır. Her şey
bir çemberde döner durur. Gelen gitmek, doğan ölmek zorundadır. İyilikle kötülük, aptallıkla
bilgelik, güzellikle çirkinlik, hepsi birbirini yok eder. Her şey boştur.
Hiçbir şey gerçek değildir. Hiçbir şey önemli değildir.
Sen gençsin ufaklık. Biz yaşlıyız. Sen
de bizim kadar yaşlı olsan, kederden başka bir şey olmadığını bilirdin.
Baksana. Hepimiz, sen, ben, Çocuk İmparatoriçe, hepimiz
neden ölmeyelim? Her şey yalnızca bir görüntüdür zaten, hiçlikte bir oyun
yalnızca. Hepsi bir. Bizi rahat bırak ufaklık, çek git!
Yalnızca yeni bir ada ihtiyacı var onun.
Çocuk İmparatoriçe'nin; iyileşir o zaman.
Kim ona ad verebilir? Adı nerede bulurum?
Belki Güney Kehanet'teki Uyulâla. O bilir belki.
Derin Uçurum'un karanlığının
üstünde, bir uçtan bir uca gerilmiş muazzam bir örümcek ağı asılıydı. Bu ağın
halat gibi kalın, çok vıcık vıcık yapışkan iplerinin içinde de, büyük, beyaz
bir uğur ejderhası…
"Ygramul zehiri..." diye sürdürdü ses, "bir
saat içinde öldürür, ama aynı zamanda onu içinde taşıyana, Fantazya'nın
dilediği yerinde olma gücünü verir…”
Ama tek bir saat içinde ne başarabilirim ki?
Ygramul'un zehirini her an daha çok hissediyorum."
"Her zehrin bir panzehri vardır," diye karşılık
verdi beyaz ejderha.
Uyulâla. Sessizliğin Sesi:
"Ah, her şey bir kez olur yalnızca, ama her şey bir
kez olmak zorundadır yine de.
Dağda ve vadide, tarlada, kırda, eriyip gideceğim,
dağılıp gideceğim ben de ..."
Hiçlik benim bulunduğum yere dek sokulacak, birazdan aynı
şey, bana da olacak.
Yitip gideceğiz hepimiz hiçliğin
içinde, sanki hiç olmadık biz, ne bir günde ne bir yerde. Yeni bir ad gerek
ona, bununla şifa bulur yalnızca...
Fantazya hiçliğe karıştıkça insan dünyasındaki yalan seli de
büyüyordu, işte böylelikle de, bir insanoğlunun gelmesi olasılığı her an biraz
daha azalıyordu. Çıkış yolu olmayan bir kısır döngüydü bu. Atreju bunu
biliyordu artık.
"Neden bu kadar kötüsün?"
diye sordu Atreju.
"Sizin bir dünyanız var,"
diye hüzünle yanıtladı Gmork. “Benim yok."
…en uzun, en karanlık gece de bir an gelir biter. Soluk
sabah ağarırken ikisi de uzaklarda, ufukta Fildişi Kule'yi gördüler.
Olsa olsa on yaşında, anlatılmaz güzellikte küçük bir kız
çocuğu gibi görünüyordu.
O anda daha önce hiç yaşamadığı bir şey oldu ona. Şimdiye
dek Bitmeyecek Öykü'de anlatılan her şeyi kalasında tam belirgin olarak
canlandırabilmişti. Bu kitabı okurken birkaç tuhaf şey olmuştu kuşkusuz,
yadsınamazdı bu; ama mutlaka bir biçimde açıklanabilirdi bunlar. Atreju'nun
uğur ejderhasının sırtında gidişini, Labirent'i ve Fildişi Kale'yi
olabildiğince belirgin olarak gözünün önüne getirmişti. Ama şu ana kadar
bunlar, yalnızca kendi hayalinin ürünüydü yine de.
Çocuk İmparatoriçe'nin söz konusu edildiği yere
geldiğindeyse, bir saniyeden çok daha kısa bir süne için yalnızca bir şimşeğin
çakışı kadar bir süre- onun yüzünü karşısında gördü. Ve bu da yalnızca düşüncesinde
değildi, gözleriyle görmüştü! Bir kuruntu değildi bu, bundan kesinlikle emindi
Bastian.
Çocuk İmparatoriçe:
"Sen görevini yerine getirdin. Yaptığın ve yürüttüğün
her şey için teşekkür ederim."
"Az önce, sen içeri girdiğinde. Onu yanında getirdin."
Henüz bizim dünyamızda değil o. Ama dünyalarımız birbirine o
kadar yakın ki, birbirimizi görebildik, çünkü bir şimşek çakması kadar bir süre
için bizi hâlâ ayıran ince duvar saydamlaştı. Yakında tümüyle yanımızda olacak
ve beni, bana yalnız kendisinin verebileceği yeni adımla çağıracak. O zaman
sağlığıma kavuşacağım, benimle birlikte Fantazya da.
"Tüm varlıklar ve şeylere gerçekliklerini ancak doğru bir ad
verir. Yanlış ad her şeyi gerçekdışı yapar. Yalanın yaptığı budur."
"Belki de gelmek istiyor da yalnızca bunu nasıl
yapacağım bilmiyor."
"Hiçbir şey yapması gerekmez," dedi Çocuk
imparatoriçe, "beni yalnız kendisinin bildiği yeni adımla çağırmaktan
başka. Bu yeterli olur."
Çocuk İmparatoriçe: "…Sen Fantazya'nın belleğisin ve şu
ana kadar olan her şeyi biliyorsun. Ama kitabın sonraki sayfalarını çevirip
daha neler olacağına bakamaz mısın?"
"Boş sayfalar," oldu yanıt. "Yalnızca geriye,
olmuş olana bakabilirim ben. Yazarken okuyabiliyorum onu. Okuduğum için de onu
biliyorum. Ve onu, olduğu için yazdım. Böylece Bitmeyecek Öykü benim ellerimle
kendi kendini yazıyor."
İnsan, dileğinin yerine gelmeyeceğini bildiği sürece -belki
de yıllar boyu- bir şeyi dilediğine inanmış olabilir. Ama dilediği düşün
gerçekleşme olasılığı ansızın karşısında durunca, o zaman bir tek şey diler:
Onu hiç dilememiş olmayı.
En azından Bastian'a böyle oldu.
"Perelin," dedi,
"Gece Ormanı."
Çocuk İmparatoriçe'nin gözlerinin içine baktı - ve o zaman
ilk göz göze gelişlerinde başına gelen şey bir kez daha oldu. Büyülenmiş gibi
oracıkta oturuyor, ona bakıyordu Bastian; gözlerini ondan ayıramıyordu. İlk
seferinde ölümcül hastayken görmüştü onu, ama şimdi çok çok daha güzeldi.
Bastian'ın dileği yerine gelmişti.
Goab, Renkler Çölü!
Karşıma, çılgınca cesaret isteyen gerçek bir serüven çıksın
isterdim, insan bu çölde kimseyle karşılaşamaz ki. Ama tehlikeli bir yaratıkla
karşılaşmak olağanüstü bir şey olurdu.
Ateş kırmızısı kumulun tepesinde dev bir aslan duruyordu.
"Çöl benim imparatorluğumdur - aynı zamanda benim
eserimdir o. Ben nereye dönsem çevremdeki her şey çölleşir. Onu kendimle
birlikte taşıyorum. Öldürücü ateştenim ben. Bu durumda benim için sonsuz yalnızlıktan
başka ne olabilir?"
"Buna bir ad verebilir misin?" diye sordu
Graögramân. Bastian kılıca düşünceli düşünceli baktı, "Sikanda!"
dedi. Aynı anda kılıç kınından sıyrıldı ve Bastian'ın elinin tam içine uçtu.
Bastian: "Her şey ancak ben isteyince mi var oluyor,
yoksa önceden var da ben onları bir biçimde ortaya mı çıkarıyorum
yalnızca?"
"Her ikisi de," dedi Graögramân.
"Burada yalnız hayatla ölüm var, yalnızca Perelin'le
Goab; ama bir öykü yok. Sen öykünü yaşamak zorundasın. Burada kalamazsın."
"Ama bir yere gidemem ki," diye fikir yürüttü
Bastian, "çöl her hangi birinin aşıp çıkamayacağı kadar büyük. Sen de çölü
kendinle birlikte taşıdığın için beni götüremezsin."
"Fantazya'nın yollarını," dedi Graögramân,
"yalnızca dileklerinle bulabilirsin. Ve ancak bir dilekten ötekine
gidebilirsin. Dilemediğin şey senin için erişilmezdir. 'Yakın' ve 'uzak'
sözcükleri bu anlama gelir burada. Hem yalnızca bir yerden gitmeyi istemek de
yetmez. Bir başkasına ulaşmayı amaçlaman gerekir.
Bastian Renkli Ölüm'ün bütün bu söyledikleri üzerinde çok
düşündü. Ne var ki, bazı şeylerin temeline düşünmekle varılamaz, bunları
yaşayarak öğrenmek gerekir.
Bu süre içinde Bastian'da kendi kendine bir değişiklik
olmuştu yine. Ayçocuk'la karşılaşmasından bu yana edinmiş olduğu bütün
yeteneklerin üzerine bir de cesaret eklenmişti şimdi. Her seferinde olduğu gibi
bu sefer de buna karşılık bir şeyi alınmıştı; yani eski korkaklığına ait tüm
anıları.
"Bilindiği gibi..." dedi Prenses, Bastian'a
gülümseyerek, "kahramanların anlattıklarına güvenilmez. Hepsinde süsleme
eğilimi vardır."
Murhu ya da Gözyaşı Gölü
Bastian: "Gözyaşı Gölü'nde yüzme yarışı öneriyorum.
Karşı kıyıya ilk ulaşan kazanmış olur."
Prenses Oglamâr birkaç dakika önce saldırıya uğrayıp
kaçırıldı.
"Kim kaçırdı?"
"Fantazya'da varolan canavarların en korkuncu. Ejderha
Smârg…
"Buradan çok uzakta," diye başladı Bastian,
"bir ülke vardır, adı Morgul ya da Soğuk Ateş Ülkesi'dir,
çünkü orada alevler buzdan daha soğuk olur.
"Sen artık ilerlemek
istemiyorsun sahip. Bir şey istemekten vazgeçtin."
Bugünden başlayarak yolculuğumuzun hedefi Fildişi Kule'dir.
Fuchur: "Bundan vazgeç, Bastian Balthasar Bux!
İstediğin şey olanaksız. Bir kimsenin Dileklerin Altın
Gözlü Hâkimiyle bir kez karşılaşacağını bilmiyor musun yoksa? Onu bir
daha görmeyeceksin."
"Bilgelik, her şeyin üstünde olmak, kimseden nefret
etmemek, kimseyi sevmemektir. Oysa senin için efendim, arkadaşlık çok önemli
hâlâ. Yüreğin karlı bir dağ tepesi gibi soğuk ve
duygusuz değil senin. Böyle olunca da biri sana
kötülük yapabilir."
"Kim olabilir ki bu?"
"Tüm küstahlığına karşın senin
hâlâ yürekten bağlı olduğun kişi."
Fantazya nedir?
Bastian bir süre sustu, sonra yanıtladı:
"Fantazya bitmeyecek bir öyküdür."
Atreju: "Bastian," dedi, "seni kurtarmak için
neden yenmeye zorluyorsun beni?"
Atreju'nun göğsünde derin bir yara açıldı ve kan fışkırdı.
Atreju geriye doğru sendeledi, kocaman kapı mazgalından aşağıya düştü. O anda
da gecenin içinde dumanların arasından beyaz bir alev dili çıktı, Alreju'yu
daha düşerken yakalayıp onunla birlikte uzaklaşıp gitti. Fuchur'du bu, beyaz
uğur ejderhası.
"Ah, dünyalarının yolunu bulamayan insanlar tüm
çağlarda oldu," diye açıkladı Argax. "Önceleri gitmek istemiyorlardı.
Şimdiyse -şöyle diyeyim- artık gidemezler."
Bastian, dört köşe tekerlekleri olan bir bebek arabasını
büyük bir çabayla iten küçük bir kıza baktı.
"Neden artık gidemezler?"
diye sordu.
"Bunu istemeleri gerek. Oysa
onlar kendileri için hiçbir şey istemiyorlar artık. Son dileklerini
başka bir şeye kullandılar."
"Dilek dilemeyi, ancak dünyanı
hatırladığın sürece yapabilirsin. Buradakiler bütün anılarını tükettiler.
Geçmişi olmayanın geleceği de yoktur. Onun için artık yaşlanmıyorlar da…
"Yani buradakilerin hepsi bir zamanlar Fantazya'nın
imparatoru muydu, yoksa öyle mi olmak istiyorlardı?"
"Açık ki," dedi Argax, "dönüş yolunu
bulamayan herkes er ya da geç imparator olmak ister. Hiç kimse başaramadı bunu,
ama hepsi istedi…”
Düşünecek olursan, dünyadaki tüm öykülerin temelde yalnızca
yirmi altı harften oluştuğuna sen de hak verirsin. Harfler hep aynıdır, bir
araya gelişleri değişir yalnız.
Yskal Kenti'nde
"ben" sözcüğünü bilmiyora
benziyorlardı
Birey onların gözünde hiçti. Birbirlerinden hiç farkları
olmadığı için de, hiç kimse yeri doldurulmaz değildi.
Oysa Bastian, yalnızca tüm ötekiler gibi biri değil, birey
olmak, biri olmak istiyordu. Olduğu gibi olması yüzünden sevilmek istiyordu.
Yskalnari toplumunda uyum vardı, ama sevgi yoktu.
Artık en büyük, en güçlü ya da en akıllı olmak değildi
istediği. Tüm bunları geride bırakmıştı, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin,
akıllı ya da aptal, olduğu haliyle, tüm yanlışlarıyla, hatta doğrudan onların
yüzünden sevilmeyi özlüyordu.
…ben de sana öykümü anlatayım," dedi kadın. "
"Çok, çok uzun zaman önce," diye başladı çiçekli
kadın, "Çocuk İmparatoriçe'miz ölümcül hastaydı, çünkü yeni bir ada
ihtiyacı vardı ve bunu da ona ancak bir insanoğlu verebilirdi. Oysa kimse
nedenini bilmiyordu ama, insanlar Fantazya'ya gelmez olmuşlardı artık. Eğer
Çocuk İmparatoriçe ölecek olursa, Fantazya'nın da sonu olurdu bu. Derken bir
gün, daha doğrusu bir gece, bir insan geldi yine de. Küçük bir oğlandı bu ve
Çocuk İmparatoriçe'ye Ayçocuk adını verdi. Çocuk İmparatoriçe yeniden sağlığına
kavuştu ve teşekkür olarak da oğlana imparatorluğunda bütün isteklerin gerçek
olacağını vaat etti -gerçek isteğini buluncaya kadar. O andan başlayarak küçük
oğlan bir dilekten ötekine giden uzun bir yolculuk yaptı ve dileklerin hepsi
yerine geldi. Her yerine geliş onu yeni bir dileğe götürüyordu. Hem bunlar
yalnız iyi dilekler de değildi, kötüleri de vardı, ama Çocuk İmparatoriçe
ayırım yapmaz, onun gözünde imparatorluğundaki her şey eşit sayılır ve her şey
eşit önemdedir. Bu yüzden en sonunda Fildişi Kule yakıldığında da bunu
engellemek için hiçbir şey yapmadı. Ama küçük oğlan her dileğin yerine
gelmesiyle birlikte, geldiği dünyaya ait anılarının bir kısmını unutmaktaydı.
Buna pek aldırdığı yoktu, çünkü aslında oraya dönmek niyetinde değildi. Böylece
de diledikçe diledi, ama neredeyse tüm anılarını harcamıştı artık, oysa insan
anıları olmadan hiçbir şey dileyemez. Artık neredeyse insanlıktan çıkmış, hemen
hemen bir Fantazya varlığı olmuştu. Gerçek dileğini de hâlâ bilmiyordu. Gizi
keşfedemeden son anılarını da tüketmesi tehlikesi doğmuştu şimdi. Bu da
dünyasına bir daha asla dönmemesi demek olurdu. Derken sonunda yolu onu, gerçek
isteğini buluncaya kadar kalabilsin diye Değişim Evi'ne getirdi. Çünkü Değişim
Evi bu adı, yalnız kendisi değiştiği için değil, içinde oturanı da değiştirdiği
için almıştır. Buysa küçük oğlan için çok önemliydi, çünkü şimdiye dek başka
biri olmayı hep istemişti ama, değişmeyi istememişti."
"Her şeyi yitirmem böyle mi olmak zorunda?"
"Hiçbir şey yitip gitmez," dedi Aiuola, "her
şey dönüşür."
Sen Hayat Suyu'nu arıyorsun. Dünyana
giden yolu bulmak için sevebilmeyi istiyorsun. Sevmek – böyle söylenir! Ama
Hayat Suyu sana soracak: Kimi? Yani insan öyle herhangi bir biçimde genel
olarak sevemez yalnızca. Oysa sen kendi adının dışında her şeyi
unutmuşsun. Eğer ona yanıt veremezsen suyu içemezsin.
Adlarımızı soruyorlar," diye açıkladı Fuchur.
"Ben Atreju!" diye bağırdı Atreju.
"Ben de Fuchur!" dedi Fuchur.
Adsız çocuk susup kaldı.
Atreju ona baktı, sonra elini tutarak bağırdı:
"Bu da Bastian Balthasar Bux."
Fuchur suların söylediklerini aktardı:
"Neden kendisi söylemiyor, diye soruyorlar."
"Artık söyleyemez," dedi
Atreju, "her şeyi unuttu o."
Oraya doğru yürürlerken Bastian'ın olağanüstü Fantazya
güçleri her adımda bir bir düşüyordu üstünden. Güçlü, güzel, korkusuz kahraman,
küçük, tombul, ürkek çocuk oluyordu yine.
…artık biliyordu; dünyada sevincin
binlerce, binlerce biçimi vardı, ama temelde hepsi bir tanesinde birleşiyordu,
sevebilme sevincinde. Hepsi bir ve aynıydı.
Çabucak iki avucuna hayat suyundan doldurup bu kapıya koştu.
Kapının arkası karanlıktı.
Bastian kendini içeri attı - ve boşlukta düşmeye başladı.
"Baba!" diye haykırıyordu. "Baba! Benim -
Bastian - Balthasar -Bux!" "Baba! Benim - Bastian - Balthasar -
Bux!" Böyle bağırıp dururken kendini yine okulun çatı arasında buldu…
"He? Ne var? Gene ne arıyorsun burada?"
"Ben -," diye kekeleyerek başladı Bastian,
"ben sizden bir kitap çaldım. Geri getirmek istiyordum olmadı. Onu
kaybettim - daha doğrusu kitap ortada yok."
"Benim böyle bir kitabım hiç olmadı. Bu durumda da onu
benden çalmış olamazsın. Belki başka bir yerden yürütmüşsündür."
…
Türkçeleştiren: Saffet Günersel
Kabalcı Yayınevi, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder