17 Haziran 2020 Çarşamba

Hermann Hesse - Bozkırkurdu / Sesli Kitap

Sesli kayıt şu linkte: https://www.youtube.com/watch?v=podeBBWasG0&list=PLBCjrAT-FHTrABiWt6BuP8rPXXio8Ua_i



Hermann Hesse - Bozkırkurdu

Harry Haller'in Notları
Yalnızca kaçıklar için
Günler nasıl geçip giderse o gün de öylece geçip gitmişti.

…yersiz yurtsuz ben Bozkırkurdu, küçük burjuva dünyasından nefret eden ben yalnız insan, her vakit gerçek burjuva evlerinde kalıyorum…

Yazıklanılacak bir şey yoktu, geçip gitmiş hiçbir şeye yazıklanmamak gerekiyordu. Yazıklanılacak tek şey şimdi'ydi, bugün'dü, yitirdiğim, sadece edilgen bir tutumla katlandığım, bana ne armağanlar sunmuş, ne beni fazla sarsmış bu sayısız saatler ve günlerdi.

Ne bir tiyatroda ne de bir sinemada uzun süre oturmaya katlanabiliyorum…

…benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapıtlarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları.

Sihirli Tiyatro
Herkes giremez
- herkes için değil

Ah şimdi bir dostum olsaydı…
Düşüne düşüne yürüyordum. Hayır, oda müziği de, bir dost da ille gerekli değildi, bir dost sıcaklığının gerçekleşmeyecek özlemiyle kendi kendimi kahredip durmam gülünçtü. Yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük.

BOZKIRKURDU ÜZERİNE İNCELEME
Yalnızca kaçıklar için
Bir zaman Bozkırkurdu takma adıyla Harry isminde biri vardı.
Hayli zeki bir adamdı. Öğrenemediği tek şey, kendi kendisinden ve yaşamından memnunluk duymaktı, bunun üstesinden gelememişti bir türlü.

Bozkırkurdunun biri kurt, biri insan, iki kişiliği vardı; bu, yazgısıydı onun (s. 40).

…kurt gibi duyup hissederek yaşadığında içindeki insan hep pusuya yatıp kurdun davranışlarını izliyor, değerlendirip yargılıyordu. İnsan gibi yaşadığı zamanlarda da kurt ona aynı şeyi yapıyordu. Diyelim ki insan kimliğinde Harry'nin parlak bir düşünce geldi aklına ya da gönlünde ince ve soylu bir duygu uyandı ya da iyi bir iş yapacak oldu, içindeki kurt hemen dişlerini gösterip sırıtıyor, onun sergilediği soylu tiyatronun bir bozkır hayvanında, yani bir kurtta ne kadar gülünç kaçtığını acı acı alay ederek belirtiyordu…

En mutsuz yaşamda bile yıldızın parladığı anlar, kum ve çakıl taşlan arasında küçük çiçeklerin açtığı anlar vardır. Bozkırkurdu'nda da işte böyleydi durum.

Harry herkes gibi bir bütün olarak sevilmek istiyor…

Her insan başkalarında rastlanmayan özelliklerle, başkalarında rastlanmayan nişanlarla donatılmıştır…

Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir. Bozkırkurdu'nu da bağımsızlığı yıkmıştı.
…yalnızlık ve bağımsızlık, isteği ve amacı olma özelliğini yitirmiş, onun yazgısına ve mahkûmiyetine dönüşmüştü.

Bir başka özellik de, onun kendi canına kıyanlar arasında yer almasıydı.
Darda kaldı mı başvuracağı bir çıkış yolunun önünde sürekli açık beklediği düşüncesiyle içli dışlı oluşu kendisine güç vermiş, bir merak duygusu kendisini acı ve sıkıntıları yaşamaya yöneltmişti.

Sonunda, yaklaşık kırk yedi yaşındayken, mizah havasından yoksun sayılmayıp sık sık yüzünü güldüren parlak bir düşünce gelmişti aklına: Ellinci doğum gününü, intihara yeşil ışık yakacağı gün olarak saptamıştı.

Bozkırkurdu, kendi düşüncesine göre burjuva dünyasının tümüyle dışında bulunmaktaydı, çünkü ne bir aile yaşamı vardı ne de toplumsal bir hırsın sahibiydi (s. 48).

…mizah, bir tek odur ki olanaksızın üstesinden gelir,

"Bozkırkurdu" da bir kuruntudur.
Yazgısını kendisi için daha anlaşılır kılmak üzere kurt ve insan, içgüdü ve us diye ikili bir ayrıma başvurması, Harry'nin işi çok kaba bir şekilde basite indirgemesidir…

…çok aydın biri olmasına karşın ancak ikiye kadar sayabilen ilkel biri gibi…

İnsanların "insan" kavramından anladıkları, her zaman, geçici nitelik taşıyan bir burjuva geleneğidir. Alabildiğine kaba kimi içgüdüler bu gelenekte yadsınıp yasaklanır; biraz bilinç, biraz karakter sahibi olması ve hayvansılığından sıyrılması beklenir insandan.

Beden olarak her insan tektir, ruh olarak asla.

Göğüs, beden her zaman tektir, içinde barınan ruhlar ise iki ya da beş değil, sayılamayacak kadar çoktur; insan yüz zardan oluşmuş bir soğana, pek çok iplikten dokunmuş bir kumaşa benzer (s. 57).

Hiç değilse bizim Bozkırkurdu kendi içinde o Faust ikiliğini keşfetmiştir; bedeninin bütünlüğünün bir ruh bütünlüğü içermediğini, kendisinin, olsa olsa, bütünlük idealine giden çok uzun ve zahmetli yolun üzerinde bulunduğunu saptamıştır. Ya içindeki kurdu yenip tümüyle insan olmak ya da insanı gözden çıkarıp hiç değilse kurt olarak bütünlüğe sahip bir hayat yaşamak ister (s. 59).

…ölümden müthiş korkuyor, ama başka çare de göremiyordum; tiksinti, acı ve umarsızlık dört bir yanımda dağ gibi yığılmış duruyordu, beni cezbedecek hiçbir şey kalmamıştı artık, beni sevindirecek, bana umut verecek hiçbir şey…

…yeterince yaşamaya baktım ben, ama para etmedi. İnsanın kendini asması belki zordur, bilmiyorum. Ama yaşamak çok, çok daha zor!

Sana bir sır vereyim mi, ciddilik zamana aşırı değer verilmesinden kaynaklanır (s. 93).
…sonsuzluk dediğimiz yalnızca bir an'dır, bir şakanın yer alacağı kadar uzun bir süre yani.

…kadın, aslında kendisi bir şey sormadan, yaşamıma ve düşüncelerime ilişkin bazı şeyleri öğrendi benden, erkeklerin acayipliklerine karşı akıllı kadınların o pek ciddiye almayan saygılı ve annemsi yaklaşımıyla kulak verip beni dinledi.

Uğraşıp didinmelerinin başarısız kalacağını bilmekle yaşamın sığ ve aptalca nitelik kazanmaz. İyi bir şey, ideal bir şey uğruna savaşıp amacına ulaşacağını sanman hayatını daha çok sığlaştırır Harry (s. 114).

Sana dans etmeyi, oyun oynamayı ve gülümsemeyi, ama yine de halinden memnun olmamayı öğreteceğim. Ben de senden düşünmeyi ve bilmeyi, ama yine de halimden memnun olmamayı öğreneceğim. Her ikimiz de şeytanın çocuklarıyız, farkında mısın?
Doğru, öyleyiz, şeytan us'tur, onun bahtsız çocukları da bizleriz. Doğadan kopuk, boşlukta asılı kaldık (s. 121).

…Pek sevimli bir kız, öyle de güzel dans ediyor ki. Nasıl olsa sen de ona gönlünü kaptırmış bulunuyorsun. Sanırım zahmetin boşa gitmeyecektir."
"Ah Hermine, böyle şeylere can atan biri değilim ben."
"İşte şimdi biraz yalan konuştun. Biliyorum çünkü, dünyanın bir köşesinde bir sevgilin var, kendisini altı ayda bir görüyorsun, sonra da kavga edip ayrılıyorsunuz. Bu acayip sevgiline vefasızlık etmek istemeyişin pek hoş, ama izninle bu ilişkine pek ciddi bir şey gözüyle bakamayacağım! Genel olarak sevgiyi korkunç ciddiye aldığın kuşkusu var içimde. Böyle davranabilirsin, dilediğin kadar kendi ideal bildiğin şekilde sevebilirsin, bu senin işin, bunda ben yokum (s. 122).

Alman ruhunda hiçbir ulusta rastlanmayan müzik hegemonyası kılığında bir anaerkillik ve doğaya bağımlılık egemendir.
Alman aydını söz'e ve us'a hep cephe almış, müzikle cilveleşmiştir.

Mutlu olmaktan memnun değilim ben, mutluluk için yaratılmış biri sayılmam. Benim yazgım değil bu,
…ne yalan söyleyeyim, pek mutsuzdum. Ama aptalca bir mutsuzluktu bu, kısır bir mutsuzluk.
…aptalca olmasaydı, ölümden o kadar korkmam gerekmezdi, oysa gerçekte özlediğim şeydi ölüm! Benim gereksindiğim, benim aradığım bir başka mutsuzluktur; tutkuyla acı çekmemi ve hazla ölmemi sağlayacak bir mutsuzluk (s. 142).

…her zaman da böyle olacak. Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. Yalnızca ölüm.
"Hepsi o kadar mı?"
"Hayır, ölümsüzlük ayrıca."

…insan bir yığın ruhtan, pek çok ben'den oluşur. Sözde bütünlüğünü dağıtıp parçalayarak kişiliği pek çok ben'e ayırmak delilik sayılır, bilim şizofreni diye niteler bunu.

Sevgi için nasıl öldürülür

Bir gün gelecek, ben'in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun daha iyi üstesinden gelecektim…

Der Steppenwolf
Türkçeleştiren: Kâmuran Şipal
Yapı Kredi Yayınları, 15. baskı: İstanbul, Ocak 2012 

6 Haziran 2020 Cumartesi

Müzik / Türkü / Seyyah olup şu âlemi gezerim

Seyyah Olup Şu Âlemi Gezerim / Gün Akşam Oldu - Tayfun Talipoğlu

Sözleri:
Seyyah olup şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu
Kendi efkarımla (yar yar) okur yazarım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bilmem amelimden yoksa özümden
Ah ettikçe kan yaş gelir gözümden
İki elim kalkmaz (yar yar) oldu dizimden
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bozuk şu dünyanın temeli bozuk
Tükendi daneler kalmadı azık
Yazıktır şu genç geçen ömrüme yazık
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Kul Himmet Üstadım ummana daldım
Gelenden geçenden haberin aldım
Mecnun oldum (olup) şallar giyip dolandım
Bir dost bulamadım gün akşam oldu

Bir dost buldum amma tez akşam oldu

3 Haziran 2020 Çarşamba

Geçmişten Günümüze Seramik Sanatında Baykuş Figürü


Hasan Başkırkan - Geçmişten Günümüze Seramik Sanatında Baykuş Figürü

Baykuş, kimi kültürlerde sanatın ve bilgeliğin sembolü sayılırken, kimi kültürlerde de kötülüğün simgesi haline gelmiştir.

Bir Filipin Atasözü; Baykuşlar tarafından inşa edilmiş bir sarayda yaşamaktansa, insanlar tarafından inşa edilen saman bir kulübede yaşamanın daha iyi olacağını vurgulamaktadır.

Türk Atasözü
Misafirin iyisi gelir geçer kuş gibi, kötüsüyse oturur daima baykuş gibi’, Baykuşun kısmet ayağına gelir
Baykuş viraneyi gülistana değişmez

Bir Guatemala atasözü; Baykuşlar güneşe bakamaz.

Almanca ‘Eulen nach Athen tragen’, deyimi, ‘Atina’ya baykuş taşımak’ (…) Yararsız, boşu boşuna zaman kaybı yaratan işlerle uğraşmak anlamına gelmekte

Danimarka atasözü; ‘Eğer bülbül yoksa baykuşla idare edilmeli’

Türkiye’de alaca baykuş, puhu kuşu, bataklık baykuşu, kukumav, cüce baykuş gibi dokuz kadar türü bulunur.

Kenya’da, baykuşun ölüm habercisi olduğuna inanılır

Genel olarak, baykuş, kötü şans, hastalık veya ölüm müjdeleyicisi olarak görülüyor

Aztek ve Maya yerlileri arasında baykuş ölüm ve yıkımın bir sembolü idi ve Aztek ölüm tanrısı Mictlantecuhtli, baykuş ile tasvir edilmiştir

Orta Asya Arap mitolojisinde, baykuş kötü alamet olarak görülür

Batı kültüründe, baykuş genellikle bilgelik ile bağlantılı…
Bu bağlantı, tanrıça Athena’ya dayanmaktadır. Bilgelik tanrıçası Athena, genellikle bir sembol olarak baykuş ile simgelenmekteydi.


Yunan Mitolojisinde, zekâ, sanat, strateji, barış ve savaşın tanrıçası olarak bilinen Athena’nın sembolleri; mızrak, zeytin dalı ve baykuştur. Mızrak; savaşı, zeytin dalı; barışı, baykuş ise; akıl ve bilgeliği temsil eder.
Athena Roma dönemlerinde minerva isminde aynı ilgiyi görmüştür.

Baykuş, günümüz sanatında (…) sanat ve düşünürlüğün sembolü olarak kabul edilmektedir.

Yunan Seramiklerinde baykuş figürünün sıkça kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle Attika kültüründe

…zeytin dalı ile resmedilen baykuş, M.Ö. 600’lerin sonlarından beri Atina metal paralarının ön veya arka yüzeyinde mevcuttu.

Yunanlı çömlekçiler, hydria’nın bir farklı türü olan kalpis’i, gözyaşlarını biriktirmek için üretmişlerdir.

Türkiye’de, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinin logosunda stilize edilmiş bir baykuş yer alır. Bir rivayete göre firavunun asasında bulunan baykuş, insanoğlunun ilk sanat eserlerinden sayıldığı için üniversitenin logosu olarak seçilmiştir

…eski dönem İslam ve Türk kültüründe, muhtemelen uğursuz sayıldığı için, baykuş figürüne rastlanamamıştır.
Sanat ve Tasarım Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 6, 2014, (s. 42-59)

Türk Kültüründe Baykuş


Serkan Köse - Türk Kültüründe Baykuş

…toplumlar, kutsal olarak gördükleri şeyleri yeni inanç değerleriyle yeniden üretmişlerdir.
Kuşlara yüklenen anlam, özellikle baykuş özelinde olumlu ve olumsuz ikilemde görülmektedir.

Hayvanın kutsal kabul edilmesi ve onun bir ruhunun olduğuna dair inancın bir başka boyutunu ise totemizm oluşturmaktadır.

Reşideddin’in kutsal sayılan ve etlerinin yenmesinin yasak olduğunu bildirdiği ongon kuşların adlarını sıralar…
Ögel (2010: 357), her Oğuz boyunun bir ongon kuşundan söz eder.

Yunan mitinde
Bilgelik tanrıçası Athena, resimlerde ona eşlik eden bir baykuşla tasvir edilir. Bundan dolayı baykuşun zekâyla güçlü bir ilişkisi olduğuna inanılır ve tanrıların bir elçisi olarak kabul edilir. Yine Yunan mitolojisinde baykuş, Demeter’e kurban edilir,

Eski Çin’de doğan çocukların göğe kurban olarak sunulması
Özellikle kız çocukları, gök tanrının temsilcisi veya kızı denilen gök gürültüsü ile ateş unsurunun simgelerinden sayılan baykuşa yem olarak verilirdi
Günümüz Çin toplumunda baykuş (xiaoşyav) felaket getiren bir kuş olarak görülmektedir.
…baykuş, Fars mitolojisinde genel inanışın tersine uğurlu ve sevilen bir hayvan olarak yer alır
Rigveda / ölüm tanrısı ve ölüyü lanetleyen şeklinde (tasvir edilir)
Macarlarda baykuş, ölüm kuşu olarak bilinir

…baykuş, Divanü Lûgati’t Türk’te kuburga, ühi, ügi, yabakulak şeklinde geçmektedir.
Derleme Sözlüğünde baykuş karşılığında altınbaş, baguş, bayguş, bubuh, cıyak, conk kuşu, cunk kuşu, çırona, devletli-devlet kuşu, dıkmavuk, dikguluk, dot, dölehli, duguk, dukkuk/dukdugan, gılınkuş, gonguluk, hacıkuşu, hayırlı kuş, hümmatun, kavalak gibi (adlarla anılır).

Altay Türkçesinde, bay kelimesi zengin, baykuş kelimesi ise, kutsal kuş karşılığında kullanılır.

Eski Türklerde baykuş uyanıklığın simgesi olarak bilinir
…şaman giysilerinde ve başlıklarında da baykuş pençesi olduğu araştırıcılarca tespit edilmiştir

…bir Uygur efsanesinde, işini çok iyi yapan bir doktor daha sonra kibirliliği ve Allah ile kendisini bir görmesi yüzünden baykuşa dönüşmüştür. Bu efsaneye göre, baykuşun “cuv! cuv!” diye ötmesi “Ben Allah’tan üstünüm” anlamına gelmektedir
Türkmen efsanelerinden birinde baykuş, Bayoğlu adında zengin biridir.
…ikinci defa evlenir. Bayoğlu’nun eşi, ikinci kez evlenerek sözünü tutmayan Bayoğlu’na, “İnsan şeklin değişsin” diye beddua eder.

Türkmenistan Türklerinden derlenen “Baykuşun türeyişi” adlı efsanede ise halkına zulmeden cimri bir beyin baykuşa dönüşmesi söz konusudur

Bir Karakalpak efsanesinde zengin ve itibarlı bir beyin çocuklarının zamanla söz dinlememesi neticesinde baykuşa dönüşmeleri söz konusudur

Kıbrıs Türklerinde baykuşun eskiden çok güzel bir kız olduğu, kuş olduktan sonra ağzına bir lokma koymadığı ve Tanrı açlıktan ölmesin diye onun kısmetini ayağına getirdiği ile ilgili bir efsane vardır.

Azerbaycan sahasında anlatılan bir efsanede de baykuş bilge olarak görülmektedir

Amasya yöresinden derlenen efsanede (…) baykuşa yağmurun yağacağını insanlara haber verme vazifesi verilir.

Kazak, Kırgız ve Özbek Türklerinde baykuşun tırnaklarıyla kanadının çocukları, kızları, kadınları nazardan ve kötülüklerden koruduğuna yönelik inanç vardır

Kırgızlar baykuşun kutsal olduğuna ve hamile kadınları ve çocukları koruduğuna inanırlar.

Kalmuk söylencesine göre ak bir baykuş bir gün Cengiz Han’ın hayatını kurtarmıştır

Aydın yöresinde baykuş, ölümü haber veren, uğursuz bir kuş

Balıkesir’de baykuşun ötmesi baharın geleceği / yağmurun yağacağına işaret olarak görülmektedir

Giresun’da baykuşun ötüş biçimine göre hamile kadının erkek mi kız mı doğuracağına yönelik inanç söz konusudur

Konya’da, her akşam baykuşlara Allah tarafından nasip olarak bir serçe gönderildiğine inanılır. Baykuşun Konya halkı arasında adı “hayırlı kuş”tur.

Manavgat yöresinde baykuş kafasının evin kapısına asılması neticesinde ölümden uzaklaşılacağına dair bir inanç da mevcuttur

Âşık tarzı şiir geleneği içerisinde ise baykuş, genellikle virane mekânıyla sembolleştirilmiştir.

Bilmece
Dam üstünde kadı gibi/Gözleri var cadı gibi ya da Fincan gibi gözü var/Acı acı sözü var

Baykuşun mekân olarak viranelerde ve ıssız yerlerde kalmasının da halk arasında olumsuz bir algıya sebep olduğunu söylemek mümkündür.
Kültür Araştırmaları Dergisi, 2019, Cilt: 1, Sayı: 3, s. 288-301

Baykuş Kelimesi ve Baykuşla İlgili İnançlar Üzerine


Sevda Gülakan Kaman - Baykuş Kelimesi ve Baykuşla İlgili İnançlar Üzerine

İnsanların uçmasına imrendiği yetenekleriyle kuşlar,
İnsan, kuşlardan bazılarını uğurlu, bazılarını uğursuz saymıştır.

İnsanların kuşlara isim takmasında, yaptığı benzetmelerde ya da kuşlarla inançlarında; kuşun öterken çıkardığı ses, tüylerinin şekli ve rengi, büyüklüğü veya küçüklüğü yani her türlü fiziksel özelliği, beslenme biçimi, evcil ya da yabani oluşu, yaşadığı yer etkili olmuştur.

Baykuşun Yunan mitolojisinde “Athena kuşu” olarak uğur simgesi sayıldığı görülmektedir.
Athena’nın sembollerinden mızrak savaşı, zeytin dalı barışı; baykuş da bilgeliği temsil eder.

Athena, Romalılar tarafından Minerva olarak benimsenmiştir.
Bu tanrıça, aklın ve zekânın cesaret üstündeki etkisini temsil etmekte

Baykuş Roma’da uğursuzluk ve yıkım sembolüdür.
Ortaçağ Avrupası’nda ise baykuş cadılıkla ve uğursuzlukla ilişkilendirilmiştir. Avrupa ve Amerika folklorunda kötü alınyazısı ve ölüm diye anlam kazanmıştır. İskoçlar baykuşu gündüz görünce bir uğursuzluğun yaklaştığına inanıp ürktükleri bilinmektedir.
Baykuş, eski Mısırlılarda ve Hintlilerde ölüm kuşudur.
Çinlilerde baykuş görmek felakete alâmettir

Baykuşun genellikle karanlıkta ve mezarlıklarda dolaşması ise karanlıkta keskin bir görüye yani görünmeyeni görmeye ilişkin yeteneğinden ve ölülerin ruhlarına karanlıkta rehberlik etmesine bağlanmıştır.
Amerika’nın her yerinde baykuş ötüşü kötü yazı ve ölüm habercisi olarak yorumlanmaktadır.

Câhiliye Arapları, katili bulunmayıp, kısas olunmayan bir maktulün ruhunun, baykuş suretine girerek geceleri geleceğine ve baykuşun “ “Beni sulayınız, beni sulayınız!..” diye öttüğüne, katili bulunup, kısas olunca uçup gittiğine inanmışlardır.

Mütercim Asım Efendi “cugd” maddesinde baykuşun İslam kültüründe karganın düşmanı olduğu ve uğursuz görüldüğünü şöyle nakleder: “Kuşlar toplanıp baykuşu kendilerine hükümdar olarak seçmiş, sonra da kargayla görüşüp onun da düşüncesini almak istemişler, ancak karga sert bir dille geri çevirmiş ve ‘onun alçak yaratılışlı adi bir yaratık olduğunu, hükümdarlığa yaraşmayacağını’ söylemiş.” Bir başka rivayete göre ise bir peçeli baykuş, Hz. Süleyman’ın yanına gelip selam vermiş, Hz. Süleyman selamını almıştır. Sonra aralarında geçen konuşma sonunda Hz. Süleyman (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kuşlar içinde insanoğluna bu kadar güzel nasihat eden ve bundan daha şefkatli olanı yoktur. Cahillerin ondan nefret etmeleri, onu uğursuz saymaları ne acayip şeydir!” Tasavvufta ise baykuş sûfilerin uzleti seçmesini simgeler. Eski İran rivayetlerinde genel inanışın tersine baykuş, son derece uğurlu ve sevilen bir yaratık olarak görülmüştür.

Ortaçağ Avrupası’nda baykuş çorbasının öksürüğü kestiğine inanılmıştır.
Hintliler insanın baykuş gözünü yerse geceleri de (karanlıkta) görebileceğine inanmışlardır.
Kızılderililer de baykuşun şifa gücü olduğuna inanmışlar, bunun yanı sıra kötü ruhlardan korunmak için üstlerinde baykuş tüyü taşımışlardır.
Aborjinlerin kültüründe ise baykuşun, sırların habercisi ve şifacıların refakatçisi olduğu kabul edilmiştir.
Kazak Türklerinin baykuş soyundan geldiklerine inandıkları görülmektedir.
Kazak Kirei boyunun kollarından biri hayvan- ata olarak sayesinde Samabet’in o güne kadar kısır olan karısı Söksur’un iki oğlan doğurduğu bir baykuşu kabul etmişlerdir.
Şaman giysilerinde ve başlıklarında kartal ve baykuş pençeleri kullanılmıştır.
Tatarlar alacabaykuşlara büyük bir saygı gösterir…

…yirmi dört Oğuz Türk boyu sıralanırken her dört boy için bir kuş ongon olarak belirlenmiştir
Baykuş (ügi) ise Bayat boyunun simgesidir.

Avarlarda ve Kumuklarda, baykuş konan damdan ölü çıkacağı inancı hakimdir. Gagauzlarda baykuş ölüm habercisi olarak bilinir. Baykuşun gece ağlaması, baykuşun bulunduğu evden ölü çıkacağı olarak yorumlanır.
Makedonya Türklerinde Anadolu’da olduğu gibi baykuşun çatıya konup ötmesi, köpeklerin ulumaları, horozların zamansız ötmeleri ölüm habercisi sayılmaktadır.
Bayır Bucak Türklerinde tavuğun horoz gibi ötmesi, köpeğin uluması, evin çatısına baykuş konması, ölüm alameti olarak algılanır.
Suriye’de Yayladağı yöresi Türkmenlerinde baykuş ötmesi, yıldız kayması, kişinin kalbine doğması ölüm habercisi sayılır.
Hazara Türklerinde yarasa, tilki, baykuş gibi hayvanlar uğursuz sayılır.

Bir Kalmuk söylencesine göre ak bir baykuş, bir gün Cengiz Han’ın hayatını kurtarmıştır…
Kıbrıs Türkleri ise baykuşun ötüşünü iyi ya da kötü haber geleceği biçiminde yorumlamaktadırlar.

Hititlerden günümüze gelmiş Anadolu uluslarında baykuş uğursuz sayılır.
Anadolu’da bir evin damına tünediğinde o evde ölü çıkacağına yahut evin yıkılacağına dair görüşler vardır.
Anadolu’da baykuş sesini duyan kişinin, genellikle ona yem ve benzeri yiyecekler attığında "Al götür nasibini, bizden başka nasip isteme!" dediği, daha sonra da elini çevresinde bulunan sert bir zemine vurarak: "Evlerden ırak olsun!" ifadelerini kullandığı belirtilmektedir.

Karağaç dalinda
Bayguşlar bağıruyi
Domuz gocan ölecek
Eceli çağıruyi
(Eyuboğlu, (Anadolu İnançları Anadolu Mitologisi, Geçit Kitabevi, 1998: 119)

Anadolu ağızlarında baykuşa karşılık söylenen döleli, dölehli, dövlet guşu, dövletli, dövlet guşu, hayırlı kuş, muratkuşu, muratçık, ulukuş, gibi isimler baykuşun kutsallığına, bilgeliğine, hayırlı kuş olduğuna inanıldığının da bir göstergesidir.

Bununla birlikte Anadolu’da “Evin dağılsın!” anlamına gelen “Evinde baykuş tünesin!” ya da “Evinde baykuş ötsün!” bedduaları da mevcuttur.

Baykuşun da diğer kuşlar gibi türleri (136 tür) vardır.
Bazı lehçelerde ükü küçük türden baykuşlar için söylenmiştir. Normal baykuşlar için de ükü-yapalak denir ve av için kullanılanlar daha çok küçük cinsten baykuşlardır. Kırgızlar ükü ’ye puhu kuşu, mıkıy-ükü ’ye baykuş, kırgıy-ükü ’ye atmaca baykuş derlermiş. Anadolu’da da ügü daha çok büyük baykuş, puhu kuşuna denmiştir.
Orta Türkçe döneminde baykuş a karşılık olarak kullanılan kelimelerden biri de yapāķulaķ ’tır.

Radlov, Räsänen, Samoyloviç’in de desteklediği görüşe göre kelime bay+kuş biçiminde oluşmuştur.
Radlov kelimenin kökeninin İran dillerinden olduğunu söyler
Roux, baykuş ile bayat (zengin anlamındaki bay sözcüğünün –t ile yapılan çoğulu) arasında bir ilişki olduğu yadsınamayacağını belirtmiştir.

Neticede Eski Türkçeden beri var olan zengin, güçlü anlamlarına gelen bay ile Türkçe kökenli kuş kelimelerinin birleşmesinden doğduğu görüşü daha yaygındır.

Baykuşa verilmiş isimlere bakıldığında bir kısmının dış görünüşe dayandırılarak yapılan benzetmelerle (altınbaş, altunbaş vb.), bir kısmının halk inancı ile (döleri, dölehli, dövlet guşu, murat kuşu, hayırlı kuş vb.), bir kısmının da baykuşun çıkardığı sesin yansıması olarak (poğuç, puhu, vikvikviyan vb.) oluşturulduğu görülmektedir.
...
Turkish Studies, Cilt: 10, Sayı: 8, Bahar 2015, (s. 1137-1154)

1 Haziran 2020 Pazartesi

Müzik vs. Kurgu / Orta Dünya / Fangorn Ormanı / Entler / The Last March Of The Ents


The Last March Of The Ents




Fangorn Ormanı

Fangorn Ormanı, Dumanlı Dağların güney sınırının doğusundaki kadim bir ormandır.
Bir zamanlar Orta Dünya’nın kuzeybatısındaki Ered Luin'e yani Mavi Dağlar'a kadar uzanan ve şimdilerde Yaşlı Orman olarak bilinen bölgeyi de kapsayan ulu ormanın bir parçası olan Fangorn Ormanı, içine girenlere genellikle büyük bir huzursuzluk hissi veren, taraz taraz ve fazlaca boy atmış bir ağaçlar düğümü gibidir. Bazıları burayı havasız, loş ve boğucu olarak tarif ederken, diğerleri havada sanki sürekli izleniyormuş gibi bir gerilim ve öfke hissettiklerini söylerler. Kötü ve tehlikeli bir yer olarak tanınır ve ziyaretçiler orada yetişen canlı bir ağacın herhangi bir parçasını kesecek olurlarsa, bunun hayatlarını tehlikeye sokacağı konusunda uyarılır.
Orta Dünya Ortak Dili’nde Fangorn “Ağaçsakal” anlamına gelir. Ağaçsakal ormanın bekçisi ve Entlerin ya da Onodrim’in, Orta Dünya’da yaşayan en yaşlı yaratıklardan biri olan ağaç çobanlarının en yaşlısıdır.
Entler görünüş olarak hatırı sayılır bir çeşitlilik gösterir ve farklı ağaç türlerine benzerler.
Bazıları kahverengi derileri, yayık parmaklı elleri ve kısa kalın bacaklarıyla kestane ağacına benzer; diğerleri dişbudak ağacı gibidir, birçok parmaklan, uzun bacakları ve grimsi ciltleri vardır; kimilerinin ayak parmağı sayısı üçtür, kimininki dokuza kadar varır. Ama hepsinin ortak özelliği, kendilerine özgü ağır, düşünceli bir ifadesi olan, yeşil yeşil parlayan gözleridir. Genelde uzun boyludurlar, gri ya da kahverengi postlar giyerler ve uzun gri ya da grimsi yeşil sakalları vardır.
Fangorn’un kendisi en azından on dört ayak boyundadır, her ayağında kök gibi duran yedi parmağı vardır; koca kafasının altında neredeyse hiç boyun yoktur ve orman gibi gri bir sakala sahiptir. Gözlerinin “şimdinin ışığıyla parladığı” söylenir, ama aynı zamanda “geçmişteki anılar ve irfanın büyük derinlikleri’ne sahip gibidir.
Entler Orta Dünya’nın en eski sakinleridir. Elfler Orta Dünya’ya ilk uyandıkları zaman Yavanna (sözlük anlamıyla Meyve Veren) Entleri Olva’ların (serbestçe hareket edebilen canlıların) arasına gitmelerini söyledi, çünkü yarattıklarının, özellikle ağaçların güvenliğinden endişe ediyordu. Yavanna, zanaatları için tahtaya ihtiyacı olacak cücelerin gelmekte olduğunu duymuştu.
Sayısız yıllar boyunca Entler Kuzey Eriador’dan Fangorn’a uzanan ormanlık alanı dolaşarak ağaç sürülerini korudular, onlara baktılar. Aslında Entler, Entkızlar ve Enthanımlarla yaşıyor, onlarla birlikte yolculuk ediyorlardı. Enthanımların gençliklerinde çok hoş ve ayağına çabuk oldukları, olgunluklarında ise bellerinin büküldüğü, güneşten yandıkları söylenir. Entler ve Enthanımlar yavaş yavaş kendi yollarına gitmeye başladı; Entler yabani meyvelerle beslendikleri, ağaçlar ve elflerle konuştukları ormanlara ve dağlara; Enthanımlar ise daha küçük ağaçlara ve büyük ormanların dışındaki çayırlara çekildiler. Burada her yerde dolaştılar, nereye gittilerse oradaki ağaçlara ve çiçeklere serpilmelerini emrettiler, gittikleri her yerde güzel bahçeler yarattılar. Sonunda Ulu Nehir’i geçtiler ve bitkiler hakkındaki bilgilerini insanlara aktardılar.
Orta Dünya’nın ikinci çağında ortadan kayboldular ve bahçeleri savaşta çöle döndü, harap oldu, Boz Topraklar diye anılmaya başlandı. Entler’in kayıp yoldaşlarını arayışları hâlâ elf şarkılarında kayıtlıdır, ama Entler bundan sonra hiç şarkı söylememiş, sadece Enthanımların isimlerini seslendirmişlerdir. Şimdilerde bazı Entler hâlâ nispeten canlıdır, ama çoğunu uyku basmış, ağaç gibi olmuşlardır.
Eski Orman'da da bazı kötü Entler görülebilir ama büyük çoğunluğu, bazı alanlarında karanlığın asla kalkmadığı Fangorn Ormanı’ndadır.
Entler, görünüşü ve yapısı birbirinden hayli farklı Entevlerinde yaşarlar. Ağaçsakal’ın kendisi genellikle Son Dağ'ın köklerinde ve yukarıdaki dağdan doğan Entsuyu yakınındaki Kaynakkonağı’nda yaşar. Her biri bir tarafta olmak üzere, canlı kapı sütunları gibi yapraklarını dökmeyen cinsten iki ağaç durur, Ent içlerinden geçip, dağın yan tarafına oyulmuş düzlüğe ulaşsın diye dallarını kaldırırlar. Her iki tarafta kaya duvarları yaklaşık elli ayak yükselir. Arkada, kayadan kemerli bir bölme oyulmuştur. İki duvar boyunca iki dizi ağaç sıralanmıştır, dalları tepede buluşarak kısmen çatı görevini yerine getirir. Arka duvardan aşağı bir dere dökülür, kayalık bölümün önünde ince bir su perdesi oluşturur ve Entsuyu'na katılmadan önce yerde bulunan taş bir havuza akar. Mobilya olarak sadece taş bir masa ve alçak ayaklar üzerinde duran bir yatak vardır, bu yatak kuru otlar ve eğreltiotlarıyla kaplıdır. Aydınlatma, içleri su dolu iki kapla sağlanır; Ağaçsakal ellerini üzerlerine koyduğu zaman yeşil bir ışıkla parlar, girintiyi ve ardındaki ağaçları aydınlatırlar. Diğer Entevleri biçim ve görünüm olarak değişiklik gösterseler de hepsinde akan su vardır.
Entler, Entsuyu'nun tadına benzeyen ama aynı zamanda orman havasının da lezzetine sahip bir sıvı olan Entyudumu ile beslenirler. Güçlü bir ayıltıcıdır, muazzam enerji ve canlılık depolar. Yüzük Savaşı sırasında Shirelı iki hobbit Entyudumuyla yaşamış ve bunun bir sonucu olarak boy atmış, hobbitlere göre şaşılacak bir boya erişmiştir.
Entler öldürülebilseler de doğal yollarla ölmezler. Akıl almaz bir fiziksel güçleri vardır; bir Entin tek yumruk darbesiyle demir ince bir teneke gibi liğme liğme olur, bir kayayı el ve ayak parmaklarıyla, sanki ekmek kabuğuymuş gibi kolaylıkla parçalayabilirler. Kalın ve sert derileri onları korur, oklar ve kılıçlar onlara zarar veremez. Baltayla sert bir darbe onları yaralayabilir ama hiçbir insan ikinci bir saldırı şansı bulamaz. Öte yandan Entler, ateşe karşı çok zayıftırlar.
Irk olarak Entler ihtiyatlı ve dikkatlidirler, yavaş konuştukları için herhangi bir karara varmaları çok uzun zaman alır; belki de yaşları çok ileri, bilgelikleri engin ve her şeyin karmaşıklığının farkında oldukları için. Tutkuları nadiren ateşlenir. Onları kesinlikle harekete geçirecek tek şey, kendilerine ya da ağaçlara yönelik bir tehdittir. Böyle bir tehdit algıladıklarında, şaşırtıcı bir değişim geçirirler; yavaş, sabırlı ve biraz da melankolik olmaktan çıkıp korkunç ve fevkalade vahşi olurlar.
Aynı ağır özellik, öğrenmesi son derece zor olan dillerinde de görülür. Yavaş tekrarlara yer veren bir dildir; bağlamından çıkmış bir nesne kavramından yoksun görünür.
Böylece Ağaçsakal adını söylediğinde, bir hikâye anlatıyor gibidir: onun ömrü uzadıkça, ismi de uzar. Entçe’nin tek yazılı kaydı, Shire’ın Kırmızı Kitabı’ndadır; Ağaçsakal kendi “a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lind-orburume'sini, “üzerinde bulunduğumuz şey, latif sabahlarda üzerinde durup etrafa nazar ettiğim ve güneş, ormanın gerisindeki çimenler, atlar, bulutlar ve dünyanın gözler önüne serilişi hususunda tefekküre daldığım yer” diye çevirmişti. Bu Entçe örneğini kaydeden iki hobbit, Ağaçsakal’a bunun sadece bir tepe anlamına geldiğini söylediler. Cevabı, entlerin karakterleri hakkında pek çok şey anlatan bir örnektir: “Dünyanın bu kısmı teşekkül ettiğinden beri burada duran bir şey için aceleci bir sözcük.”
Entlerin bilgisi kadim ve muazzamdır.
Başka şeyleri anlamakta daha iyi oldukları ve insanlar kadar benmerkezci olmadıkları için kendilerini elf olarak kabul ederler; elflerden daha kolay uyum sağladıkları için de insan olarak. Her iki türe karşı üstünlükleri ise daha istikrarlı olmaları ve bir şeyi uzun süre akıllarında tutabilmeleridir.
Fangorn aynı zamanda tuhaf ve tehlikeli yaratıklar olan ve ağaca benzemiş Entler oldukları sanılan Huorn’ların da evidir. Bunlar son derece süratli hareket edebilen ve kendilerini gölgelere sarıp neredeyse görünmez olabilen vahşi yaratıklardır. Huorn’lar ağaçlara göz kulak oldukları Fangorn’a ve civardaki küçük vadilere yayılmışlardır. Yüzük Savaşı sırasında Ağaçsakal’ın önderlik ettiği Entlerle birlikte insanların tarafında savaşmış ve önemli bir rol oynamışlardır.
Enthanımların kayboluşundan beri, bazen bu eski ırkın neslinin tükenmek üzere olduğu düşünülür. Ancak, iki taraf da her şeylerini yitirdikleri zaman Entlerle Enthanımların tekrar bir araya gelecekleri yolunda bir kehanet de vardır.

(Alberto Mangııel, Gianni Guadalupi, (tercüme: Sevin Okyay, Kutlukhan Kutlu), Hayali Yerler Sözlüğü, 1. Cilt, Yapı Kredi Yayınları (2. Baskı, 2007), s. 256-258)