18 Şubat 2020 Salı

Dostoyevski – Delikanlı


F. M. Dostoyevski – Delikanlı


1. Cilt / 1. Bölüm
Hiç sıkılmadan insanın kendisi zerinde yazı yazması için kendisine utanmadan âşık olması gerektir. (s. 8)

Hatırlarıma, geçen yılın on dokuz eylülünden, yani tam ona ilk defa rastladığım günden başlayacağım, daha doğrusu öyle başlamak isterdim... (s. 9)

Şimdi 21 yaşındayım. Soyadım Dolgorukiy. Soyum sopum pek şüpheli. (s. 10)

Prens olmadan Dolgorukiy soyadını taşımak kadar budalaca bir şey yoktur. Ben de hiçbir günahım olmadan bu budalalığı sırtımda taşıyıp duruyorum. (s. 13)

Annem Makar İvanoviç'ten ayrıldıktan bir yıl sonra ben dünyaya gelmişim, daha bir yıl geçince kızkardeşim, ondan sonra da on bir yıl geçince hastalıklı bir çocuk olan küçük erkek kardeşim dünyaya gelmiş, birkaç aylıkken de ölmüş. (s. 26)

Ben kapı dışarı edilmiş gibi bir şeydim, hemen doğar doğmaz da yabancıların yanına verilmiştim. (s. 28)

Birkaç ay önce (…) Moskova’dayken (…) kendi ülkeme gömülmeye karar vermiştim.
Liseyi bitirdiğim zaman henüz yirmi yaşıma bastığım halde yalnız herkesle değil, hatta gerekirse bütün dünya ile ilgimi kesmeye kesin olarak niyet etmiştim. (s. 30)

Versilov (…) mektubuma kendi eliyle verdiği cevapta hususi bir iş vaat ederek beni Petersburg’a çağırıyordu.
Bakalım ne olacak diye düşünüyordum. (s. 30-31)

Bu iş ihtiyar prens Sokolskiy’in evindeydi. (s. 40)

İhtiyar bazen yaşına yakışmayacak kadar havailik ediyordu. (s. 44)

İnsanın vicdanı pek de hak etmediği bir parayı almak istediğini fısıldarken para istemek (bu kendi ücretin bile olsa) en iğrenç hallerden biridir. (s. 48)

Prensle en çok iki soyut konu üzerinde konuşurduk, bunlar da Allah ile Onun varlığı idi, bir de kadınlar üzerine… (s. 52)

Dünyada her şey her zaman alçaklıkla sona erer. (s. 66)

Sanırım ki kurban sevilir.

Hakikati yazmak istiyorum, işte zor olan da bu ya!

- Ama itiraf edin ki bu insafsızlıktır! İki ruble nerede on ruble nerede, ha?
- Neden insafsızlık olsun? Piyasa! (s. 89)

…onun kanaatine göre Rus milleti, insanlığın alın yazısında başlı-başına bir rolü olmayan, daha asli bir milletin elinde malzeme vazifesi görmesi mukadder ikinci derecede…
Birisi:
- Üçüncü derecede, diye bağırdı.
- …ikinci derecede bir milletmiş… (s. 98)

…en önde kişi hürriyeti, yani benim hürriyetim gelir, ondan ötesini bilmek bile istemem. (s. 108)

...çok akıllı bir adam neden mutlaka asaletli olmak gerekir, sorusuna cevap vermekten daha zor bir şey yoktur demiş. Biliyor musunuz, dünyada üç tip alçak vardır: safdil alçaklar, yani alçaklıklarının en yüksek asalet olduğuna kanaat getirmiş olan alçaklar, utanma duyan alçaklar, yani kendi alçaklıklarından utanan, ama mutlaka niyet edince gene başladıkları alçaklığı tamamlayan alçaklar, nihayet bayağı alçaklar, safkan alçaklar. (s. 110)

Zamanımızda ahlak ülküsü diye bir şey yok.
…asıl önemli olan tarafı şu ki böyle bir şey sanki eskiden de yeryüzünde yokmuş gibi…

Ümitlerle dolu bir adam gelip bir ağaç dikse, herkes; “yahu, sen ı büyüyünceye kadar yaşayacak mısın?” diye güler. (s. 124)

Sizin kendi içinize çekilecek yeriniz var mı?

Versilov, üniversitede okurken ordu hizmetine, süvari alayına girmiş. Fanariotova ile evlendikten sonra istifa ederek ayrılmış.
Karısı ölünce köye gelmiş, burada annemle aralarında o hadise oluşmuş.
Savaş bitince yine memleketlere gitmiş, bu sefer annemi de yanında götürmüş, ama Königsberg’de bırakmış. (s. 151)

…benim ülküm, Rohtschild olmaktır, Rohtschild gibi zengin olmaktır. (s. 153)

Yeter ki insanda karakter olsun; kabiliyet, beceriklilik, bilgi sonradan kendiliğinden gelir. Yeter ki elde etmeyi istemekten vazgeçmesin. (s. 165)

Bir insan, daimi kuvvetli bir fikre saplanınca, bütün olan bitenler de esas fikrin yanından kayıp geçiyordu. (s. 188)

Parayı inkâr etmiyorum, ama... Ama öyle sanıyorum ki önce ülkü, ondan sonra para gelir.
…Yüksek ülkü olmadıkça toplum yok olur gider. (s. 291)

Türkçeleştiren: Servet Lünel
1. Cilt
MEB, 5. Baskı, 1993
(İkinci ve Üçüncü bölümlere Ergin Altay’ın tercümesinden devam ettik)

İkinci Bölüm
Önce şunu söyleyeyim, iki ay önce görüştüğüm birisinin şimdi beni tanımasına olanak yoktu.
Şimdi çok şık giyimliydim.

O sıralar içinde dönüp durduğum burgaçta bir yol gösterenim, bir akıl verenim olmadan bir başımaydım ama, yemin ederim düşüşümü görüyor, anlıyordum.

Bir babam vardı, Versilov; bir dostum vardı, Prens Seryoja.
Bir de... " ama bunu bırakalım şimdi. Heyhat, her şey aşkın, yüce gönüllülüğün, onurun adına oluyordu, oysa sonunda çirkin, rezil bir onursuzluk çıktı ortaya.

Acaba yeryuvarlağı boşlukta yalnızca bizim gibiler için mi dönüyor? Bu sorunun yanıtının evet olduğundan kimse kuşku edemez. Ama pek iç acıcı da değildir bu düşünce.

(Versilov anlatıyor, s. 221-222) Bütçelerinin her zaman dengede olmasına, bütçe açığı bulunmamasına (…) karşın, eninde sonunda bütün hükumetler düpedüz kaçıracaklardır ipin ucunu. Genel iflastan hiçbiri kurtulmasın diye, koşullar içinde yeni bir toplumsal düzen kurulsun diye hiçbiri borcunu ödemek istemeyecek Bu arada dünyanın gelenekçi çevreleri bunu engellemeye çalışacaklar. Çünkü hükumetlerin hem ortağı hem kredi vereni olacaklar. Bu genel iflas işlerine gelmeyecek kuşkusuz. İşte o zaman, söz gelişi, genel oksitlenme başlayacak. Yahudiler çıkacak sahneye. Yahudilerin iktidarı başlayacak. Ondan sonra da, bütün şu hiçbir zaman hiçbir yerde ortaklığı olmayanlar, yani dünyanın tüm yoksulları bu genel oksitlenmeye katılmak istemeyecekler... Çarpışmalar başlayacak, yetmiş yedi yenilgiden sonra ortaklar yoksullarca yok edilecekler.
Hisse senetleri ellerinden alınacak. Ortak olarak bu kez, kuşkusuz eski yoksullar çıkacaklar üste. Belki yeni bir şey getirecekler, belki getirmeyecekler. Gerçek olan bir şey varsa, onların da bir gün iflas edecekleridir. Dünyanın çehresini değiştirecek olayların bundan sonrasını tahmin edemiyorum dostum. Bununla birlikte Apokalipsis'e bir bak...

…insanın bir işe yaramaktan başka yapacağı daha soylu bir şey olamaz.

Cenevre Ülküleri demek, İsa'sız erdem demektir dostum. Zamanımızın ülküleri ya da, daha doğrusu, yüzyılımızın tüm uygarlığının ülküleri... Anlayacağın, başlaması pek sıkıcı olan uzun öykülerden biridir bu. Başka bir şey üzerine konuşsak daha iyi olacak. Hele başka bir şey üzerine sussak çok daha iyi olur (s. 223).

Susmak iyi, tehlikesiz, güzeldir.

…insanları oldukları gibi sevmek olanaksızdır. Olamaz öyle bir şey. Ama sevmek de gerekir. Bunun için duygularına gem vurarak, burnunu tıkayarak, gözlerini kapayarak (ki bu sonuncusu zorunludur) iyilik et onlara.

(Anna Andreyevna’yla sohbet)
Dürüstlük dersi veren bir insanın önce kendisinin dürüst olması gerek… yoksa tüm söylediklerinin yalan olacak…

(Arkadiy Liza’yla konuşur) Prens öylesine ufaldı, öylesine düştü ki, Anna Andreyevna'ya evlenme önermekten başka kurtuluşu yok.

(Katerina Nikolayevna’yla buluşur)
Tutulduğum gülümsemesi bir iki kez aydınlatmıştı yüzünü.
İki ay önce... bir mektuptan söz ediyordunuz.
"Gördünüz mü o mektubu?" diye sordu.
"Gördüm... Kraft'ta gördüm... hani şu tabancayla intihar eden... "

Öyleyse söyleyin bana şimdi: Yazdığınız o mektup üzerine birtakım şeyler bildiğimden kuşkulandığınız için mi kendinize çektiniz, okşadınız, yanınıza kabul ettiniz beni?
"Evet” dedi.

Tam çıkarken kapıda durdurdu beni.
"Söyler misiniz," dedi, "gözlerinizle... o mektubun yırtıldığını gördünüz mü? Kesin onun olduğunu biliyor musunuz? Yırtılan mektubun, benim Andronikov'a yazdığım mektup olduğunu nasıl anladınız?"
"Kraft içinde yazılanları özetlemişti bana. Göstermişti bile...
Hoşça kalın!"
Birden düşünmeden, niçin nasıl söylediğimi bilmeden…

Tatyana Pavlovna: Saçlarını ortadan ikiye ayırıyorsun, ipek çamaşırlar giyiyorsun, giysilerin Fransız terzide dikiliyor. Bütün bunlar pislik değil de nedir? Kim düzdü üstünü başını, kim doyuruyor karnını, rulet oynaman için kim para koyuyor cebine? Düşün bir kez, kimden para almaktan sıkılmıyorsun?"
Annem kıpkırmızı olmuştu.

Voznesenskiy Köprüsü yakınlarında, avlu içinde kocaman bir evin üçüncü katındaydı odam. Tam dış kapıdan girerken Versilov'la burun buruna geldim.

…sırası gelmeden yapılan öğütler başkasının işlerine burnunu sokmaktan, duygularına karışmaktan başka bir şey değildir.

Birkaç basamak merdivenle inilen bodrum gibi, küçük bir meyhaneye götürdü beni.
"Belki bilmiyorsundur! Bazen can sıkıntısından... dehşetli kasvetten... bu çeşit çirkef çukurlarına uğramayı çeker canım…”

Olayı ona da, Katerina Nikolayevna'ya anlattığım gibi anlattım. Yani Kraft yaktı, dedim. Gözleri parladı.

(Arkadiy durum değerlendirmesi yapıyor) Tatyana'nın yanında konuşturdu beni, Tatyana'nın bizi dinlemesine göz yumdu. Nikolayevna'nın benimle alay ettiğini biliyordu.
Sınırsız bir gurur düşkünlüğünden başka hiçbir duygu ya yatkın değildir Versilov!

İçimde önüne geçilmez bir kumar oynama hırsı vardı.
Masanın köşesinde oturduğum o iki saat süresince sol yanımda, Yahudi olduğunu sandığım pis kokan bir züppe oturuyordu.
Bir de ne görsem beğenirsiniz, o Yahudi elini uzatmış, oldukça sakin, banknotlardan birini önüne çekmiyor mu!
Kuşkusuz, bahsi kazanacağımı hiç ummuyordum: Otuz altıya karşı bir şansım vardı. Ama iki nedenle önermiştim bu bahsi: önce, gösteriş yapmaktı amacım. Sonra bir şeyle herkesin dikkatini üzerime çekmek istiyordum. Burada nedense beni kimsenin sevmediğini, üstelik bunu bir çeşit haz duyarak bana belli ettiklerini biliyordum.
Prensin evine yollandım.
borcumu ödemek istiyorum,

"Bir aydır paramı alırken kız kardeşinizin benden gebe kaldığını bilmediğinizi iddia edecek kadar cesaretiniz var mı?" dedi.
"Ne?" diye haykırdım.
Bu kez gelen Liza idi.
Seni güneş kadar parlak, lekesiz, tertemiz sanıyordum.
Seninle kardeş bile değiliz. Bir kölenin soyadsız piçleriyiz, o kadar.

(Liza gittikten sonra Versilov’u bulmak ümidiyle meyhaneye uğrar. Daha sonra prensin yanına gider)

O gece sabaha dek düşümde hep rulet, kumar, alun gördüm.
Tatyana Pavlovna daldı içeri.
"Ne oldu Tatyana Pavlovna? Ne oldu? Annem mi?..."
" Öğrenirsin!" diye öfkeyle haykırarak koşup çıktı gitti.
Yel gibi gelip gitmişti.

Prens Nikolay İvanoviç'e gitmek için acele çıktım (Yaşlı prens).
(Yolda Vasin’le karşılaştı)

(Prens’e) “Anladığıma göre Anna Andreyevna'yı hep seviyordunuz."

…hayat: …bir sanat yapıtıdır. Sanatınsa birinci koşulu kısalıktır.
…hayattan bıkmayanları bırakmalı, istedikleri kadar yaşasınlar.

(Katerina’yı görür ve onun peşinden çıkıp gider. Versilov, Katerina’ya bir mektup bırakmış, mektup, romanın üzerine kurulu olduğu ve halen Arkadiy’de bulunan mektuptan söz etmiş.)
Okurken benzim uçmuştu.

Versilov (…) o mektubu Katerina Nikolayevna'ya, kopyasını da (Allah bilir niçin) Barona gönderdikten sonra, yaptığı işin "sonuçlarını" özellikle bugün bekliyor olmalıydı.

"Bir daha söylüyorum baran," diyordu, "o uygunsuz, deli işi mektubu yazdığım Katerina Nikolayevna'yı yalnızca en soylu insan saymakla kalmam, onu tüm erdemlerin de üstünde görürüm!"
O mektubu kendimde olmadığım bir anda yazdım...
Baron: "Allah belanızı versin," diye haykırdı.

…kendim için gitmiyordum oynamaya. Prensin hesabına, onun parasıyla oynayacaktım. Beni oraya çekenin ne olduğunu bilmiyordum. Beni çeken şeyin önüne geçilmez, yenilmez bir gücü vardı...
Kazanmaya daha yeni başlamıştım,
…gözlerimin içine baka baka, küstah bir tavırla bir yüz rublelik banknotumu alıp önündeki para yığınına kattı. Bağırarak elini yakaladım.
Birden bambaşka bir olay çıkmıştı: Zerşçikov'un burnunun dibindeki bankodan dört bin rublelik bir desteyi aşırmışlardı.
Çağırdıkları iki uşak arkadan kollarımdan yakaladılar.

Hırsız olmadığımı nasıl kanıtlayabilirim?

Pek gariptir ama hep, belki ta çocukluğumdan bu yana şöyle bir özelliği vardı kişiliğimin: Birisi bana hakaret etse, gururumu incitse bu hakarete boyun eğmek için içimde önüne geçilmez bir istek duyardım. Dahası bana hakaret edenin keyfi tam olsun diye karşısına dikilip, "Görün işte," dernek isterdim, "beni alçalttınız, kendimi ben daha çok alçaltıyorum, bakın, bakın da keyiflenin!"

Yüksekteki belli belirsiz bir çıkıntıyı yakalamak için kolumu uzattım. Ama birden elim kurtuldu, düştüm. Sanıyorum başımın arkası yere geldi.
"Sarhoş köpek, donup gebereceksin burada, aptal! Kalk, hadi kalk!"
"Lambert! diye haykırıyorum.

(bir süre Lambert’in evinde dinlendi)
O akşam Zerşçikov'un evinde benim arkamdan ortalık biraz yatıştıktan sonra oyun yeniden başladığında Zerşçikov yüksek sesle salondakilere üzücü bir yanlışlığın olduğunu bildirmiş: Kaybolan don bin ruble öteki paraların arasından çıkmıştı. Böylelikle kasada para tamamlanmış oluyordu. Yanlışlık ortaya çıkınca, hala orada bekleyen Prens, Zerşçikov'un yanına sokulmuş, benim suçsuz olduğumu herkese hemen duyurmasını, ayrıca bir mektupla benden özür dilemesini istemiş.
Tam on gün baygın yatmışım.

Üçüncü Bölüm
En çok anneme acı çektiriyordum.
İnsan en çok sevdiğini incitir.
Yüzeydeki şeyi fark ediyordum. Önemliyi sezinleyemiyordum.

(Babası Makar onu ziyaret eder)
Zekice olduğundan kimsenin kuşku edemeyeceği bir gülüş bile iğrenç olabilir. Gülüş her şeyden önce içtenlik ister. Oysa insanlarda içtenlik nerede şimdi!... Gülüş yumuşak yüreklilik, uysallık ister. Oysa insanlar çoğunlukla kötü gülüyorlar. İçten, tatlı bir gülüş neşenin göstergesidir. Gelgelelim neşe nerede şimdilerde…

Bir insanın kişiliğini, ruhunun nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsanız susmasına, konuşmasına, ağlamasına, soylu düşüncelerle heyecanlanmasına değil, gülüşüne bakın. Tatlı, hoş gülüyorsa iyi insandır (s. 371).

Yüce bir varlığa saygı, sevgi duymadan yaşayamaz insan. Kendisine katlanamaz.

Gene hastalanmıştım. Bir titreme nöbeti gelmişti.
…karmakarışık bir sürü düş gördüm.
(Düşünü anlatır)
…yüksek tavanlı bir odada buldum kendimi.
Bir yerde kapının arkasında insanlar oturmuş, o yapacağım şeyi bekliyorlardı sanki.
O mektup elimde.
…çıkıyorum odadan.
Lambert yakalıyor kolumdan.
…kulağıma Anna Andreyevna'nın sesi geliyor:
"Arkadiy Makaroviç iyi dış görünüş arıyor."
Ah, oradan çıkıp gidecek gücüm yok artık.

…çocukluk arkadaşım Lambert'in şantaj amacıyla işbirliği yapan, küçük çıkarlar peşinde koşan birtakım aşağılık çetelere girmiş olması…
Çalışmalarının özünü dürüst, namuslu, sosyeteden birinin bazı sırlarını öğrenmek, sonra bu kişiye gidip, bildiklerini açıklamakla tehdit etmek (oysa çoğu zaman bildikleri bir şey olmuyormuş), susmalarına karşılık para sızdırmaktı.
Sayıklamalarımdan, saçma sapan sözlerimden, gevelemelerimden, heyecanlanmalarımdan vb. hemen hemen kesin olarak her şeyi, hatta bazı adresleri öğrenmişti Lambert.
…mektubun varlığından haberdar olmuştu.

Önce, belgeye karşılık Anna Andreyevna'dan en azından otuz bin ruhlelik bir senet alacak, sonra onun Prensi korkutmasına yardım edecek, yaşlı prensi kaçırıp Anna Andreyevna ile kilisede nikâhlarını kıydıracak, kısacası, bunun gibi bir şeyler yapacaktı. Her şey planlanmıştı. Benim yardımımı, yani belgeyi bekliyorlardı yalnızca.

Son söz en önemli olandır…

Prensin tutuklu bulunduğu cezaevine gittim.

(Anna Andreyevna) Kendisine yardımcı olmayı reddetmeme bakmadan, bana bir damlacık olsun inanmadan doğru Lambert'e gönderiyordu beni. Mektup konusunda her şeyi bildiği ortadaydı.
(Lambert'e gitti)
…birtakım iğrenç işler çevirmeye sürüklendiğim, bunun sonunun kesinlikle kötü olacağı önsezisi ok gibi saplanmıştı yüreğime. Kalkıp gitmemek için kendimi güç tuttuğum bir an oldu ama, çabuk geçti. Kaldım.
(Lambert’in çete elemanlarıyla birlikte lokantaya gittiler.)
"Hayır, senin evine gelmem!" dedim.
(Lambert’in yanından ayrılır. Evine vardığında babası Makar’ın az evvel öldüğünü öğrenir.)

(Versilov) Şu anda tüm evrende yalnızca sen gereklisin bana!
"Annemi bu denli sevdiğinizi bilmiyordum!" dedim.
Konuşalım, sevgili yavrum. Hep konudan uzaklaşıyorum, başka konuya atlıyorum. Bir şey üzerine konuşmak isterken bin bir ıvır zıvır anlatıyorum. Yüreğim dolu olduğu zamanlar hep böyle olurum...

(Versilov) Bak bir de ne söyleyeceğim sana: Lambert'i bırak, belgeyi ise yırt at. Hemen"
Anna Andreyevna Lambert'ten, Katerina Nikolayevna'nın, babasını deli olarak ilan etmenin yollarını araştırdığını, bu amaçla bir hukukçudan akıl danıştığını kesinlikle ortaya çıkaracak bir mektubun olduğu bilgisini alıyor.

Kimi insanın suç işlemeden suçlu olduklarını biliyor musunuz?
Bu çeşit suçlar en bağışlanamayacak suçlardır! Her zaman da cezayı gerektirirler.

(Makar’ın cenaze ve merasiminden sonra)
Lambert'e gittim.
…kendimde değildim.
"Lambert, şarap ver bana!" diye haykırdım.
Önemli olan, beni kızdırmamaya, söylediklerime karşı çıkmamaya çalışması, beni daha çok içirmeye çalışmasıydı. Bu öylesine kaba, açıktı ki, o zaman bile sezinlemiştim öyle olduğunu. Ama bir türlü kalkıp gidemiyordum. Durmadan içiyor, konuşuyordum. İçimi tam olarak dökebilmeyi öylesine istiyordum ki...
…kanepede uyuyakaldım.
Tanrı'ya şükür, belge hala bende, dikili iç cebimdeydi. Elimle yoklamıştım onu. Oradaydı! Demek şimdi fırlayıp kaçmam yetecekti.
Durum şuydu: Lambert'le daha ilk görüşmemizde, yani donacağım sırada beni odasına götürüp ısıttığında, aptal gibi, belgenin cebimde dikili olduğunu mırıldanmıştım ona.
Beni içirip sızdırdıktan sonra cebimi sökmek, belgeyi almakmış amacı. O gece de Alfonsina ile gerçekleştirmişti niyetini. Cebimi Alfonsina sökmüştü. Mektubu, onun mektubunu, Moskova'da edindiğim belgeyi aldıktan sonra aynı büyüklükte bir mektup kâğıdı koymuşlardı yerine.
Anılarımın son günündeyiz artık. Şimdi son olayları anlatacağım!

Prens yuvarlak masanın arkasındaki kanepede oturuyordu. Anna Andreyevna odanın öte köşesinde,
(Anna) "Arkadiy Makaroviç, ikimiz, velinimetim Prens Nikolay İvanvoviç'le ben size sığındık. Kendimizi size, yalnızca size gelmiş sayıyorum. İkimiz de koynunuzu bize açmanızı diliyoruz. Düşünün ki bu kutsal, soylu, hakarete uğramış insanın kaderi sizin elinizde... Sizin o doğru yüreğinizin vereceği kararı bekliyoruz!"

Çevrilen dolap boğacak gibi oluyordu beni. Ama Anna Andreyevna'yı yüzüstü bırakamazdım.
Yazık! Mektubun hala bende olduğunu sanıyordum.
Hiç sıkılmadan tüm gerçeği anlatıyordum. Tatyana Pavlovna (…) beni dinliyordu.
"Ah, köpek! Demek o mektup sende, bunca zaman cebinde dikiliydi ha?...”

Mektubu, kimse beni zorlamadan, kendim için bir ödül beklemeden, kendi isteğimle ona (Katerina Nikolayevna’ya) verdiğimi kendisi görmeli.
"Gene gösteriş mi? Aşık köpek!"
“…yeter ki kendimi yendiğimi, onun mutluluğunu dünyada her şeyden üstün tuttuğumu anlasın! (…) Ona tutkun olduğuma gelince, utanıyorum bundan: Annem bir gökyüzü meleğidir, O ise yeryüzünün ecesi!...”

"Ah, aptal!" dedi. "Gel buraya, gel de bu salak kadını öp! Ama bir daha sakın ola ki ağzına almayasın bu sözü ... Seni severim, ömrümce de sevdim ... ah, aptal!"
Öptüm onu. Parantez açarak söyleyeyim: O andan sonra Tatyana Pavlovna ile dost olduk.

"Çok güzel! Ben de yüz kez söyledim bunu ona. Zaten nikahın kıyılmasına kadar yaşayamaz Prens. Hem evlense de bir şey değişmez. Tüm parasının ona, Anna'ya kalmasına gelince, nikah kıyılsa bile vasiyetnamesi hazır ... her şeyi Katerina Nikolayevna'ya bıraktı ... "
"Yoksa yalnızca para için mi endişeleniyordu Katerina Nikolayevna?"
"Hayır, belgenin Anna denen o kızda olduğundan korkuyordu. Babasını sarsmak istemiyordu. Byoring'in ise (doğrusu) düşündüğü paraydı."
"Bu durumda Byoring'le evlenebilir mi Katerina Nikolayevna ?"
"Aptal kadın, elden ne gelir. Bir kez aptal dedik ya, artık ömrünün sonuna dek aptal kalır…”

Birden bilincimi yitirmiştim sanki. Sanırım üzerine yürüyüp vurdum Byoring'e. Hiç değilse bütün gücümle ittim onu. O da kafama vurdu. Yere yuvarlandım.
Byoring yakamdan tutup, polise beni karakola götürmesini emretti.
(Katerina Nikolayevna'nın girişimiyle serbest bırakıldı)

Lambert cebimden mektubu çalınca hemen Versilov'la ilişki kurmuştu.
Lambert'in elinde bir tabanca
Mektup elindeydi. Ama Versilov yoktu odada.

(Lambert) Bu mektubun değeri (…) yüz bindir ama, ben yalnızca otuz bin istiyorum!

Katerina Nikolayevna birden ayağa kalktı, Lambert'in yüzüne tükürdü.
Lambert tabancayı çıkardı.
Nikolayevna bir çığlık atıp kanepeye çöktü.
Versilov (Kapının dışında ayakta bekliyormuş) Lambert'in elindeki tabancayı kaptığı gibi var gücüyle kafasına indirmesi bir oldu.
Bir anda aklını yitirmişti. Bakışını Katerina Nikolayevna'nın yüzünden ayırmıyordu.
Önce Katerina Nikolayevna'yı, sonra kendini öldürmekti niyeti. Ama Katerina Nikolayevna'yı öldürmeye bırakmadığımız için, tabancayı tam kalbinin üzerine dayayıp ateş etmişti. Ama o anda ben koluna yukarıdan vurduğum için namlu kaymış, mermi omzuna gelmişti.

…aşağı yukarı altı ay geçti.
Versilov Lambert gibi bir insanla nasıl birlik olabilmişti? Bu işe girişirken amacı neydi?

Annemin evinde (…) bu satırları yazarken dışarıda ilkbahar var.
Annem Versilov'un yanında oturuyor.
…gözyaşından ödülünü bile almıştı.
Katerina Nikolayevna evlenmedi. Babası öldü. Şimdi sosyete dulları içinde en zengini o.
Lambert "Belgeyi" masanın özerinde bırakmıştı.
…kız kardeşim Liza (…) Gerçek mutsuzluk onunkidir işte! Prens Sergey Petroviç bir turlu iyileşemedi. Mahkemeye bile çıkmadan hastanede oldu. Bizim merdivenden düştü. Çok yüksek değildi yuvarlandığı yer. Topu topu üç dört basamaktı. Ama ·çocuğunu kaybetti.

Sonsöz - Rene Girard
Dostoyevski hapisten çıktıktan sonra, tutuklanmasına neden olan devrimci fikirlerin, aslında kendisine ait bile olmadığına karar vermiştir.
Dostoyevski'nin, Belinski'nin ideolojisinden, ya da aynı dönemde duygusal ve romantik retorikten vazgeçmesi, bütün büyük eserleri borçlu olduğumuz o amansız vicdan muhasebesinin meyvesidir.

Dostoyevski'yle ettiği son kavganın üzerinden bir yıl geçmeden Belinski öldü.
…babasının öldürülmesinden kısa bir süre sonra, yoldan geçen bir cenaze alayını görünce (sara nöbeti) geçirmiştir.
Belinski'nin öldüğünü işittiğinde (de sara nöbeti) geçirmiştir
Baba katlinde, yazgı misali bir kaçınılmazlık var.

Soylu Versilov ile, Sophie adlı bir hizmetçinin gayri meşru çocuğu olan Arkady, babasının ailesine hukuki anlamda ait olmamanın sıkıntısını çekmekte, ama kendisini ezen hukuki durumun içinden de çıkamamaktadır.
…generalin karısı Ahmakova- için Versilov'la rekabet eder.
Arkady, Versilov'un, gazeteye özel ders verdiğini bildiren bir ilan veren, adı sanı bilinmeyen yoksul bir genç kadınla tanıştığını öğrenir. Kısa süre sonra kadın kendini asar.
Versilov'da, Mışkin ile Stavrogin yan yanadır, yani Versilov ne biri ne de ötekidir. Şeytanın kurbanı olabilir belki, ama ne kötü ne de iyidir.
Delikanlı'da Dostoyevski baba problemiyle uğraşır, ama kendi babasıyla ilgili problemle uğraşmaz.
Versilov bir aristokrat, bir entelektüel, Avrupa kültürüne yakınlık duyan bir kişidir. O da Dostoyevski'nin hayatında Belinski'nin işgal ettiği tarafı temsil eder

Türkçeleştiren: Ergin Altay
İletişim Yayınları, 2. baskı, 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder