17 Mart 2021 Çarşamba

Dilin Aynasından Kelimeler Dünyamızı Nasıl Renklendirir

Guy Deutscher - Dilin Aynasından Kelimeler Dünyamızı Nasıl Renklendirir


Dil, Kültür ve Düşünce

Bir halkın dilinin onun kültürünü, ruhunu, düşünce tarzlarını yansıttığı söylenir sık sık. Tropik bölgelerin halkları öyle gevşek ve ağırkanlıdır ki, bir sürü sessiz harflerini düşürüp kaybetmelerine hiç şaşmamak gerekir.

Kimi dillerin grameri karmaşık fikirleri ifade edemeyecek ölçüde mantıktan yoksundur. Buna karşılık Almanca özellikle düzenli bir dildir ve bu yüzden Almanlar böylesine düzenli bir kafa yapısına sahiptir (s. 9).

 

İngilizce konuşanlar gelecekteki olaylara ilişkin hep şimdiki zamanı kullanarak uzun uzun sohbet edebilir (s. 10).

 

Çalışkan milletlerin dillerinde, diyordu Herder, "bol miktarda fiil kipi vardır; daha gelişmiş milletlerin dillerindeyse pek çok isim soyut kavramlara dönüşmüştür". Kısacası, "bir milletin düşünce yapısını en iyi yansıtan şey dilinin fizyonomisidir". / s. 11

 

…fiil ve nesneyi tek bir kelimede birleştiren Amerika Kızılderililerinin dilleri evrene monistik bir bakış tarzı dayatır, bu yüzden bu dilleri konuşanlar nesneler ile eylemler arasındaki ayrımı anlamaz.

 

George Steiner, 1975 tarihli kitabı After Babel’da (Babil’den Sonra), "sözdizimimizdeki ileriye yönelik uzlaşmaların", "gelecek olayları ifade edebilme" yeteneğimizin, başka bir deyişle gelecek zaman kipinin varlığının bizi nihilizmden, hatta toplu intihardan koruduğu doğrultusunda akıl yürütüyordu. / s. 13

 

Dile zihnin aynası olarak bakarsak ne görürüz orada, insan doğasını mı, toplumumuzun kültürel uzlaşımlarını mı?

 

Diller gerçeklikte -ya da en azından gerçeklik algımızda- benzer olan şeyleri bir araya getirecek şekilde dünyayı kategorilere ayırır.

 

(Lisandaki) Etiketler kültürel uzlaşmaları yansıtır, buna karşılık kavramlar insan doğasını. Her kültür kavramlara tamamen keyfine göre etiketler atayabilir, ama bu etiketlerin ardına gizlenmiş kavramlar doğanın emrettiği gibi oluşmuştur.

 

Dil Aynası

Gökkuşağını Adlandırmak

Gladstone Homeros'u gereğinden fazla ciddiye almak gibi büyük bir günah işlemişti.

 

Gladstone, Homeros ve çağdaşlarının dünyayı renkli sinemaskop değil, siyah beyaza daha yakın bir biçimde algıladıklarını iddia eder (s. 38).

 

"şarap gibi karanlık deniz".

Homeros aslında oinops der, bunun da tam karşılığı "şarap görünümlü" ya da "şarap rengi"dir (oinos "şarap" demektir, op ise "görmek" köküne karşılık gelir).

Deniz dışında Homeros'un "şarap rengi" dediği tek şey... öküzlerdir.

 

Demir mesela, bir yerde menekşe rengi, bir başka yerde gri olarak geçer; daha başka yerlerde de atların, aslanların ve öküzlerin rengi için de kullanılan aithôn kelimesi ile anılır.

 

Homeros'un şiirlerinde "mavi" için bir kelimenin hiç görülmeyişi, olguların en çarpıcısıdır.

Homeros'un renklerle ilişkisinin ciddi bir şekilde çarpık olduğu sonucundan kaçınmanın yolu yoktur…

 

Homeros'un tasvirleri -renkler dışında her yönden- öylesine canlıdır ki, dünyayı kendi gözleriyle görmeyen biri tarafından tasarlanmış olamazlar.

 

Homeros'un durumu çağdaşları arasında bir istisna olsaydı, kusurlu tasvirleri onların kulaklarını tırmalar ve Homeros'un hatasını düzeltirlerdi.

 

Gladstone'un öne sürdüğü fikir, eski Yunanlar arasında genel bir renk körlüğünün olduğuydu.

Gladstone'a göre, Homeros'un çağdaşları dünyayı esas olarak aydınlık-karanlık karşıtlığı aracılığıyla görüyordu.

 

Homeros'un Yunanlıları gibi, Kitabı Mukaddes İbranicesinde de "mavi" için bir kelime bulunmaz.

 

Lazarus Geiger / İnsanın renk algısının "renk tayfı şemasına uyarak" aşama aşama arttığını öne sürer: Önce kırmızıyı algılama yeteneği geldi, ardından sarı, sonra yeşil, en sonunda da mavi. Buna ilişkin en dikkat çekici şey, diye ekler Geiger, bu gelişmenin bütün dünyadaki farklı kültürlerde tamamen aynı sırayla gerçekleşmiş olmasıdır (s. 52).

 

Filipinler'de Tagalog dilini konuşan halk/ın İspanyol sömürgecilerin gelişine kadar yeşille maviyi ayırt edemedi… / s. 66

 

Oregon'daki Klamath Kızılderilileri için, "Her türden çimen, ot ya da bitkinin rengi için hep aynı terimi kullanıyorlar, bitkilerin rengi ilkbahardan yaza kadar yeşil, sonbaharda solgun sarı olmasına rağmen renge verilen ad değişmiyor

 

İnsanlar renkler arasındaki farkı görmelerine rağmen onlara farklı adlar vermeyebiliyorlardı. Ve tabii ki şimdiki ilkel kabilelerde durum böyleyse, Homeros'un ve bütün diğer eski toplulukların durumu da böyle olmalıydı.

 

Çocuklar anadillerini edinirken gramer kurallarını öğrenme gereksinimi duymaz; beyin, içinde bulunduğu dile uygun biçimde, önceden programlanmış parametreleri ayarlar sadece (s. 102-103).

 

…iki dilin genel karmaşıklığım kıyaslamak için keyfi olmayan nesnel bir ölçü tasarlamanın yolu yoktur.

 

Revere Perkins elli dilin istatistiksel değerlendirmesini yapar

Toplumun karmaşıklığıyla kelime yapısının karmaşıklığı arasında bir ters bağıntı vardı! Toplum ne kadar basitse, o kadar çok bilgi kelimelerin içinde gösteriliyor; toplum ne kadar karmaşıksa, o ölçüde daha az semantik ayrım kelimelerin içinde ifade ediliyordu (s. 117).

 

…basit toplumlarda kelimeler daha ayrıntılı olmaya eğilimliyse bunun nedeni, dilin zaman içinde izlediği, doğal ve önceden tasarlanmamış patikalarda aranmalıdır.

 

Yok edici güçler, enerjilerini insanların pek enerjik olmayan bir özelliğinden alır: tembellikten.

Zahmetten kaçınma eğilimi konuşanları telaffuzda kestirmelere sevk eder

 

…antik çağlarda konuşulan Proto-Hint-Avrupa dili, ismin cümle içindeki işlevini hassas bir şekilde ifade eden oldukça karmaşık bir hal ekleri sistemine sahipti. İsmin sekiz farklı hali vardı ve bunların çoğunda tekil, çoğul ve ikili durumlar için farklı biçimler bulunuyor, her isim için toplam yirmi civarında farklı ekten oluşan girift bir ağ göze çarpıyordu. Ancak son birkaç bin yıl içinde, Proto-Hint-Avrupa dilinden türeyen dillerde bu girift ağ aşındı ve daha önce eklerle aktarılan bilgi bağımsız kelimeler aracılığıyla ifade edilmeye başladı / s. 119

 

Küçük tanışlar toplumunda herkes dili birbirine çok benzer bir biçimde kullanır. Büyük toplumlarda ise bir dilin sayısız farklı çeşitlemeleriyle karşılaşılır.

 

Son olarak, yeni morfolojilerin yaratılmasını yavaşlatan ve karmaşık bir toplumun alametifarikası olan bir etken daha vardır: okur-yazarlık.

 

2007'de Jennifer Hay ve Laurie Bauer adlı dilbilimciler iki yüzden fazla dilin ses dağarcığının istatistiksel analizinin sonuçlarını yayımladı. Toplum ne kadar küçük olursa, dillerinde o kadar az sayıda farklı sesli ve sessiz oluyor, toplum ne kadar büyükse ses sayısı da o kadar artıyordu.

 

Yancümleler / s. 123 vd.

Yancümle kullanımı, farklı düzeylerdeki değişik ifadeleri, her düzeyi kontrol altında tutarak girift bir bütün halinde örmeyi sağlar ve bu sayede ayrıntılı bir bilgiyi kısa ve özlü bir yolla aktarmayı mümkün kılar.

 

Dil Merceği

Wilhelm von Humboldt (1767-1835)

"Diller arasındaki farklılık yalnızca seslerde ve işaretlerde değildir, aynı zamanda dünya görüşlerindedir. Bütün dil incelemelerinin sebebi ve nihai hedefi burada bulunur,"

"dil düşünceyi şekillendiren organdır",

 

Edward Sapir, 1884-1939

 …dilin felsefi fikirler üzerindeki etkisine ilişkin iddiaları alıp anadilin gündelik düşünce ve algılar üzerindeki etkisine uyarladı. "Dilsel biçimlerin dünyaya uyum sağlama çabamız üzerindeki zorbaca egemenliği" üzerine konuşmaya başladı

 

Benjamin Lee Whorf

…anadilimizin gücünün yalnız düşünce ve algılarımızı değil evrenin fiziğini bile etkilediğini açıkladı. / s. 144

 

Vhorfa göre Hopi dilinde zaman kavramı yoktu.

 

Dolayısıyla bir Hopi'de "evrendeki her şeyin içinde eşit hızla ilerlediği, düzgün bir biçimde akan bir süreklilik olarak ZAMAN kavramı ya da sezgisi bulunmaz"dı.

 

George Steiner

"Zamanın doğrusal bir ardışıklık düzeni ve yönlü hareket olduğu şeklindeki Batılı anlayış, Hint-Avrupa fiil sistemi içinde ortaya çıkmış ve düzenlenmiştir." Buna karşılık, Steiner'a göre Kitabı Mukaddes İbranicesi bu tür zaman kipi ayrımlarını hiç geliştirmemiştir.

 

Dilimin sınırları dünyamın da sınırları mıdır? / s. 150 vd.

 

Boas-Jakobson ilkesi

Eğer farklı diller o dilleri konuşanların zihinlerini değişik biçimlerde etkiliyorsa, bunun sebebi düşünmeye imkân tanıdıkları şeyler değil, genellikle üzerinde düşünmeye zorladıkları bilgi türleridir.

 

…dil ile mekânsal düşünce arasındaki ilişkinin sadece bir bağıntı değil bir neden-sonuç ilişkisi olduğu ve anadilin kişinin mekâna dair düşünme tarzını etkilediği görüşünün lehinde güçlü kanıtlar vardır.

 

Kamusal rolü açısından dil, o dili konuşanların oluşturduğu topluluğun, etkin bir iletişim sağlamak amacıyla üzerinde anlaştığı bir uzlaşımlar sistemidir. Ama dilin bir de, o dili konuşan herkesin zihninde içselleştirdiği bir bilgi sistemi olarak özel bir varoluşu vardır (s. 233).

Through the Language Glass

How Words Colour Your World?

Türkçeleştiren: Cemal Yardımcı

Ocak 2013

Metis Yayınları

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder