Kubbeyi Yere Koymamak
Kubbeyi Yere
Koymamak, Turgut Cansever’in diğer kitaplarında ele aldığı temel konulara giriş
mahiyetindeki konuşmalarından teşekkül ediyor.
BİRİNCİ BÖLÜM /
MİMARÎDE AŞKIN ÇÖZÜMLEME
MİMARÎ FELSEFESİ
“Mimarî’de yeni
yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye’dir”
Söyleşi: Ömer
Madra-Fuat Şahinler
Din bir kâinat
görüşünden, bir varlık görüşünden hareket ederek, yani metafiziğin
kaynaklarından hareket ederek insanların nasıl davranmaları lazım geldiğine
dair modeller, standartlar geliştiriyor.
Eğer davranışın bir
standardı varsa, davranışını çevreleyecek mekânın, vücuda getirdiklerinin de o davranışın
standardına uygun, onu tamamlayan bir niteliği olması gerekiyor.
Her nesil ne
olduğunu yeniden anlamak mecburiyetindedir.
Anadolu’da bir genç
insan çırak olarak verilip, 5-10 sene çırak olarak çalışıp usta olduktan sonra kalfa, yani halife, yani mimarın halifesi oluyor...
Kalfa, ‘halife’ kelimesinden geliyor,
“İslâm kültürü
büyük çelişkilere büyük çözümler getirmiştir”
Söyleşi: Nevzat
Sayın
…tevhid ilkesi.
İnsanın söylediğiyle yaptığının tamamen aynı olması lazım geldiği şeklindeki
ilke. İnanç ile yapılan arasındaki münasebet bütünlüğünü modern İslâm âlemi
hiçbir şekilde tesis edemiyor.
Esasında sanat eseri
bugünkü kapitalist sistemde, bu kültürlerin hiçbirinde böyle üretilmedi. Ne Uzakdoğu’da,
ne Batı Ortaçağında, ne Osmanlı dünyasında müteahhit denilen müessese yoktu
“İnsanlık
tarihinin en yüksek çözümlemesini yok ettik!”
Söyleşi: Mustafa
Kutlu
Rönesans resminde,
bakan gözün bulunduğu noktadan ne görülüyorsa o anlatılır.
Modern mimarînin
teknolojiyi temel tayin edici unsur olarak kabulü ile içine düştüğü tek
yönlülük ve ifade sathîliğinin aşılması zarureti, insan varlığını yapının ana
ögesi sayan yeni yaklaşımlara Türk ev ve konutlarının yalnız üslûp düzeyinde
değil, varlığın bütün alanlarına şamil sorunların çözümünde de ışık tutacaktır.
Nietzsche: Batan
güneşi severim, çünkü doğacaktır…
“Rönesans
varlığın bütünlüğünü gözden kaçırdı”
Söyleşi: Sefa Kaplan
Tek görüş açısından
bütün varlığın kavranabileceğine yönelik insan-merkezli düşünce, insanlık tarihinde
çok nadir bir hadisedir. Rönesans dışında neredeyse yoktur.
İnsanın iradesini,
çevre karşısındaki duyarlılığını elinden alan ve insanları teknokratlara esir
eden 20. asır kadar tahripkâr, 20. asır kadar insanlık tarihinde büyük
felaketlere sebep olmuş başka bir çağ olmadı.
…evleri nasıl inşa
etmeli ki gelecek nesiller güzel hayatlar yaşayabilecekleri güzel bir çevreye
sahip olabilsinler?
“Mimarlığın bir
üst düzey yaklaşımla yönlendirilmesi gerekir”
Bugün kültür
dediğimiz her şey kaçınılmaz bir biçimde mekân içerisinde cereyan eder.
Mekândan arındırılmış hiçbir gelişme olmaz. Mekâna ait meselelerin idraki ve
bilinci olmadığı zaman, diğerleri tamamen boşta, kopuk, tutarsız teşebbüsler
olarak kalır. Anlam bütünlüğünü kapsamaz ve ortak zemine sahip olamazlar.
Mimarînin 20. yüzyıldaki sefaletinin ana sebeplerinden biri bu.
…biçim ile inanç
arasında katiyen ayrılmayan bir bağ, bir bütünlük vardır. Sizin bir an,
teknolojinin ürettiği bir şeyin kendi başına bir çözüm olduğunu düşünmeniz de
bir inançtır fakat / Teknolojiyi ilâh yapmaktır bu.
“Mimarî, insan
ile varlık arasındaki ilişkiyi düzenleyen disiplindir”
“İslâm, bir şehir
dinidir”
Söyleşi: Mustafa
Armağan
Bir neslin şehri
inşa ederken müteakip neslin hayatını tamamen donduracak şekilde kalıcı yapılar
yapması, bir neslin diğer neslin hayatına tahakküm etmesi anlamına gelir. Bu
da, en fazla kalıcı olmak, en fazla tahakküm etmek tavrını yaşatmış olan Mısır
Firavun kültürünün uzantısı olmak demektir.
İKİNCİ BÖLÜM /
OSMANLI ÇÖZÜMLEMESİNDEN POSTMODERNİZME
“İslâm şehri
insanlık tarihinin en müstesna ürünüdür”
Söyleşi: Mustafa
Armağan
Fatih kalkıp, şehri
Theodoros’un kurduğu yerden alıp yarımadayla Küçük Çekmece arasında Paris gibi yekpare
bir şehir haline dönüştürebilirdi. Bu yapılmadı. Topoğrafyanın verdiği bu
imkândan yararlanarak İstanbul yarımadası, Eyüp Sultan gibi mukaddes bir
mevkide, bir ziyaretgâh etrafında bir şehir, Galata’da ticaret şehri,
Üsküdar’da imalat merkezi ve bunun dışında bir sürü bağımsız tarım ve küçük el
sanatlarına dayalı yerleşmeler, köyler oluşturuldu. Bu tam bir metropol
yapısını andırıyor.
“Osmanlı
şehirleri güzelliğin yaşandığı yerlerdir”
Söyleşi: Selman
Tan-Refik Tuzcuoğlu
Osmanlı şehrinde
mahalle, herkesin birbirini tanıdığı bin kişilik âdeta büyük bir aile
tarzındaydı.
İstanbul’u
yeniden sıhhatli ve yaşanılır bir şehir haline getirmek mümkün mü?
Sözünü ettiğim şey
Türkiye’nin geleceğidir. İstanbul bu şekilde teşkilâtlandırılmazsa Türkiye hakkındaki
kararlar başka yerlerde alınacaktır.
“Sadelik İslâm
kültürünün temel özelliğidir”
Söyleşi: Mustafa
Armağan
“Mimarın görevi
dünyayı güzelleştirmektir”
Söyleşi: M. Âkif Çankırılı
…ufkî yerleşme
düzeni, şakulî yerleşme düzeninden daha fazla arsa gerektirmemektedir. Ayrıca
ufkî yoğun yerleşme düzeninin, bütün toplumların en önemli ahlâkî çözülme
sebebini teşkil eden arsa ve bina spekülasyonunu sona erdireceği ve 1.000
kişinin yerleşeceğe alana 5.000 kişiyi insanî ihtiyaçları hiçe sayarak, beton
yığınları içine tıkıştırarak gerçekleştirilen vurgun yolunu kapatacağı
kesindir. Bu çözüm, arsa ve bina spekülatörleri ile bunlara imkân veren imar
planlarını düzenleyenler tarafından engellenmektedir.
Allah’ın yarattığı
dünyanın güzelliğini idrak etmeyen, kendisini bu dünyayı güzelleştirmekle yükümlü
saymayan, toprağı kısa vadeli çıkar ve talan aracı olarak gören nesiller
tarafından dünyanın kirletildiği 20. asırda insanın kendisine temiz ve güzel
bir çevre, şehirler, mahalleler ve evler geliştirmesi de imkânsızdır.
…inşa ettiğimiz
yapılar çirkin iseler onların çirkinliği, onları meydana getirenin inanç ve
davranışlarından ayrı tutulamaz. Tevhidî inancın en vahim tahribatı, gizli şirk
ile vücut bulur.
“Ülkemizde mimarî
bir kimliğin varlığından söz etmek imkânsızdır”
“Millî mimarîmiz
aslına geri dönmeli”
Söyleşi: Ayla
Ağabegüm-Belkıs Kabaklı
Türkiye’de yeniden
insanca bir yaşama çevresi vücuda getirilmesi için bütün kültür faaliyetlerinin
insanca yaşama biçimini en yüksek özellikleriyle tanıtmaya yöneltilmesi
gerekir.
Osmanlı edebiyatı
ile Osmanlı mimarîsi birbirinin ayrılmaz parçalarıdır.
“Cumhuriyet, cami
mimarlığını ihmal ederek marazîleştirdi”
Söyleşi: Aykut
Köksal
1839 Türk-İngiliz
Ticaret Anlaşması’ndan sonra Osmanlı mallarının satılmasını zorlaştırmasının
sonunda başta dokumacılar olmak üzere loncalar M. Reşid Paşa’ya isyan ediyor.
Sonuçta lonca teşkilatı kaldırılıyor.
İslâm kültürü içinde
temel inancın bütün dünyayı aynı kılığa sokmamak olduğunu konuştuk. Kültürün
evrensel nitelikleri zedelenmeden mahallî ürün üretmenin mümkün olduğunu
belirttim.
“İstanbul’un
fethi mimarî fetihle tamamlandı”
Söyleşi: Beşir
Ayvazoğlu
Tanzimat her şeye
rağmen İstanbul’u bütünüyle tahrip edemiyor
Türk-İngiliz Ticaret
Anlaşması liman şehri olarak İstanbul bir anda büyüyor ve 1870’te, yani 30 sene
içinde nüfusu 870 bine ulaşıyor.
Menderes dönemi / İnşaat
Dairesi Başkanlığı / Bu dairenin başında Menderes döneminde Rıza Bey diye biri
bulunuyordu.
Rıza Bey,
Salıpazarı, Haydarpaşa ve Yenikapı’da kurulacak limanlarla ilgili 3 projeyi
Menderes’in önüne getiriyor.
Menderes, 1958’e
kadar Haydarpaşa, Salıpazarı ve Yenikapı limanlarının yapılmasına razı olmuyor,
direniyor.
Menderes’in emri
üzerine Prof. Hanrad’a, Türkiye limanları ve stratejik ulaşım aksları için bir
proje sipariş ediliyor.
Hanrad, raporunu
1959 sonunda bitiriyor ve Rıza Bey’e veriyor. Rıza Bey, bu raporu kendi
odasındaki kasalara kilitliyor ve ancak vefatında raporlar ortaya çıkıyor.
Prof. Hanrad Haydarpaşa Limanı için, “Bu müthiş bir yanlış, katiyen olmamalı.
Bir geminin malı Haydarpaşa Limanı’yla İzmit Limanı’na getirmesi arasında
hiçbir maliyet farkı olmaz. Fakat bu mallar Haydarpaşa’ya indirilirse 100
kilometrelik karayolu taşımacılığı Türk ekonomisi için çok ciddi bir kayıp
olacaktır” diyor. Çünkü gelen mallar Anadolu’ya sevk edilecek. İzmit’ten mi
sevk etmek daha kolay, Haydarpaşa’dan mı? Buna rağmen Rıza Bey, Haydarpaşa
Limanı’nı inşa ettiriyor ve raporu saklıyor.
“Edirne’ye iki
yüz bin gül getirmek”
Söyleşi: Mustafa
Armağan
İstanbul’da küçük
evlerin arasındaki insanların çok iri gözükmeleri
“S. H. Eldem,
inandıklarıyla değil, virtüözlüğüyle öne çıkmayı tercih etmiştir”
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM /
EV’DEN KONUTA
“Yeni konut
politikalarının tespit edilmesi zorunludur”
Söyleşi: Barbaros
Sağdıç
Beyazıt Meydanı…
Hz. Âdem ile Havva
işledikleri günahın, Allah’ın emirlerine karşı geldiklerinin farkına varıyorlar
ve pişman oluyorlar. Pişman olunca, Allah affedici olduğu için günah kalkıyor.
Fakat dünyanın farkına varıyorlar.
Dünyanın farkına
varan, tek mahluk oldukları için onun sorumluluğunu da taşıyacak varlık haline
geliyorlar ve insan bu sorumluluğu yüklenince yeni bir vasıf kazanıyor.
“Konut sorununu
aşmak, ancak toplumsal bir mutabakatla mümkündür”
Söyleşi: Sönmez
Targan
“Konut meselesi
sil baştan ele alınmak mecburiyetindedir”
Söyleşi: İhsan
Bilgin
“Sorumsuz
insanlar olduk”
Söyleşi: Osman
İridağ
Amaç para kazanmak
olduğu için de, içinde oturacak insanlar düşünülmüyor.
“Şehirler zorunlu
iskân alanlarıdır”
Konuşan: Eyüp Can
İngiltere’de
1946’dan sonra inşa edilen çok katlı ikamet binalarını Thatcher, başbakanlığa
geldiğinde toplumsal bir mutabakatla yıkma kararı aldı.
Çünkü bu binalar
insanların yaşaması için uygun yerler değil.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /
HABİTAT VE ŞEHİR
“Devlet, konut
konusunda yönetici değil, yönlendirici olmalı”
Söyleşi: Uğur
Tanyeli
Fransa, dünyada
apartmanı şehirlerine getiren ilk ülkedir.
“Habitat’ın
amaçladığı çokseslilik Osmanlı’da zaten mevcuttu”
Konuşan: Mustafa
Armağan
Bugün Çukurova’da
yılda üç ürün veren topraklar üzerine fabrikalar kuruluyor ve onların kirlilikleriyle
tarım topraklarını öldürülüyor…
“Şehirleri ihanet
vurdu”
Konuşan: Fehim
Taştekin
Türk-İngiliz Ticaret
Anlaşması, ithalatı teşvik eden, üretimi ise tamamen tahrip edip ihracatı imkânsızlaştıran
hükümler içeriyor. Bu anlaşma sonucunda Osmanlı ürünleri dünyada satılamaz hale
gelince üretim merkezleri çöküyor. Buralarda nüfus, ithalatın yapıldığı
limanlara kayıyor. Loncalar buna karşı çıkıyor. Osmanlı tarihinde ilk kez
üretici loncalar, 1839’da İngiliz Ticaret Anlaşması müzakerelerine
sokulmuyorlar. Bunun sonunda üretim alanları boşalıyor ve limanlar doluyor.
“Mimarî, hayatın
bütün alanlarını kapsayan bir hazinedir”
Konuşan: Ümmet
Karakoç
Çeşitli kültürlerin
kendilerine göre şehir çözümlemeleri var. Sadece Bursa ile Isfahan ve Pekin’i mukayesemiz
saatler sürer ama hiçbir şehirde insanlık tarihi boyunca Osmanlı şehirleri
kadar tabiatla, insan eliyle üretilmiş sunî dünyanın yüce güzelliği bir araya
getirilememiştir.
Büyük halk
kitlelerine, onların geleceği için Türkiye’de şehirlerin doğru kurulması,
köylerimizin sağlıklı evlerle techiz edilmesi lâzım. Bu çözümlerin birinci
unsuru, devletin, şehirlerin kurulacağı arazileri açmasıdır. Devlet, ailesine
ev yapmak isteyen kişiye, ev arsasını şehir planının getirdiği kurallar
çerçevesinde evini yapmak kaydıyla bedava vermelidir. Ama arsayı verdiği kişi
mahallenin altyapı masraflarına, payına düşen ne kadarsa onu ödeyerek katılmalıdır.
Sanayicilere arsa bedava verilmelidir. Fakat sanayi alanının altyapı masrafını
sanayici karşılamalıdır. Türkiye’de bir sanayici fabrikasını kurabilmek için
senelerce arsa arıyor. Halbuki ülkenin neresini isterse oraya fabrikasını
kurmalıdır. O yer, yalnız fabrikayla ilgili değil, yanında fabrikada çalışacak
işçilerin mahalleleri olan bir şehir parçası olmalıdır.
“İnsanlar,
çevreyle aralarına sunî sınırlar getiriyor”
Konuşan: Ali
Gevgilili
…gecekonduların
maliyeti, normal yapı yöntemlerine göre iki kat daha fazladır.
“Varlığın
bütününü görememek şirke açılan bir kapıdır”
Ali Gevgilili’nin
Yönettiği Bir Açık Oturumdan Derlenmiştir.
Güç artırma özlemi,
gerçekte dünyayı etkisi altında tutan Batı kültürlerinin oldukça eski bir özlemidir.
XIV. Louis’nin her şeyi bir noktadan yönetme tutkusu ile başlayan bu ihtiras,
zamanla, insanların varlığı anlamalarını zorlaştıran Barok kültüre dönüşmüştür.
Turgut Cansever, Timaş
Yayınları
…